Yani, "Ey insalar! Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" meâlindeki âyetin beş nüktesini dinle.
BİRİNCİ NÜKTE
Dua bir sırr-ı azîm-i ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu
hükmündedir. Çok yerlerde zikrettiğimiz gibi, dua
üç nevidir.
Birinci nevi dua: İstidat lisanıyladır ki, bütün hububat,
tohumlar, lisan-ı istidatla Fâtır-ı Hakîme dua ederler ki,
"Senin nukuş-u esmânı mufassal göstermek için bize
neşvünemâ ver. Küçük hakikatimizi
sümbülle ve ağacın büyük hakikatine çevir."
Hem şu istidat lisanıyla dua nevinden birisi de şudur ki: Esbabın
içtimaı, müsebbebin icadına bir duadır. Yani, esbab bir
vaziyet alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne
geçer; ve müsebbebi, Kadîr-i Zülcelâlden
dua eder, isterler. Meselâ su, hararet, toprak, ziya, bir
çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı
duadır ki, "Bu çekirdeği ağaç yap, yâ
Hâlıkımız" derler. Çünkü, o mucize-i harika-i
kudret olan ağaç, o şuursuz, câmid, basit maddelere havale
edilmez, havalesi muhaldir. Demek, içtima-ı esbab bir nevi
duadır.
İkinci nevi dua: İhtiyac-ı fıtrî lisanıyladır ki, bütün
zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dahilinde olmayan
hâcetlerini ve matlaplarını ummadıkları yerden, vakt-i
münasipte onlara vermek için, Hâlık-ı Rahîmden
bir nevi duadır. Çünkü, iktidar ve ihtiyarları
haricinde, bilmedikleri yerden, vakt-i münasipte onlara bir
Hakîm-i Rahîm gönderiyor. Elleri yetişmiyor; demek o
ihsan, dua neticesidir.
Elhasıl, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye
çıkan, bir duadır. Esbab olanlar, müsebbebâtı
Allah'tan isterler.
Üçüncü nevi dua: İhtiyaç dairesinde zîşuurların duasıdır ki, bu da iki kısımdır.
Eğer ıztırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam
münasebettar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmışsa veya
sâfi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile
makbuldür. Terakkiyât-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve
keşfiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havârık-ı medeniyet
dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri
emirler, mânevî bir dua neticesidir. Hâlis bir
lisan-ı istidatla istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidatla ve
lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mâni
olmazsa ve şerâit dahilinde ise, daima makbuldürler.
İkinci kısım: Meşhur duadır. O da iki nevidir: biri fiilî, biri
kavlî. Meselâ çift sürmek fiilî bir
duadır. Rızkı topraktan değil; belki toprak, hazine-i rahmetin bir
kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı sabanla çalar.
Sair kısımların tafsilâtını tayyedip, yalnız kavlî duanın
bir iki sırlarını, gelecek iki üç nüktede
söyleyeceğiz.
İKİNCİ NÜKTE
Duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesb ederek
devam etse, netice vermesi galiptir, belki daimîdir. Hattâ
denilebilir ki, sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de duadır. Yani,
kâinatın hilkatinden sonra, başta nev-i beşer ve onun başında
âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî
Aleyhissalâtü Vesselâmın muazzam olan duası, bir
sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlık-ı Âlem,
istikbalde o zâtı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabına
bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye
isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı halk etmiş.
Madem duanın bu derece azîm ehemmiyeti ve vüs'ati vardır.
Hiç mümkün müdür ki, bin üç
yüz elli senede, her vakitte, nev-i beşerden üç
yüz milyon, cin ve ins ve melek ve ruhaniyattan had ve hesaba
gelmez mübarek zatlar, bil'ittifak zât-ı Muhammedî
Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında rahmet-i uzmâ-i
İlâhiye ve saadet-i ebediye ve husul-ü maksud için
duaları nasıl kabul olmasın? Hiçbir cihetle mümkün
müdür ki, o duaları reddedilsin?
Madem bu kadar külliyet ve vüs'at ve devam kesb edip lisan-ı
istidat ve ihtiyac-ı fıtrî derecesine gelmiş. Elbette o
zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâm, dua neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir
ki, bütün ukul toplansa, bir akıl olsalar, o makamın
hakikatini tamamıyla ihata edemezler.
İşte, ey Müslüman, senin rûz-i mahşerde böyle bir
şefîin var. Bu şefîin şefaatini kendine celb etmek
için, sünnetine ittibâ et.
Eğer desen: Madem o Habîbullahtır. Bu kadar salâvat ve duaya ne ihtiyacı var?
Elcevap: O zat (a.s.m.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar
ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle
hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi
hakkında merâtib-i saadet ve kemâlât hadsiz olmakla
beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz
envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı
şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz
salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.
Eğer desen: Bazen kati olacak işler için dua edilir:
meselâ husuf ve küsuf namazındaki dua gibi. Hem Bazen
hiç olmayacak şeyler için dua edilir.
Elcevap: Başka Sözlerde izah edildiği gibi, dua bir ibadettir.
Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder.
Zâhirî maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin
vakitleridir; hakikî faydaları değil. İbadetin faydası
âhirete bakar. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa,
"O dua kabul olmadı" denilmez. Belki "Daha duanın vakti bitmedi"
denilir.
Hem hiç mümkün müdür ki, bütün
ehl-i imanın bütün zamanlarda mütemadiyen kemâl-i
hulûs ve iştiyak ve dua ile istedikleri saadet-i ebediye onlara
verilmesin ve bütün kâinatın şehadetiyle hadsiz rahmeti
bulunan o Kerîm-i Mutlak, o Rahîm-i Mutlak, bütün
onların o duasını kabul etmesin ve saadet-i ebediye vücut bulmasın?
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Duâ-i kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki
cihetledir: Ya ayn-ı matlubu ile makbul olur; veyahut daha evlâsı
verilir.
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı
Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duası kabul
olunmadı" denilmez. "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir.
Hem Bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası
âhiret için kabul olunur. "Duası reddedildi" denilmez.
Belki, "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir, ve
hâkezâ...
Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan isteriz, O da bize
cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta,
tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık,
sıtması için sulfato verir. "Tabip beni dinlemedi" denilmez.
Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi,
maksudun iyisini yerine getirdi.
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Duanın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine
derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir.
Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm
Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz
ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz
düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini
tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir
yükü üzerinden atıp Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd
olsun. (Fatiha Sûresi: 2.) der.
BEŞİNCİ NÜKTE
Dua ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir.
Çünkü dua eden adam duasıyla gösteriyor ki:
"Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en
küçük işlerime ıttılâı var ve bilir. En uzak
maksudlarımı yapabilir. Benim her halimi görür, sesimi
işitir. Öyleyse, bütün mevcudatın bütün
seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o
şeyleri O yapıyor ki, en küçük işlerimi de Ondan
bekliyorum, Ondan istiyorum."