Şanlıurfa Kültür Tarihine Kısa Bir Bakış
1992 yılında Balıklıgöl yakınında bulunan ve
“Balıklıgöl Heykeli” olarak adlandırılan heykelin
13.500 yıllık olduğu ve dünyanın en eski heykeli olduğu
anlaşılmıştır.
****** Barajı göl alanı altında kalan
Nevali Çoli ve Şanlıurfa’nın Göbeklitepe
bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, 11.500 yıl öncesine
ait taş kabartmaların ve heykellerin dünyanın en eski plastik
sanat eserleri olduğu kabul edilmektedir. (1)
13.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Urfa,
birçok milletlerin hakimiyetinde kalmış, birçok
medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunun tabii bir sonucu olarak da
köklü bir kültür yapısı oluşmuştur. Bu kadar uzun
bir tarih içinde oluşan Urfa kültür yapısını
incelemek, elbetteki başlı başına ayrı bir çalışma konusudur.
Biz, bir fikir vermesi bakımından Urfa kültür tarihini
özetlemeye çalışacağız.
Kültür; “gelenek halindeki her türlü yaşayış,
fikir ve sanat varlıklarının toplamı”dır(2). Bir başka ifade ile
kültür, “bir milletin kimliğidir”, halk arasında
doğar, yüzyıllar boyu içinde toplumsal, tarihsel ve
evrensel değerlerle beslenerek oluşur. Kültür yüzyıllar
içinde oluştuğuna göre, tarih içinde Urfa’da
hakimiyet kurmuş devletlerden bahsetmemiz yerinde olacaktır.
Urfa’da hakimiyet kurmuş devletleri tarih sırasına göre
şöyle sıralayabiliriz; Urfa; milattan önce Ebla, Akkad,
Sümer, Babil, Hurri-Mitanniler, Arâmîler, Assur,
Keldâni, Med, Pers, Makedonya Krallığı, İskender, Seleukos
Krallığı, Parth Krallığı dönemlerini geçirmiştir. Milattan
sonra Edessa Krallığı, Roma, Bizans, Sâsâni Krallığı
dönemi geçirmiştir.
Akkadlar, Akkadca (Doğu sami dili MÖ XXIII yy dan sonra),
Sümerler’in yazı ve konuşma dili Sümerce (MÖ
4.000-3.000) (yazı dili)(3), Asurlular (Asur dili), Babilliler (Babil
Dili), Arâmîler (Arâmîce, Aramca)(4) Latince,
Farsça, Süryanice, Nebatice (Aramice’nin
özellikle Arapça’ya yakın kolu) bu dönemlerde
yazı ve konuşma dilleri olarak sayılabilir. Putperestlik, Sabiilik
(Yıldızlara tapan) ve milattan sonra da Hıristiyanlık(5) dini bu
bölgede hüküm sürmüştür.
Halife Hz. Ömer zamanında İyad b. Ganem Urfa’yı 639
tarihinde fethetmiştir.(6) Böylece Urfa 639-661 dönemi
içinde İslam dinine mensup Arapların hakimiyetinde kalmıştır.
“Bölge ve şehirde oturan halk bu tarihte İslamiyet’i
kabul eder. VII yüzyıl ortalarına doğru Urfa’nın
İslamlaşması ile kültürel yaşam formasyonu büyük
ölçüde değişir”.(7)
Urfa İslamiyet’le beraber önceleri Emevi daha sonraları da
Abbasi kültürlerinin benzer uygarlıklarında yoğrulur.
(Emeviler dönemi 661-750) Özellikle “Abbasi
hükümdarı Halife Harun-el Reşid döneminde Batı’da
Ortaçağın karanlık dünyası yaşanırken, Doğuda Bağdat,
Diyarbekir, Harput ve Mardin yanında, Harran ve Urfa’da ilimde
sanatta ve ticarette çok ileriye gitmiştir” (8) (Abbasiler
dönemi:750-990), Arapların hakimiyeti ile bölgede İslamiyet
dini, dil olarak da Arapça bölgede hüküm
sürmüştür.
Daha sonra Nûmeyrîler, Mervânîler, Bizans,
Ermeni Philaretos dönemine rastlamaktayız. Urfa’da
1087’den sonra Büyük Selçuklular dönemi
başlamıştır. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmeleri
Selçuklular’ın eline geçmesinden çok
önceleri olmuştur. Kültür tarihi açısından
önem arz ettiğinden bu konuya değinmek isteriz.
