ŞanlıUrfa yı tanıyalım Hitskin_logo Hitskin.com

Bu Hitsikin.com temayı önceden görmekte fırsat veriyor.
Tema yerleştirmekTemanın fişine geri dönmek

.talk4her
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm

ŞanlıUrfa Hakkında Genel Bilgiler








Şanlıurfa'nın Matematiksel Konumu/öncelikle ben urfalıyım ve siz dostlarıma urfa yı biraz olsun tanıtmaya calışacagım...

Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan
Şanlıurfa, 37 49' 12"- 40 10' 00" doğu meridyeni ile 36 41' 28"- 37 57'
50" kuzey paralelleri arasında yer alır. Şanlıurfa’nın en doğu
ucu olan Ceylanpınar'ın doğusunda yer alan Aşağı Hümera
Köyü (37 49 12) ile en batıdaki ucu olan Halfeti
İlçesi (40 10 00 ) arasında 2 derece 30 dakikalık meridyen farkı
vardır. Bu da, 9 dakika 20 saniyelik bir saat farkı etmektedir. En
kuzey ucu Siverek ilçesi Bucak Nahiyesi kuzeyindeki
Çatalpınar köyü, (37 57 50 ) en güney ucu ise
Akçakale ilçesidir.(36 41 28 ) En kuzey ucu ile en
güney ucu arası 130 Km'dir. Şanlıurfa‘nın
yüzölçümü 18.584 km dir. (D.İ.E 1997
yıllığı) Bu yüzölçümüyle Türkiye
yüzölçümünün yaklaşık % 3 ünü
oluşturur. Şanlıurfa bu yüzölçümü ile
Türkiye’nin 7. büyük şehridir. Şanlıurfa'nın
ortalama yükseltisi ise 518 m.dir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm

Şanlıurfa'nın Coğrafi Konumu
Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde
Adıyaman, kuzeybatısında Diyarbakır illeri ile çevrilmiştir.
Güneyinde ise 1921,1926,1929 yıllarında yapılan Ankara Antlaşması
ve 1930 Halep protokolüyle çizilmiş bulunan Suriye sınırı
ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.

Şanlıurfa, coğrafi konumu nedeniyle üzerinde tarih boyunca bir
çok devlet ve beyliğin hüküm sürdüğü,
değişik kültürlerin geçiş ve kaynaşma alanı olmuştur.
İlk ve orta çağda eski uygarlık merkezlerinden olan Mezopotamya
ve Arap ülkeleri ile Avrupa arasındaki bazı yollar Şanlıurfa
üzerinden geçmekteydi. Şanlıurfa doğuyu batıya bağlayan bir
çok tarihi, ticari ve askeri yolların üzerinde yer almış
olması nedeniyle geçmişte ve günümüzde
önemli bir il olmuştur.

Şanlıurfa, Dünya’nın ve Türkiye’nin en
önemli bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ın
(Güneydoğu Anadolu Projesi) merkezi durumundadır.

Şanlıurfa, Güneydoğu Toroslar’ ın orta kısmının güney
etekleri üzerindedir. İlin kuzeyinde yer alan dağlar ve
yüksek tepeler genellikle güneye doğru gittikçe
alçalır. Büyük ovalar Şanlıurfa’nın
güneyinde yer almaktadır. Sıra tepeler oldukça yaygın olup
bunların arasında batıdan doğuya doğru sıralanan Suruç, Harran
ve Viranşehir ovaları bulunmaktadır.

Batıya doğru kenarları fazla uzanmış bir altıgene benzeyen
Şanlıurfa’nın yüz ölçümü 18.584
km’dir. (DİE 1997 yıllığı) Bu, Türkiye yüz
ölçümünün % 3 üne eş değerdir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm

Şanlıurfa'nın Jeolojik Yapısı
Şanlıurfa yapı bakımından üçüncü jeolojik
zamanın son katı olan Poliosen bölümünün
karakterini göstermektedir. Eski dünyanın bir
bölümü ile birlikte oluşmuştur. Kıvrımlar oluşumundan
önce Anadolu’nun bulunduğu sahada Thitys adı verilen bir
deniz bulunmaktaydı. Üçüncü Zamanın sonu ve
dördüncü zamanın başlangıcında gerçekleşen yan
basınçlar ve patlamalardan pek etkilenmeyen Şanlıurfa,
üzerinde bulunduğu sert kütle üzerinde biraz
yükselmiş ve yer yer kıvrılmalara uğramıştır. Şanlıurfa’nın
kuzeydoğusunda yer alan Siverek, Hilvan, ve Viranşehir sönmüş
bir yanardağ olan Karacadağ’dan fışkırmış bazalt taşlardan
oluşmuştur. Şanlıurfa’nın önemli kısmı ise kalker formasyonu
ile kaplıdır.

Kaynak: Mehmet Akbıyık, Makale, Uygarlığın Doğduğu Şehir Şanlıurfa , ŞURKAV yayınları, Tisamat Matbaası, 2002
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm

Şanlıurfa'nın Yeryüzü Şekilleri
Şanlıurfa, eski kara kütlesi olan S.Arabistan platformunun
kuzey bölümleri ile Güneydoğu Torosların orta kısmının
güney etekleri arasında yer almaktadır. Senklinaller ve
Antiklinaller arasında geniş ovalar bulunur. Şanlıurfa arazisi % 60.4
dalgalı, % 22 dağlık, % 16.3 ova, % 1.3 plato karakteri
göstermektedir. Şanlıurfa ‘nın kuzeyinde bir çok
yükseltiye sahip dağ ve tepeler yer alır. Bu dağlardan en
önemlisi sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ’dır.
(Bay tape, Mirinmir Tepe 1938 m) Karacadağ Şanlıurfa’nın en
yüksek noktasını teşkil eder. Karacadağ’dan güneye
doğru gidildikçe yükselti azalır. Güney yarısında
Şanlıurfa’nın en önemli ovaları olan Harran, Suruç,
Viranşehir ovaları yer alır. Şanlıurfa’nın güney,
güneybatı, batı, kuzey kesimleri yer yer 600-800 m arasında
yükseltisi olan tepelerle çevrilidir. Şanlıurfa’nın
yüzey şekillerinin (Relyef) sade ve basitliliği hemen dikkati
çeker. Karacadağ’ın püskürttüğü lavlar
oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bazalt karakterindedir.
Şanlıurfa’nın büyük bir kısmı kalkerli yapıdan
oluşmuştur. Bu nedenle karst topoğrafyasına ait yüzey şekilleri
bulunur. Şanlıurfa’nın etrafında çok sayıda mağara,
sarnıç, polye, dolin bulunmaktadır. (Kanlı Mağara, Dedenin
Sarnıcı, Nemrud’un Tahtı vb.)
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:20 pm

Şanlıurfa ili İlçeleri
[b][i]
Akçakale


AKÇAKALE M.Ö.II. asır ortalarında Asur hakimiyetinde olan
yöre; M.Ö. 610'da Med ve Persler'in eline geçmiştir.
Büyük İskender'in M.Ö. 331 yılındaki Asya Seferi'nde
Makedonya Krallığına katılmış ve İslam dönemine kadar sırayla
Seleukoslar, Edessa (Osrhoene) Krallığı, Roma, Bizans ve Sasaniler
arasında el değiştirmiştir. Akçakale 640 yılında Şam ordusunun
661 yılında Emevîler'in eline geçti. 750 yılında
Emevîler'in ortadan kaldırılması üzerine Abbasi hakimiyetine
geçen yöre 1087'de Selçuklular tarafından feth
edilmiştir. 1144 yılında Urfa'nın Zengiler tarafından fethedilmesi ile
Musul Atabeyliğine bağlanan bölge daha sonra Eyyubilerle Anadolu
Selçukluları arasında paylaşılmıştır. 1244 yılında Tatarlar,
1260'da ise Moğollar tarafından tahrib edilen şehir Türkiye-Suriye
sınırı çizilmeden önce Tel Ebyâd (Beyaz Tepe) olarak
biliniyordu. 1921'de sınır tespitinden sonra Akçakale olarak
tanındı ve 1946 yılında ilçe haline getirildi. 1 bucağı ve 73
köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre
nüfusu 78 bin 363' tür. ( İlçe Merkezi : 33 bin 339,
Köy Nüfusu: 45 bin 24

[/i][/b]Birecik

BİRECİK Yakındoğu'nun büyük ticari yollarının
kavşağında, Fırat nehri kıyısında güzel bir ilçe olan
Birecik; Asurluların çivi yazılarında Basrip - Busrip adlarıyla
zikredilmiştir. Arap kavimleri Bireh, Türkler ise
küçük kale anlamında Birecik demişlerdir. 1923 yılında
ilçe olmuştur. İl merkezinin 90 Km batısında bulunmaktadır. 1
bucağı, Ayran ve Mezra isimli 2 kasabası, 63 köyü ve 89
mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre
nüfusu 74 bin 290' dır. ( İlçe merkezi 39 bin 968, Köy
nüfusu ise 34 bin 322' dir. 2001 yılı itibariyle nüfusunun 80
bin civarında olduğu sanılmaktadır.) 1894 yılında yapılan kazılarda
Şehrin Paleolitik (Eski taş devri) döneminden beri yerleşim birimi
olduğu anlaşılmıştır. M.S. 35 yılında Romalıların, Haçlı
seferleri sırasında (1099) Fransız Kontluğunun eline geçmiştir.
Daha sonra Artukoğulları'na bağlanan Şehir, 7. yüzyılda Arap
ordularınca fethedilmiş, çeşitli devletlerin hakimiyetinden
sonra Moğol istilasına uğramıştır. Dünyada nesli tükenmeye
yüz tutmuş olan Kelaynak kuşlarının dünya üzerindeki
ikinci yeridir. GAP çerçevesinde yapılan Birecik Barajı
ile de ayrı bir önem kazanmıştır. BİRECİK BARAJI Fırat Havzası
Gelişme Planı içerisinde son kademeyi teşkil edip, Sınır-Fırat
projesi kapsamında yer alan BİRECİK Barajı ve Hidroelektrik Santralı
ATATÜRK Barajı'nın takriben 100 km güneyinde ve Birecik
ilçesinin 8 km kadar kuzeybatısında inşa edilmektedir. Enerji ve
sulama maksatlı olan bu tesisten yılda 2.5 milyar Kwh elektrik
üretimi ile 92 700 hektar tarım arazisinin sulanması
sağlanacaktır. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve Belçika
firmalarından oluşan konsorsiyuma Birecik Barajı ve Hidroelektrik
Santralı "Yap-İşlet-Devret" modeliyle ihale edilmiş durumdadır. İnşaat
süresi 5.5 yıldır. Barajın tipi beton ağırlıklı kum çakıl
dolgu, Gövde dolgusu 9,4 milyon m3 Temelden yüksekliği 62,5
m, Normal su kotu 387 m, Göl hacmi 1 milyar 220 milyon m3, Kret
uzunluğu 2 bin 510 m, Toplam kurulu güç ; 6 x 112 = 672 MW,
Yıllık enerji üretimi (sulamadan önce) 2 bin 518 GWh/yıldır.
Fırat nehri üzerinde Keban, Karakaya, ****** Barajı ve
HES'ten sonra Şanlıurfa'nın Birecik ilçesi yakınlarında yapımına
Nisan 1996 yılında başlanan ve inşaat süresi 5.5 yıl olan Birecik
Barajı ve HES, planlanan süreden erken bitirilerek, su tutulmasına
1.11.1999 tarihinde başlandı. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve
Belçikalı şirketlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan şirket
tarafından yapımı üstlenilen Birecik Barajı ve Hidroelektrik
santrali, 2.3 milyar Alman Markı'na mal oldu. Kurucu gücü 672
MW, yıllık üretimi 2.516 milyon kilovat saat olan Birecik Barajı
ve HES'in ilk 2 ünitesi, 2 Aralık 2000 tarihinde devreye alındı.
Böylece planlanan süreden önce elektrik üretimi
geçekleşmeye başladı. Şirket tarafından 15 yıl işletildikten
sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na devredilecek olan Birecik
Barajı ve HES'te diğer 4 ünite kademeli olarak devreye alınıyor.
KELAYNAKLAR Dünyada soyu tükenmekte olan bir kuş
türü olan ve Türkiye'de yalnızca Birecik'te yaşayan
Kelaynaklar, Şanlıurfa yöresindeki hayvan türlerinin en
ilgincidir. İbidae soyundan olan kelaynaklar, baş ve gerdanları
tüysüz olduğundan bu adla anılmaktadır. Birecik'ten başka Fas
ve Cezayir'de yaşayan Kelaynaklar kış aylarında Etiyopya ve
Madagaskar'a göç ederler ve Şubat ortasından başlayarak
Birecik'e gelirler. Kayalık yamaçlarda yuva kurar,yumurtlama
döneminden sonra Temmuz ayı ortalarında geri dönerler.
1984'ten bu yana, Birecik'te 12 Nisan tarihinde "KELAYNAK FESTİVALİ"
düzenlenmektedir
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm

Bozova

BOZOVA 1526 yılında Osmanlıların eline geçmiştir.
Türkmenler tarafından yaylak, Osmanlılar tarafından ise Bozabad
olarak adlandırılmış ve son olarak Bozova adıyla 1930 yılında
ilçe olmuştur. 2 bucağı, 79 köyü ve 99 mezrası vardır.
Bozova'nın 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 70
bin 858' dir. (İlçe merkezi 22 bin 878, köy nüfusu ise
47 bin 980' dir. ) Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda ele
geçen buluntular şehrin Yontmataş çağında (M.Ö.6000
- 8000) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermiştir.
Yöredeki Lidar ve Kurban höyükleri Bozova'nın Bakır
çağında da (M.Ö.5000 - 3000) bir yerleşme merkezi olduğunu
meydana çıkarmıştır. Son yıllarda ilçenin adı, Türk
mühendisleri tarafından öz veriyle gerçekleştirilen
****** Barajı ile anılmaya başlanmıştır. ATATÜRK BARAJI VE
HES GAP'ın (Güneydoğu Anadolu Projesinin) en önemli
ünitelerinden, mevcut 13 projeden biridir. Türk
mühendislerinin ve işçilerinin el emeği, göz nuru ve
alın teri ile meydana getirilen, tüm dünya ülkelerinin
gözlerinin üzerinde olduğu, dostlarımızı sevindiren,
düşmanlarımızı çatlatan muhteşem bir projenin ilk
ünitesidir. Yıllık enerji üretimi ortalama saatte 8 bin 900
GWh'dır. ****** Barajı ve HES: 67.2 milyar kilovatsaat ve baraj
gölünden bırakılan Fırat suyu ile 882 bin hektar alan
sulanmaktadır. Kil çekirdekli kaya dolgu tipinde yapılan
****** Barajının temelden yüksekliği 169 m, rezervuar alanı
817 Km2, işletme kapasitesi 2 bin 400 MW'tır. Türkiye'nin Van ve
Tuz gölünden sonra 3. büyük gölüdür.
GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Adıyaman, Batman, Diyarbakır,
Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerinde
uygulanan Su Ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesine dayanan Ulaşım,
Altyapı, Haberleşme, Eğitim, Sanayi, Sağlık gibi sosyal ve ekonomik
sektör yatırımlarını içine alan çok
sektörlü ve entegre bir bölge kalkınma projesidir.
Entegre bölge kalkınma prensibi ile hazırlanmış bir master plan
çerçevesinde, sektörler arası etkileşimleri,
kuruluşlar arası koordinasyonu, projeler arası senkronizasyonu dikkate
alarak, yatırım programlarına esas olacak somut projeler
bütünü olarak, hangi işin, kim tarafından, ne zaman, ne
harcama ile gerçekleştirileceğini belirten bir hareket planının
varlığıyla yürütülmektedir. Dünyanın en
büyük 9 projesi Tıme Dergisinin 1994 yılında yaptığı
araştırmaya göre GAP dünyanın en büyük 9
projesinden biri olarak belirtilmiştir. Ayrıca GAP, 7 harika projeden
biri olarak kabul edilmektedir. 1. Manş Tüneli , İngiltere -
Fransa 2. Yangtze Elektrik Santralı - Çin 3. Asma
Köprü - Hong Kong 4. Narmada Vadisi Projesi - Hindistan 5.
Akashı Kaıyko Köprüsü - Japonya 6. Büyük Yapay
Nehir Projesi - Libya 7. Kuala Lumpur İkiz Kuleleri - Malezya 8.
Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye 9. Hıbernıa Petrol
Platformu - Kanada Dünyanın 7 harika projesi 1. Metro Sistemi ,
Los Angeles - Amerika 2. Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye
3. Büyük Yapay Nehir Projesi - Libya 4. Taıpeı Transit
Sistemi - Tayvan 5. James Körfezi Kompleksi - Kanada 6. Manş
Tüneli , İngiltere - Fransa Hong Kong Havaalanı Programı - Hong
Kong
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm

Ceylanpınar
CEYLANPINAR M.Ö. 1500 yıllarında Vaşşuganni adıyla Mitanni
krallığının başkentliğini yaptı. Asurlular döneminde Riş 'Ayna
olan adı Süryaniceye Reş Ayna olarak geçmiş, bundan da
Arapça'ya Ra's el-Ayn (Kaynakbaşı) şeklinde yerleşmiştir. Şehrin
adı Roma ve Bizans kaynaklarında Resaina ve Resain formlarında
kullanılmıştır. 383 yılında Bizans imparatoru I.Theodosius tarafından
bir takım imtiyazlarla birlikte Theodosiopolis ismini de almıştır.
Araplar ise şehre 'Ayn el-Varda ve Funduk el-Ra's isimlerini
vermişlerdir. 639 yılında Şam ordusu komutanı İyâd b. Ganem
tarafından Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirilmiştir. Bizans
imparatoru I. Ioannes Çimişkes 959 yılında Diyarbakır ve
Nusaybin'i ele geçirdikten sonra Ceylanpınar'ı da yağma ve
tahrib etmiştir. Şehir, Suriye seferine giden Timur'un da Ocak 1394
yılında ikinci kez yağma ve tahribine maruz kalmıştır. 1921 yılında
Türkiye-Suriye sınırı çiziminden sonra ülkemizde kalan
kısmına Ceylanlarının çokluğundan dolayı şimdiki adı verilmiş ve
1981 yılında da ilçe yapılmıştır.İl merkezine 141 km
uzaklıktadır. 32 köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus
Sayımına göre nüfusu 69 bin 774' tür. ( İlçe
merkezi : 45 bin 641, Köy Nüfusu : 24 bin 133 ) CEYLANPINAR
TARIM İŞLETMESİ: KURULUŞ AMACI VE TARİHÇESİ: İşletme, 1943
yılında her yıl artan nüfusun beslenebilmesi için gerekli
hububatın yetiştirilmesi amacıyla boş hazine arazilerinin işlenmesi
düşüncesiyle kurulmuştur. Kuruluşun 1950 yılına kadar Zirai
Kombinalara, 1984 yılına kadar Devlet Üretme Çiftlikleri
(DÜÇ) ne bağlı olarak çalışmıştır. 1984 yılında
çıkan 233 sayılı K.H.K. ile Tarım İşletmeleri Genel
Müdürlüğüne (TİGEM) bağlanmıştır. İŞLETMENİN
GÖREVLERİ: TÜRK Çiftçisine kaliteli ve döl
kademesi yüksek tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan temin etmek
gelişen tarım teknolojisini yakından takip ederek değişen
çiftçi ihtiyaçlarını tam ve zamanında
karşılamaktır. D.Ü. Çiftliğinin arazi ve hayvan varlıkları
şöyledir. 1- ARAZİ VARLIĞI Tarla arazisi: 983.241 dekar
Bahçe arazisi: 46.208 " Mer'a arazisi: 481.080 "
Kültür dışı arazi: 241.629 " TOPLAM: 1.761.629 dekar 2-
HAYVAN VARLIĞI a) Sığır sayısı : 1.632 baş b) Koyun sayısı : 26.843 baş
c) Keçi sayısı : - d) Arı kovanı : 56 e) Ceylan sayısı : 726 baş
BİTKİSEL ÜRETİM 1- TARLA ZİRAATI: İşletmede ağırlıklı olarak kuru
tarım yapılmaktadır. Gümüsu ve Beyazkule İşletme
Amirliklerinde bulunan kuru tarım alanları 949 bin 053 dekar olup,
bunun her yıl yaklaşık 600 bin 000 dekarında buğday ve mercimek
ekilmektedir. İşletmede sulu tarım 4 ayrı birimde
(Gökçayır, Habur, Akrepli ve Bayazkule) sulu ziraat
yapılmaktadır. Toplam 56 bin 346 dekar sulanmaktadır. Bunun 47 bin 648
dekarı yağmurlama, 8 bin 698 dekarı da cazibe sulama yöntemleri
ile sulanmaktadır. 138 adet derin kuyu ve 4 adet terfi pompasından elde
edilen toplam su varlığı 16 bin 250 lt/sn'dir. 2- BAHÇE
KÜLTÜRLERİ: İşletme çevreye örnek ve önder
olmak amacıyla özellikle Antepfıstığı plantasyonları tesis
etmiştir. Yetiştirdiği çöğür ve aşı kalemleri ile
bölge çiftçisine büyük hizmetler
yapmaktadır. Bahçe Şubesi toplam 46 bin 386 dekar sahada
çalışmalarını sürdürmektedir. 3- TOHUM HAZIRLAMA VE
DAĞITIMI: İşletmede 3 adet sabit selektör ve 1 adet pamuk Sawgın
tesisi mevcuttur. Selektörlerin toplam kapasitesi 30 ton/saattir.
Üretilen yüksek döl kademesindeki buğdaylar buralarda
elenip ilaçlanarak çiftçisini tohumluk ihtiyacı
karşılanmaktadır. Aynı şekilde işletmede üretilen kütlü
pamuklar 3 ton/saat kapasiteli sawgın tesisinde çiğitlerinden
ayrılıp elyaf hale getirilip tohumluk çiğitler Çukurova
ve bölge çiftçisine dağıtılmaktadır. HAYVANCILIK 1-
SIĞIRCILIK: İşletmenin kuruluş yıllarında yerli Sarı Kırmızılar ile
sığırcılık çalışmaları başlamıştır. Daha sonra 1969-1978
yıllarında HOLSTEIN (Siyah-Beyaz Alaca) ırkına kademeli olarak
geçilmiştir. 2- KOYUNCULUK: İşletmede Koyunculuk faaliyetleri
1995 yıllarında bölge çiftçisinden alınan İvesi ırkı
koyunlarla başlamış olup, sıkı bir seleksiyonla ana kadro seviyeye
getirilmiştir. İşletmede koyunculuk yarı entansif ve yarı yerleşik bir
şekilde sürdürülmektedir. Koyunculuk tesisleri tarla ve
bahçe ziraatına uygun olmayan kıraç bölgelerde ve
mer'a olarak kullanılması gereken araziler dikkate alınarak 12 değişik
mevkide kurulmuştur. 3- CEYLAN ÜRETİMİ: Adını İşletmeye veren
Ceylan neslinin giderek azalması nedeniyle 1978 yılında ilk olarak
Çırfı Deresi kenarında 260 da. açık çitle
çevrilerek bölgede meraklı çiftçilerden satın
alınarak temin edilen 2 dişi ve 2 erkek ceylanla üretime
başlanmıştır. 1994-1995 yıllarında ziyaretçilerin daha kolay
görebilmelerini sağlamak ve 1000'e yaklaşmış olan ceylanların daha
iyi bakım ve beslenmesi ve hırsızlığın engellenmesi için
merkezde 800 da. da yeni bir üretme istasyonu yapılmıştır.
Ülkemizde ceylan üretimine ilgi duyan yetiştiricilere dişi ve
erkek ceylan satışı yapılarak özel teşebbüsün de ceylan
sayısını arttırmasına yardımcı olunmaktadır. 4- ARICILIK:
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile
geçmiş yıllarda yürütülen Arıcılık Araştırması
GAP çiftçisine örnek olması açısından proje
tamamlanmış olmasına rağmen halen devam ettirilmektedir. 5- SÜT
ÜRÜNLERİ: İşletmede üretilen koyun
sütünün tamamı ile inek sütünün bir kısmı
günde 25 ton süt işleme kapasiteli son derece modern ve
hijyenik süt fabrikasında işlenerek peynir, tereyağı ve sadeyağ
üretilmektedir. İŞLETMENİN GAP İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
a) İşletme yaklaşık 50 yıldır bölgede yaptığı ve elde ettiği
tarımsal üretim, yetiştirme ve eğitim faaliyetleri ile bilgi ve
deney birikimine sahiptir. b) Bölgede kuru ve sulu şartlarda
muhtelif bitkilerin; hayvancılıkta ise nelerin yapılabileceği
büyük ölçüde açıklığa kavuşmuş ve
ortaya konulmuştur. c) GAP alanı için gerekecek başta tohum,
damızlık hayvan, fidan ve fideyi hemen hemen tek başına
karşılayabilecek üretim seviyesine gelinmiştir. d) Bölge
için gerekli tarımsal araştırmalar ve bilimsel çalışmalar
için geniş bir alan ve laboratuar olarak hizmet verebilecek
haldedir. e) Ürün değerlendirmeye yönelik tarıma dayalı
sanayi tesislerinin başlangıçları yapılmıştır. Duyulacak
ihtiyaca göre yenileri yapılabilecektir. f) Bölgedeki teknik
elemanların, lider çiftçilerin ve diğer
çiftçilerin tatbikatlarla ilgili eksikliklerini giderici
bir eğitim kuruluşu olarak kısmen hizmet verilmektedir. Bu
çalışmalar ilerletilebilir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:22 pm

Halfeti
HALFETİ M.Ö.855 yılında Asur kralı III. Salmanassar
tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlılar
bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal'a
Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların
eline geçtikten sonra Kal'at-ül Rum adı takılmıştır. İI.
yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla
adını almıştır. 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu
tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan
mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez
Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler
tarafından tamir edilen şehre Kal'at-ül Müslimin adı verildi.
Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir,
zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954
yılında ilçe haline getirilmiştir. Halfeti ilçesinin il
merkezine uzaklığı 120 Km'dir. Yukarı Göklü adlı bir kasabası
35 köyü ve 34 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus
sayımına göre ilçenin nüfusu 33 bin 467' dir. (
İlçe nüfusu 2 bin 608, Köy nüfusu 30 bin 859 )
Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları
altında kaldığından ilçenin yeni yerleşim alanı olarak Karaotlak
bölgesi tesbit edilip ilçe yeniden inşa edildi, Konutlar
sahiplerine teslim edildi. Ancak halen eski Halfeti'de yaşamını zor
şartlarda sürdüren vatandaşlar bulunmaktadır ve Devletten
kendilerinin de yeni Halfeti'ye yerleştirilmelerini istemektedirler.
Öncelikle de eski ve yeni Halfeti arasında sağlıklı bir ulaşım
sağlanması için çalışmalar yapılmaktadır.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:23 pm

Hilvan
HİLVAN Yörenin tarihi geçmişi ile ilgili bilgiler
bugün için mevcut değildir. Şehirde ilk yerleşmenin
Osmanlılar döneminde 1820 yılında Hacı Musa adında bir
Türkmen aşiret reisi tarafından gerçekleştirildiği
bilinmektedir. Hilvan adının kimler tarafından ne zaman verildiği ve ne
anlama geldiği belli değildir. Uzun süre Karacurun olarak da
adlandırılan Hilvan 1927 yılında Urfa'ya bağlanarak ilçe
yapılmıştır. İl merkezine 56 km uzaklıktadır. 2 bucağı, 57
köyü ve 109 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus
sayımına göre nüfusu 38 bin 633' tür. ( İlçe
Merkezi : 16 bin 205, Köy Nüfusu : 22 bin 428 ).
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm

Siverek
SİVEREK TARİH Yörede yapılan arkeolojik kazılar buranın
M.Ö. 3000 yıllarına ait bir yerleşim bölgesi olduğunu ispat
eder. Hurri-Mitanni, Hitit, Arâmi, Asur, Keldânî, Med
ve Pers egemenliğine geçen şehir, M.Ö. 331'de
Büyük İskender'in istilasına maruz kaldı. M.Ö.305'de
Seleukoslar'ın eline geçen yöre; Müslümanlar
tarafından fethedilinceye kadar Edessa (Osrhoene), Roma, Bizans ve
Sasânî krallıkları arasında el değiştirmiştir. 640 yılında
Şam ordusunca fethedilen Siverek 660'da Emeviler'in; 750'de ise
Abbasiler'in eline geçmiştir. 1065 - 1066 yıllarında
Selçukluların hakimiyetine girdi. Şehir bu tarihte
Bizanslılar'ın elinde bulunuyordu. İI. yüzyıl sonunda Urfa
Haçlı Kontluğu, 1182 yılında da Eyyubiler'in hakimiyetine 1451
yılında Safevi hakimiyetine giren Siverek, 1517'de Osmanlı topraklarına
katılmıştır. Ermeni ve Süryani kaynaklarında şehrin Sevaverak,
Sebabarak, Sebabarok, Sevaveragh ve Severags şeklinde isimlerine
rastlanmıştır. Araplar siyah taşlarının çokluğundan dolayı
Sûveyda adını verdiler. Osmanlı döneminde Diyarbekir
vilayetine bağlı bir kaza olan Siverek, 1926 yılında Urfa'ya bağlanarak
ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFYA Şanlıurfa ilinin kuzeyinde
yeralan Siverek batısında Adıyaman'ın Kahta ilçesi,batıdan
kuzeye doğru uzanan ****** Baraj gölü,kuzeyinde ise
Adıyaman'ın Gerger ilçesi ile Diyarbakırın Çermik ve
Çüngüş ilçeleri, doğusunda Diyarbakır,
güney doğusunda ise kısa bir sınır ile Mardin ili , Viranşehir ve
Hilvan ilçeleri ile komşudur. Siverek ilçe merkezi 37.45
kuzey enlem ile 39.19 doğu boylamlarının kesiştiği noktalarda
bulunmaktadır.Siverek ilçe merkezinin denizden yüksekliği
801 ile 840 metre arasında değişmektedir. Toplam yüz
ölçümü 4314 Km'dir İl merkezine uzaklığı 91
km'dir. 6 Bucak, 98 köy ve 375 mezrası vardır. 2000 yılı Genel
Nüfus Sayımına göre nüfusu 217 bin 88' dir. (
İlçe Merkezi : 122 bin 453, Köy Nüfusu: 94 bin 635 )
TÜRKÜLERİ Siverek yöresine ait bir çok
türkü çalınıp söylenir ancak son zamanlarda
bunlardan bazıları unutuldu, bazıları da başka yöreler tarafından
sahiplendi.Çok az bir kısmı günümüze kadar
gelebilmiştir. Bunlar da bir kaç parçadan fazla değildir.
25-30 yıl önce radyodan "Şimdi bir Siverek türküsü
dinleyeceksiniz" anonsu yapılırken, 10-15 yıl sonra aynı
türküler başka yörelerin (Malatya,Zonguldak vb.) ismiyle
anons edilmeye başlandı.Maalesef son zamanlarda pek çok değere
sahip çıkılmadığı gibi müzik de bu sahipsizlikten payını
almıştır.Buna rağmen bu işe gönül veren Siverek sevdalısı
insanlar ümitsizliğe düşmeden karınca kararınca bir şeyler
yapmaktadır. Günümüze kadar gelip bulabildiğimiz
türkülerimizden bazıları şunlardır. 1-Siverek yaş
üzümü 2-Cemil 3-Bir cığara iç oğlan 4-Meryemi
5-Siverek bir ocaktır Başka yörelere mal edilmiş
türkülerimizden bazı örnekler ise ; 1-Evlerinde makine
2-Makaram sarıbağlar 3-Kara üzüm habbesi 4-Mektebin pacaları
(pencereleri) 5-Yallah şoför yallah 6-Gülizar
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm

Viranşehir
VİRANŞEHİR Hurri-Mitanni, Hitit, Asur, Arami, Med-Pers ve Keldani
hakimiyetlerini gören şehir, M.Ö.331'de Makedonya
imparatorluğuna, M.Ö.163'te de Roma idaresine girdi. Bizans
imparatorluğunun ilk dönemlerinde Tella (Tepe) olarak biliniyordu,
sonra imparator Konstantin tarafından bazı şehirlerin adları
değiştirildi. Buraya da Konstantia ya da Konstantina adı verildi. Şehir
640 yılında Şam ordusu tarafından fethedilmiş ve Tell-Muzin adını
almıştır. Sonraki dönemlerde yine Araplar tarafından Tell-Mavzen
ve Tell-Mavzelath adları da kullanılmıştır. Şehrin adı, Urfalı
Mateos'un Vakayinamesinde Ermenilerin kullandığı Tılmuz şeklinde
geçer. 660 yılında Emeviler, 750'de Hamdaniler ve Abbasiler
arasında el değiştiren Viranşehir, Türkmenler tarafından son kez
kurulmuş ve Örenşehir adını almıştır. Ancak 1258'de Hülagu ve
1400 yılında da Timur tarafından yağma ve büyük
ölçüde tahrip edilerek viran bir hale getirilmiş ve bu
haliyle Osmanlı dönemine ulaşmıştır. 1517 yılında Osmanlı
topraklarına katılan şehir 1792'den sonra Mardin'e, 1924 yılında da
Urfa'ya bağlanarak ilçe haline getirilmiştir. İl merkezine 90 km
uzaklıktadır. 1 Bucağı, 98 köyü ve 204 mezrası bulunmaktadır.
2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre nüfusu 186 bin 483'
tür. ( İlçe Merkezi : 120 bin 147, Köy Nüfusu: 66
bin 336 )
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm

Suruç
SURUÇ TARİH Eski çağların önemli ticaret
yollarından biri Harran'dan sonra buradan geçiyordu.
M.Ö.II. yüzyılda Urfa bölgesinde kurulan Osrhoene
eyaletinin önemli bir şehri idi ve Anthemusia ya da Batnai adını
taşıyordu. Latin kaynaklarında şehrin adı Sororgiae olarak
geçer, Araplar tarafından Saruğ, Sarûc ve Serûc
olarak isimlendirilmiştir. I. Seleukos Nikator tarafından M.Ö. 302
yılında bölgemizde yeniden kurulan Harran, Birecik ve Urfa ile
birlikte Suruç da bulunuyordu. 116 yılında Roma imparatoru
Trajanus tarafından işgal edildi. 639 yılında Şam ordusu tarafından,
Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirildi. İI. yüzyılda
sırayla Bizanslılar'ın ve Urfa Haçlı Kontluğu'nun hakimiyetine
girdi. 1101 yılında ise Artukoğlu Sökmen tarafından tahrip edildi.
24 Aralık 1144'te Urfa'yı fetheden Musul hükümdarı
İmadüddin Zengi, Ocak 1145'te de Suruc'u savaşmadan ele
geçirdi. 1260 yılında Suriye Seferi'ne giderken Harran ve
Urfa'yı alan Hülagu Han, kendisine karşı direnen ve teslim olmayan
Suruç halkının tümünü kılıçtan
geçirdi. 1517'de Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı
topraklarına katılan Suruç, Osmanlı döneminde Halep
vilayetinin Urfa sancağına bağlı iken, 1923 yılında Urfa'ya bağlanarak
ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFİ YAPI Şanlıurfa ilinin
Güneybatısında yer alan şirin bir ilçedir. İl merkezine
uzaklığı 45 km'dir. 1 bucağı, 11 Nisan isimli beldesi, 77
köyü ve 153 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus
Sayımına göre nüfusu 80 bin 845' tir. ( İlçe Merkezi :
44 bin 100, Köy Nüfusu : 36 bin 745 ). Rakımı 537m’dir.
Batısında Birecik, kuzeydoğusunda Şanlıurfa, güneydoğusunda
Şanlıurfa, güneyinde 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile
sınırları çizilmiş 72 Km uzunluğundaki Suriye Sınırı ile komşu
olup; batı, kuzey ve doğudan Güvercik, Cudi ve Devreş Dağları ile
çevrilidir. Bu dağlar arasında bulunan ve 706 Km2'lik düz
bir araziye sahip olan Suruç, bugün önemli bir tarım
merkezi durumundadır. Suruç’ta hakim ovanın dışında,
doğudan batıya çok yüksek olmayan kıraç dağınık
tepeler yer almaktadır. Ova toprakları alüvyonlarla kaplı olup
kalkerli bir yapıya sahiptir. Suruç yöresinde genellikle
kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Gece ile
gündüz yaz ile kış ortalama sıcaklığı arasında
büyük farklar vardır. Yıllık sıcaklık bazen 40 dereceyi aşar.
En soğuk ay olan Şubat ayında ise sıcaklığın bazen sıfırın altına
düştüğü görülmüştür. İlçede
yaygın bitki örtüsü steptir. İlkbahar yağmurları ile
yeşeren ve yaz sıcaklarında sararan cılız otlar, papatya, gelincik,
yabani buğday, semizotu, hardal, çiğdem, kekik, deve dikeni,
meyankökü en çok rastlanan bitkilerdir. Son yıllarda
****** Barajı’nda su toplanmaya başlanılmasıyla birlikte
iklimde hissedilir derecede değişiklikler olmuştur. Önceki yıllara
göre yörede, yazları nem miktarı artmıştır. Yağış şekli
değişmiş, yağmur yağışı yoğunluk kazanmıştır. Suruç
ilçesi; özel coğrafi konumunun elverişliliği sayesinde uzun
zaman uzak ülkelerle bağlantı kurabilmiştir. İlçe, Ön
Asya’yı Avrupa’ya bağlayan ticaret yolları üzerinde
kurulmuş olması dolayısıyla kara ulaşımı bakımından önem arz eder.
Eski adı İpekyolu olan ve bugün E-24 karayolu denilen transit yol,
Suruç sınırları içerisinden geçmektedir. Ayrıca,
İlçe Merkezine 10 km uzaklıktaki Mürşitpınar
Köyü'nde bulunan ve bölgeyi birbirine bağlayan demiryolu
üzerindeki istasyon da, Suruç’un bölge
içerisindeki ticaret ve ulaşımdaki köprü vazifesini
daha da pekiştirmiştir. KÜLTÜREL YAPI Suruç’ta
nüfus hayli yoğun olmasına rağmen, ilçede, sosyal yaşantıya
renk katacak, sosyal tesisler, piknik alanları, spor tesisleri,
kültürel aktiviteler gibi sosyal hayatımızı etkileyen
tesisler oldukça sınırlı kalmaktadır. Sıra geceleri, bilge
sohbetleri, onların hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. İşte
gönül dostu, dost insanların bu manada sosyal yaşamı
oldukça canlıdır. İlçede halkımızın dinlenme ve sosyal
faaliyet gösterdiği yerler şunlardır: Kaymakamlıkça
yaptırılan Aile Çay Bahçesi, Askeri Gazino, Öğretmen
Evi, Belediye Aile Çay Bahçesi, Üçpınar
Piknik Yeri, Büyük Ziyaret Köyü Piknik ve
Ziyaretgahı, Belediye Konferans Salonu. Suruç’ta
Gelenekler Suruç’ta günlük hayat oldukça
renkli ve canlıdır. Suruçluların, sosyal ve günlük
yaşantılarında başka yerlerde olmayan, özellikler ve motifler
vardır. Günlük hayat çoğu kez mevsimlere göre
değişir. İlçe merkezi ile kırsal kesimdeki yaşantı arasında
farklılıklar gözlenir. Günlük yaşantıyı genel bir
çerçeve içersinde değil de, temel
özelliklerine göre ele almak daha doğrudur. Sıra Gezmek-Sıra
Gecesi Türkiye’de sıra gezme geleneği yalnızca
yöremizde vardır. Genellikle kış geceleri sıra gezilir. Her gece
gezilebildiği gibi gün aşırı yada haftanın birkaç gecesinde
de olabilir. Sıra gezecek arkadaşlar, akran ve çok samimidirler.
Genelde aynı meslek grubundan aynı esnaftan olurlar. Sıra gezenler
evlerinin birbirlerine pek uzak olmamasına dikkat ederler.
Çünkü soğuk ve yağmurlu kış gecelerinde gidiş-geliş
zor olur. Sıra gezenler genellikle 5 ile 15 kişi olurlar. Yapılacak
yemek, çiğköfte, tatlı ve meyveler daha önceden
kararlaştırılır. İlk turda ilk sıradaki ne yaparsa sonuna kadar
öyle gider. İkinci ve sonraki turlarda değişebilir. Oda Gezme Oda,
sıra gecelerine çok benzer. Aynı çevrenin arkadaşları
belirli bir yerde bir oda bulur ve sererler. Sergi için gerekli
eşya ve malzemeleri ya çarşıdan ortaklaşa alırlar, ya da herkes
evden bir şeyler getirir. Bir de işleri yapacak, etrafı temizleyecek
bir adam tutarlar. Odada Cumartesi öğleden sonra ve Pazar
günleri oturulur. Odaya her gece belirli bir saatte gelinir. Orta
hizmetini gören adam, daha evvel gelir; temizliği yapar, mangalı
ya da sobayı yakıp ısıtır. Acı kahveyi hazırlar, nargilelerini
temizler. Odaya, sahaniye usülü yemek getirilebildiği gibi
Harefene de yapılarak çeşitli yemekler ya da
çiğköfte yapılır ve yenir. Odadaki yemekleri yemek
yapabilenler yapar. Odada oyunlar oynanır, saz çalınıp,
türküler ve gazeller söylenir. Sohbet edilir, hatıralar
anlatılır ve kitaplar okunur. Oda genelde her gece açılır.
Bilhassa yağmurlu ve soğuk kış günlerinin Pazarlarında oda
alemleri çok güzeldir. İfrata kaçılmamak şartıyla
odada çeşitli şakalar yapılır. Odaya sürekli gelenler
arasıra arkadaşlarını da getirebilirler. Pazar günleri hava
açık ve kıra gitmeye uygunsa oda arkadaşları hep birlikte kıra
giderler. Bu bir köy olabileceği gibi, bahçe de olabilir.
Bazı odalar devamlı olur. Yani yaz kış devam eder. Böyle odalarda
mutfak malzemeleri, yemek takımları ve birlikte bulunur. Kilerde, yağ,
bulgur, salça, tuz,biber, baharat ve pirinç gibi
yiyecekler bulunur. Harefene Harefene, akran ve samimi arkadaşlar
arasında yapılan yaren sohbetleridir. Varlıklılar ve gençler
harefeneye pek itibar etmezler. Bu bakımdan harefene daha çok
dar gelirliler arasında yapılır. Harefenede yapılan masrafları
bölüşmek esastır. Tüm masrafları bir ya da ikişer kişi
yapar, sonra bölüşülür. Harefene gündüz
olabileceği gibi gece de eğlenceleriyle yapılabilir.
Kirvelik-Sağdıçlık Türk toplumunda kirveliğin yeri ve
önemi çok büyüktür. Yöremizde ise
kirvelik çük daha başka anlamlar yüklenir, derin
bağlar kurar. Oğlunu sünnet ettirecek ya da evlendirecek ailenin
kirvesi yoksa, aile reisi çok iyi düşünerek, ailenin
kirveliğini yapacak uygun birisini bulur. Seçilen adaya kirvelik
önerilir. Aday genellikle öneriyi kabul eder. Zira, kirvelik,
bir onur ve itibar meselesidir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye uygun
bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine ya da
delikanlının evlenmesine işrettir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye
uygun bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine
ya da delikanlının evlenmesine işarettir. Kirve hediyeyi hoşnutlukla
alır. Sünnet söz konusu ise, çocuklarının sünnet
elbiselerini yaptırır; evlenme ise, düğün, süpha, hamam
yemeği ve diğer törenleri üstlenir. Düğünde damadın
elbisesini giydirir. Düğünde damadın yanı başında bulunur ve
süpha ziyafetinde damat ile beraber tahta oturur. Aşçıya,
davulcuya, berbere, kahveciye ve gereken yerlere damat ile birlikte bol
bol bahşiş verir. Damadın gerdeğe konulmasında bulunur.
Düğünden sonra uygun bir hediye ile evli çifte
ziyarete gider. Kirve, ailenin kirvesidir. Genellikle aileler arasında
çok sıkı ilişkiler kurulur. Bu ilişki, kan bağı kadar yoğun ve
güçlüdür. İki aile artık birbirinden kız alıp
veremez. Kirvenin saygınlığı ve otoritesi tartışılmaz. Kirvelik,
babadan oğula geçer. Eğer arada çok önemli bir
problem çıkmaz ise kirvelik bağı asla kopmaz, 5-10 kuşak
ötelerden gelen kirvelikler vardır. Kirvenin oğlu olmaz ise
kendisinden sonra kirvelik de noktalanmış olur. Giyim Kuşam
Suruç’ta geleneksel giyim-kuşam güncelliğini ve
yaygınlığını korumaktadır. Kadınlarda çarşaf ve ehram,
erkeklerde ise şalvar en önemli geleneksel giysilerdir. Geleneksel
Kadın Giyimi Başa, yaşmak denilen ipekli başörtüsü ile
kara eşarp bağlanır. Eşarp, ağzı üstünde elle tutarak (iki
parmakla) örtülür. Buna “bürük”
yada “bürüklenme” denir. Genç kızlar
çarşafa girmeden önce “fıta” ya girerler.
“Fıta” da bir çeşit örtüdür.
Genç kızlar, al fes üstüne puşu takarlar. Genç
kızların başörtüsüne de “şarpa” denir.
Üstüne “neçek” yada “yaşmak”
bağlanan tepelik biçimindeki altınlarla süslü gelin
başlıklarına da “köfü” denir. Köylerde alına
puşu bağlanır. Üzerine “yaşmak” bağlanır. Uzun etekli
entarilerin üstüne zengin kesimlerde kadifeden sırma işlemeli
ve dize kadar uzanan ceketler giyilir. Köylülerde kadınların
entarileri ayak topuklarına kadar uzanır; içte dokuma kumaştan
yakasız gömlek giyilir; ayağa “kalıç” denen
potin giyilir. Topuksuz ağzı geniş pastal da yaygındır. Bel bağı da
kadınların bir aksesuarıdır. Genellikle altından olan kadın
takımlarının başlıcaları şunlardır: ahıtma, bilezik, enselik,
gümüş kemer, gerdanlık, hızma, halhal, kelep levzik, tepelik,
üç kor ve maşallah. Bu takılar göğse, ele, boyuna,
buruna, parmağa, ayak bileğine ve alına takılır. Geleneksel Erkek
Giyimi Erkek giyiminde önü kapalı, göğsü
açık entariler, abani, cebeliye, çıta, atla,
yandı-döndü, ipekli, alaca kutnu gibi değerli kumaşlardan
yapılır. Açık kalan göğüs, “sıkma” denen
bir yelek çeşidi ile örülür. Kış aylarında
yün dokumadan “ “aba” giyilir.
“arakçın” denen takke işlemeli puşu,
“cemadan” denen bir örtü, cemadanın
üstünde sırma işlemeli keçi kılından burma
“igal” geçirilerek oluşturulan başlıklar,
bugünde yaygınlığını (özellikle köylerde) korumaktadır.
Gömlek, şalvar yanında yerli giyimde bel kısmına özel
kumaştan yapılan “kuşak” sarılır. Erkekler takı olarak
gömleğin iç kısmında, içinde çeşitli ayetler
bulunan ve “hamaylı” denilen bir deri takı, pazvent ve
gümüş yüzük takarlar. Kırsal kesimde ise altın
yüzük takarlar. Halk Oyunları Suruç mahalli oyunlar
bakımından oldukça zengindir. Çevrede oynanan oyunlar,
genelde davul, zurna eşliğinde oynanır.Belirli oyunlar şunlardır:
Govend, gırani, tek ayak, çiftayak, mışko, simir, terge,
çeçen kızı, kımıl, çüllür, hasandağı,
hocaki, seylan, düz çep, kartelki, esmer ve keriboz
Suruç halk oyunları da Şanlıurfa’nın
kültürü ile yoğrulmuştur. Tarlalarda erkekler
çalışır. Kadınlar onların yemeklerini hazırlar, bazen beraber
çalışırlar. Yine gelinler, gelin adayı, kızlar ve kadınlar
çobanın yanık kavalının sesine doğru ellerinde süt
bakraçlarıyla yollara düşerler. Bu oyunlar
düğünlerde, toplantılarda ve kırlarda oynanır. Kadın , erkek
ayrı veya karışık olarak el ele tutuşarak beraberce, sakin hareketlerle
oyun oynarlar. Sadece halay başını çeken “Peşkeş”ler
çok fazla hareketli görünürler
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm

Şanlıurfa Kültür
[b]
1317 Yarihli Halep Salnamesinde Urfa Sancagı-Makale-Bekir Utan


