edebiyat hakkında konular arşivi Hitskin_logo Hitskin.com

Bu Hitsikin.com temayı önceden görmekte fırsat veriyor.
Tema yerleştirmekTemanın fişine geri dönmek

.talk4her
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

edebiyat hakkında konular arşivi

Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:19 pm

KLASİZM
Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım
ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde
gelişmiştir. Bu akamın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne
de hatta Aristoteles'tedir. Klasizmin temel öğeleri kendi içinde
soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm,
denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik
sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca
klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu
eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm
bir bakıma aristokrasinin akımıdır. 16. yüzyılda Fransa'da doğmuştur.
Gerçeğin yalnızca akıl yoluyla bulunacağı savunulur. Sanat ideal insanı
ele almalıdır, sanat eseri ahlaka uygun olmalıdır. Monteigne,
Descartes, Racine, La Fontaine, Moliere, Comeille bu akımın önemli
temsilcilerindendir.
Türk edebiyatında Şinasi klasizme yakınlığıyla bilinir. Ahmet Vefik Paşa da Moliere'den çeviriler yapmıştır.

ROMANTİZM
18. yüzyılın sonunda ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar
uzanan akımdır. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya
çıkmıştır. Önce bir ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır.
Bugelişmelerin en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli,
katı, soylu, idealize edilmiş ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve
içten ve doğal anlatım biçimlerine kaymış olmasıydı. Romantizm,
klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve idealleştirme
gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, doğduğu
çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl
dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa,
yani sınırları zorlayıp geçmeye önem verir. Tarisel olarak bu dönemde
gelişen orta soylu sınıfın, yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam
tarzını ön plana çıkarır. Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve
aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf, duygusal açıdan kendisine yakın
hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden yanaydı. Böylece romantizm
gelişme ve yaygılaşma şansı buldu.Romantizmin en önemli habercisi
Fransız filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau'dur. Ama İngiliz
yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge'nin 1790 yılında
birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eserromantizmin bildirgesi
sayılır. Yine İngiltere'de William Blake, Almanya'da Friedrich
Hölderlin, Johann Wolfgang von Goethe, Jea Paul, Novalis, Fransa'da
Chateaubriand ve Madame de Stael ilk romantizm temsilcileridir. Victor
Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp,
Alfred de Musset, büyük romantik yazarlardır.Türk edebiyatında
romantizmin etkisi Namık Kemal'ineserlerinde görülür. Abdülhak Hamit ve
Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirlerinde, Tevfik Fikret'in ilkdönem
şiirlerinde romantizmin etkisi açıkça görülür.

REALİZM
Bir estetik kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa'da ortaya
çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde ise
gerçekçilik yani realizm ise, hem klasizme hem de romantizme bir
başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından
kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek
sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar
arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız,
bilimsel bir tutumla incelenmesi ve bir bilim adamının klinik
bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneği
bu akamın iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert'in Madame Bovary adlı
romanı ile Emile Zola'nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi
bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya
konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi
belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert, Zola'nın yanısıra
Honore de Balzac, Stendhal, Rusya'da Lev Tolstoy, İvan Turgenyev,
Fyodor Dostoyevski, İngiltere'de Charles Dickens ve Anthony Trollope,
Amerika'da Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli
temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli
ölçüde etkilemiştir. Realizmin etkisini, Türk edebiyatında Samipaşazade
Sezai'nin "Sergüzeşt", Recaizade Mahmut Ekrem'in "Araba Sevdası" adlı
romanlarında görürüz. Nabizade Nazım'ın "Karabibik" adlı romanı köy
gerçeğini anlatır. Türk edebiyatında realizm, Servet-i Fünun
dönemindegörülmektedir. Halit Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah"adlı
eserinde realizm romantizme üstünlük sağlar.

PARNASİZM
Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. Temel
kuralı "sanat sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı
toplumculuğu ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde
kendini gösterir. Sanatsal biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön
plandadır. Ölçülü ve nesnel bir anlatım, teknik kusursuzluk ve kesin
betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği amaçlayan" şiir
tanımı da kullanılabilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden sonraki
doğalcılığa da kaynaklık yapmıştır. Zengin bir dil, zengin bir biçim,
zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. 1830'lu yıllarda ortaya
çıkmıştır. Theophile Gautier'in şiirlerini, Theodore de Banville,
Leconte de Lisle izlemiştir. Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de
Lisle ile özdeşleştirilir. Adarını Louis Xavier de Richard ile Catulle
Mendes'in hazırlayıp Alphonse Lemerre'in bastığı Le Parnasse
Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden almıştır. Türk
edebiyatında parnasizmin etkileri Tevfik Fikret'te görülmektedir.

NATÜRELİZM
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur.Doğa
bilimlerinin, özellikle de Darwinci doğa anlayışının ilke ve
yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla gelişmiştir. Edebiyatta
gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar, gerçekleri
ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir anlatımla ve tam bir
bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği
benimsemesiyle gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı
ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle değil, rastlantısal ve fizyolojik
özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma göre, çevrenin ve kalıtımın
ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik baskılar
altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar.
Yazgılarını
belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu değillerdir.
Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine'in Historei de la
Litterature Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur.
İlk doğalcı roman Goncourt kardeşlerin bi hizmeçi kızın yaşamını
inceleyen Germinie Lacarteux adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola'nın Le
Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı eseri akımın edebi bildirgesi
sayılır. Zola'nın yanısıra Guy de Maupassant, J. K. Huysmans , Leon
Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı yapıda
eserler veren yazarlardır. Nabizade Nazım'ın ve Hüseyin Rahmi
Gürpınar'ın romanlarında natüralist öğelere rastlanır

SEMBOLİZM
Sembolizma ve sembolizm, bir düşüncenin veya olayın sayılar ve
şekillerle anlatılmasıdır. Bir açıdan kullandığımız harfler ve
rakamlardan tutun, etrafımızda gördüğümüz geometrik şekillerde, doğanın
yarattıklarında ve oluşlarda dahi sembolizmi görebiliriz. Fakat bizler
genellikle bunları taşıdıkları anlamlardan çok, karşımızdakilere
bildiklerimizi aktarmak için
kullanırız. Oysa her harfin, rakamın, geometrik şeklin taşıdıkları
anlamlar ve enerjiler vardır. Sembolizmin en önemli yanı, bir sembole
yüklenen anlamın yıllarca değerini kaybetmeden korunabilmesidir. Fakat
bunun bir kötü yanı da aynı sembole gerçek anlamından veya daha doğrusu
esas kullanım amacından farklı anlamlar yüklenerek kullanılmasıdır. Bu
nedenle semboller ile uğraşırken dikkatli olmak ve gerçeği araştırmak
gerekebilir. Fakat sembollerin gerçek anlamları ne kadar saptırılmaya
çalışılırsa çalışılsın mutlaka birileri tarafından hep doğru olarak
bilinir ve korunur. Sembolizma, fleksibilitesi ve rölativitesi
nedeniyle çağlara uygun dinamizmi sayesinde temel bilgi aktarım yöntemi
olarak gelişmelere hemen adapte olarak hem
demodeliğe meydan okur, hem de varlığını başarıyla korur. Sırların
evrensel dili olan sembolizm; gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler.
İnsanlar binlerce yıldır, bir düşünceyi izah etmek için birçok yollar
denemişlerdir. Bir düşüncenin anlamını, kademeli şekilde insanların
anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içine koyup
sunmuşlardır. Özellikle ezoterik, gizli tutulması gereken birçok bilgi
sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya bir düşünce, bir bilgi
izah edilmemiş, üstü adeta örtülerek bohçalandıktan sonra aktarılmıştır.

EMPRESYONİZM
Empresyonizm, 19. Yüzyılın sonlarında Fransa'da resimde görülmüş, daha sonra edebiyat ve müzikte de etkili olmuş bir akımdır.
Bu akımda anlam açıklığından çok kapalılık yeğlenir. Dış dünyadan
algılanan görüntüler ruh süzgecinden geçirildikten sonra dışa
yansıtılır.
Bu akımın edebiyattaki temsilcileri Baudlaire ve Verlaine'dir.
İzlenimcilik Türk edebiyatında da Ahmet Haşim, Cenap Şehabettin gibi
şairlerin üzerinde etkili olmuştur.

NEOKLASİZM
Sembolizme tepki olarak doğan bir şiir akımıdır. Türk edebiyatında
neoklasizmin en güçlü temsilcisi Yahya Kemal Beyatlı'dır. Yahya
Kemal'in şiirleri, biçim yönünden eski, öz yönünden yenidir

GELECEKÇİLİK
20. yüzyılın başlarında İtalya'da ortaya çıkmıştır. Edebiyatta devrim
ve dinamizmi vurgulayan akım olarak eğerlendirilir. İtalyan şair,
romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'nin
1909'de Paris'te Le Figaro gazetesinde yayınladığı bildiri ile ortaya
çıktı. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip
ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız"
deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz
dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşcı ve ölüme götüren
güzel düşünceleriyüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde
gelişen faşizm'den yana bir tavrın da açık göstergesiydi.Gelecekçiliğin
kurucusu Marinette Avrupa'dan birçok yazarı etkilerdi. Rusya'da Velemir
Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi
bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi.
Şiirde sokak dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra
da gelecekçi akım güçlendi. Mayakovski'nin ölümüne kadar etkisini
sürdürdü. İtalya'daki gelecekçiler ilk şiir antolojisini 1912'de
yayınladı. İtalya'nın 1. Dünya Savaşı'na girmesini ve Mussolini'yi
savunuyorlardı. Onunla birlikte hapsedildiler. Gelecekçilik faşizm ile
özdeşleşti. Ve 1920'lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi.
Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası,
"sozcüklere özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini
bu akımdan etkilenin yazar olarak sayılabilir. Fütürizmin Türkiye'deki
temsilcisi Nazım Hikmet'tir

DADAİZM
Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Marcel Janco ve Emmy
Hennings'in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı
1916 yılında Zürih'te Hugo Ball'in açtığı cafe'de toplandı.
Fransızca'da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" akımın ismi olarak
seçildi. Bildirisi de burada açıklandı. Bu akım, dünyanın, insanların
yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli
olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. 1.Dünya Savaşı'nın
ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Kamuoyunu şaşkınlığa
düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe
karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini vurguluyorlardı.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve
biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin
içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis
Aragon, Philippe Soupauld, Paul Eluard ve Georges
Ribemont-Dessaignes'in yazılarının yer aldığı Litterature'dü. Dadacılık
1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar
gerçeküstücülüğe yöneldi.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:20 pm