“Selçuklu Devleti kurularak, özellikle batı
yönünde fetihlerin başlaması ve dolaysıyla Anadolu’nun
tamamen fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinden
çok önceki zamanlarda (M.S. IV.yy sonlarına doğru)
Anadolu’ya ilk Türk girişi, Hun Türkleri tarafından
gerçekleştirilmiştir.”(9) “Kursık ve Basık
adlarındaki iki başbuğun komutasındaki Hun atlı kuvvetleri, Erzurum
üzerinden hareketle Karasu ve Fırat havzalarından Malatya’ya
ulaştılar. Daha sonra bu kuvvetler, Çukurova’yı istila ile
Orta-doğunun en sağlam surlarına sahip olan Urfa ve Antakya kalelerini
başarısız bir kuşatmada bulundular” (10) “Hun
Türklerinden sonra Sabar Türkleri (MS 508) Anadolu’ya
girmişlerdir…. Hun ve Sabar Türklerinden sonra
Anadolu’ya Üçüncü Türk girişi
Türklerin VIII yüzyıldan itibaren özellikle Abbasiler
devrinde, Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya
getirilerek Bizanslılara karşı gazalarda bulunan gaziler arasında ,
çok sayıda Müslüman Türkler vardır”(11)
Buna göre;Türklerin Anadolu’ya gelişleri
1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’nden çok
önceleri başlamıştır. ”Anadolu’nun kaderini tayin eden
Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu Sultanı Alparslan’a
karşı savaşan Bizans hükümdarı Romanos Diogenes’in
bayrağı altındaki Peçenek ve Uz (Hıristiyan Oğuz)
Türklerinin bulunması sadece; Anadolu’da Türkmenlerden
önce de Türk soyunun bulunduğunu gösterir” (12),
“Türklerin Anadolu’ya akın akın girmelerinin temel
sebebi; yaşadıkları yerlerde Moğol baskılarının artmasındandır. Yine
fazlaca artan nüfusun, verimi sınırlı olan yurtlarında
barınamamaları sonucunu yaratmış ve bu sonucun tabii seyri olarak da
büyük Anadolu’ya Türk göçü
doğmuştur. Tarihi kaynakların verdikleri bilgilere göre, bu
büyük göç sırasında on binlerce Türkmen
ailesi, kendilerine yurt aramak için Anadolu yollarına
düşmüşlerdir. İslam Tarihçisi Zekeriya
Kazvini’nin vermiş olduğu rakamlara göre 3 milyona yakın
Oğuz Türk’ü Anadolu kapılarından yeni yurtlarına
giriyorlardı.”(13)
“Horasan’da Büyük Selçuklu Saltanatının
kurulması ile başlayan büyük göçün
Anadolu’ya getirdiği unsurlar yalnız göçebe unsurlar
değildi. Anadolu’ya gelen Türkler arasında; Orta
Asya’da çok eski zamanlardan beri köy hayatına, hatta
şehir hayatına geçmiş her çeşit halk
mevcuttu”(14)“Bununla beraber Türkmenler, Malazgirt
zaferine kadar bu ülkede emniyetle oturamamışlardı”(15)
26 Ağustos 1071 tarihinde Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın
Bizans imparatoru Romanos Diogens‘e karşı kazandığı Malazgirt
zaferi ile Anadolu kapıları ebediyen Türklere açılmış oldu.
Yenilen imparatorla bir anlaşma yapıldı ve serbest bırakıldı. Bu
anlaşmanın bir maddesi de “Malazgirt, Urfa, Antakya civarı ve
Menbic (Halep ile Suruç arası) yöresi Türklere
verilecekti. Fakat Romanos Diogenes’in yenilgisi üzerine
Bizans tahtını ele geçiren yeni imparatorun onu Sivas
dolaylarında yakalatıp gözüne mil çektirmesiyle bu
anlaşma da çiğnenmiş oldu.
“Malazgirt Zaferi Türk ve dünya tarihinin
dönüm noktalarından birisini oluşturan önemli bir
olaydır. …Türkler bu kez bir istila ve yağma amacıyla
değil, artık fethettikleri bölge ve yörelerde yerleşmeye
başlamışlardır. Bu zaferden sonra Anadolu’da çeşitli
Türk devletleri kurulmuş ve bu devletler Anadolu’nun bir
Türk yurdu haline gelmesinde önemli tarihi rollerini
oynamışlardır.”(16)
Malazgirt Zaferi’nden 16 yıl sonra 1087 yılında Urfa,
Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın
komutanlarından Emir Bozan tarafından alındı. Melikşah, Emir
Bozan’ı Urfa’ya vali olarak tayin etti. Böylece
Türklerin ilk olarak Urfa’ya girmeleri 1087 yılında
gerçekleşti (17) “Urfa Selçuklu döneminde
yeniden eski uygarlığına kavuştu, hanlar, mescitler, medreseler
açıldı, Ünlü Türk filozofu Farabi’nin ders
gördüğü Harran (Okulu) Üniversitesi bu devirde daha
da genişletildi.”(18)
Büyük Selçuklu hakimiyetinden sonra Urfa, Ermeni
Thoros, Urfa Haçlı Kontluğu, Musul Atabeyleri (Zengiler),
Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Artuklular, İlhanlılar,
Memlüklüler, Timur, Döğer aşireti dönemi,
Akkoyunlular, Karakoyunlular, Memlüklüler, Dulkadıroğulları
ve Safeviler’in hakimiyetinde kaldı.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı idaresine
geçti. 406 sene Osmanlı hakimiyetinde kalan Urfa 1923 yılında
Türkiye Cumhuriyetinin bir vilayeti oldu.