TARİHLİ HALEP SALNÂMESİNDE URFA SANCAĞI (1) Bekir UTAN
Araştırmacı Urfa kazası Dügerlü, Oyumağaç,
Çaykapu, Bozâbâd, (2) Kabahaydar namlarında 5
nahiye-i ve nevâhi-i mezkûre 407 Kariyeyi muhtevidir.
Arazisi umumiyet üzere mahsuldar olmakla arpa, buğday, mercimek
vesair envâ’ hubûbat hasıl olur. Urfa şehrinde pamuk
ve iplikden Â’lâmaşlah, beyaz şal, âbâ,
gâyet dayanıklı beyaz ve kırmızı bez bakıra müteallık her
nevi evânî seğtiyan, kavesâle imal olunur. Urfa
kazasında 1 hükmet konağı, 2 kışla, 3 karakolhane, 1 hastahane, 1
telğrafhane, 58 cami’ ve mescit, 4 tekkiye ve zaviye, 11 kilise
ve manastır, 1 havra, 31 mektep, 11 medrese ve kütüphane,
9937 hane, 2052 dükkân, 32 han, 18 fırın, 43 çeşme ve
sebil, 14 hamam, 51 değirmen, 1 fabrika, 1 çayır, 295 arsa, 261
bahçe, 3414 bağ, 4 mera vardır. Urfa şehrinin ebniyesi
kâr-girdir. Urfa şehrinde Ayn-züleyha, Halilürrahman
namlarında iki su nebeân edip derûn-i şehirden
geçerek şehrin cenûb cihetinde bürke-i İbrahim
Aleyhisselam denilen küçük göle akarlar.
Bozâbâd nâhiyesinden zuhûr eden Kehriz
çayı dahi Urfa’ya cereyân eyler. Urfa’ya
nâzır dağın eteğinde bir âtîk kal’â olup
bu kal’ânın şehre hâkim olan burcu üzerinde
Nemrud’un Hazreti İbrahim Aleyhisselamı ateşe atmak
içün yaptığı yekdiğerinden tahminen on adım fasılalı iki
mancınık amûdî ve üzerlerinde hat ve nakış eseri
vardır. Urfa kenarında Hazreti İbrahim Aleyhisselamın
kademnihâde-i âlem-vücud oldukları mağara mevcut ve
Mevlid Halil namıyla mâruftur. Bir de bu mağaranın yanında bir
mağara daha olup valideleri Hazreti Sara müşârün ileyhi
büyütmüştür. (Bürke-i İbrahim Aleyhisselamın)
etrafı bir mızrak umkunda kazılacak olsa kül zuhur eder. Bu ise
orasının ateşgede-i Nemrut olduğuna delil gösterilir. Eski zamanda
Mecûsiler’in en büyük ateşgedesi Urfa’da
idi. Bu ateşgedenin içinde mabutları olan Şems’i takdisen
daima ateş yakarlar ve karşısına geçip ibâdet ederler idi.
Müverrihinden bir takımı Urfa’nın Miladdan 2000 sene evvel
Babil padişahı Ramis yani Nemrut cânibinden ve bazıları da
Miladdan 400 yıl mukaddem Selefkeluler tarafından bina idiği zabt ve
tahrir eylemişlerse de Urfa’nın Hazreti İbrahim Aleyhisselam
zamanında mevcud ve kütübi mukaddesede mezkûr olmasına
göre binası pek eski olduğu derkârdır. Urfa bir
def’â külliyen harab olarak şimdiki heyeti ikinci
hâl-i mamûriyeti olup ahalisinin asılları
Diyarbekir’den gelmişlerdir. Urfa’da birinci hal-i
mâmuriyetinde bir cesim Manastır ile 300 deyr var idi.
Mezkûr Manastırda Hrıtiyanların zannınca Hazreti İsa
Aleyhisselamın vechi mübârekelerini silip de sûret-i
sâadetlerinin mün’akis olduğu mendil mevcud olup
mezkûr mendili Hülefâ-i Abbâsiye’den
Mütki Billah (3) 331 sene-i hicriyesinde (4) İstanbul imparatoruna
bilirsal mükabilinde külliyetli üsera-i İslamiye
istihlas eylemişlerdir. Urfa’nın Selekeluler tarafından vatan-ı
aslileri olan Makadonya’nın merkezi bulunan Eydasa’ya (5)
müşâbehetinden kinaye olarak Eydasa ve bir aralık
çeşme manasına olan Kalirüha (6) namı verilmişdi. Reha namı
bunun muhaffefi, Urfa namı da Reha’ nın gâlâtı olsa
gerektir. Urfa’ya Selefkelulerden mukaddem Antakya dahi denmiş
ise de muahheren Eydasa, Kalirüha isimleri anı unutturmuştur. Bazı
tarihlerde Eydasa’dan gâlât olarak Edes
Urfa’dan galat olarak Rafiya deyu muharrerdir. Şurası da hatırdan
çıkmasın ki : Urfa’nın en eski adı Ur-el Keldanin (7)
veyahut Ur’dır. Hatta Tevrat’ta Ur-el Keldanin ve
İncil’de Ur namı ile mezkûrdır. Ve Ya’kûbiye
mezhebinin mahall-i zuhûridir. Urfa şehri mürûr
âsâr ile Selefkelulerin ecza-i hanedanından bazılarına ve
muahheren Yekar Dinlan hükümdarına makerr-i hükümet
ve sonra Roma’lılara merkez-i eyalet olmuşdu. Roma’lılar
zamanında Urfa’da bir çok silah kârhâneleri ve
debuyeleri var idi. Urfa giderek Sasani’lerin ve Hazreti
Ömer Radiyallahu Teala Anhu efendimiz zamanı hilâfetlerinde
Arapların sonra Selçukilerin ve Ehli Salib’in ve muahheren
Türklerin, İranilerin eline geçtikten sonra 921 tarihinde
idâre-i âdile-i Osmaniye’ye intikal eyledi. Urfa
kazasına tabi Harran nâhiyesinde meşhur Harran beldesinin
harâbezâri bulunur. İş bu Harran’a mukaddimen Hazreti
İbrahim ile Hazreti Lut Aleyhima Selamın pederleri Hâran hicret
eylemiş olduğundan Harran denmiştir. İş bu Harran evleri
Sabîilerin yani Nücûme perestiş eden Babillilerin
bilâd-ı meşhuresinden olup derûnunda
Hermes(8) namında bir heykel ve diğer heykeller var idi. Mâmafih
iş bu Harran’ da bir tepe ve anın üzerinde Sabiilerin bir
mâbedi mevcud idi. Bu tepeye Tel-İbrahim itlak olunur. Nahiye-i
mezkûrede rivâyete nazaran Huşeng Şah’ın (9) binası
olarak bir kale harabası olduğu mervidir. Urfa kazasından Ayniarus,
Nehr-i Cülab, Belih namında üç nehir çıkıp
Fırat’a karışırlar. Ve her üçünün
menba’ı Ayn-i Arus’ tır . Buna da Ayn-i Arus denilmesi
(Hazreti İbrahim Aleyhisselamın zevce-i muhteremesi Hazreti Sâra)
ile zifâfhânelerinin orası olmasından ileri gelmiş imiş.
Halen (Hazreti İbrahim Aleyhisselamın) orada makamı vardır. Direkli
dağından ve cibâli saireden yağmur yağdığı sırada cereyan eden
sel suları vaktiyle şehri basar imiş. Şu mahzûrun def’i
için memlekete bir çâryek mesafede erbâb-ı
hayr tarafından bir set çekilmiş ve memleketin şimâl
cihetinden de bir hendek hafr ettirilmiş ki mevsiminde cereyan eden sel
suları o hendeğe akıp gitmekte ve bahçelerin
müntehâsında mahv olmakda ve bu hendeğe elyevm Karakoyun
namı verilmektedir. Üzerinde üç büyük ve bir
küçük köprü vardır. Bir de Çaykapu,
Oyumağaç nahyelerinin bazı mahallerinde feth-i
İslâm’dan evvel yapılmışa benzer kulübe şeklinde
ebniye-i atîke vardır. Harran nahyesinde Tek dağında bir
büyük mağara vardır. İşitildiğine göre şimdi
harâbezâr olan Harran şehri cesîmenin bütün
enkazı burada kat’ ve nakl olunmuş ve ne kadar gidilse
nihâyetine varılamaz imiş. Urfa’nın cihet-i
cenûbiyesinde ve bir buçuk saat mesâfesinde bir dağ
üzerinde Deyr- Ya’kûb isminde bir manastır harabesi
olarak bir iki kulübesi vardır. Nemrud ara sıra oraya giderek bir
müddet kalır imiş. Vechi tesmiyesinde Hazreti Yakup Aleyhisselamın
buralardan esnâ-i mürûrında bir gece orada beytutet ve
müsâferet buyurmaları imiş. Urfa’nın Samsat, Harran,
Beg, Sakıb Sarayı, Yeni Kapı isminde altı kapısı (10) vardır. Bunlardan
başka iki kapı daha var ise de vaktiyle Cennet mekân Sultan Murat
Han-ı Rabi’ Hazretleri Bağdat’a gider iken Urfa’ya
teşriflerinde birinden duhûl ve diğerlerinden hurûc etmiş
olduğundan dolayı ikisi de kapatılmıştır. NÜFUS İDÂRESİ
KUYÂDÂTINDAN ÇIKARILAN URFA SANCAĞININ NÜFUS
CETVELİ KADIN ERKEK TOPLAM İSLÂM 26.113 25.821 51.934 ERMENİ
KATOLİK 102 53 155 ERMENİ 3.485 4.870 8.355 SÜRYÂNİ 486 609
1.095 PROTESTAN 208 282 490 ECNEBİ 200 276 476 YAHUDİ 162 175 337
YABANCI 169 741 910 TOPLAM 30.925 32.817 63.742 SÖZLÜK:
A’lamaşlah : Başa takılan bir çeşit örtü.
Âlem- vücud : Dünya alemi. Amkında : Derinliğinde.
Amûdî : Dik olan, dikine bulunan. Âsâr :
Asırlar, yüzyıllar. Ateşgede : Ateşe tapanların ateş yaktıkları
tapınak. Ateşgede-i Nemrut : Nemrud’un taptığı ateş. Atîk :
Eski. Âtîkâ : Eski, antika değeri taşıyan. Bakıra :
Bir tür giyecek kumaş. Beytutet : Geceleme. Bilâd :
Beldeler, şehirler. Bilâdı meşhûre : Meşhur beldeler.
Bilirsal : Gönderilişle. Bürke-i : Havuz, göl. Canib :
Taraftar. Cenûb : Güney. Cesîme : Büyük,
ulu. Cibal : Dağ. Çaryek : Çeyrek Debuye : Depo, ambar.
Derkâr : Malum, açık, aşikar. Derûn :
İçinden, iç kısmından. Deyr : Hıristiyan manastırı,
kilise. Duhûl : İçeriye girme. Ebniye : Binalar, yapılar.
Ecz : Cüzler, kısımlar. Ehil : Halk, ahali. Ehl-i Salib :
Haçlılar. Elyevm : Bugün. Enva’ : Çeşitli.
Erbâb : Sahipler. Esnâ-i Mürûr : Geçiş
sırasında. Evani Seğtiyan : Bir çeşit deri. Eydasa : Selanik
vilayetinde şimdi Vavdine Dinlan kasabasıdır. Gâlat :Yanlış,
bozukluk, hata. Hafr : Kazma, eşme. Hârâbezâr :
Harabeleri, viraneleri. Heyet : Hal, durum, şekil. Hurûc :
Çıkma, dışarı çıkma. Hülefâ-i Abbâsiye :
Abbasi halifelerinden. İstihlas : Kurtarılma, bir şeyi mal edinme.
İtlak : Adlandırma, isimlendirme. Kadem nihade : Ayak basmış, gelmiş
olan. Kâr-gir : Taştan yapılmış bina. Kârhâne :
İşyeri, fabrika. Kariye : Köy. Kat’ : Kesme, kesilme,
biçme. Kavesale : Kösele. Kinaye : İmalı, üstü
kapalı. Kuyûdât : Kayıtlar. Külliyen :
Büsbütün, tamamıyla. Kütüp : Kitaplar.
Kütübü mukaddes : Kutlu kitaplar. Mâbut :
Kendisine ibadet edilen. Mahsuldâr : Verimli, bereketli. Makerri
: Merkez, başşehir. Mâmafih : Bununla beraber. Mamuriyet : Mamur
olma hali. Maruf : Bilinir. Menbâ : Kaynama yeri. Mervi : Rivayet
olunan, söylenen. Mezkûr : Zikredilen, adı geçen,
anılan. Muahheren : Sonradan. Muhaffef : Hafifleştirilmiş Muharrer :
Yazılmış, yazılı. Muhtevi : İhtiva eder, içine alır. Mukaddem :
Önce. Mün’akis : Aksetmiş, yansımış. Müntehâ
: Son, nihayet. Mürûr : Geçmiş, sona ermiş.
Mürûr âsâr : Geçmiş asırlar.
Müsâferet : Misafirlik, konukluk. Müşabehet : Benzeme,
benzeyiş Müşârünileyh : Adı geçen. (Yani Hz.
İbrahim’i) Müteallik : Bağlı, ait. Müverrihinden :
Tarihçilerden. Nâzır : Bakan. Nebeân : Kaynayan,
yerden çıkan. Necm : Yıldız. Nücume perestiş : Yıldızlara
tapan. Nevahi-i mezkure : Adı geçen bucaklara. Perest : İbadet
eden, tapan. Saire : Diğer, başka, öteki. Sûret : Surat,
yüz, çehre. Sûret-i saâdet : Mutlu
yüzleri. Şimal : Kuzey. Şems : Güneş. Şems-i takdisen :
Güneşi kutsal sayarak . Tabi : Bağlı. Tahrir : Kaydetme, yazma.
Takdis : Mukaddes sayma. Tesmiye : İsimlendirme, ad koyma. Teşrif :
Şereflendirme, gelme. Umkunda : Derinliğinde. Üsera : Esirler.
Vatan-ı asliye : Esas memleket. Vech : Yüz, çehre. Vechi
mübarekeleri : Bereketli yüzleri. Vechi tesmiye :
İsimlendirmesinde ad koyma tarzında. Yekdiğeri : Birbiri. Zifafhane :
Gelinle güveyin gerdeğe girmesi. Zuhur : Meydana çıkan.
DİPNOTLAR : 1. Şanlıurfa Halep Vilayetine bağlı bir sancak iken, Halep
Vilayeti adına hazırlanmış olan Hicri 1317 (Miladi 1897 tarihli) Halep
Salnamesinin, Şanlıurfa ile ilgili 295-299’ıncı sayfalarının
aynen çevirisidir. Toplam 355 sayfa olan Salnamenin kitap
kapağındaki ismi “ Salname-i Vilayet-i Haleb.
Binüçyüz onyedi sene-i hicriyesine mahsustur.
Yirmiyedinci defa olarak matbaa-i Vilayette tab olunmuştur.” 2.
Bozabad : Bugünkü Bozova. 3. 21. Abbasi Halifesi El
Mütteki-Lillah (940-944) 4. Miladi 943 yılına tekabül eder.
5. Doğrusu Edessa’dır. 6. Doğrusu Kalirua’dır. 7.
“Keldaniler’in Ur’u” 8. Eski Yunan
mitolojisinde bir Tanrı. 9. İran mitolojisinde bir kahraman. 10.
Osmanlıca metinde beş kapının ismi verilmiştir.
[/b]
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:26 pm

Urfa Ağzı-(şive)Makale-Mustafa Acar
URFA AĞZI Mustafa ACAR Şanlıurfa Kız Meslek Lisesi Edebiyat
Öğretmeni Muharrem Ergin dilin tanımını şöyle yapıyor: "Dil,
insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları
içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren,
koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir kurum; seslerden
örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda
atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir." Dilin
canlı bir varlık olması, o dilin içinde belirli değişikliklerin
oluşmasına sebep olur. Bu sebepten dolayı çeşitli coğrafik
bölgelerde aynı dili konuşan kişiler arasında belirgin
farklılıklar ortaya çıkar. Urfa Ağzı Azeri şivesi dil sahasına
giren ağızlardandır. Buna binaen Türkiye Türkçesi yazı
diliyle epeyce farklılıklar gösterir. Urfa Ağzı, kendi
özelliklerini günümüzde de koruyabiliyor mu
sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap hayır olacaktır. Televizyon
kanalları, radyo vb. iletişim araçlarının çoğaldığı
günümüzde medyanın da etkisiyle dilde hızlı bir şekilde
değişim meydana gelmektedir. Biz bu değişim içinde Urfa Ağzını,
yaşları 50 ve daha yukarı olan neslin kullandığı haliyle incelemeye
çalışacağız. Neden bu yaş grubunu seçtiğimize gelince;
yeni yetişen nesil, Urfa ağzıyla konuşmayı sevmemekte ve bunu kompleks
haline getirmektedir. ılk çalışma olarak Urfa Ağzı
Transkripsiyon Alfabesini çıkarma ihtiyacını hissettik. Yazı
Dili Urfa Ağzı a a - ‘ (Arap alfabesindeki ayn harfi ) b b c c
ç ç d d e e - é (Kapalı e) f f g g ğ - - g (Arap
Alfabesindeki ğayın harfi) h h - h (ha) (h'nin altına bir nokta
koyulacak) - h (hı) ı ı i i j j k k - k (kaf) l l m m n n - ng o o
ö ö p p r r s s ş ş t t u u ö ö v v y y z z Bu
alfabeye baktığımızda gözümüze ilk çarpan ayrılık
(ayın) sesinin Urfa ağzında varlığıdır. Bu ses Arapçadan
dilimize girmiş kelimelerde belirgin bir şekildedir. ‘erıza =
arıza , be‘zı = bazı , ‘esker = asker , ‘ekaza =
(baston) , ‘eriş = (asma) , ‘etebe = (kapı eşiği) é
işaretiyle gösterdiğimiz “kapalı e” ler yazı dilimizde
söyleniş olarak varlığını sürdürmekte fakat alfabemizde
bulunmamaktadır. éşik = eşik , véran = viran , él
= (yabancı) Urfa ağzında ğ sesi yoktur. Bunun yerine Arapçadaki
gayın sesi mevcuttur. Bu ses kalın ünlülerle söylenir.
Yumuşak ünlülerle bu sesin yerini yazı dilimizdeki g sesi
alır. agız = ağız bagçı = bağcı agla = ağla deg- = değ- igit =
yiğit degil = değil Ha sesi Arapçadan giren kelimelerde bulunur
ve boğaz sesi olarak telaffuz edilir. Hek = Hak heyat = hayat hemam =
hamam hesret = hasret Hı sesi ise Urfa ağzında kelime sonlarındaki ka
sesinin bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Ayrıca Arapçadan
dilimize giren kelimelerde de bu ses kullanılır. Fıstıh = fıstık barmah
= parmak ahmah = akmak Yazı dilimizdeki kalın ünlülerle
söylenen ka sesi Urfa ağzında ince ünlülerle de ka
(Arapçadaki kaf) şeklinde telaffuza girer. kerbigit = (fakir,
yoksul) kerı = (yaşlı kadın) kenne = (cam) Yazı dilimizde olmayan fakat
bazı ağızlarda karşımıza çıkan “nazal n” dediğimiz
Osmanlı alfabesindeki Kâf-ı nunÎ Urfa ağzında bazı
kelimelerde ng harf grubuyla söylenir. yengi = yeni beng = ben
(ciltte oluşan küçük siyah nokta) Yaptığımız bu
açıklamalara göre Urfa Ağzı Alfabesini ünlü ve
ünsüz harfler diye sınıflandırırsak; ÜNLÜ HARFLER:
KALIN ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı a a ı ı o o u u ıNCE
ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı e e - é i i ö ö
ö ö ÜNSÜZ HARFLER Yazı dili Urfa Ağzı - ‘ b b
c c ç ç d d f f g g ğ - - g (gayın) h h - ha - hı j j k k
- k l l m m n n - ng p p r r s s ş ş t t v v y y z z Tablosuyla
karşılaşırız. Bu tabloları incelediğimizde ince ünlü
harflerde kapalı e dediğimiz é sesi fazla olduğundan
ünlü ses sayısı Urfa Ağzında dokuzdur. Ünsüz
seslerde ise (ayın), g (ğayın), h (ha), h (hı), k (kaf), ng
(kâf-ı nuni) harflerinin fazla olduğu ve ğ harfinin ise
bulunmadığını görüyoruz. Buna göre Urfa Ağzı Alfabesi 9
harf ünlü 26 harfi de ünsüz olmak üzere toplam
35'dir. Urfa ağzında büyük ses uyumu yaygındır. ısim ve
sıfatlardaki ilk hecelerin sesli harfleri kalınsa, diğer hecelerdekiler
de kalın, ince ise diğerleri de incedir: Alma, havla, zalım, zulum,
bayaz, dellek (Elma, helva, zalim, zulüm, beyaz, tellak) gibi
kelimeler birer örnek teşkil ederler. Fiillerdeki (mek, mak)
mastar ekleri ister kalın, ister ince olsun Urfa ağzında (mah) olarak
yerleşmiştir: Gelmah, getmah, yatmah, kahmah (gelmek, gitmek, yatmak,
kalkmak) gibi.. Bunlardan başka Urfa ağzını simgeleyen bazı hususları
da şöyle sıralayabiliriz: - Ci ve cü ekleri çi, cı;
demirci (demirçi), kömürcü
(kömürçı), kahveci (kahveçi) olur. - Cu eki
çı; kuyumcu (kuyımçı), oduncu (odınçı) şeklinde
söylenir. - Bazı kelimelerin başındaki (b) harfi (p) olarak
okunur. Bozuk (pozıh), bakır (pakır) gibi. - (d) harfi (t) şeklinde
söylenir. Dükkân (tüken), döken (töken),
diken (tiken) v.s. - Bazen baştaki (p) harfi (b) gibi değerlenir. Pişen
(bişen), poyraz (boyraz), patlıcan (balcan) v.s. - Genel yazı dilinin
yalnızca ikinci tekil (n) sesleri (y) sesine dönüşür.
Baban (babay), amcan (amcay-emmiy), yengen (yengey). - (g) sesi kelime
başlarında (k) gibi okunur. Gömlek (köynek), gölge
(kölge), keçi (geçi), kişi (gişi) şekline
dönüşür. - Kelime başlarındaki (y) sesi çoğu
zaman düşer. Yüksek (üskek), yürek (ürek),
yüzük (üzik), yüzen (üzen) v.s. - Sessiz
harfler arasında yer değiştirmeler de olur. Ekşi (eşki), ağrı (arğı),
sofra (sırfa), çıplak (çılpah) v.s. Aynı zamanda folklor
zenginliğimizin de bir ifadesi olan Urfa ağzı ile söylenmiş bazı
kelimeleri hatırlatalım: Ağbatı: Darısı Arahçın: Takke,
külah Behteniz: Maydanoz Bayah: Demin, biraz önce Bibi: Hala
Bürük: Yüz örtüsü Cemel: Duvar
Çındır: Sinir Çizo: Zayıf, sıska, kısa
Çörten: Yağmur oluğu Deleme: Topaç Gedemeç:
Eşik, papuçluk Hapan: Çok acıkmış Harhut: Bozuk Has:
Marul Kabala: Götürü Kerip: Yabancı, yerli değil
Kınıfır: Karanfil Mibar: Turfanda Pehkem: Kuvvetli Sapkana:
Hiçbir zaman, şimdiye kadar Serinç: Sarnıç
Siyrınçah: Kaygan Suhra: Angarya Taka: Pencere Teberik: Hatıra
eşya Tetirbe: Çıkmaz sokak Tırrêfe: Alıngan
Üsküre: Büyük tas Yanfırı: Eğri, çarpık
Zahar: Galiba Zerzembe: Kiler Zuvah: Sokak
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm

Şanlıurfa Kültür Tarihine Kısa Bir Bakış
1992 yılında Balıklıgöl yakınında bulunan ve
“Balıklıgöl Heykeli” olarak adlandırılan heykelin
13.500 yıllık olduğu ve dünyanın en eski heykeli olduğu
anlaşılmıştır.
****** Barajı göl alanı altında kalan
Nevali Çoli ve Şanlıurfa’nın Göbeklitepe
bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, 11.500 yıl öncesine
ait taş kabartmaların ve heykellerin dünyanın en eski plastik
sanat eserleri olduğu kabul edilmektedir. (1)
13.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Urfa,
birçok milletlerin hakimiyetinde kalmış, birçok
medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunun tabii bir sonucu olarak da
köklü bir kültür yapısı oluşmuştur. Bu kadar uzun
bir tarih içinde oluşan Urfa kültür yapısını
incelemek, elbetteki başlı başına ayrı bir çalışma konusudur.
Biz, bir fikir vermesi bakımından Urfa kültür tarihini
özetlemeye çalışacağız.
Kültür; “gelenek halindeki her türlü yaşayış,
fikir ve sanat varlıklarının toplamı”dır(2). Bir başka ifade ile
kültür, “bir milletin kimliğidir”, halk arasında
doğar, yüzyıllar boyu içinde toplumsal, tarihsel ve
evrensel değerlerle beslenerek oluşur. Kültür yüzyıllar
içinde oluştuğuna göre, tarih içinde Urfa’da
hakimiyet kurmuş devletlerden bahsetmemiz yerinde olacaktır.
Urfa’da hakimiyet kurmuş devletleri tarih sırasına göre
şöyle sıralayabiliriz; Urfa; milattan önce Ebla, Akkad,
Sümer, Babil, Hurri-Mitanniler, Arâmîler, Assur,
Keldâni, Med, Pers, Makedonya Krallığı, İskender, Seleukos
Krallığı, Parth Krallığı dönemlerini geçirmiştir. Milattan
sonra Edessa Krallığı, Roma, Bizans, Sâsâni Krallığı
dönemi geçirmiştir.

Akkadlar, Akkadca (Doğu sami dili MÖ XXIII yy dan sonra),
Sümerler’in yazı ve konuşma dili Sümerce (MÖ
4.000-3.000) (yazı dili)(3), Asurlular (Asur dili), Babilliler (Babil
Dili), Arâmîler (Arâmîce, Aramca)(4) Latince,
Farsça, Süryanice, Nebatice (Aramice’nin
özellikle Arapça’ya yakın kolu) bu dönemlerde
yazı ve konuşma dilleri olarak sayılabilir. Putperestlik, Sabiilik
(Yıldızlara tapan) ve milattan sonra da Hıristiyanlık(5) dini bu
bölgede hüküm sürmüştür.

Halife Hz. Ömer zamanında İyad b. Ganem Urfa’yı 639
tarihinde fethetmiştir.(6) Böylece Urfa 639-661 dönemi
içinde İslam dinine mensup Arapların hakimiyetinde kalmıştır.
“Bölge ve şehirde oturan halk bu tarihte İslamiyet’i
kabul eder. VII yüzyıl ortalarına doğru Urfa’nın
İslamlaşması ile kültürel yaşam formasyonu büyük
ölçüde değişir”.(7)

Urfa İslamiyet’le beraber önceleri Emevi daha sonraları da
Abbasi kültürlerinin benzer uygarlıklarında yoğrulur.
(Emeviler dönemi 661-750) Özellikle “Abbasi
hükümdarı Halife Harun-el Reşid döneminde Batı’da
Ortaçağın karanlık dünyası yaşanırken, Doğuda Bağdat,
Diyarbekir, Harput ve Mardin yanında, Harran ve Urfa’da ilimde
sanatta ve ticarette çok ileriye gitmiştir” (8) (Abbasiler
dönemi:750-990), Arapların hakimiyeti ile bölgede İslamiyet
dini, dil olarak da Arapça bölgede hüküm
sürmüştür.
Daha sonra Nûmeyrîler, Mervânîler, Bizans,
Ermeni Philaretos dönemine rastlamaktayız. Urfa’da
1087’den sonra Büyük Selçuklular dönemi
başlamıştır. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmeleri
Selçuklular’ın eline geçmesinden çok
önceleri olmuştur. Kültür tarihi açısından
önem arz ettiğinden bu konuya değinmek isteriz.
“Selçuklu Devleti kurularak, özellikle batı
yönünde fetihlerin başlaması ve dolaysıyla Anadolu’nun
tamamen fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinden
çok önceki zamanlarda (M.S. IV.yy sonlarına doğru)
Anadolu’ya ilk Türk girişi, Hun Türkleri tarafından
gerçekleştirilmiştir.”(9) “Kursık ve Basık
adlarındaki iki başbuğun komutasındaki Hun atlı kuvvetleri, Erzurum
üzerinden hareketle Karasu ve Fırat havzalarından Malatya’ya
ulaştılar. Daha sonra bu kuvvetler, Çukurova’yı istila ile
Orta-doğunun en sağlam surlarına sahip olan Urfa ve Antakya kalelerini
başarısız bir kuşatmada bulundular” (10) “Hun
Türklerinden sonra Sabar Türkleri (MS 508) Anadolu’ya
girmişlerdir…. Hun ve Sabar Türklerinden sonra
Anadolu’ya Üçüncü Türk girişi
Türklerin VIII yüzyıldan itibaren özellikle Abbasiler
devrinde, Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya
getirilerek Bizanslılara karşı gazalarda bulunan gaziler arasında ,
çok sayıda Müslüman Türkler vardır”(11)
Buna göre;Türklerin Anadolu’ya gelişleri
1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’nden çok
önceleri başlamıştır. ”Anadolu’nun kaderini tayin eden
Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu Sultanı Alparslan’a
karşı savaşan Bizans hükümdarı Romanos Diogenes’in
bayrağı altındaki Peçenek ve Uz (Hıristiyan Oğuz)
Türklerinin bulunması sadece; Anadolu’da Türkmenlerden
önce de Türk soyunun bulunduğunu gösterir” (12),
“Türklerin Anadolu’ya akın akın girmelerinin temel
sebebi; yaşadıkları yerlerde Moğol baskılarının artmasındandır. Yine
fazlaca artan nüfusun, verimi sınırlı olan yurtlarında
barınamamaları sonucunu yaratmış ve bu sonucun tabii seyri olarak da
büyük Anadolu’ya Türk göçü
doğmuştur. Tarihi kaynakların verdikleri bilgilere göre, bu
büyük göç sırasında on binlerce Türkmen
ailesi, kendilerine yurt aramak için Anadolu yollarına
düşmüşlerdir. İslam Tarihçisi Zekeriya
Kazvini’nin vermiş olduğu rakamlara göre 3 milyona yakın
Oğuz Türk’ü Anadolu kapılarından yeni yurtlarına
giriyorlardı.”(13)

“Horasan’da Büyük Selçuklu Saltanatının
kurulması ile başlayan büyük göçün
Anadolu’ya getirdiği unsurlar yalnız göçebe unsurlar
değildi. Anadolu’ya gelen Türkler arasında; Orta
Asya’da çok eski zamanlardan beri köy hayatına, hatta
şehir hayatına geçmiş her çeşit halk
mevcuttu”(14)“Bununla beraber Türkmenler, Malazgirt
zaferine kadar bu ülkede emniyetle oturamamışlardı”(15)

26 Ağustos 1071 tarihinde Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın
Bizans imparatoru Romanos Diogens‘e karşı kazandığı Malazgirt
zaferi ile Anadolu kapıları ebediyen Türklere açılmış oldu.
Yenilen imparatorla bir anlaşma yapıldı ve serbest bırakıldı. Bu
anlaşmanın bir maddesi de “Malazgirt, Urfa, Antakya civarı ve
Menbic (Halep ile Suruç arası) yöresi Türklere
verilecekti. Fakat Romanos Diogenes’in yenilgisi üzerine
Bizans tahtını ele geçiren yeni imparatorun onu Sivas
dolaylarında yakalatıp gözüne mil çektirmesiyle bu
anlaşma da çiğnenmiş oldu.

“Malazgirt Zaferi Türk ve dünya tarihinin
dönüm noktalarından birisini oluşturan önemli bir
olaydır. …Türkler bu kez bir istila ve yağma amacıyla
değil, artık fethettikleri bölge ve yörelerde yerleşmeye
başlamışlardır. Bu zaferden sonra Anadolu’da çeşitli
Türk devletleri kurulmuş ve bu devletler Anadolu’nun bir
Türk yurdu haline gelmesinde önemli tarihi rollerini
oynamışlardır.”(16)

Malazgirt Zaferi’nden 16 yıl sonra 1087 yılında Urfa,
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın
komutanlarından Emir Bozan tarafından alındı. Melikşah, Emir
Bozan’ı Urfa’ya vali olarak tayin etti. Böylece
Türklerin ilk olarak Urfa’ya girmeleri 1087 yılında
gerçekleşti (17) “Urfa Selçuklu döneminde
yeniden eski uygarlığına kavuştu, hanlar, mescitler, medreseler
açıldı, Ünlü Türk filozofu Farabi’nin ders
gördüğü Harran (Okulu) Üniversitesi bu devirde daha
da genişletildi.”(18)

Büyük Selçuklu hakimiyetinden sonra Urfa, Ermeni
Thoros, Urfa Haçlı Kontluğu, Musul Atabeyleri (Zengiler),
Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Artuklular, İlhanlılar,
Memlüklüler, Timur, Döğer aşireti dönemi,
Akkoyunlular, Karakoyunlular, Memlüklüler, Dulkadıroğulları
ve Safeviler’in hakimiyetinde kaldı.

