.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Dua Nedir? forumnetten

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Dua Nedir? forumnetten Empty Dua Nedir? forumnetten

    Mesaj  AsiRuH Paz Ocak 18, 2009 2:01 pm

    Dua;
    bir çağrı, bir yakarış ve küçükten
    büyüğe, aşağıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semâlar
    ötesine bir yöneliş, bir talep, bir niyaz ve bir iç
    dökmedir. Dua eden, kendi
    küçüklüğünün ve yöneldiği kapının
    büyüklüğünün şuurunda olarak, fevkalâde
    bir tevazu içinde ve istediklerine cevap verileceği inancıyla el
    açıp yakarışa geçince, bütün çevresiyle
    beraber semâvîleşir ve kendini
    rûhânîlerin “hay-huy”u içinde
    bulur. Böyle bir yönelişle mü’min, ümit ve
    arzu ettiği şeyleri elde etme yoluna girdiği gibi, korkup endişe
    duyduğu şeylere karşı da en sağlam bir kapıya dayanmış ve en metin bir
    kaleye sığınmış bulunur.
    Bizim
    ümit ve arzularımız birer başarı ve muvaffakiyet sâiki,
    korku ve endişelerimiz de olumsuz davranışlarımıza karşı birer temkin
    ve teyakkuz vesilesidir. Biz, Allah’ın geleceğimizle
    alâkalı takdir buyurduğu şeyleri bilmesek de, her zaman ümit
    ve endişelerimizi, azim ve kararlılıklarımızı o takdirin birer
    emâresi ve kavlî, fiilî, hâlî dualarımızı
    da –şart-ı âdî plânında– onun bir
    vesilesi sayarız. Zira, Hazreti Sâdık u Masdûk’un
    beyanıyla; sonuçta herkesin elde edeceği netice, büyük
    ölçüde o kimsenin davranışlarına bağlı olarak
    gerçekleşmektedir. Ne var ki, duada Hakk’a
    teveccühü kendi isteklerimize bağlayıp, kendi arzularımızı
    öne çıkarmamız da doğru değildir. Doğru olan, bir kulluk
    şuuruyla Hakk’a yönelip, tevazu ve mahviyet içinde,
    acz, fakr ve ihtiyaçlarımızın lisanıyla O’na
    arzıhâlde bulunmaktır.
    Aslında
    dualarımızla biz, beşerî isteklerimizin
    gerçekleştirilmesinden daha çok, Rabbimiz’e
    saygımızı, güvenimizi ve O’nun gücünün her
    şeye yettiğini itiraf eder; son noktayı bazen bir sükûtla,
    bazen de –esbâba tevessül mülâhazası
    mahfuz– her şeyi O’ndan bekleme durumunda bulunduğumuzu
    vurgulama adına: “Ne hâlimiz varsa hepsi de Sana ayân
    / Dua, kapı kullarından miskince bir beyan..”
    mânâsına hâl-i pür-melâlimizi dile
    getiririz. Evet, bazen Kur’ân-ı Kerim, bazen de
    sözleri lâl ü güher Söz Sultanı’ndan
    alıntılarla istediklerimizi Hakk’ın dergâhına sunar ve
    ebedî mihrabımız olan O’nun kapısına yönelerek, ruh
    dünyamızı şerh eder, içimizi O’na döker ve
    “huzurun edebi” diyerek ağzımızı sımsıkı kapatarak
    sükût murakabesine geçeriz ki, bazılarınca böyle
    bir hâl –ihlâs ve samimiyetin derecesi
    ölçüsünde– en belâgatlı
    sözlerden daha beliğ ve en yüksek ifadeleri aşkın bir beyan
    ve bir arzıhâl sayılır. Allah, gizli-açık her
    hâlimizi bildiğine göre, duada sözden daha ziyade
    öz önemli olsa gerek.. zaten Cenâb-ı Hak da:
    “Kullarım beni Sen’den sorarlarsa; bilmeliler ki, Ben
    onlara çok yakınım; Bana dua edenin duasına icabet
    ederim.” mazmununca O, arzu ve isteklerimizi bilmede, bize bizden
    daha yakındır. Bu itibarla da, istek ve dileklerimizi huzur
    mülâhazasına bağlayarak, sessizlikle seslendirmek, hususiyle
    de o seviyenin insanları için ayn-ı edebdir. İster gayb
    telâkkisi, ister huzur mülâhazası, bize bizden daha
    yakın olan Rabbimiz: “Siz bana dua edin ki, Ben de icabet edip
    karşılık vereyim.” buyurarak, bizi duaya teşvik etmekte ve dua
    etmemeyi anlamsız bir istiğna ve bir kopukluk saymaktadır.