GERÇEKÜSTÜCÜLÜK (SÜRREALİZM)
Avrupa'da 1'inci ve 2'nci dünya savaşları arasında gelişti. Temelde
1910'ların ortalarında akılcılığı yadsıyan ve karşı-sanat için çalışan
ilk dadacıların yapıtlarından kaynaklanır. 1924'te "Manifeste du
Surrealisme"i (Gerçeküstülük bildirgesi) hazırlayan şair Andre Breton'a
göre gerçeküstücülük, bilinç ile bilinç dışını birleştiren bir yoldur.
Ve bu bütünleşme içinde düşsel dünya ile gerçek yaşam "mutlak gerçek"
ya da "gerçeküstü" anlamda iç içe geçiyordu. Sigmund Freud'un
kuramlarından etkilenin Breton için, bilinçdışı, düş gücünün temel
kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneği idi.
Breton'un yanısıra Louis Aragon, Benjamen Peret, otomatik yazı
yöntemleri üzerinde deneyler yaptılar. Kendi deyimleriyle, "gerçeküstü
dünyanın düşsel imgelerini geliştirmeye" başladılar. Bu şairlerin
dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemek yerine bilinçdışı
psikolojik süreçlerle bir araya geldiği için insanı irkiltiyordu.
Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma ile deneyi ön planda tutuyor,
insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici
bir araç olduğunu vurguluyordu. 1925'ten sonra gerçeküstücüler
dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ama resimden, sinemaya,
tiyatroya kadar bir çok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton'un
yanısıra P. J. Jouve, Pierre Reverdy, Robert Desnos, Louis Aragon, Paul
Eluard, Antonin Artaud, Raymond Queneau, Philippe Soupault, Arthur
Cravan, Rene Char gerçeküstü akımın önemli isimleridir. Türk
edebiyatında sürrealizmin bazı özelliklerini "İkinci Yeniler"de
görmekteyiz.

HARFÇİLİK
Öncülüğünü Romen asıllı şair Isidore Isou'nun yaptığı, 2'nci Dünya
Savaşı sonrasında ortaya çıkan bir akımdır. Şiirde en küçük birim
olarak sözcükleri değil harfleri temel alır. Bu yolla da yeni bir şiir
ve yeni bir müzik yazmayı amaçlayan bir karşı-akım niteliğindedir.
İsou'ya göre, "harf olmayan ya da harf olmayacak hiç bir şey tinsel
olarak da var olamaz." Harfçilik, edebiyatın yanısıra sinemayı, dansı,
müziği ve resmi de etkilemiştir. Çıkış noktaları, "sesleri,sözcükleri,
imgeleri aynı anda topluca bir araya getirecek yeni anlatım yollarının
araştırılması"dır. Francois Dufrene, Maurice Lemaitre gibi şairler bu
akımın önemli isimleridir.

VAROLUŞÇULUK
İlk önce varoluşçuluğu tanımlayarak başlayalım. Varoluşçuluğu
tanımlamak için , sözcüğün kendisinden işe başlamak gerekir. Bu yeni
türetilmiş sözcük “varoluş” (existence) ismin den, ilkin “varoluşsal”
(existentiel) ve varoluşla ilgili “existential” sıfatları türetilerek
ve daha sonra “culuk” son eki eklenerek ortaya çıkmıştır. Varoluşculuk,
varoluşun önceliğini ya da ilkinliğini benimseyen bir kuramdır.


İDEALİZM
Dünyayı ve varoluşu bilinç ve düşünceye öncelik vererek açıklama
öğretisinin temel olduğu felsefi akımın edebiyattaki uzantısıdır.
İdealist felsefenin tüm özellikleri edebi eserlerde yer alır. 20.
yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Bireyci dünya görüşü ve
simgecilik akımına bir tepki olarak doğmuştur. Çağcıl yaşamın artık
makineleşen toplumları ve alabildiğine serpilip gelişen kentleriyle
bireyi topluluk içinde yaşamaya zorladığını vurgulayan idealizm, bir
arada yaşamanın yarattığı ortak kanı ve duyguları dile getirmeyi
amaçlamaktadır. Topluluk bilincini ve bu bilince göre bireyin
varoluşunu, yaşamı belli belirsiz yönlendiren kimi tinsel gerçekleri
betimlemeyi ön planda tutar. En büyük temsilcisi Fransız yazar Jules
Romains'tir. Bu akımın temelleri Romains'le Chenneviere'nin yazdığı
Petit Traite de Versification (Şiir üzerine küçük inceleme) ve Georges
Duhamel'le Charles Vildrac'ın kaleme aldığı Notes su la technique
poetique (Şiir tekniği üzerine notlar) adlı eserlerde ortaya
konulmuştur.

KİŞİLİKÇİLİK
Kişilikçilik, soyut düşüncülükle özdekçiliğin karşısına tinsel
gerçekliği, sözü geçen iki bakışaçısının da parçalara böldüğü birliği
yeniden yaratacak sürekli çabayı koyar. Kişilikçiliğin ana yapısı şöyle
özetlenebilir: Kişilik, bilinç, kendi yargısını özgürce belirleme,
amaçlara yönelme, zamanın akışına karşı öz kimliğini sürdürme ve
değerlere bağlanma gibi temel özellikleri nedeniyle, bütüngerçekliğin
dokusunu oluşturur.
Felsefi yönden Gottfried Wilhelm Leibniz bu akımın kurucusu, George
Berkeley de başlıca kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Edebiyatta
en önemli savunucusu Emmanuel
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:20 pm

ROMAN



Olmuş veya olması muhtemel olayların anlatıldığı uzun yazılardır. İlk
örneklerini 15.y.y. da Fransız yazar Rabelais vermiştir. Ancak asıl
niteliklerini Romantizm ve Realizm akımları döneminde kazanmıştır.

Roman belli bir olay etrafında gelişir ve olaylar ayrıntılarıyla
anlatılır. Çoğu zaman şahıs kadrosu geniştir. Kişiler ayrıntılı olarak
tanıtılır. Çevrenin tanıtımına özen gösterilir.

Temsil ettiği akıma göre romantik roman, natüralist roman, realist
roman; konusuna göre aşk romanı, toplumsal roman, polisiye roman,
macera romanı gibi isimler alır.

Türk edebiyatında Tanzimat’tan sonra görülür. İlk örneği Şemseddin
Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı romanıdır. Batı romanı
ölçüsünde en başarılı romanı Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Namık
Kemal, Mehmet Rauf, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Peyami Safa diğer ünlü
romancılarımızdır.

HİKAYE

Anlatımı bakımından romana benzeyen, ancak romandan daha kısa yazı türüdür.

Hikâyede olaylar genellikle yüzeyseldir. Kişiler çoğu zaman
hayatlarının belli bir ânı içinde anlatılır. Genellikle kişilerin tek
yönü üzerinde ( çalışkanlık, titizlik, korkaklık vs. ) durulur. Bu da
romanda aynı dönemlerde oluşmaya başlamış ve özellikle Realizm
döneminde önemli bir tür haline gelmiştir.

İki tür hikâye görülür. Bunlar klasik hikâye ve modern hikâyedir.

Mauppasant tarzı da denilen kilasik hikâye yukarıda anlattığımız özelliğe uyar.

Çehov tarzı denen modern hikâyede ise belli bir kişi olmadığı gibi
belli olaylar da çoğu kez yoktur. Yazarın kendiyle sohbet ediyormuş
gibi bir anlatımı vardır; çoğu kez birinci kişinin ağzından anlatıldığı
olur.

Türk edebiyatında yine Tanzimat’la görülmeye başlanan hikâye türünde
Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket, Sait Faik önemli eserler
vermişlerdir.


MASAL

Halk dilinde anlatılarak oluşan sözlü edebiyat ürünüdür. Bir yazar tarafından sonradan yazıya geçirilmiştir.

Masallarda olaylar tamamen hayal ürünüdür. Yer ve zaman belli değildir.
Kahramanlar insan üstü özellikler gösterir. İyiler hep iyi, kötüler hep
kötüdür. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır. Masallarda
eğiticilik esastır. Çoğu kez evrensel konular işlenir. Dünya
edebiyatında Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları ünlüdür. Türk
edebiyatında Keloğlan en tanınmış masal kahramanıdır. Eflatun Cem Güney
masallarımız derlemiş ve bir kitap halinde yayımlamıştır.



DENEME

Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan,
kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı yazı
türüdür.

Deneme yazarı görüşlerini aktarırken samimi bir dil kullanır. Kendi diliyle konuşuyormuş gibi bir hava içindedir.

Deneme her konuda yazılabilir. Ancak daha çok tercih edilen konu her
devrin, her ulusun insanı ilgilendiren, kalıcı, evrensel konulardır.
Ele alınan konu çoğu zaman derinleştirilerek anlatılır.

Denemenin özelliğini Nurullah Ataç’ın şu sözleriyle özetleyebiliriz:

“ Deneme, ben’in ülkesidir. ‘Ben’ demekten çekinen, her görgüsüne, her
görevine ister istemez bir parça kattığını kabul etmeyen kişi
denemeciliğe özenmesin.”

Denemenin ilk örneklerini Fransız yazar Montaigne vermiştir. Daha sonra İngiliz yazar Bacon türü geliştirmiştir.

Edebiyatımızda Cumhuriyet’ten sonra görülmeye başlanan bu türde
Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Sebahattin Eyüboğlu, Ahmet Haşim
güzel örnekler vermişlerdir.

FIKRA

Yazarın gündelik olayları özel bir görüşle, güzel bir üslupla, hiç
kanıtlama gereği duymadan yazdığı kısa günübirlik yazılardır. Bu tür
yazıları nükteli hikâyecikler biçimindeki Nasrettin Hoca fıkralarıyla
karıştırmayalım.

Fıkra, bir gazete yazı türüdür. Gazetenin belli bir köşesinde genel bir
başlıkla yazılan fıkralarda mesele kısaca incelenir ve mutlaka bir
sonuca varılır. Daha çok alaylı bir dille, bazen eleştiri bazen sohbet
tarzında yazılır. Okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir hava hâkimdir
yazılarda.

Edebiyatımızda özellikle Ahmet Rasim fıkralarıyla tanınır. Daha sonra Ahmet Haşim, Refik Halit, Peyami Safa sayılabilir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:21 pm

MAKALE

Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, belli kanıtlar, belgeler,
inandırıcı veriler kullanarak kanıtlamaya çalıştığı ve böylece
okuyucuyu bilgilendirmeyi amaçladığı yazı türüdür. Makalede temel unsur
düşüncedir.

Makale, gazete ile birlikte ortaya çıkmış bir gazete yazı türüdür.
Bizde de ilk özel gazete olan Tercüman - ı Ahval gazetesinin çıkmasıyla
görülür. İlk makale de aynı gazetede Şinasi tarafından yazılmıştır.

Makalede amaç bilgi aktarmak ya da görüşlerine okuyucuyu inandırmak
olduğundan açık, anlaşılır, ciddi bir dil kullanılır. Seçilen konuya
göre uzun da olabilir kısa da.

Makale her konuda yazılabilir. Bu konu günlük olabileceği gibi,
felsefi, bilimsel, sanatsal da olabilir. Ama edebi makale elbette
sanatla ilgili olanıdır.

Edebiyatımızda Tanzimat döneminden beri görülen makale türünde Namık
Kemal, Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Peyami Safa, Falih Rıfkı Atay, Halit
Fahri Ozansoy, Yaşar Nabi ünlü birkaç isimdir.

ELEŞTİRİ

Bir sanatçının, bir sanat eserinin iyi ve kötü yanlarını ortaya koyarak
onun gerçek değerini belirleyen yazılardır. Eleştiri yazarı – yani
eleştirmen – eser hakkında okuyucuyu bilgilendirir; hem eserin yazarına
hem okura yol gösterir.

İki tür eleştiri vardır: İzlenimsel eleştiri ve nesnel eleştiri.

İzlenimsel eleştiri, Anatole France’in ilkelerini belirlediği ve
eleştirmenin bir eseri kendi zevk ölçülerini göz önüne alarak
incelediği eleştiri türüdür. Bu tür eleştirilerde öznel yargılar çok
olacağından günümüzde bu tür pek rağbet görmez.

Nesnel eleştiride ise her eserin değerlendirilmesinde kullanılabilecek
belli ölçütler vardır. Eleştirmen mümkün olduğunca kişisel yargılarda
bulunmaktan kaçınır. Bilimsel araştırmalardan yararlanarak, eseri ister
beğensin ister beğenmesin, tarafsız bir gözle onun değerini ortaya
koyar.

Avrupa’da Boielau, Saint Beuve, Taine, France eleştirileriyle tanınır.

Edebiyatımızda Hüseyin Cahit, Cenap Şehabettin, Ali Canip, Yakup Kadri,
Nurullah Ataç, Mahmet Kaplan, Cemil Meriç, eleştiri alanında yazılar
yazan ünlü birkaç isimdir.

GEZİ YAZISI

Gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılardır. Kişi gezi esnasında
birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızada tutmak güç
olacağından gezi esnesında not alınır ve gezi yazılarında bunlar hikâye
edilir.

Gezi yazısında yazar daima gezdiği yerleri anlatmalı, uydurma, yanlış
bilgiler vermemelidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması
için, karşılaştırma yapar. Okur sanki o yerleri yazarla birlikte gezer
gibi olur.

Eski edebiyatımızda gezi yazısına seyahatname denir. Bu alanda Evliya
Çelebi’nin Seyahatnamesi ünlüdür. Ancak asıl gezi yazıları Avrupa’ya
açılma döneminde görülmeye başlanmış, gidieln Avrupa şehirleri ile
ilgili yazılar yazılmıştır. Namık Kemal, Ziya Paşa bunların başında
gelir.

Gezi yazılarını kitaplaştıran yazarlarımız da vardır. Ahmet Mithat
Efendi, Avrupa’da Bir Cevelan; Cenap Şahabettin Hac Yolunda, Avrupa
Mektupları; Ahmet Haşim, Frankfurt Seyahatnamesi; Reşat Nuri, Anadolu
Notları; Falih Rıfkı, Deniz Aşırı, Zeytin Dağı, Taymis Kıyıları
bunlardan bazılarıdır.

ANI

Bir yazarın kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları sanat
değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılardır. Yazarın kendini okuar
açtığı bir tür olduğunda içtendir ve bu yönüyle çok tutulur. Anılar
belli bir dönemin yorumlandığı yazılar olduğundan tarihi bir belge
özelliği gösterir. Ancak bu bilimsel olamaz; çünkü yazarın olaylara
kişisel bakışı söz konusudur.

Üslup yönüyle gezi yazısına benzerse de, yazarın dış dünyadan çok
kendinden söz etmesi anıyı belli eder. Zaten eski edebiyatımızda anı,
gezi yazısı hatta tarih iç içedir.

Özellikle Tanzimat’la başlayan anı türündeki yazılar Cumhuriyet
döneminde önemli bir tür olmuştur. Anılarını kitaplaştıran
yazarlarımızda vardır. Namık Kemal, Magosa Mektupları; Ziya Paşa,
Defter – i Amal, Ahmet Rasim, Şehir Mektupları; Halit Ziya, Kırk yıl,
Saray ve Ötesi; Hüseyin Cahit, Edebi Hatıralar; Falih Rıfkı, Çankaya
adlı eserlerinde anılarını anlatmışlardır.


BİYOGRAFİ

Bir kişinin hayatının anlatıldığı yazılardır. Bunlarda amaç o kişiyi
tüm yönleriyle ( hayatı, eseri, kişiliği, görüşleri vs.) tanıtmaktır.
Biyografi açık, sade bir dille anlatılan kişinin devrini, çevresini
dikkate alarak yazılır. Divan edebiyatında şairleri anlatan bu tür
eserlere tezkire denirdi. Türk edebiyatında bunun ilk örneğini Ali Şir
Nevai vermiştir.

Yazar eğer kendi hayatını anlatmışsa yazıya otobiyografi denir. Çoğu
zaman bunlarda sanatçı kendiyle beraber aile büyüklerinden, çevreden,
aile içi durumlardan da söz eder.

Otobiyografiler üslup yönüyle anıya benzer; ancak anı otobografi içinde
bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografi daha uzun bir dönemi içine
alır.

MEKTUP

Genel anlamda kişinin bir haberi, olayı, arzuyu bir başkasına anlattığı
yazılardır. Özel mektup, iş mektubu, edebi mektup türleri vardır.
Bunlar içinde bizi edebi mektup ilgilendiriyor.

Bu tür mektuplar açık olarak bir gazetede ya da dergide yayımlanır.
Yazar birine hitaben herhangi bir konudaki görüşlerini, duygularını
anlatır. Ancak asıl amacı bunları herkese duyurmaktır.

Mektup, Divan edebiyatında da kullanılmıştır. Fuzuli’nin “Şikayetname”
adlı eseri bu türdendir. Tanzimat’tan sonra ise gazetelerde yayımlanan
birçok açık mektup görülür.

Bazı yazarlar mektuplardan oluşan romanlar da yazmışlardır. Halide Edip’in “Handan” romanı bunlardan biridir

SOHBET

Bir konunun fazla derinleştirilmeden, biriyle konuşuyormuş gibi
anlatıldığı fikir yazılarıdır. Sohbet yazılarında herkesi
ilgilendirecek konular seçilir. Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi
devriktir. Yazar sorulu cevaplı cümlelerle, konuşuyormuş hissi verir.

Üslup olarak fıkraya benzerse da gazete yazı türü olması, az sözle çok
şey anlatmayı amaçlamaması, dışa dönük olması onu fıkradan ayırır.

Edebiyatımızda Ahmet Rasim, Şevket Rado sohbet türüne özel bir önem vermişlerdir.

GÜNLÜK

Ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün
sonunda o gün olup bitenin, sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla
ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. Her gün
yazıldığı için kısa olan bu yazılar, yazarının hayatından izler
verdiğinden içten ve sevecendir.

Oktay Akbal, Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu’nun günlükleri kitap halinde yayımlanmıştır.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:22 pm

LİRİK ŞİİR

Aşk, ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir.
Okurun duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen
sazlarla söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz
adı olan “rebab” dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan
edebiyatında gazel, şarkı; Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma,
semai lirik şiire girer.

ÖRNEK:

Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın

Sesini duyan olur, sana göz koyan olur

Anmasınlar adını candan anan dudaklar

Annen bile okşasa benim bağrım taş olur

EPİK ŞİİR

Destansı özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik
konuları işlenir. Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu
uyandırır. Daha çok, uzun olarak söylenir. Divan edebiyatında
kasideler, Halk edebiyatında koçaklama, destan, varsağı türleri de epik
özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı zaferler yaşadığımızdan,
epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız vardır.

ÖRNEK:

Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle

DİDAKTİK ŞİİR

Bir düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Bunlar
okurun aklına seslenir. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı
vardır. Kafiye ve ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından,
bilgiler bu yolla verilir. Manzum hikâyeler, fabller hep didaktik
özellik gösterir.

ÖRNEK:

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rutbe – i aklı eserinde

PASTORAL ŞİİR

Doğa şiirlerini, çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir.
Doğaya karşı bir sevgi, bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair
doğa karşısındaki duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla
karşılıklı konuşuyormuş gibi anlatırsa “eglog” adını alır

ÖRNEK:

Hülyana karışmasın ne şehir ne de çarşı

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an

Madem ki kara bahtın adını koydu çoban

SATİRİK ŞİİR

Eleştirici bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum,
iğneleyici sözlerle, alaylı ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik
özellikler de görüldüğünden, didaktik şiir içinde de incelenebilir.
Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir sınıfa alınması daha doğru
olur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk edebiyatında
taşlama, yeni edebiyatımızda ise yergi verilir.

ÖRNEK:

Benim bu gidişe aklım ermiyor

Fukara halini kimse sormuyor

Padişah sikkesi selam vermiyor

Kefensiz kalacak ölümüz bizim

DRAMATİK ŞİİR

Tiyatroda kullanılan şiir türüdür. Eski Yunan edebiyatında oyuncuların
sahnede söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara
ezberletilirdi. Bu durum dram tiyatro türünün ( 19. yy. ) çıkışına
kadar sürer. Bundan sonra tiyatro metinleri düz yazıyla yazılmaya
başlanır.

Dramatik şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi
ve kommedi olmak üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç
kere çıkmıştır.

Bizde dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya
açıldığımız dönemde ( Tanzimat ) Batı’da da bu tür şiirler
yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da
tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle yazmışlardır. Ancak nadirde
olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak Hamit Tarhan gibi...




MISRA (DİZE)

Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.







BEYİT (İKİLİK)

Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.







ÖLÇÜ (VEZİN)

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.





HECE ÖLÇÜSÜ:

Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine
dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli
yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün
sonunda yer alır.



ARUZ ÖLÇÜSÜ:

Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı
oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi
(-) ile gösterilir.

İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.

Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.





SERBEST ÖLÇÜ:

Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.







REDİF

Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı
olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif"
denir.

*........uzakta

*........plakta
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:22 pm

KAFİYE

Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir. Kafiyeyi oluşturan
eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve
görevleri farklı olmalıdır.

*...........derinden.

*...........kederinden.







KAFİYE ÇEŞİTLERİ



YARIM KAFİYE:

Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.

*............dizildi

*............yazıldı.





TAM KAFİYE:

İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*.........karanlık

*.........artık





ZENGİN KAFİYE:

Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*........... yolculuk

*...........soluk





CİNASLI KAFİYE:

Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.

*...........vakit çok geç

*...........nasıl geçersen geç.





KAFİYE ÖRGÜSÜ



DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da

"a a b b" olmalı.



ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı.



SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:23 pm

TÜRK EDEBİYATI

İslâm'dan Önceki Türk Edebiyatı: Eldeki bilgilere göre, Türklerin ilk
anayurdu Orta Asya'dır. Bu bölgede Türklerin yaşadıkları bazı yörelerde
bulunan yazılı belgeler, Türk dili ve edebiyatı konusunda önemli
bilgileri günümüze iletmiştir. Türkçe en eski yazılı belgeler, VIII.
yy'darı kalmadır (Göktürk yazıtları). Bu yazılı belgelerdeki dilin
gelişmiş, içeriğinin zengin olması, Türk edebiyatının çok daha eskilere
dayandığını gösterir. Çünkü, ürünler yazıya geçirilmeden önce, uzunca
süre sözlü gelenekte yaşamıştır. Bu bakımdan İslâm'dan önceki Türk
edebiyatını da iki ana dalda incelemek gerekir: Sözlü gelenek; yazılı
gelenek.

Sözlü gelenek (ya da sözlü ebiyat): Bütün ulusların edebiyatında olduğu
gibi, Türk ulusunun da başlangıçtan günümüze süregelen bir sözlü
edebiyat geleneği vardır. Sözlü geleneğin ürünlerinin tümü günümüze
kalmamıştır, Kaşgarlı Mahmut'un, Divanü Lügat it-Türk ([Türk Dili
Sözlüğü) adlı yapıtındaki sözlü edebiyat ürünlerine göre, Türklerde
sözlü gelenekte şiir önde geliyordu. "Kam", "baksı", "ozan", "şaman"
gibi adlar verilen ilk ozanlar, aynı zamanda "kopuz" denen bir çalgı da
çalmaktaydılar. Hekimlik, büyücülük gibi görevleri de olan bu ozanlar,
şölen, sığır, yuğ gibi törenlerde görev alıyorlardı. Turfan kazılarında
ilk Türk ozanlarından bazılarının şiirleri bulunmuştur. Aprınçur Tigin,
Çuçu, Kül Tarkan, Çısuya Tutung, Asıg Tutung, Sungku Seli Tutung, Kalım
Keyşi adlı ilk Türk ozanlarının şiirlerinde, genellikle dörtlük nazım
birimi, hece ölçüsü kullanılmıştır. Bu şiirlerin dili de "öz Türkçe"
dir. Söz konusu şiirlerde "koşuğ", "kojan", "takşut", "ır", "yır",
"şlok", "kavi", "basık" gibi adların kullanıldığı dikkati çeker. Sözlü
gelenekte oluşan türler arasında, destanlar ilk sırayı alır. Sonra
koşuklar (sevgi, doğa güzellikleri, vb. konuları işlerler), sagular
(ölen bir kimsenin arkasından söylenen, onun yiğitliklerini, ölümünden
duyulan acıyı dile getiren şiirler) gelir. Kaşgarlı Mahmut'un
sözlüğünde, eski Türk atasözleri (sav)örneklerine de rastlanmaktadır.
Sözlü gelenekler pek çok biçimsel, bölgesel, vb. değişikliğe uğrayarak
günümüze gelmiştir.

Yazılı gelenek ya da yazılı edebiyat: Yazının bulunmasından sonra,
sözlü geleneğin yanı sıra, yazılı edebiyat da başlamıştır. Türkçe'de
ilk yazılı belgeler, VI. yy'dan kalan Yenisey yazıtları ve VII. yy'dan
kalan Göktürk yazıtlarıdır. Bu yazıtlar arasında Kuzey Moğolistan'da
bulunan Kültigin yazıtı (dikilişi 732), Bilge Kağan yazıtı (dikilişi
735) ve Tonyukuk yazıtı (dikilişi 720) anı-söylev türünün ilk örnekleri
sayılır. Türk toplumunun devlet, toplum, iktisat, siyaset, kültür
yaşamlarıyla ilgili bilgiler vermesi açısından büyük değer taşıyan bu
yazıtlarda, gelişmiş bir Türkçe kullanılmış olması, yazılı geleneğin
daha önceleri başladığı izlenimini uyandırmaktadır, Uygur Türklerinden
kalan yazılı ürünler arasında da, Altun Yaruk özel bir önem taşır.
Çince'den Türkçe'ye çevrilen bu kitap, buddhacılığın kutsal
yapıtlarındandır. Öbür Uygurca öyküler arasında Cestani Bey Hikâyesi,
Kutsal Tavşan Hikâyesi, Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi
sayılabilir. Dinsel niteliği önde gelen Uygur edebiyatında, çeviriler
ağır basmaktadır.

İSLAM UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI

Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın İslâm dinini devlet dini ularak
kabul etmesi (940), Orta Asya Türk boylarının yavaş yavaş İslâm
uygarlığının etkisine girmesine yolaçtı. Çeşitli Türk boylarında Arap
abecesi benimsendi; Türkçe'nin yapısında Arapça ve Farsça sözcükler
görülmeye başlandı. Orta Asya Türk edebiyatı, sırasıyla Karahanlı
edebiyatı (Kaşgarlı Mahmut: Divanü Lügat it-Türk; Yusuf Has Hacip:
Kutadgu Bilig; Edip Ahmet: Atabet ül-Hakayık; vb.)Harzem-Altınordu
edebiyatı (Kerderli Mahmut: Nehc ül-Feradis(Cennetlerin Açık Yolu];
Şeyh Şerif Hoca: Muin ül-Mürit [Müritlerin Yardımcısı]; Harizmi;
Muhabbetname; Ali; Kıssa-i Yusuf; vb.), Çağatay edebiyatı (Hüseyin
Baykara; Ali Şir Nevai; Muhammet Şeybani Han; Babur [Vekayiname};
Ebülgazi Bahadır Han (Secere-i Türk) vb.) evrelerini yaşadı (günümüzün
Özbek edebiyatı, Çağatay edebiyatının devamıdır). Doğu Türkçesi'nin
egemen olduğu yörelerde gelişen bu edebiyatın yanı sıra, Batı Türkçesi
çevrelerinde de Azeri edebiyatı (Molla Penah Vakıf; Şehriyar; vb.),
Türkmen edebiyatı (Mahdum Kuli, vb.) ve Anadolu Türk edebiyatı gelişti.
XIII. yy'dan başlayarak büyük bir gelişme gösteren Anadolu Türk
edebiyatı, divan edebiyatı ve halk edebiyatı kollarına ayrıldı



DİVAN EDEBİYATI

Osmanlı ülkesinde, özellikle medreseden yetişen aydın kimselerin Arap
ve Fars edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyata,
"divan edebiyatı" adı verilir. XIII. yy'dan XIX. yy'ın ortalarına kadar
süren divan edebiyatı, adını, şairlerin şiirlerini topladıkları "divan"
denilen kitaptan almıştır. Divan edebiyatının tarihsel gelişmesi dört
dönemde incelenebilir:
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:24 pm

DİVAN EDEBİYATI

Osmanlı ülkesinde, özellikle medreseden yetişen aydın kimselerin Arap
ve Fars edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyata,
"divan edebiyatı" adı verilir. XIII. yy'dan XIX. yy'ın ortalarına kadar
süren divan edebiyatı, adını, şairlerin şiirlerini topladıkları "divan"
denilen kitaptan almıştır. Divan edebiyatının tarihsel gelişmesi dört
dönemde incelenebilir:

Kuruluş dönemi: Geçiş dönemi; olgunluk dönemi; çöküş dönemi.
Kuruluş dönemi (XIII. yy.-XV. yy'ın ilk yarısı) Bu dönemde Sadi,
Feridettin Attar, Nizami gibi İranlı şairlerin yapıtları Türkçe'ye
(Osmanlıca'ya) çevrildi. Bu çeviriler, biçim ve öz bakımından yeni bir
edebiyat geleneğinin kurulmasına ön ayak oldu.Gülşehri, Hoca Dehhani,
Nesimi, Ahmet Dai, Kadı Burhanettin, Şeyhi gibi şairler, bazen din dışı
konuları, çoğunlukla da, çeviri yapıtların etkisiyle, tasavvuf
konularını işlediler.

Ceçiş dönemi (XV. yy'ın ikinci yanst-XVI. yy'ın baş¬lan): Saray ve
çevresinde oluşan divan edebiyatı, bu dönemde özellikle belirli bir
sınıfın (saray ve çevresi) edebiyatı olma niteliği aldı. Seçtikleri
konular, genel eğilimleri, dilleri ve dünya görüşleri, şairleri bu
sınıfın hizmetine soktu. Saray ve çevresinden yakın ilgi ve destek
gören, ama topluma açılmayan divan edebiyatı, resmi bir edebiyat, daha
doğrusu bürokratik bir edebiyat kimliğine büründü. Ahmet Paşa, Necati
şiir alanında, Mercimek Ahmet, Âşıkpaşazade ve Sinan Paşa düzyazı
alanında başarılı yapıtlar ortaya koydular.

Olgunluk dönemi (XVI. yy'ın başları-XVIII. yy'ın ikinci yarısı): Bu
dönem, Fars edebiyatı etkilerinin en aza indiği, divan şairlerinin ve
yazarlarının kendi kişiliklerini, yaratıcılıklarını en iyi biçimde
gösterdikleri dönem olarak kabul edilebilir. Divan şair ve yazarları bu
dönemde, etkilenme ve esinlenme yerine, özgün yaratıma yöneldiler;
biçim ve içerikte bazı yerli öğeler oluşturdular. Şairlerin bazıları
(özellikle Şeyh Galip), "Sebk-i Hindi" akımını tanıttılar ve bu akıma
uygun şiirler yazdılar. Sabit ve Nabi'nin başlattığı "yerlileşme"yse,
Nedim'de ve onu izleyenlerde belirli bir bütünlük kazandı. Bu dönemin
şairleri arasında Fuzuli, Hayali, Baki, Bağdatlı Ruhi, Taşlıcalı Yahya,
Naili, Nabi, Nef'i, Nedim, Şeyh Galip, Koca Ragıp Paşa, yazarları
arasındaysa Sehi Bey, Âşık Çelebi, EvliyaÇelebi, Kâtip Çelebi, Peçcvi,
Naima, Koçi Bey, Veysi, Nergisi, Yirmisekiz Mehmet Çelebi, vb.
sayılabilir.

Çöküş dönemi (XVIII. yy'ın ikinci yarısı- XIX. yy'ın ilk
yarısı):Osmanlı toplumunda görülen yenileşme akımları ve girişimleri,
Batı dünyasıyla çeşitli alanlarda kurulan yakın ilişkiler, gazete ve
dergilerin Osmanlı ülkesinde de yayınlanmaya başlanması, bazı Osmanlı
aydınlarının Batı ülkelerinde öğrenim görmeleri, Batı toplumlarını ve
uygarlığını yakından tanımaları, edebiyat dünyasında da belirli bir
etki uyandırdı. Diliyle, dünya görüşüyle toplumdan kopuk olan dîvan
edebiyatı, yeni Osmanlı aydınları tarafından eleştirilmeye başlandı.
Böylece, divan edebiyatının kendi çerçevesi içinde en güzeli yaratma,
en güzel deyişe varma anlayışı değişmeye, edebiyatı toplumun
eğitilmesinde, ahlâkının düzeltilmesinde, çevresini tanımasında ve
değiştirmeye yönelmesinde etkin bir araç olarak görme eğilimi
yaygınlaşmaya başladı. Divan edebiyatı, ilk sivil gazetenin çıkış
tarihi olan 1860 yıllarında sona ermiş kabul edilmektedir.

HALK EDEBİYATI

Türklerin XI. yy'dan başlayarak yurt edindikleri Anadolu'da sözlü
geleneğin bir devamı olarak günümüze kadar sürdürülen sözlü edebiyata,
"halk edebiyatı" adı verilir. Halk edebiyatı, kendi içinde üç bölümde
incelenir:



ANONİM HALK EDEBİYATI

TEKKE EDEBİYATI

AŞIK EDEBİYATI

ANONİM HALK EDEBİYATI

Anonim halk edebiyatı: Anonim halk edebiyatı, yazanı ya da söyleyeni
bilinmeyen bütün sözlü ve yazılı ürünleri kapsar. Halk öyküleri
(destansı öyküler, destanlar, tarihler, menkıbeler, âşık Öyküleri,
masallar, efsaneler, fıkralar), türküler, maniler, atasözleri,
bilmeceler, seyirlik halk oyunları (karagöz, ortaoyunu, meddah), anonim
halk edebiyatı kapsamına girer. Bütün halk ozanları, bu tür anonim
ürünlerin bir türs aklayıcısı,taşıyıcısı, ileticisi gibi görev
yapmışlar, meraklı kimseler de, bu ürünleri "cönk" adı verilen uzun
defterlere yazmışlardır.

TEKKE EDEBİYATI

Tekke edebiyatı (XIII.-XVI. yy'lar arası): Anadolu'da XIII. yy'daki
iktisadi, siyasal ve toplumsal çalkantılar, Anadolu insanını tasavvuf
ilkelerini yaymaya çalışan tarikatlara yöneltti; medreseye karşıt
tutumları, geniş hoşgörüleri, insan sevgisine verdikleri yüce değerle
tarikatlar (mevlevilik, bektaşilik, bayramilik, vb,), birer çekim
merkezi haline geldi. Tarikatlar, ilkelerini yaymak için çeşitli sanat
kollarından oldukça geniş biçimde yararlandılar; bu arada zengin bir
tekke edebiyatı da doğdu, din ve tasavvuf konularını dinin kesin
yasakları biçiminde değil de "gönül işi, gönül yolu" biçiminde
yorumlayan, halkın diliyle ve sözlü geleneğin biçimsel özellikleriyle
dile getiren tekke ozanları, büyük bir etki alanı oluşturdular. Şiirler
tekke toplantılarında ilahi, nefes gibi özel bestelerle okunuyordu.
Tekke edebiyatının ünlü temsilcileri arasında, XIII.-XIV. yy'larda
Yunus Emre, XIV. yy'da Nebimi, XV. yy'da Kaygusuz Abdal, Eşreîoğlu Kum
i, Hacı Bayram Velî,
XVI. yy'da Hatayi (Şah İsmail Safevi), Pir Sultan Abdal,Kul Himmet, Aziz Hudai, XVII. yy'da Niyazi-i Mısri anılabilir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:25 pm

AŞIK EDEBİYATI

Âşık edebiyatı (XIV. yy'dan günümüze): "Âşık" adı verilen ozanların
geleneksel ürünlerinin oluşturulduğu edebiyata, "âşık edebiyatı" denir.
Aşıklar, ürünlerini saz eşliğinde söylemelerinden ötürü, "saz şairi"
diye de adlandırılır. Âşıklar, başlangıçta halka yakın olan tekke
edebiyatının vakıflar düzeniyle güçlenerek yüksek sınıfa yaklaşması
sonucu ortaya çıktılar; eski destan geleneğini sürdürüyor, aşk ve
doğaya ilişkin şiirler söylüyor, sözlerine sazlarıyla eşlik ediyor,
ustalarının geleneğini sürdürüyor, yaşadıkları çağın ve çevrenin bazı
yönlerini şiirlerine yansıtıyorlardı. Şiirlerini doğaçtan (irticalen)
söyleyen âşıklar, geleneksel yolu izledikleri, yaşamdan ve toplumdan
kopmadıkları için, etkilerini bir ölçüde yitirmiş olsalar da, günümüzde
de sanatlarını sürdürmektedirler. Âşık edebiyatının temsilcileri
arasında da
XVII. yy'da Karacaoğlan, Âşık Ömer, Gevheri, Gazi Âşık Hasan, XVIII. yy'da Âşık Nuri, Âşık Dertli, XIX.
yy'da Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni,ÂşıkSeyrani, Tokatlı Nuri, Ruhsati, Sümmani, XX. yy'da
Kağızmanlı Hıfzı, Huzuri, Âşık Veysel Şatıroğlu, Aii İzzet Özkan, vb. sayılabilir.

BATI UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI



XVII. yy'dan başlayarak sırasıyla "duraklama" ve "gerileme" dönemlerini
yaşayan Osmanlı devleti, iç ve dış etkenler yüzünden kurumlarında bir
dizi yenileştirme eylemlerine giriştiyse de, imparatorluğun
gerilemesini ve giderek çökmesini önleyemedi.
Batı ülkeleriyle ilişkiler yalnızca askeri, siyasal, iktisadi düzeyde
kalmadı; Osmanlı aydınları, Batı kültür ve sanatıyla da yakından
ilgilenerek, imparatorluk için yeni bir kültür ve sanat siyaseti
oluşturmaya çalıştılar. Bu çalışmalar sonucu, Türk toplumu, Doğu
(İslâm) uygarlığının etkisinden yavaş yavaş çıkıp, Batı uygarlığı
çevresine girmeye başladı.
Batı uygarlığı etkisinde gelişen yeni Türk edebiyatının başlangıcı
olarak, ilk sivil gazete olan Tercuman-ı Ahval'in çıkış tarihi (1860)
kabul edilir.

TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI



Tanzimat dönemi edebiyatı (1860-1869): Türk toplumunda, 1860-1896
yılları arasındaki edebiyat etkinlikleri, "Tanzimat edebiyatı" adı
altında toplanır. "Batılılaşma" olgusunu gerek basın, gerek edebiyat
yapıtları aracılığıyla yaygınlaştırmaya çalışan Tanzimat dönemi
yazarları, Batı şiir, roman ve tiyatrosundan oldukça etkilendiler. Bu
etkilenmeler, özellikle çeviri yoluyla gerçekleşti. Tanzimat yazarları
sanat anlayışları bakımından ikiye ayrılabilir: Namık Kemal, Şinasi,
Ahmet Mithat Efendi, ve Ziya Paşa'yı kapsayan birinci kuşak
(1860-1875); Recaizade Mahmut Ekrem, Sarnipaşaza-de Sezai, Nabizade
Nâzım ve AbdülhakHamit'i kapsayan ikinci kuşak (1875-1896). Birinci
kuşak "sanat toplum içindir", ikinci kuşak ise "sanat sanat içindir"
İlkesini benimsemiştir.
Tanzimat döneminde ilk olarak Batı edebiyatından bazı romanlar
çevrilmiş, bu çevirileri örnek alan Tanzimat romancıları,
"Batılılaşma", "yanlış eğitim", "esirlik" gibi toplumsal kavram ve
kurumları bazen alaycı, bazen de gerçekçi bir biçimde işlemişler,
romantizm (Namık Kemal, Ahmet Mithat Ffendi, Şemsettin Sami) ve
gerçekçilik (Recaizade Mahmut Ekrem, Nabizade Nâzım, Samipaşazade
Sezai) akımlarını benimsemişlerdir. Ayrıca bu dönemde, Türk tiyatrosu
oluşmaya başlamıştır.
Tanzimat dönemi Türk edebiyatı, birçok eksikliğine ve yanılgılarına
karşın, Batı örneğinde Türk edebiyatının başlangıcını oluşturması
bakımından önem taşır. Bu dönemde Batı şiiri, romanı, tiyatrosu Türk
toplumuna tanıtılmaya çalışılmış, edebiyat yapıtları aracılığıyla
toplumun eğitilmesine ve bilinçlendirilmesine önem verilmiştir. Söz
konusu dönemde çıkan gazete ve dergilerinde, özellikle siyasal
bilinçlenmede büyük katkısı olmuş, XIX. yy'ın sonlarına doğru, yeni
yetişen ve özellikle Fransız edebiyatından bazı etkiler alan genç
kuşak, servet-i Fünun dergisinde toplanarak, yeni bir edebiyat dönemini
başlatmıştır.