1517 yılında Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı idaresine
geçti. 406 sene Osmanlı hakimiyetinde kalan Urfa 1923 yılında
Türkiye Cumhuriyetinin bir vilayeti oldu.

Halife Hz.Ömer döneminde (639) Urfanın fethi ile
günümüzden yaklaşık 1400 sene önce İslam Urfa ve
havalisine gelmiş, islami kültür Emeviler ve Abbasiler
döneminde zirve dönemini yaşamıştır. Büyük
Selçuklu (1087) Zengiler, Artuklular, İlhanlılar,
Memlüklüler, Dögerler, Akkoyunlular, Karakoyunlular,
Dulkadıroğulları, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
olmak üzere, yaklaşık 900 senedir Urfa’ya Türk-İslam
kültürü hakim olmuştur.

“İl gider töre kalır” sözünde olduğu gibi
toprak değişse bile kültür, bir milletin varlığıyla birlikte
devam eder. Urfa’ya gelen Müslüman Türkler,
merhamet, iyilik, yardımseverlik, müsamaha,
dürüstlük, kardeşlik, ahlak değerleri, insan hak ve
hürriyetleri, ırk mezhep ve millete bağlı ve çeşitli
dinlere inanan insanlar arasında ayırım yapmama gibi insanlığın temel
vasıflarıyla, Şeyh Edebali, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşi,
Ahmet Yesevi gibi mutasavvufların düşünce sistemleriyle,
velileriyle, ermişleriyle, şeyhleriyle, tarikatlarıyla, vakıflar, aş
evleri, düşkünler evi, ahi teşkilatı gibi sosyal ve
kültürel müesseseleriyle, camiler, medreseler,
çeşmeler, imaretler, hamamlar, kütüphaneler,
hastaneler gibi yapılarıyla, gelenek ve görenekleriyle,
folkloruyla, müziğiyle, edebiyatıyla, sanatıyla özetle
bütün kültür değerleriyle 900 senedir
Anadolu’nun her köşesine olduğu gibi Urfa’ya da
Türk ve islam’ın damgasını vurmuşlardır. Türklerden
önce bu bölgede bulunan insanlar da zaman içinde
Türk-İslam kültürü yoğrulmuştur.

Rivayetlere göre “Hz. Adem (a.s)’ın
çiftçilik yaptığı, Hz.Nuh (a.s.)’ın gemisinin
karaya vurduğu dağın (Cudi) bu bölgede olması, Hz.İbrahim
(a.s.)’in doğduğu ve ateşe atıldığı yeri işaret eden makamların
varlığı, Hz.Lût (a.s), Hz. İshak (as), Hz.Ya’kup (a.s), Hz.
Yusuf (a.s), Hz.Eyyub (a.s), Hz.Elyesa (a.s.), Hz.Şu’ayb (a.s),
Hz.Musa (a.s.) ve Hz.İsa (a.s)’nın bu bölgelerde yaşaması ve
Şanlıurfa ile olan bağları, yöredeki ilgili makamları, bu tarihi
şehrin “Peygamberler Şehri” adıyla anılmasını
sağlamıştır.”(19) İşte bu nedenlerle Şanlıurfa yüzyıllar
boyu dini merkez konumunda olmuştur. İslamiyet’in bölgedeki
hakimiyeti ile Urfa halkı İslam dinine bağlı bir hayat
sürdürmüştür. Evliya Çelebi ünlü
seyahatnamesinde (1640) Urfa ve Urfalılardan bahsederken “Tanrı
bu şehir halkına Hz. Halil İbrahim bereketi vermiştir. Burası gayet
bereketli ve bolluk olan bir yerdir. İnsanları Halil İbrahim gibi
sevimli, Müslüman, takva sahibi adamlardır” der.

Urfalıların dini sohbet yaptıkları, dini kitaplar okudukları,
peygamberlerle ilgili kıssalar dinledikleri ortamlardan biri de sıra
geceleridir. Gerçekten de Urfalı, birçok dini bilgisini
sıra gecelerinde öğrenir, kafasına takılan soruları sorar, samimi
bir oram içinde cevaplarını alarak bu konudaki eksikliğini
tamamlar. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde İslami yaşantı
ile sıra gecelerinin bağlantısını görmekteyiz. Bu noktadan
baktığımızda sıra gecesi geleneğinin tarihin derinliklerinden geldiğini
görebilmekteyiz.

Tarih boyunca Urfa, Harran’la birlikte kültür ve
medeniyetin beşiği olmuştur. Dini konular yanında, felsefe, tıp,
matematik, astronomi ve müzik konusunda önemli sayıda ilim
adamı yetişmiş, bu ilim adamlarının yazdığı eserler
günümüze kadar gelmiştir. Din bilgini İbni Teymiyye,
din, astronomi ve matematik bilgini El Bettani, mimar Abdülkadir
bin El Selametel Ruhavi bunlardan birkaçıdır.

Dini ve diğer bilimlerde akademik düzeydeki çalışmalar,
ayrıca Urfa ve Harran’ın ipek yolu üzerinde bulunması
nedenleriyle, Urfa doğu ve batı arasında kültür ve sanat
alışverişinde önemli bir köprü olmuştur, ileri fikir
hamlelerine önayak olmuştur.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm

Tarih süreci içinde edebiyat, Urfa
kültürü içinde ayrı bir ehemmiyete sahip
olmuştur. Urfalı Nabi,(20) XVII yy. Divan edebiyatının en önemli
şairidir. Özlü söyler, nüktedandır “Nabi gibi
söyler” sözü günümüzde dahi
kullanılmaktadır. Musikişinastır, besteler yapmıştır.

Urfa tarih boyunca edebiyata ve şiire önem vermiş XVIII ve XIX.
Yüzyılda Hikmet, Şevket, Abdi gibi yüzlerce Divan edebiyatı
şairi yetişmiştir. Şairlerin yetişmesinin en önemli etkeni
Urfalının kültür birikimi, şiire ve şaire değer vermesi
olarak özetlenebilir. “Marifet iltifata tabidir”
sözünde olduğu gibi yazılan şiirlerin çevre ile
buluştuğu, iltifata mahzar olduğu ilk ortam, Sıra geceleridir. Şiirin
beğenildiğini gören şair daha büyük bir hevesle
edebiyata sarılmaktadır. Böylece sıra geceleri Urfa’da
şiirin ve diğer edebiyat kollarının da gelişmesine katkıda bulunmuş
olmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de yapılan sıra
gecelerinde divan edebiyatının en güzel gazel örnekleri
gazelhanlar tarafından okunmaktadır.

Urfa halkı misafirperverdir. Urfalıların misafirlerini ağırladıkları
ortamlardan en önemlisi sıra geceleridir. Yabancı misafirler
Urfa’ya geldiklerinde yakın ilgi görürler. Urfalı
“kerıp”(21) dediği yabancıları sofrasında ağırlamaktan zevk
duyar. Bu husus yüzyıllar öncesinden gelen bir gelenektir.
Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Urfa halkından bahsederken
“içinde oturan halkının iyi huylu, hünerli
kişiler” olduğunu anlatır. Hele halkının son derece yabancı dostu
ve gönül alıcı, son derece konuksever kimseler olarak, gece
ve gündüz sofralarında konuksuz yemek yemediklerinden
sitayişle söz eder. Gerçekten de doğuştan her Urfalının
yüreği insan sevgisi ile dopdolu bir garip dosttur.”
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:28 pm

Şanlıurfa Mezar Taşlarından Mesajlar
ŞANLIURFA BEDİÜZZAMAN MEZARLIĞINDAKİ MEZAR TAŞLARINDAN
MESAJLAR Bekir UTAN Araştırmacı Büyük şair Necip Fazıl
Kısakürek bir dörtlüğünde şöyle
söylüyor. Tahtadan yapılmış bir uzun kutu: Baş tarafı geniş,
ayak ucu dar. Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu, Yarın kendileri
dolduracaklar. Ne kadar yaşarsak yaşayalım nihayetimiz ölüm.
Belki bugün, belki yarın, belki başka bir gün biz de o boş
tabutu dolduranlardan olabiliriz. Çünkü ölüm
herkesin başına gelecektir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı
Kerim’in ifadesiyle “Her canlı ölümü
tadacaktır.” (Ali İmran Sûresi, Ayet: 185) Şu veya bu
sebepten, zamanı ve saati gelince herkes bu şerbeti içecektir.
Aslında şu veya bu sebepler bir bahanedir. Asıl olan ölüm
gerçeğidir. Onun için atalarımız “ölüm
geldi cihane, baş ağrısı bahane” sözünü boş yere
söylememişlerdir. Cahit Sıtkı Tarancı da 35 Yaş Şiiri’nde
ölümün hakikat olduğunu şu veciz satırlarla ne
güzel dile getiriyor. Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanmadın olacak Kim bilir, nerde, nasıl, kaç yaşında Bir
namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında Evet
ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Yine Kur’an-ı
Kerim’in Nisa Sûresi 78. ayetinde şöyle buyurulur:
“Nerede olursanız olunuz, sağlam kaleler içerisinde bile
bulunsanız ölüm size yetişir, yakalar.” Bu dünyada
son durak dediğimiz mezarlar ölümün insana her şeyden
daha yakın olduğunu ve buralardan ibret alınması gerektiğini
haykırmaktadır. Mezarlar; anne, baba, evlat, kardeş, akraba, dost vs.
nice değerlerimizi bağrına emanet ettiğimiz önemli
mekânlardır. Bu sebeple ecdadımızın geçmişini,
hatıralarını, çile ve tecrübe dolu yaşantılarını ancak
buralarda görmek mümkündür. Bu çalışmamızda
üç ayrı tarihte yaklaşık 10 saat adım adım gezerek
Şanlıurfa Bediüzzaman Aile Mezarlığında bugünkü yazı ile
yazılı ilginç mezar taşları yazılarını bir araya getirdim.
Amacımız mezar taşlarının bir çoğunda okuyanın boğazlarını
düğümleyen, ölenin yakınlarının minnet ve şükran
duygularını ifade eden, insanın gönül telini sızlatan bu
cümleleri herkes okusun, ibret alsın ve o merhum ve merhumelere
rahmet okusun. Şanlıurfa’daki mezar taşlarında genellikle mezarda
bulunan kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri, dua
istekleri, şiirler, beyitler, maniler, vecizeler, özdeyişler
çok yaygındır. Ayrıca mezardakinin ölüm nedeni,
yaşadığı hayatın mutsuzluğu, doktorların yada bir kazanın kurbanı
olduğunu ifade eden mezar taşlarına da rastlamaktayız. Ey
Allah’ım, ömrümüzün en hayırlı zamanını, son
dakikasını ve en güzel işini, işlerimizin en sonuncusu kıl..
Günlerimizin en mübareğini de sana kavuşacağımız gün
eyle.. Ya Erhamürrahimin. Terk eyledim malı mülkü
devleti Aklı olan benden alsın ibreti Kabrimi edin ziyaret ey
ihvanlarım Okuyun fatiha ile “Kulhûvallahü
ahed”i. Molla Müslümoğlu Hoca Hac Mustafa Okuyan D.
1897-Ö.24.8.1974 Gözüm şişti ağlamaktan Suyum kesildi
damaktan Öyle bir düğün alayı Tabudum geçti
sokaktan. Meryem Hasret Torunu Kadri Hasret D. 1992-Ö.1995
Ölmek kaderde var Yaşayıp köhnemek hazin Buna bir çare
yok mudur Yarabbulalemin. Birecikli Hacı Cafer oğlu Mehmet Kâzım
Kendirci D.1911-Ö.21.2.1984 Cüssemi gömdüler
Bediüzzaman’a meğer Hayırlı imiş bu ölüm bana
Sakın ağlamayın hacı yoldaşlar Mevla rahmetini bol eyle bana. İsmail
Kızı Ali Karısı Hac Feride Çağlar D.1303-Ö.5.2.1969 Duman
sardı etrafımı yolumu Felek kırdı kanadımı kolumu Anneme selam edin
beklemesin yolumu. Mehmet oğlu Ahmet Aslan Ö.1.7.1977 Ey yolcu
dün ayağımın altında olan çimenler Bugün üzerimde
biter Bu toprak günahtan başka her şeyi örter. Kuyumcu Mahmut
oğlu Demirci H. Bahaddin Akkoç D.30.8.1951-Ö.18.8.1995 Bir
gün bir derviş gibi, Çıkıp gelsem eğer Görürsem
bir daha, Gönül gözüyle seni Anla bir
rüzgâr gibi, Yüreğimden geçeni Ve sonra anam
gibi, Sar beni şehir. Tbp. Kd. Üstğ. Hatip Hacıbeyoğlu
D.1959-Ö.11.10.1991 Ne zaman bitecek sonu bilinmez İçe akan
yaşlar asla silinmez. Mustafa oğlu Sadettin Güçlü
D.22.5.1932-Ö.24.1.1997 Feryat Uçtun bir melek gibi uhrevi
aleme Geride bir feryat ah ü zar kaldı Çileliydin dertlerin
gelmiyor kaleme Eserlerin bizlere yâdigâr kaldı. Derviş
kızı Mehmet eşi Behye Basmacı D.1912-Ö.24.2.1978 Mezarımı derin
edin Su serpin serin edin Ben bu dünyadan bir mıraz almadım
Ahretimi mamur edin. H. Bekir oğlu Abdulkadir Aktürk
D.1953-Ö.29.8.1979 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş oldum Bir
saksı çiçek idim Gamdan elemden soldum Her gün
çoğaldı sancım Ağladı oğlum bacım Şimdi dinmiştir acım Fatihana
muhtacım. İsmail Malkoç oğlu Emlak Kredi Bankası Şefi M. Ali
Malkoç D.1927-Ö.13.6.1970 Dinle beni hey kardeşim Deme
henüz nedir yaşım Genç gitti çok arkadaşım Unutma ki
ölüm vardır. Mehmet oğlu Ekrem Güneş
D.1.1.1963-Ö.15.8.1997 Hayatta hiç gülmedim Sevgi
nedir bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir
gün görmedim. Devliyan Mahmut oğlu Halil Aykan
D.1.9.1948-Ö.1.5.1966 Bulanlar Hakk’ı buldu Buldular can
içinde Kalanlar yolda kaldı Kaldılar zan içinde. Mahmut
Emin oğlu Mehmet Ali İzol D.1952-Ö.1977 Gönül seni
bulmuş ise Başkasını anar mı hiç Ateşine yanmış ise Başka nara
yanar mı hiç. Mustafa oğlu Serdar Atlıhan D.1977-Ö.1994 Bu
dünya bir gam-hanedir Gam çeken deli divanadır
Bütün dünya senin olsa Sonu verandır. Hâkim Yusuf
Ziya oğlu İsmail Hakkı Karasu D.1924-Ö.17.8.1976 Dost istersen
Allah yeter İbret istersen ölüm yeter. Yasin kızı Saide
Kılıç D.1991-Ö.19.5.1995 Bu dünya bir çark-ı
felektir daim döner İnsanoğlu bir fenerdir akıbet bir gün
söner. Halil oğlu Osman Kayıkçı Ö.14.10.1966
Çeşm-i ibretle nazar kıl Bu dünya bir misafirhanedir Bir
mukim adem bulunmaz Ne acep kâşânedir Dünyaya mağrur
olan Mecnun değil ya nedir. Mehmet oğlu Şoför Abdulvahap
Gürbüz D.1932-Ö.12.3.1973 Hayatta hiç
gülmedim Sevgi nedir bilmedim Yıllarca çile çektim
Güzel bir gün görmedim. İsmail kızı Hatice Mızrak
D.1917-Ö.6.3.1996 Ey medet şimdiden gör alemde rahat kalmadı
Bozulup gitti cihan sahib-i adalet kalmadı Fitne doldu cihan artık
selamet kalmadı. H. Bedir oğlu H. Mustafa Çağlayan
D.1899-Ö.2.2.1975 Güvenme evlat ile paraya Zulmetme kuvvet
ile biçareye Bir gün gelirsin tabut ile mezara Unutma ahret
ile mizanı. Bekir oğlu İsa Yumuşakdaş D.1328-Ö.1953 Neyleyim
köşkü Neyleyim sarayı İçinde gezenim Olmazsa dostlar
Buna ne fayda. Hac Mahmut Balıkan D.1927-Ö.3.2.1993 Ölüm
güzel şey budur perde ardından haber Hiç güzel
olmasaydı ölür müydü peygamber. İsmail oğlu Halil
Aslan D.26.6.1982-Ö.1.10.1998 Sarmadım nazlı yavrularım sizi
doyunca Mevlam ayırdı bizi ömür boyunca. Cuma kızı Zehra
Toprak D.1.1.1958-Ö.7.7.1995 Mal sahibi mülk sahibi Hani
bunun ilk sahibi Mal da yalan mülk de yalan Al biraz da sen
oyalan. H. Ahmet oğlu H. Şakir Kaldı D.1.7.1932-Ö.3.1.1998 Şu
yalan dünyada yüzüm gülmedi Siroz olduğumu kimse
bilmedi Hastanede can verirken Başucumda kimsem olmadı Kılın namazımı
sevenlerimle Koyun mezarıma kederlerimle Ayrıldım dünyadan
elemlerimle Mahbuba kavuştum inan be oğul. Şark Bülbülü
Ses Sanatçısı Mehmet oğlu Seyfettin Sucu D.1942-Ö.20.7.1987
Altından ağacın olsa gümüşten yaprak Akıbet
gözünü doyurur bir avuç toprak. Manifaturacı Hacı
Bedir Ertürk Ö.11.12.1972 Yollar uzak gelemedim Muradıma
eremedim Tutunacak dalım sendin Kıymetini bilemedim. Halil Kutluoğlu
D.1940-Ö.2.7.1984 Hayatta hiç gülmedim Sevgi nedir
bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir gün
görmedim. Cuma oğlu Ali Işıklar D.1927-Ö.1984 Kibirlenme
öleceksin Dar kabire gireceksin Hakk’a cevap vereceksin
Dilin dönmez kalır bir gün. Mehmet Çelebinin kızı
Halilrahman Şıhı H. Müslüm Ailesi Şefika Eren
D.1331-Ö.20.4.1984 Kurbanam her gelene Zülfünden ter
gelene Mezarımı yüce yapın Nazlı yavrularım gele gölgelene.
Halil oğlu Mevlüthan Hacı Bakır Yurtsever D.1327-Ö.9.7.1985
Allah’ım eli boş yüzü kara huzuruna geldim Beni
amelimle değil mağfiretinle yargıla. Şükrü oğlu Recai Coşkun
Ö.25.2.1983 Dost istersen Allah yeter Yaran istersen Kur’an
yeter Mal istersen kanaat yeter Düşman istersen nefis yeter
Nasihat istersen ölüm yeter. İmam eşi Behiye Safi
D.1938-Ö.18.3.1993 Neydi geldi başıma Doymadım genç yaşıma
Çektiğim çileyi Yazın mezar taşıma. Halil kızı Emine
Yüzübeyaz D.1966-Ö.22.1.1995 Bir ömür yaşadım
Allah yolunda Son nefesimi verdim kardaş kolunda Kör ocak olmak
çok acı ama Bin evlat feda olsun Rabb’ın yolunda. Halil
oğlu Hacı Mehmet Bilgiç D.1335-Ö.15.12.1995 Benim
için göz yaşı döküp ağlamayın Kaderim
böyleymiş kimseyi suçlamayın Beni mezarda değil
gönlünüzde arayın. Ali oğlu İnş. Yük.
Mühendisi Muzaffer Uluğ D.16.5.1961-Ö.1.10.1991 Kader ne ise
olur etme merak Nefse uyma takdiri ilahiye bırak Altından ağacın olsa
zümrütten yaprak Akıbet gözlerini doyurur bir
avuç toprak. Nebi oğlu Mehmet Danacı D.1.1.1933-Ö.21.9.1970
Çeşm-i ibretle nazar kıl dünya misafirhanedir Güvenme
mala evlada akıbet yerin toprak değil ya nedir? Abdussemet oğlu H.
Bedih Nazar D.1330-Ö.23.10.1984 Bir gün olur evin barkın
bozulur Bir yol kenarında kabrin kazılır Kabir taşına da fakir yazılır
Sen ölsen de adın ölmez ey fakir. Ahmet oğlu Abdulkadir
Kaplama D.1928-Ö.25.1.1984 Sen istersen boynuna ip Dilersen
cevherli kordon tak Bu dünyada nasibin En nihayet bir avuç
toprak. Taşan Köyü Mersavi Eşrafından Nabi Alço oğlu
Ali Nebey D.1926-Ö.20.6.1986 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş
oldum Her gün çoğaldı sancım Ağlad_ oğlum bacım Şimdi
dinmiştir acım Fatihanıza muhtacım. Hanife kızı Aşhan Koyuncu
D.1.1.1932-Ö.17.12.1984 Biz dünyadan gider olduk Kalanlara
selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun.
Şeyhmüslüm oğlu Mahmut Dörtkardeş
D.10.10.1974-Ö.28.11.1997 Allah bir Resul hak Neyine
güvenirsin olursun nahak Aklını başına topla Aç
gözünü bir bana bak. Abdurrahman oğlu Mustafa
Küçükköse D.1925-Ö.3.7.1991 Al eline kalemi
yaz başıma geleni Acep nere gömerler Trabzon’da öleni
Bin ümitle doğdum çilelerle yoğruldum Kaymakam olacakken
ahirete vali oldum. Mustafa oğlu İ. Halil Yaşar D.1972-Ö.29.3.1993
Bir iki gün feleğin bezmine mihman oldum Kendimi baki sanıp
gül gibi genda oldum Akibet zehri sunup içimi çarğ
etti felek Daha nevreste iken hâk ile yeksân oldum. Seyyid
Mustafa oğlu Seyyid H. Eyyüp Okumuş D.1923-Ö.3.10.1990 Yaram
sızlar Ok değmiş yaram sızlar Yaralının halinden Ne bilsin yarasızlar.
Abdulkadir oğlu Mehmet Açıkyıldız Ö.10.4.1980
Çağırın anam gelsin Derdime yananım gelsin Üzden yananı
nedem Ciğerden yananım gelsin. Abuzer kızı Zahide Tatar
Ö.13.5.1983 Cefalı geçti hep vakti zaman Hekimler bulamadı
derdime derman Bilemediler ki ahiret gerçek dünya yalan.
Ş.Müslüm kızı Zeynep Almas D.1933-Ö.6.10.1991 Ey insan
düşün sen Ahirette seni kurtaracak Bir eserin olmadığı
takdirde, Fani dünyada da bıraktığın Eserlere de kıymet verme.
Müslüm oğlu H. Mehmet Yıldız D.1320-Ö.10.1.1983 Sormayın
yaramı çok derinlerde Kalbim kanıyor doktorlar nerde Koparma
gülümü kurur ellerde Hayatta gülmedim ne gelir
elden. Halil Hatabın kızı Süleyman eşi Fatma Tekin
D.1945-Ö.27.9.1990 Çöz de yükümün
kördüğüm olmuş bağını Bana çok görme ilahi
bir avuç toprağını. Ali oğlu H. Şükrü Dedecan D. 1931
Ö. 1.8.1991 Yok idim var oldum Garip bir yar oldum Bir müddet
berhurdar Sonra tar-ü mar oldum. H. Hüseyin Avnikaya
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:30 pm

Aşık Sefai (Mehmet Acet)
[b][b]1954 Yılında Şanlıurfa’ya Bağlı Kısas Köyünde
doğdu. İlkokulu Kısas’ta bitirdi. Doğduğu yer olan Kısas
Aşıkların harmanı olduğu için birçok ustayı dinledi
onlardan istifade etti. Bağlama çalmasını öğrendi.
Hacıbektaş’ya yapılan birçok törene katıldı.
Hacıbektaş’ta kendisine “Sefai” mahlası verildi.
Gerek yurt içi gerekse yurtdışında yapılan birçok
konserlere katılarak deyişler okudu. Birçok televizyon ve radyo
programlarına katıldı. İki kaset çıkardı. Hoşgörü yılı
münasebetiyle yazdığı şiir 1995 yılında Türkiye birincisi
oldu. Derlediği deyişler TRT repertuarına alındı. Kısas’ta ikamet
etmekte olan Aşık Sefai, Alevilik felsefesini ve aşıklık geleneğini iyi
bilen usta aşıklardandır. Kültür Bakanlığı Şanlıurfa
Türk Halk Müziği Korsunda Ses Sanatçısı olarak
görev yapmaktadır.
[/b][/b]
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:31 pm

Aşik Celalî (veli Göncü)
1931 yılında Şanlıurfa’nın Kısas Köyünde doğdu.
Babası Hululer (şirinler)’den Ahmet, annesi Sofu
Ahmetler’den Anzelha’dır. Yirmi yaşına kadar köyde
kaldı, çiftçilik ve çobanlık yaptı. Kısas’ta
İlk okula gitti fakat ilkokulu bitiremedi. Gençlik dönemim
zor şartlarda köyde tarım işlerinde çalışarak geçti.
1950 yılında Haydar kızı Hatice ile evlendi 7 çocuğu oldu. Esas
Mesleği şoförlüktür. Uzun yılar şoförlüğü
yaptı ve emekli oldu. Halen Kısas’ta ikamet etmektedir.
Asıl adı Veli Göncü’dür. Fakat şiirlerinde
“Celalî” mahlasını kullanmaktadır. Aşık Celalî
çocukluğundan itibaren müziğe meraklıdır. Çocukluk
döneminde kısaslı usta aşıkları toplantılarında bulundu. Onlardan
istifade etti. Gençlik döneminde Urfa’ya gelip
müzik meclislerine katılmaya başladı. ustalarından birçok
makam ve cümbüş, bağlama ve darbuka çalmasını
öğrendi.
Aşık Celalî çocukluk ve gençlik dönemlerinde
köy odalarında usta aşıkların şiirlerini ve halk hikayelerini
dinleyerek büyümüştür. Kendisi de bu güne
kadar 1500 civarında şiir yazmıştır.
Şiirleri çeşitli kitap ve gazetelerde yayınlanmıştır.
Aşık Celalî, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan, Aşık Kerem,
Emrah, Aşık Veysel’in deyişlerinden çok etkilenmiştir, bu
nedenle şiirlerinde onların izleri bariz olarak görülür.

Şiirlerinden bir örnek:
EĞİL DAĞLAR

Eğil dağlar eğil, yar gelir yolda
Kaldır perdeleri, düşmeye dalda
Şeker şerbet ezin, yanında bal da
Doldur ab-ı kevser içmeye gelsin
Çoktan beri görmez oldum yüzünü
Hatırımdan çıkaramam sözünü
Nazlım mesken etmiş yayla düzünü
Yaptıram yoları, geçmeye gelsin
Miski anber açmış, çiçek de sarı
Bu ateş çürüttü, olmuşum zarı
Yâr gelirse, erir dağların karı
Gül reyhan ekmiştim biçmeye gelsin
Vallahi ömrümde sürmedim devran
Uykuya dalmıştım, tez geçti kervan
Celalî derdine, kim olur derman
Baş vermiş yaralar, deşmeye gelsin
Aşık Celalî (Veli Göncü)
-------------------------------
Abı Kevser: Kevser adlı cennet ırmağının suyu
Miski amber:amber balığından çıkarılan güzel kokulu madde
Reyhan: (fesleğen) Yaprakları güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir süs bitkisi,
Devran: Dünya, zaman, çağ, kader, talih
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz