Mısır Memlûk Devleti
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet.
Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdar ve emirlerin muhafız
birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla
hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir.
Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa
memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur. Abbasî
ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine
ulaştı. Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere
başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de
önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler
döneminde fevkalade arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki
kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından
Kahire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada
Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında
olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i
Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat
Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahire’de,
Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim
görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar, daha çok,
Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i
Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu
halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî
Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının
zayıf bir anını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah,
Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü. Yerine
eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve
Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi. Bir kaç ay
sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona
devretti.
Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek,
Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği
ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol
tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu
sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları
liderlerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu.
Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun
üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriye’ye kaçtı.
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına
başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi
Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr
tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü.
Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki sene
kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi
Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan
Nureddin’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine
itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı
konulabileceğini söyledi.
Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin
öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük
tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından
karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a
saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan
indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi. Süratle ilerleyen Moğol
orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli
eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak
üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle
hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı
karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan
Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan
Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil
olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini
büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm
âlemi için büyük felaket olurdu. Zafer sonunda, Şam’a gelen Sultan
Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti
altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam
ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü
birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini
vermediği için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan Kutuz’un yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî
Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele
geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta
çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit
ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan
çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de,
Kahire’de, halife ilan etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî
Müslümanların takdirini kazandı.
Memlûkların, başşehirleri Kahire’de halifelere yer verip, hürmet
etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı.
1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi
alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu
gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan)
zaptedildi. 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars,
Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini
yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını eda etti. 1270
ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan
Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku
bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274
senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zaptetti. Sultan
Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım
Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da
İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden
fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir
rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi.
Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin
şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu
işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars,
dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü.
Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı.
Baybars’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti. Ancak,
takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile
arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile
tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş
geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük
yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine
saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına
sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın
muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını
ilan etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının
karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna
koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını takip etti.
1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi
bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu
yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış
anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım
alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete
geçti. Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı
Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287
senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, güçlü
bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi.
1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman
topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine,
Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kahire’den ayrılmak üzereyken,
1290 senesinde vefat etti.
Kalavun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta
geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede
bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı planı
tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile
Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın
düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti.
Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi.
Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası
zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine,
vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği
yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn
Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç
karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı. 1310’da
üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden
bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu
gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan
Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı,
hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve
gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine
yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed,
bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye
bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed,
1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in
oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye
girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar
devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve
torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden,
ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle,
sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve
Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için,
toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan
Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti.
Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek
kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 senesinde tahttan indirip,
Bahrî Memlûkları devrine son verdi.
Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci
kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan,
1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve
kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk
karakterini korudu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan
Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti.
Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden
Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da
eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü.
Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin
Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet
sağlandı. Birçok tesisler inşa edildi. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine
oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat
Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü.
Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi
Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük
ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve
istikrarı temin etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların faydasına
tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde,
Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve
kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi
ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay,
Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti.
1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak,
idareyi ele geçirdi.
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet.
Memlûk, Arapça’da “köle” demektir. Hükümdar ve emirlerin muhafız
birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla
hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir.
Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa
memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur. Abbasî
ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine
ulaştı. Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere
başarıyla karşı koydular. Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de
önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler
döneminde fevkalade arttı. Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki
kışla tesis edildi. Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından
Kahire’de, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu. Burada
Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında
olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i
Türkiye” adı ile anılırlardı. İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat
Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahire’de,
Kal’atü’l-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu. Burada eğitim
görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı. Bunlar, daha çok,
Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i
Çerâkise” diye de anıldılar. Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu
halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir.
Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî
Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının
zayıf bir anını kollamaya başladılar. Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah,
Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü. Yerine
eski sultan Melik Necmeddîn Sâlih’in dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve
Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi. Bir kaç ay
sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybek’le evlenip sultanlığı ona
devretti.
Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek,
Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği
ile tanınmaktaydı. Aybek’in tahta çıktığı sırada, Irak’ta, Moğol
tehlikesi baş gösterdi. Halîfe, Aybek’ten yardım istedi. Ancak bu
sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü. Bilhassa Bahrî Memlûkları
liderlerinden Aktay’ın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybek’i korkuttu.
Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktay’ı öldürttü. Bunun
üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriye’ye kaçtı.
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına
başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi
Bedreddin Lü’lü’ün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr
tarafından öldürtüldü. Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü.
Tahta geçen Aybek’in oğlu Sultan Nureddin Ali’nin saltanatı, iki sene
kadar sürdü. Moğolların, Suriye’ye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi
Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan
Nureddin’in güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine
itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı
konulabileceğini söyledi.
Bu sırada Bağdat’ın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin
öldürüldüğü haberi geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu büyük
tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından
karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuz’a
saltanat teklif ettiler. Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan
indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi. Süratle ilerleyen Moğol
orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli
eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar.