FECRİATİ DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI

Fecriati Dönemi Türk Edebiyatı (1909-1912): Fecriatı edebiyatı,
Servetifünun edebiyatına tepki olarak doğmuş bir akımdır. Serveti-i
fünun dergisinin Abdülhamit dönemi sansürü tarafından kapatılmasıyla,
pek çok sanatçı İstanbul dışındaki dergi ve gazetelerde yazmak zorunda
kaldılar. İstanbul daki edebiyat etkinlikleri yok denecek kadar azaldı.
İkinci Meşrutiyet ilan edilir edilmez (1908), hemen bütün dergiler,
sayfalarını yeniden kültür ve sanat konularına açtılar. Dönemin genç
edebiyatçıları, "Fecriati Ercümeni Edebisi" adıyla bir topluluk
kurdular ve kendilerine yer veren Servet-i Fünun dergisinde bir
bildirge yayınlayarak (24 Şubat 1909) kendilerini topluma tanıtlılar.
Bildirgeyi, Ahmet Haşim, Fmin Bülent (Serdaroğlu), Hamdullah Suphi
(Tarıöver). Sahabettin Süleyman, İzzel Melih (Devrim), Ali Canip
(Yöntem), Ali Süha (Delilbaş), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç),
Mehmet Behçet (Yazar), Köprülüzade Mehmet Fuat, Müfit Ratip, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) gibi şair ve yazarlar imzalamışlardı.
Servetifünuncuları eleştirerek ve artık onların döneminin kapandığını
ileri sürerek kamuoyuna kendilerini tanıtan fecriaticiler, sanat ve
edebiyatın duyguların eğitimine yardımcı olduğunu ileri sürerek, ulusun
gelişmesini ilke edindiklerini bildirmişlerdir. Amaçları Türk
edebiyatını Batı'ya Batı edebiyatını da Doğu'ya tanıtmaktı.
"Sanat sanat içindir" ilkesine bağlı kalan, "sanat, kişisel ve
saygındır"görüşünü savunan fecriaticiler, aslında, karşı çıktıkları
servetifünuncuların açtığı edebiyat geleneğini sürdürdüler;
şiirlerinde, doğa ve aşk konularını genellikle romantik biranlayışla
İşlediler, toplum sorunlarını yüzeysel biçimde ele aldılar.
Meşrutiyetle canlan.Tiyatro etkinliklerine, Sahabettin Süleyman, Müfit
Katip, Tahsin Nahil başarılı yapıtlarıyla katkıda bulundular.
Şahabettin Süleyman ve Köprülüzade Mehmet Fuat, eleştiri ve edebiyat tarihi çalışmalarına "Batılı" bir nitelik kazandırmaya çalıştılar.

MİLLİ EDEBİYAT

Milli Edebiyat (1911-1923). İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra,
müslüman toplumları birleştirmek, kalkındırmak, hıristiyan dünyası
karşısında denge kurmak amacını güden "islamcılık" ideolojisinin yanı
sıra. Önce edebiyat ve düşünce adamları tarafından ortaya atılan,
sonradan siyasal bir nitelik kazanan "ulusçuluk" (milliyetçilik) akımı
yaygınlaşmaya başladı. Ulusçuluk akımı bir süre sonra, "Türkçülük" adı
altında, dernekler ve yayın organları ("Türk Derneği, Türk Yurdu
dernekleri ve bu derneklerin çıkardığı aynı adlı dergiler) kurarak,
siyasal örgütlenme yoluna gitti. Türk Yurdu derneğinin yerine, bir yıl
sonra Türk Ocağı kuruldu, 1913'te yayın hayatına başlayan Halka Doğru
dergisi, halkın düzeyine inmeyi hem ilke edindi; hem de savundu.
Ulusçuluk akımı, iktidar partisi İttihat ve Terakki tarafından da
desteklendiği için kısa sürede yaygınlaştı.

Selanik'te Ömer Seyfettin, Akil Koyuncu, Rasim Haşmet ve
fecriaticilerden bazılarının çıkardıkları Genç Kalemler (1911)
dergisiyle, ulusçuluk akımı, edebiyat alanına da girmiş oldu. Genç
Kalemler dergisi, ilk olarak "milli edebiyat" deyimini ortaya attı ve
böyle bir edebiyatın oluşturulması görevini üstlendi. Dergi
çevresindeki yazarlar, dilin ulusallaştırılmasıyla işe başladılar:
Dilin özleştirilmesi konusunda bazı ilkeler belirlediler (karşılığı
olan yabancı sözcükler atılacak; Arapça, Farsça tamlamalar çözülecek;
vb. Roman, uyku, tiyatro yapıtlarının, konularını ve kişilerini Türk
toplumunun yaşamından alması gerektiğini ilkeleştirdiler.. Genç
Kalemler dergisi kapandıktan (Eylül 1912) sonra, yazarlarının çoğu
İstanbul'a gelerek,Türk Yurdu gibi ulusçu dergilerde yazmava başladılar.
Milli edebiyat dönemi şairleri, başlangıçta fecriaticilerin şiir
anlayışlarını sürdürdüler. Ziya Gökalp'in çağrısı ve desteğiyle, yalın
dil ve hece ölçüsüyle şiir yazmaya başlayan "Beş Hececiler" (Orhan
Seyfi, Halit Fahri, Enis Behiç, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz), romantik bir
ülke edebiyatı oluşturmaya koyuldular. Kişisel gözlem ve izlenimlere
dayanarak yurt sorunlarını, yurt güzelliklerini, yurt sevgisini dile
getirdiler; kahramanlık duygularını konu edindiler masal motiflerinden
yararlandılar.


O sırada servetifünunculardan Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin hâlâ
"usta" kabul ediliyor, Fecriati sairleri (Ahmet Haşim) de ünlerini
sürdürüyorlardı, Hiç bir akıma katılmayan Mehmet Akif (Ersoy) de, dil
bakımından oldukça eski, aruz ölçüsüyle yazılmış toplumcu çizgide
şiirleriyle büyük ün yapmıştı. Rübap dergisindeki bazı genç şairler
(Halit Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, vb.)
"Neviler" adlı altında toplanıp, eski şairlerin şiirlerindeki içten,
lirik ve gizemci atmosferi şiirlerinde yeniden yaşatmak istediler;
ulusal geçmişe bağlanarak edebiyatın ulusal olabileceğini savundular.
Yahya Kemal (Beyatlı) ile Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) de,
"Nev-Yunanilik" adını verdikleri akımda, eski Yunan edebiyatını örnek
alma yoluna giltiler. Bu girişimlerden, beklenen sonuçlar alınamadı.
Milli edebiyat döneminin roman ve Öykülerinde, konular çoğunlukla
toplum sorunlarından alınmış, konuşma dil ve üslubunu yaygınlaştırma
amaç edinilmişti. Bazı romanlarda ve öykülerde, İstanbul dışındaki
çevrelerde söz konusu olan toplumsal sorunlar işlendi.

Ulusçuluk siyasal bir ideoloji olarak yaygınlaştırılmaya çalışıldı.

Kurtuluş Savaşı'nın çeşitli görünümleri, ilgi çekici gözlem ve yorumlarla yansıtıldı

CUMHURİYET SONRASI TÜRK EDEBİYATI

Cumhuriyet dönemi ve sonrası Türk edebiyatı (1923'ten günümüze).
Cumhuriyet yönetiminin kurulmasının ve Türk Devrimi'nin başlatılmasının
ardından, devlet kültüre, Türk toplumunun yerli sanat etkinliklerine
büyük önem verip, destekledi ve yönlendirdi, Batı ve Doğu klasikleri
Türkçe'ye kazandırıldı, latin kökenli harflerin kabulü ve dil devrimi,
özellikle yeni Türk edebiyatının daha geniş kitlelere ulaşmasında büyük
rol oynadı.Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde biçim ve içerik yönünden
büyük değişiklikler oldu.

Beş Heciler'in yolundan giden bazı şairler, halk kaynağına yöneldiler,
Anadolu'yu ve Türk tarihini konu edinerek, ulusçuluk bilincini
güçlendirmeye çalıştılar. Yahya Kemal'in "mektepten memlekete" diye
özetlediği ilkeyi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dranas gibi
şairler, hecenin değişik olanakları içinde şiire egemen kıldılar.
I928'de "Yedi Meşale" adlı ortak bir kitap çıkaran ve "Yedi
Meşaleciler" adıyla anılan şairler (Kenan Hulusi Koray, Ziya Osman
Saba, Yaşar Nabi Nayır, Cevdet Kudret, Muammer Lütfi, Sabri Esat
Siyavuşgil, Vasfi Mahir Kocatürk) sürekli ve etkili bir topluluk
oluşturamadılar. Cumhuriyet dönemi şiirine yön veren şairlerden biri
de, Nâzım Hikmet oldu. Toplurmcu-gerçekçi şiirin öncüsü olan Nazım
Hikmet, yeni şiire her şeyden önce biçim özgürlüğü kazandırdı. Türk
şiirine l1940-1955 yılları arasında egemen olan Garip akımı (Orhan Veli
Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat), geleneksel Türk şiiriyle
bağını kopardı; Batılı çağdaş ozanlara, özellikle gerçeküstücülere ilgi
gösterdi; ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam oyunlarından uzak bir şiir
türü geliştirildi. Garip akımına tepki olarak doğan ikinci Yeni akımı
(Oktay Rıfat, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya,
Sezai Karakoç, Ece Ayhan, Ülkü Tamer, vb.) üyeleri, özgür çağrışım
yöntemini kullandılar, soyutlamaya yönelerek, "anlaşılmaz bir şiir"
türü oluşturdular. Bu akımlardan herhangi birine katılmayan bazı
şairlerse (Fazıl Hüsnü Dağlarca, vb.), bireyin yaşam kavgasındaki
iniş-çıkışıarını dramatik görünümüyle anlattılar, bazı evrensel
konuları şiirlerinde gereç olarak kullandılar.


Cumhuriyet dönemi Türk romanı ve öyküsü, Anadolu insanının
gerçeklerine, sorunlarına yöneldi,1930 yıllarından sonra
toplumcu-gerçekçi roman akımının doğması, Anadolu'nun çeşitli
bölgelerinde yasayan insanların yaşamını, sorunlarını gerçekçi
gözlemlere dayalı olarak yansıtma olanağı sağladı. Türk toplumunun
geçirdiği siyasal,toplumsal, kültürel değişiklikler, bu değişikliklerin
insan üstündeki etkileri, yabancılaşma, aydınların edilginliği ve
bunalımı, kentleşme olgusunun yarattığı bunalımlar, yurt dışına
çalışmaya giden işçiler, cinsellik gibi geniş bir konu yelpazesi ortaya
kondu.