Halife Hz.Ömer döneminde (639) Urfanın fethi ile
günümüzden yaklaşık 1400 sene önce İslam Urfa ve
havalisine gelmiş, islami kültür Emeviler ve Abbasiler
döneminde zirve dönemini yaşamıştır. Büyük
Selçuklu (1087) Zengiler, Artuklular, İlhanlılar,
Memlüklüler, Dögerler, Akkoyunlular, Karakoyunlular,
Dulkadıroğulları, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
olmak üzere, yaklaşık 900 senedir Urfa’ya Türk-İslam
kültürü hakim olmuştur.
“İl gider töre kalır” sözünde olduğu gibi
toprak değişse bile kültür, bir milletin varlığıyla birlikte
devam eder. Urfa’ya gelen Müslüman Türkler,
merhamet, iyilik, yardımseverlik, müsamaha,
dürüstlük, kardeşlik, ahlak değerleri, insan hak ve
hürriyetleri, ırk mezhep ve millete bağlı ve çeşitli
dinlere inanan insanlar arasında ayırım yapmama gibi insanlığın temel
vasıflarıyla, Şeyh Edebali, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşi,
Ahmet Yesevi gibi mutasavvufların düşünce sistemleriyle,
velileriyle, ermişleriyle, şeyhleriyle, tarikatlarıyla, vakıflar, aş
evleri, düşkünler evi, ahi teşkilatı gibi sosyal ve
kültürel müesseseleriyle, camiler, medreseler,
çeşmeler, imaretler, hamamlar, kütüphaneler,
hastaneler gibi yapılarıyla, gelenek ve görenekleriyle,
folkloruyla, müziğiyle, edebiyatıyla, sanatıyla özetle
bütün kültür değerleriyle 900 senedir
Anadolu’nun her köşesine olduğu gibi Urfa’ya da
Türk ve islam’ın damgasını vurmuşlardır. Türklerden
önce bu bölgede bulunan insanlar da zaman içinde
Türk-İslam kültürü yoğrulmuştur.
Rivayetlere göre “Hz. Adem (a.s)’ın
çiftçilik yaptığı, Hz.Nuh (a.s.)’ın gemisinin
karaya vurduğu dağın (Cudi) bu bölgede olması, Hz.İbrahim
(a.s.)’in doğduğu ve ateşe atıldığı yeri işaret eden makamların
varlığı, Hz.Lût (a.s), Hz. İshak (as), Hz.Ya’kup (a.s), Hz.
Yusuf (a.s), Hz.Eyyub (a.s), Hz.Elyesa (a.s.), Hz.Şu’ayb (a.s),
Hz.Musa (a.s.) ve Hz.İsa (a.s)’nın bu bölgelerde yaşaması ve
Şanlıurfa ile olan bağları, yöredeki ilgili makamları, bu tarihi
şehrin “Peygamberler Şehri” adıyla anılmasını
sağlamıştır.”(19) İşte bu nedenlerle Şanlıurfa yüzyıllar
boyu dini merkez konumunda olmuştur. İslamiyet’in bölgedeki
hakimiyeti ile Urfa halkı İslam dinine bağlı bir hayat
sürdürmüştür. Evliya Çelebi ünlü
seyahatnamesinde (1640) Urfa ve Urfalılardan bahsederken “Tanrı
bu şehir halkına Hz. Halil İbrahim bereketi vermiştir. Burası gayet
bereketli ve bolluk olan bir yerdir. İnsanları Halil İbrahim gibi
sevimli, Müslüman, takva sahibi adamlardır” der.
Urfalıların dini sohbet yaptıkları, dini kitaplar okudukları,
peygamberlerle ilgili kıssalar dinledikleri ortamlardan biri de sıra
geceleridir. Gerçekten de Urfalı, birçok dini bilgisini
sıra gecelerinde öğrenir, kafasına takılan soruları sorar, samimi
bir oram içinde cevaplarını alarak bu konudaki eksikliğini
tamamlar. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde İslami yaşantı
ile sıra gecelerinin bağlantısını görmekteyiz. Bu noktadan
baktığımızda sıra gecesi geleneğinin tarihin derinliklerinden geldiğini
görebilmekteyiz.
Tarih boyunca Urfa, Harran’la birlikte kültür ve
medeniyetin beşiği olmuştur. Dini konular yanında, felsefe, tıp,
matematik, astronomi ve müzik konusunda önemli sayıda ilim
adamı yetişmiş, bu ilim adamlarının yazdığı eserler
günümüze kadar gelmiştir. Din bilgini İbni Teymiyye,
din, astronomi ve matematik bilgini El Bettani, mimar Abdülkadir
bin El Selametel Ruhavi bunlardan birkaçıdır.
Dini ve diğer bilimlerde akademik düzeydeki çalışmalar,
ayrıca Urfa ve Harran’ın ipek yolu üzerinde bulunması
nedenleriyle, Urfa doğu ve batı arasında kültür ve sanat
alışverişinde önemli bir köprü olmuştur, ileri fikir
hamlelerine önayak olmuştur.