    Dua
    eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah’a
    yönelip yalvarışa geçebildiği takdirde, kendine her şeyden
    daha yakın olan Rabbisine karşı, kendi beden ve cismaniyetinden
    kaynaklanan uzaklığını aşarak O’nun her zaman var olan
    yakınlığına saygısını ifade etmiş ve kendi uzaklığının vahşetinden
    kurtulmuş olur. Cenâb-ı Hak da ona, duyması gerekenleri duyurur,
    görmesi gerekenleri gösterir, söylemesi icap eden
    şeyleri söyletir ve yapması lâzım gelen şeyleri de yapmaya
    muvaffak kılar. Bu paye aynı zamanda nafilelerle ulaşılan öyle
    hususi bir yakınlık (kurb) payesidir ki, artık böyle bir
    mazhariyetle şereflendirilen “kurb” kahramanının
    görmesi, gözler ötesi bir gözle, işitmesi kulaklar
    ötesi bir kulakla, diğer aktiviteleri de kendi benliğinin
    üstünde farklı bir kimlikle gerçekleşmeye başlar;
    başlar da bir hamlede gider, ayrı bir buudun insanı olma seviyesine
    yükselir; derken, her fırsatta Rabbi’yle dua ve icabet
    alış-verişinde bulunur, yalvarış ve yakarışa, O’nun sonsuz
    kudretine itimadın ifadesi olarak sımsıkı sarılır ve sırtını
    sarsılmayan bir güce dayamış olmanın güveniyle, dilinde dua
    yürür en olumsuz gibi görünen şeylerin üzerine.
    Bu
    itibarladır ki, imanın zevkine ermiş ve ibadette hassaslaşmış ruhlar,
    kat’iyen duada kusur etmezler. Aksine böyleleri, ibadeti
    varlıklarının gayesi gibi duyar ve duaya da fevkalâde önem
    verirler.. maddî-mânevî sebeplere riayetin yanında
    gönüllerini Rabbilerine açıp yalvarmayı, O’na
    yakınlık arayışının sesi-soluğu gibi değerlendirir ve dualarını bir
    ümit, bir reca nağmesi gibi seslendirirler. Böyle bir
    yakınlık atmosferinde, çok defa ümit ve beklenti
    neşvelerinin yanında, bazen de mehabet ve endişe esintileri
    hissedilebilir. İnsan, her şeye O’nun sonsuzluk ve sınırsızlığı
    içinde baktığı aynı anda, kalbinin râşelerle
    ürperdiğini duyar gibi olur ve hemen temkin ve teyakkuza
    geçer. Duada, her zaman iç içe yaşanan bu iki
    hâl, insanın mârifet ufkunun vüs’atiyle mebsuten
    mütenasip (doğru orantılı) inkişaf eder. Kur’ân,
    mü’min tabiatındaki bu hisler halitasını: “Rabbinize
    huşû ile ve içten içe duada bulunun.”
    diyerek, kat’iyen O’ndan müstağni kalınamayacağını,
    ululuk, azamet ve ceberûtuna rağmen, rahmet ve inayet kapılarının
    da ardına kadar herkese açık bulunduğunu vurgular ve duanın
    önemi üzerinde ısrarla durur.
    Bizim
    acz, fakr, zaaf ve ihtiyaçlarımıza karşılık O’nun, bizi
    var eden, besleyen, büyüten, arzu ve isteklerimizi
    görüp-gözeten ve bizi asla başkalarına bırakmayan bir
    engin rahmet sahibi olması, O’na karşı tavırlarımızı devamlı ince
    ayara tabi tutmamız bakımından fevkalâde önemlidir. Bizler
    aciz, zayıf ve muhtaç, O ise, her şeye hükmeden mutlak bir
    Hâkim’dir. Bu itibarladır ki, biz hemen her zaman,
    küçüklüğümüzün şuurunda ve
    O’nun büyüklüğünü takdir hisleriyle hep
    iki büklüm yaşar ve isteyeceğimiz her şeyi, kavlî,
    fiilî ve hâlî talep çerçevesinde sadece
    ve sadece O’ndan ister ve O’na karşı müstağni
    davranmayı küstahça bir çalım; O’nunla dua ve
    ibadet münasebetlerimizde lâubalî, gayriciddî
    bulunmayı da bir saygısızlık kabul ederiz; ederiz de, O’na
    teveccühlerimizde her zaman ümit ve endişe, mehabet ve
    beklenti mülâhazalarımızı beraber götürmeye
    çalışırız. O’nun bize çok yakın olduğunu ve
    dualarımıza icabet edeceğini düşünürken, ululuk ve
    azametini rahmetinin vüs’at ve ihtişamıyla iç
    içe duyar.. haşyet ve râşelerle ürperir..