Cumhuriyet ve sonrasında eleştiri ve edebiyat tarihi çalışmaları daha
sağlam bir bilimsel temele oturtuldu. Türk edebiyatının aşağı yukarı
bütün dönemleri, bu dönemlerle ilgili akımlar, topluluklar ve genel
olarak edebiyatçıların yaşam öyküleri, yapıtları üstüne çeşitli
yayınlar yapıldı.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:26 pm

TÜRK EDEBİYATINDA DÖNEMLER

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

Türklerin İslamiyet'e girmeden önce meydana getirdikleri edebiyattır. Sözlü ve yazılı olmak üzere ikiye ayrılır.



SÖZLÜ EDEBİYAT

Her toplumda olduğu gibi Türklerde de kendine özgü sözlü edebiyat
ürünleri vardır. Bu ürünler eski Türk topluluklarının sığır,şölen ve
yuğ adını verdikleri törenlerden doğan ürünlerdir.

Sığır: Av törenlerine denir.

Şölen: Kurban törenlerine denir.

Yuğ: Yas,ölüm törenlerine denir.



Bu törenler şaman,kam,baksı ve ozan adını alan kişiler tarafından
yönetilir.Bunlar sazlarıyla bu törenlerde bazı destan parçalarını veya
koşuk,sagu adı verilen şiirleri söylerlerdi.




İslamiyet Öncesi Türk Şiirinin Özellikleri:

*Hece ölçüsüyle söylenmiştir.(7’li,8’li,12’li)

*Yarım kafiye kullanılmıştır.

*Nazım birimi dörtlüktür.

*Dildeki kelime sayısı sınırlı kalmıştır.,yabancı dillerin etkisi yoktur

*Tabiatla iç içe oldukları için sanatçılar benzetmelerde tabiattan yararlanmışlardır.

*Şiirlerde işlenen konular:kahramanlık,yiğitlik,ölüm,savaş ve aşktır.





SÖZLÜ ÜRÜNLER



KOŞUK

*Dörtlüklerle söylenilir.

*Hece vezni kullanılmıştır.Yiğitlik,aşk,tabiat gibi konular işlenir.

*Halk edebiyatındaki karşılığı ‘’koşma’’,Divan edebiyatındaki karşılığı ‘’gazel’’dir.

*Kafiye düzeni aaab,cccb,dddb şeklindedir.



SAGU

*Devlet büyüklerinin ölümü üzerine duyulan acıyı dile getirmek için söylenen şiirlerdir.

*Kafiye düzeni koşuktaki gibidir.

*Halk edebiyatındaki karşılığı "ağıt", Divan edebiyatındaki karşılığı "mersiye"dir.



SAV

Kısa ve özlü sözlerdir.Atasözünün yerine kullanılmıştır.



DESTAN

Milletlerin zihinlerinde derin etki bırakan savaş,göç,afet,kıtlık gibi olayların etkisiyle söylenmiş,uzun manzum hikayelerdir.

*Olayların toplumda derin izler bırakmış olması.

*Olay ve kişilerin olağanüstü nitelikler göstermesi.

*Tanrıların olaylara karışması.

*Milli dil ve nazım şekilleriyle söylenmesi



TÜRK DESTANLARI



SAKA TÜRKLERİNİN DESTANLARI

*Alp Er Tunga Destanı: Türk-İran savaşlarıyla Alp Er Tunga’nın yiğitliklerinin anlatıldığı destanlardır.

*Şu Destanı:İskender ile Türkler arasındaki savaşların ve Hükümdar Şu’nun destanıdır.



HUN TÜRKLERİNİN DESTANI

*Oğuz Kağan Destanı: Hun Hükümdarı Mete’nin yiğitliklerini,ülkesini
genişletip oğulları arasında nasıl bölüştürdüğünü anlatan destandır.



GÖKTÜRK DESTANI

*Bozkurt Destanı: Savaşta yaralanan bir Türk’ün,dişi bir kurt
tarafından kurtarılmasını,korunmasını ve Türklerin sözü edilen kurtla
bu Türk’ten çoğaldığı anlatılır.

*Ergenekon Destanı: Bir yenilgi sonunda Ergenekon’a çekilen Türklerin
orada çoğalıp,bir demir dağı erittikten sonra öçlerini alışlarını
anlatan destandır.



UYGUR TÜRKLERİNİN DESTANI

*Türeyiş Destanı: Uygur hakanının,üç kızını insanoğluyla evlendirmeyi
uygun bulmayarak tanrıya, kızlarıyla evlenmesi ve Uygur Türklerinin bu
evlenmeden çoğaldığı anlatılır.

*Göç Destanı: Türklerin,Kutsal taşı Çinlilere vermeleri üzerine, tanrı
tarafından cezalandırılmaları kuraklığın başlaması nedeniyle de göç
etmeleri anlatılır.



Diğer Milletlerin Destanları:

İran: Şehname

Alman: Nietbelungen Lied

Hindistan: Mahabarata, Ramayana

Japon: Şinto

Rus: İgor

Yunan: İlyada,Odyssa

Fransı: Chasen de Rolland

Fin: Kalevala



YAZILI EDEBİYAT

İslam öncesi Türk edebiyatına ait, bilinen yazılı ürün çok azdır. İlk
eserler mezar taşlarındaki yazılardır. Türkler bu dönemde Göktürk ve
Uygur alfabesini kullanmışlardır. İslam öncesi Türk edebiyatının en
önemli yazılı eseri Yenisey nehri kenarındaki Orhun Abideleri dir.



Abidelerin ilki M.S. 720 yılında Bilge Tonyukuk tarafından yazılmış ve
dikilmiştir. İkinci ve üçüncü abideler Yolluğ Tigin tarafından
yazılmıştır. Birisi 732 yılında Kültigin adına diğeri ise 735 yılında
Kültigin’in ağabeyi Bilge Kağan adına dikilmiştir.

*Birinci taşın dili sadedir.İkinci ve üçüncü taşların dili ise süslü ve söylev dilidir.

*Bu abideler de Göktürklerin bağımsızlıkları için Çinlilerle yaptıkları
savaşlar ve bu savaşlar sonucunda devleti yeniden nasıl kurdukları
anlatılır.

*Çin entrikalarına karşı halk uyrılır.





İSLAM ETKİSİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI



İLK DÖNEM VE İLK ESERLER



KUTADGU BİLİG

*11. yy’da (1069-1070) Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır.

*Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur.

*Kutadgu Bilig ‘’saadet veren bilgi.ilim’’ anlamına gelir.

*Didaktik bir eserdir.

*Mesnevi şeklinde aruz vezniyle 6645 beyit olarak yazılmıştır.

*Eserde 173 tane de dörtlük vardır.

*Eserde,toplum hayatındaki bozuklukları düzeltecek,insanı mutlu edecek
yollar bulmak;bu yolları,devrin hükümdarına öğütler halinde
göstermektir.

*Ahlak,dinin, önemi,devlet idaresi gibi konulara da değinilmiştir.

*Eserde dört sembolik şahsiyet yer alır.

*Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.



DİVAN-I LÜGATİ’T TÜRK

*11.yy’da (1072-1074) Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır.

*Ebul Kasım Abdullah’a sunulmuştur.

*Türkçe’nin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır.

*7500 Türkçe kelimenin Arapça karşılığı verilmiştir.

*Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla yazılmıştır.Bu nedenle Arapça olarak kaleme alınmıştır.

*Yazar Türkçe kelimelerin karşılıklarını ve bunu halk dilinden derlediği örneklerle delillendirmiştir.

*Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önemli bilgiler vardır.

*Devrinin Türk dünyasını gösteren bir haritada vardır.

*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.





ATABET’ÜL HAKAYIK

*12.yyde ‘’Edip Ahmet Yükneki’’ tarafından kaleme alınmıştır.

*Eser Sipehsalar Mehmet Bey adlı birine sunulmuştur.

*Atabet’ül Hakayık ‘’hakikatler eşeği’’ anlamına gelir.

*Aruz vezniyle mesnevi tarzında yazılmıştır.

*Didaktik bir eserdir.

*Cömertlik,doğruluk,ilim gibi konular işlenmiştir.

*Eserde 46 beyit ve 101 dörtlükten meydana gelmiştir.

*Dörtlükler manilerdeki gibi aaxa şeklinde kafiyelenmiştir.

*Eserin dili biraz ağıdır.Arapça ve Farsça kelimelere rastlanır.

*Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.





DİVAN-I HİKMET

*12.yy’da Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır.

*Hikmet: Ahmet Yesevi’nin şiirlerine verdiği isimdir.

*Eserin dili sadedir.

*Eserin yazılma gayesi, halka İslamiyet'i hikmetli bir şekilde öğretmektir.

*Dörtlüklerle ve hece vezniyle yazılmıştır.

*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.





KİTAB-I DEDE KORKUT

*Destan dan halk hikayesine geçiş döneminin ürünüdür.

*12 hikayeden oluşur.

*Olağanüstü olaylarla gerçeğe uygun olaylar eserde iç içedir.

*Türklerin eski yaşam tarzları ile ilgili ayrıntılar yanında İslam dini ile ilgili özelliklerde vardır.

*Eserde geçen ‘’Dede Korkut’’meçhul bir halk ozanıdır.

*Hikayelerde oğuzların çevredeki boylar ile aralarındaki savaşlar ve kendi iç mücadeleleri yer alır.

*Hikayelerin konuları;aşk,yiğitlik gösterisi,karamanlık,boylar arasındaki savaştır.

*15. yy’da kaleme alınmıştır.

*Eserin yazarı belli değildir.

*Nazım ile nesir iç içedir.

*Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:27 pm

HALK EDEBİYATI



Halk Edebiyatının Genel Özellikleri:

*Kullanılan dil halkın kullandığı,konuştuğu dildir.

*Halk deyimlerine ve güzel halk söyleyişlerine yer verilir.

*Şair şiirlerini saz eşliğinde,belli bir ezgi ile söyler.

*Nazım birimi dörtlüktür.

*Hece ölçüsü kullanılmıştır (genellikle 7’li,8’li ve 11’li).

*Yarım kafiye kullanılır.Rediften yararlanılmıştır.