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak
üzere Suriye’ye gitti. 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle
hazret-i Davud’un, Câlût’u yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı
karşıya geldi. Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan
Kutuz’un dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar. Kaçan
Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil
olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi. Zafer, İslâm âlemini
büyük bir sevince boğdu. Çünkü, Moğolların Mısır’a hakimiyetleri, İslâm
âlemi için büyük felaket olurdu. Zafer sonunda, Şam’a gelen Sultan
Kutuz, Habeşistan’dan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti
altına aldı. Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam
ettirdi. Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü
birliklerine kumanda eden Baybars’a, vaad ettiği Halep umumî valiliğini
vermediği için, onun tarafından öldürüldü.
Sultan Kutuz’un yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybars’ın, Eyyubî
Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele
geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu. Sultan Baybars, tahta
çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit
ediyorlardı. Baybars, 1258’de Hülâgu’nun, Abbasîleri Bağdat’tan
çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasır’ı 1261’de,
Kahire’de, halife ilan etti. Bu davranışı ile, bütün Sünnî
Müslümanların takdirini kazandı.
Memlûkların, başşehirleri Kahire’de halifelere yer verip, hürmet
etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı.
1265’te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi
alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu
gönderdi. Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan)
zaptedildi. 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars,
Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakya’yı alarak, prensliklerini
yıktı. Bir yıl sonra da Hicaz’a giderek hac farîzasını eda etti. 1270
ve 1271’de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan
Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu. Bir yıl sonra vuku
bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274
senesinde Anadolu’ya girdi ve Sis’i ikinci defa zaptetti. Sultan
Baybars, Anadolu’yu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım
Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277’de harekete geçti. Elbistan’da
İlhanlı ordusunu bozup, Kayseri’ye girdi. Ancak, idare merkezinden
fazla uzaklaştığı için Şam’a döndü. Haziran 1277’de, kısa bir
rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti. Şam’a defnedildi.
Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısır’a taşınmasına kesin
şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu
işgaline son verdi. Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars,
dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü.
Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı.
Baybars’ın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti. Ancak,
takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile
arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile
tahttan çekildi (1279). Yerine Baybars’ın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş
geçti. Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu. Yeni sultanın küçük
yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine
saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu. Sülemiş ve Kalavun adına
sikke kesildi ve hutbe okundu. Aynı senenin Kasım ayında ümeranın
muvafakatini de alan Kalavun, Sülemiş’i tahttan indirerek, sultanlığını
ilan etti.
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının
karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı. İç meselelerini yoluna
koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybars’ın politikasını takip etti.
1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki seferi
bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu. Bu
yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış
anlaşması yaptı. İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupa’dan yardım
alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete
geçti. Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı
Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiye’ye gönderdi ve 1287
senesi Nisan ayında, şehir fethedildi. 1289 senesinde Kalavun, güçlü
bir ordu ile Trablus’u kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi.
1290 senesinde Akka’ya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman
topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler. Bunun üzerine,
Kalavun büyük bir ordu hazırladı. Fakat Kahire’den ayrılmak üzereyken,
1290 senesinde vefat etti.
Kalavun’un vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti. Halil, tahta
geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede
bastırdı. Babasının, Akka’yı Haçlılardan almak için hazırladığı planı
tatbike girişti. Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile
Akka’yı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi. Akka’nın
düşmesinden sonra, Suriye’deki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti.
Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi.
Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası
zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı. Bunun üzerine,
vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halil’i bir av sırasında, işbirliği
yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü.
Sultan Halil’in öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn
Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç
karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı. 1310’da
üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden
bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı. Eskiden olduğu
gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi. Sultan
Muhammed’in üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı,
hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve
gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine
yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir. Sultan Nâsıreddîn Muhammed,
bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye
bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır. Nâsıreddîn Muhammed,
1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammed’in
oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye
girdi. Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar
devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddîn’in oğlu ve
torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır. Bu yüzden,
ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle,
sık sık değiştirildi. On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve
Mısır’da, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için,
toprağı işleyecek kimse kalmadı. Kudretli bir şahsiyet olan Sultan
Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti.
Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek
kuvvetlenince, Sultan Selâhaddin’i 1382 senesinde tahttan indirip,
Bahrî Memlûkları devrine son verdi.
Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci
kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder. Çerkez asıllı olan bu hanedan,
1382’den 1517’ye kadar, Mısır’a hakim oldu. Ancak bu sultanlar, dil ve
kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk
karakterini korudu. Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan
Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti.
Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden
Hıristiyanlar, harekete geçtiler. Buna, Suriye’deki iç karışıklıklar da
eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü.
Halîfe-el-Musta’nin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin
Şeyh, Memlûk tahtına çıktı. Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet
sağlandı. Birçok tesisler inşa edildi. Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine
oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi. Fakat
Tatar’ın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü.
Tatar’ın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi
Barsbay tarafından tahttan indirildi. Memlûk sultanlığı tarihinde büyük
ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve
istikrarı temin etti. Suriye ve Mısır’da, Müslümanların faydasına
tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı. 1425 senesinde,
Kıbrıs’a gönderdiği donanma ile Kral Vanas’ı yenerek esir aldı ve
kefaletle serbest bıraktı. Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi
ödedi. Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı. Barsbay,
Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti.
1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak,
idareyi ele geçirdi.