    tavırlarımızı yeni baştan gözden geçirir.. ses tonlarımızı
    ayarlar.. hâzır ve nâzır birinin huzurunda bulunduğumuz
    mülâhazasıyla zevk ve temkini aynı anda hisseder ve yaşarız.
    Bu mânâda dua her zaman, Cenâb-ı Hakk’a
    arzıhâlde bulunmanın sesi-soluğu olması itibarıyla en
    sâfiyâne ve en hâlisâne bir kulluk tavrıdır.
    Aslında bütün varlık, istidât, kabiliyet veya
    fıtrî ihtiyaçlarının dilleriyle hep O’na dua
    ederler. O da bunların hepsine, belli bir hikmet
    çerçevesinde cevap verir ve her sesi duyup ona icabet
    ettiğini herkese ve her şeye duyurur.
    Ne
    var ki, dualarımıza cevap verilmesini, bizim isteklerimizin aynıyla
    yerine getirilmesi şeklinde anlamak da doğru değildir. Biz bazen,
    sadece bugünü, hâlihazırdaki heves ve arzularımızın
    gereğini düşünerek kendi talep çerçevemizi
    daraltmış, yarınları ve bizimle münasebeti olan daha başka şeyleri
    gözden çıkarmış olabiliriz. O ise, hem bizim için
    hem her şey için, hem bugünümüzü hem de
    uzak-yakın yarınlarımızı iç içe
    görüp-gözeterek, bizim daralttığımız hususları
    açar, genişletir; dünya-ukba vüs’atine
    ulaştırarak, merhamet ve hikmetinin derinliğine göre çok
    buudlu cevaplarda bulunur.. evet O, hâlihazırdaki durumumuzu
    aydınlatırken yarınlarımızı karartmaz.. bugünün ışıklarını
    yarınların zulmeti hâline getirmez ve bize iltifatlarda,
    teveccühlerde bulunurken başkalarına kat’iyen mahrumiyet
    yaşatmaz.. herkese ve her şeye çok derinlikli cevaplar verir,
    dualarımızı duyduğunu, isteklerimizi nazar-ı itibara aldığını
    gösterir.. ve huzuruyla gönüllerimize tasavvurlarımızı
    aşkın ne inşirahlar, ne inşirahlar verir..
    Bütün
    bu mülâhazalara açık bir gönül, ellerini
    açıp yakarışa geçince, kendisini gören, soluklarını
    duyan, içinden geçenleri bilen ve iniltilerini
    değerlendiren her şeye Kâdir, her şeye Hâkim, istediğini
    istediği gibi yapan, yaptığı her şeyde farklı hikmetler gözeten
    birinin var olduğunu düşünür; O’nun merhameti,
    iradesi, meşieti sayesinde her şeyin üstesinden gelebileceği
    inancıyla gerilir ve en karanlık anlarında bile sürekli huzur
    yudumlar, itminan soluklar ve ümitle oturur-kalkar. Bu
    çerçevede günde birkaç defa O’na
    yönelmek, kalbin gözü-kulağıyla fizik ötesi şeyleri
    görüp işitmeye çalışmak o kadar derin ve anlamlıdır
    ki, bir kere bu mazhariyeti duyup tadan birinin, bir daha da o kapıdan
    ayrılması düşünülemez. Bu mazhariyeti tam yakalayamasak
    da, son bir kez daha o Yüce Dergâh’a yöneliyor ve
    O’nun kapısının tokmağına dokunarak inliyoruz:
    Ey,
    varlığı canlarımızın cânı, nûru gözlerimizin ziyası
    Yüce Varlık! Sen tenlerimize can vermeseydin, bizim
    çamurdan, balçıktan ne farkımız olurdu.! Sen
    gözlerimize ziya çalmasaydın, kâinatları, eşyayı
    nasıl değerlendirebilir ve Seni nasıl bilebilirdik.! Sen bizi önce
    taştan–topraktan, sonra da iman ve mârifet bahşederek iki
    kez var ettin. Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ü
    senâda bulunsak, yine de hakkıyla şükür vazifesini
    yerine getirmiş sayılamayız...
    Ey,
    her zaman güzellikler izhar edip çirkinlikleri örten
    ve en çirkin görünen şeyleri dahi izâfî
    güzelliklerle bezeyen Güzeller Güzeli!
    Gönüllerimizi güzellik duygularıyla mamur kıl ve bize
    her zaman güzel kalmanın yollarını göster!
    Ey,
    günahlarla kirlenmiş kimseleri hemen cezalandırmayan, haddini
    bilmezlerin ayıplarını görmezlikten gelerek onlara
    mânevî kirlerinden arınma fırsatları veren Merhametliler
    Merhametlisi! Bizi günahlarla, hatalarla kirlenmekten koru;
    kirlendiğimizde de mağfiret ve merhametini bizden esirgeme! Biz, Senin
    var etmenle var olduk ve Senin lütuflarınla ayaktayız. Her zaman
    Senin cömertliğini soluklamakta ve Senin ihsanlarını
    yudumlamaktayız. Dimağlarımıza aydınlık veren Sen;
    gönüllerimizi iman zevkiyle mamur kılan da Sensin. Akıl Seni
    buluncaya kadar şaşkınlıklar içinde bocalayıp duruyor, nefis de
    bâğîlikler peşinde koşturuyordu. Aklı rehber hâline
    getiren Sen, nefsin arzularını frenleyip, ona itminan ufkunu
    gösteren de Sensin.. Senin lütuflarınla kendimizi bulduk ve
    şurada-burada zayi olup gitmekten kurtulduk.
    Gönüllerimiz
    Senin mârifetinle itminana erip oturaklaştı..
    düşüncelerimiz Sana teslim olmakla
    öldürücü hafakanlardan sıyrılabildi. Bizler hemen
    hepimiz, ellerimiz Senin kapının tokmağında boynu bükük
    dilencileriz –Allah, bu dilenciliği sonsuza kadar devam
    ettirsin–. Dualarımızla Seni mırıldanıyor, içlerimizi
    çekiyor ve vereceğin cevabı bekliyoruz. Bugüne kadar Senden
    başka bizi duyan, yüzümüze bakan ve şefkatle başımızı
    okşayan olmadı. Ne bulduk, ne gördükse Sende bulduk, Sende
    gördük ve Sana inancımız sayesinde hayretten, dehşetten,
    gurbetten ve yalnızlıktan kurtulduk. Bütün benliğimizle son
    bir kere daha Sana yöneliyor, af ve afiyet dileniyoruz.Kalp
    katılığından, gafletten, başkalarına bâr olmaktan, aşağılıktan,
    aşağılanmaktan, miskinlikten; cehaletten ve faydasız bilgiden;
    ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten, kabul
    edilmeyen duadan; nimetlerinin zeval bulmasından, lütuflarının
    değişip başkalaşmasından; ansızın bastıran azabından, gelip
    çatan gazabından Sana sığınıyoruz. Senden her zaman, yalvaran
    diller, haşyetle ürperen gönüller istiyoruz.
    Tevbelerimizi kabul buyur, bizi günahlardan arındır, dua ve
    isteklerimize cevaplar lütfeyle! Delil ve bürhanlarımızı
    hedefine yönlendir, kalblerimizin ufkunu aç, dilimizi
    doğruluğa bağla ve gönül kirlerimizi temizle! Allah’ım,
    Senden her işimizde sebat, Kur’ân yolunda kararlılık ve
    nimetlerine karşı da duyarlılık hissi bekliyoruz. Kapına
    yönelenleri boş çevirme, itaatte bulunanlara bol bol
    karşılık ver, Sana baş kaldıranlara da doğru yolu göster..
    muzdariplerin dualarını icabetle taçlandır, sıkıntıda
    bulunanları lütfunla şâd eyle, hasta ruhlara hususi
    muamelede bulun, küfür ve ilhad içinde bocalayanlara
    da nurunu göster; göster de kalmasın hiçbir yanda
    muzlim bir nokta..!

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 2:54 pm