*Azda olsa benzetmelerden faydalanılmıştır.

(Boy serviye, yüz aya, kaş kaleme, diş inciye, yanak güle)

*İşlenen konular;

aşk,tabiat,ayrılık,hasret,ölüm,yiğitlik,toplum,din ,

zamandan şikayet sık sık işlenen konulardır.

*Şiirlerin başlığı yoktur,Nazım şekilleri ile adlandırılır.





A)ANONİM HALK EDEBİYATI

Kim tarafından söylendiği bilinmeyen halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu edebiyattır.

*Sözlü geleneğe dayanır.

*Halk diliyle söylenir.

*Anonim halk edebiyatıürünleridir; mani, ninni, türkü, destan, tekerleme, bilmece, masal v.b.

*Bu ürünlerde ölüm, aşk, hasret, yiğitlik gibi tüm insanlığı ilgilendiren konular işlenir.



NAZIM ŞEKİLLERİ




MANİ

*Aşk, sevgi, yiğitlik, evlat sevgisi, toplum olayları ve ölüm gibi temaları işleyen bir türdür.

*Hecenin 7’li kalıbı ile söylenir.

*Bir dörtlükten oluşur.

*İlk iki dize hazırlıktır;yani doldurmadır.

*Asıl maksat son iki dizelerde söylenir.

*Kafiye örgüsü aaxa şeklindedir.

*Dört dizeden fazla olan manilerde vardır.





NİNNİ

Annelerin çocuklarını uyutmak için belli bir ezgi ile söylediği sözlü edebiyat ürünüdür.

*Hece ölçüsü ile söylenir.(7’li 8’li ve 9’lu).

Anne çocuğuna ilişkin isteklerini, iyi dileklerini, kendi sevincini, üzüntülerini anlatır.





TÜRKÜ

*Kendine özgü bir ezgi ile söylenen bir nazım biçimidir.

*Daha çok hecenin 8’li ve 11’li kalıbıyla söylenir.

*İki bölümden oluşur.Birinci bölüm türkünün asıl sözlerinin bulunduğu
bölümdür.Buna bent denir. İkinci bölüm ise her bendin sonunda
tekrarlanan nakarat bölümleridir.Bunlara da kavuştak denir.

*Bentler ve kavuştaklar kendi aralarında kafiyelidir.

*Aşk,tabiat,ayrılık,gurbet,harset,sevgi ve güzellik gibi konular işlenmiştir.

*Konusu ve şekli devirden devire ve çevreden çevreye değişir.





AĞIT

Ölen kimsenin arkasından söylenen ve ölen kimsenin hayattaki başarılarını anlatan şiirlerdir.





B)AŞIK HALK EDEBİYATI

*Aşık adı verilen halk şairleri tarafından oluşturulmuştur.

*Aşıklar genellikle okur, yazar değillerdir.

*Aşıklar, köy, kasaba, şehir ve asker ocaklarında yetişir






NAZIM ŞEKİLLERİ




KOŞMA

*Sevgi,doğa,türlü acılar,insanlık sevgi ve yiğitlik gibi bir türdür 11’li hece ölçüsüyle söylenir.(6+5 ve 4+4+3).

*Nazım birimi dörtlüktür. (en az 3,en fazla12).

*Son dörtlükte ozanın adı yer alır.

*Kafiye düzeni abab,cccb,dddb.... şeklindedir.

Koşmalar konuları yönüyle kendi içinde de isimlendirilmiştir.

a)Güzelleme:Aşk, hasret, ayrılık, doğa sevgisi gibi lirik konuları işleyen koşmadır.

b)Taşlama: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.

c)Koçaklama: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir;

d)Ağıt: Bir kişinin ölümünden duyulan acı ifade edilir.

*Belli bir ezgi ile söylenir.





SEMAİ

*Hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla söylenir.

*Koşma gibi kafiyelenir.

*En az 3,en fazla 5-6 dörtlükten oluşur.

*Kendine özgü bir ezgi vardır.

*Koşmada işlenen temaların ve konuların hepsi,semai de kullanılır.

*Koşmada ayrılan yönleri;bestesi ölçüsü ve dörtlük sayılır.





VARSAĞI

*İlk olarak toroslarda yaşayan Varsak boyunda ozanlar tarafından kullanılmıştır.

*Kendine özgü bir bestesi vardır.

*Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan,babacan erkekçe bir hava duyulur.

*Hece ölçüsünün 8’li kalıbıyla söylenir.

*Diğer nazım şekillerinden farklı bre,behey,hey gibi ünlemlere yer verilmesidir.

*Hayattan ve talihten şikayet işlenir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

edebiyat hakkında konular arşivi Empty Geri: edebiyat hakkında konular arşivi

Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:29 pm

DESTAN

*Yiğitlik,savaş,deprem,yangın gibi toplumsal açıdan önemli konular işlediği bir türdür.

*Nazım birimi dörtlüktür.(En uzun 100 dörtlük olanları vardır.

*Genellikle 11’li hece ölçüsü ile yazılır.

*Kafiye örgüsü koşma ile aynıdır.

*Kayıkçı Kul Mustafa’nın Genç Osman Destanı ‘’en ünlüsüdür’’.




AŞIK EDEBİYATININ SANATÇILARI



KÖROĞLU

*16.yy’li halk şairlerimizdendir.

*Bolu Bey’i ile yaptığı mücadele ile tanınır.

*Şiirleri arasında yiğitçe,coşkun bir seslenişle söylenmiş koçaklamaları önemli bir yer tutar.

*Aşk,tabiat gibi konuları işlediği şiirleri de vardır.





KARACAOĞLAN

*17.yy halk şairidir.

*Bütün aşık edebiyatı şairlerini etkilemiştir.

*Aşk ve tabiat şairidir.

*Dili sadedir arı ve duru bir Türkçe’dir.

*Şiirlerinde tasavvufa ve dini konulara yer vermemiştir.

*Şiirlerini hece ölçüsü ile yazmıştır.





GEVHERİ

*17.yy sonu ve 18.yy başında yaşamıştır.

*Şiirden Şam’a, Arabistan’a gittiğini bir kaynaktan da Rumenli de
bulunduğunu ve bir paşanın yanında katiplik yaptığını öğreniyoruz.

*Şiirlerinde divan edebiyatının etkisi vardır.

*Yer yer aruz ölçüsünü de kullanılmıştır.

*Şiirlerinde yabancı kelimelere ve divan edebiyatı mazmunlarına yer vermiştir.





SEYRANİ

*Kayseri’nin Develi kasabasında doğmuştur.

*İstanbul a gelmiş ancak devrin büyüklerini hicvettiği için,memleketine dönmek zorunda kalmıştır

*Hicivleriyle tanınır.

*Aruzlar da yazmakla birlikte asıl şöhretini hece ölçüsüyle bulmuştur.





DADALOĞLU

*Toroslardaki göçebe Türkmenlerin Avşar boyundan olan Dadaloğlu’nun hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur.

*Şiirlerinde yiğitçe bir sesleniş olduğu gibi içli söyleyiş de vardır.

*İçinde bulunduğu tarih ve toplum olaylarını şiirlerine yansıtmıştır.





ERZURUMLU EMRAH

Zamanın ünlü şairlerindendir.Asıl kişiliği hece ölçüsü ile yazdığı koşma ve semailerinde görülür.





AŞIK VEYSEL SATIROĞLU

*Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivri alan köyünde doğmuştur.

*Çocukluğunda geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden gözlerini kaybetmiştir.

*İçli bir saz şairidir.

*Şiirlerinde insan,yurt,tabiat sevgisini dile getirmiştir.

*Ankara ve İstanbul radyolarında program yapmıştır.

*Ahmet Kudsi Tecer tarafından edebiyatımıza kazandırılmıştır.

Eserlerieğişler,sazımdan sesler,dostlar beni hatırlasın.





C)TEKKE VE TASAVVUF HALK EDEBİYATI

*Dini tasavvufi düşünceyi yaymak düşüncesiyle gelişen bir edebiyattır.

*Bu edebiyatın konusu Allah aşkı ve Vahdet-i Vücud düşüncesidir.

*Şairleri hem divan edebiyatı hem de halk edebiyatı nazım şekillerinde kullanılmıştır.

*Aruz vezni ve hece vezni birlikte kullanılmıştır.

*Dili halkın anlayabileceği bir dildir.





NAZIM ŞEKİLLERİ



İLAHİ

*Allah’ı övmek ve ona yalvarmak için yazılan şiirlere denir.

*Özel bir ezgiyle okunur.

*Hecenin 7’li 8’li 11’li kalıbıyla söylenir.





NEFES

*Bektaşi şairlerinin söyledikleri şiirlere denir.

*Tasavvuftaki Vahdet-i Vucud düşüncesi anlatılır.

*Hz. Muhammed ve Hz. Ali için övgülerde söylenilir.





NUTUK

Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren dervişlere tarikat
derecelerini ve tarikat adabını öğretmek için söyledikleri şiirlerdir.





DEVRİYE

Devir kuramını anlatan şiirlere denir.




ŞATHİYE

İnançlardan teklifsizce, alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir.





TEKKE VE TASAVVUF EDEBİYATI SANATÇILARI



YUNUS EMRE (1249-1322)

*Eskişehir’de doğup öldüğü söylenir.

*Hayatı efsanelerle örülmüştür.

*Dili sadedir.

*Allah inancını ve insan sevgisini işler.

*Şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır.Lirik bir şairdir.

*Şiirlerinde hem aruz hem de hece vezni kullanılmıştır.

*İşlediği konular yönüyle evrenseldir.

Eserleriivan,Risaletün Nushiye





PİR SULTAN ABDAL (?-1560)

*16.yy!da yaşamış bir Bektaşi şairidir.Sivas’ın Banaz köyünde doğmuştur.Hızır Paşa tarafından Sivas'ta öldürülmüştür.

*Tasavvuf,tabiat,aşk ve halkın gerçek yaşayışıyla ilgili konular işler.

*Divan edebiyatında etkilenmemiştir. Dili sadedir.





HACI BEKTAŞ-I VELİ (1209-1270)

13.yy’da yaşamıştır,Türkistan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur.A.Yesevi’nin isteğiyle Anadolu’ya gelmiştir.

Bilinen en önemli eseri ‘’Makalat’’tır. Sohbetler sözler anlamına
gelir.Hz Adem’in yaratılışı, Şeytan ve Şeytani işler, Allah’ın birliği
gibi konuları ele almıştır.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz