Necip Fazıl'ın roman kalıpları içinde kaleme aldığı tek eseri... Roman üniversitede felsefe asistanı olan Naci'nin hayatı etrafında gelişir. Bu hayat Necip Fazıl'ın kendi hayatı değildir ama onun hayat hikayesindeki bir çok unsuru içinde barındırır. Naci çevresine karşı davranışlarıyla kadın cemiyet ve sanat anlayışıyla
hayata ve ölüme dair düşünceleriyle bir karakter
bütünü halinde şekillendikçe hayalimizde bir
Necip Fazıl portresi belirir gibi olur.
Kitaptan bazı alıntılar:
Örgüsü beline kadar inen koyu altun sarısı saçlar... Açık kumral parlak örneksiz bir renk tonu...Gözleri de saçlarına denk... Açık bir alın vezinli bir burun kendinden kıpkırmızı hafifçe kalın
kaçak br istihza büklümüyle kavisli dudaklar...
Çıplak ayak bileklerinde soylu çizgilerin en incesi...
Kapalıca kavuniçi rengi bir entariden giyimi içinde
öğretilemez ve öğrenilemez bir vakar ihtişamı... Yoksa
masallardan kaçırılmış ve bu köye hapsedilmiş bir sultan mı
bu?.. (sy.9)
*****
"Üniversitede birkaç profesör arasında…
Biri:
- Duyduğumuza göre garip bir doçentlik tezi
hazırlıyormuşsunuz. Şeraitle iç içe İslâm
tasavvufuna ait bir tez. Ve ona büyük bir eser çapında
hazırlık yapıyormuşsunuz. Ne zamandan beri şeraitçi oldunuz?
- Yunus Emre’nin “Ballar balını buldum” dediği tasavvufa el attığım günden beri…
- Şeriate mi tasavvufa mı hangisine tutunuyorsunuz?
- İki elimle tutunduğum dal birdir.
Öbür profesör:
- Hırsızlık edenlerin kolunu kesen şeraiti çağımıza nasıl uydurabilirsiniz?
- Hırsızlık cemiyetin kolunu kesmektir. Cemiyetin kolunu keseni kolsuz bırakmaksa toplumu kurtarmak… Şeriat
hırsızlık sürsün ve boyuna kol kesilsin diye emretmez;
hırsızlık kalksın ve kol kesilmesin saadetini getirir. Yani hastalık
iyi olsun… Neden vücudu kurtarmak için kol kesen
cerrahı suçlamıyoruz?
- Adaletsiz bir cemiyette hırsızlık kesilemez ki bu kadar acı bir cezaya katlanılabilsin?...
- Gerçek adaletin şartları da şeraitte… Buna rağmen suç işleyenlere verilecek ceza da bir tedavi…
Başka bir profesör:
- Siz bu fikirlerinizle çağ dışı kalmaya mahkûmsunuz. Yazık ne kadar da istidatlı bir gençsiniz! Kıymayın kendinize!...
- Çağ dışı olmak için önce çağ nedir onu anlamak peşinden bütün illetleriyle çağımızı bilmek lazımdır. Çağ bir takvim işi değildir. Asıl doğum sancısı çekenlere “ çağ dışı” mührünü basanlardır ki çağ dışıdır. Kendi kendilerine yetemeyen çağların gebe kaldığı yavruları göremeyenler
onların yüz çizgilerini
heceleyemeyenler…İslâmiyet lâv gibi fışkırdığı
devirde çağının neresindeydi üstünde mi altında mı içinde mi dışında mı?... Çağ dediğiniz onu açanın geçmişi kapatanın ve geleceğe hükmedenindir.
- İyi ya kendi kendinizi ele veriyorsunuz! Asrımızda İslâmiyet kapatılmış değil midir?
- Belki onu anlayamayanların kaba nefslerine indirenlerin ve hayata yanlış tatbik edenlerin islâmiyeti… İslâmiyet değil…
Kendi hocası orta yerde çabalayan ve yönü belli olmayan esersiz profesör de lâfa karıştı:
- Bak sana
yakında doçentim olacak asistanıma söyleyeyim; bugün
Türkiye’de solcu sınıf dışında milliyetçi
zümrenin birlik olduğu gerçek şudur: Allah’a ve
Resûlüne evet şeraite hayır!...
Naci acı acı güldü:
- Aman hocam böyle bir görüş güneşi kabul edip de ışığını inkâra kalkışmak gibi bir abes olur…" (sy.97-98)
*****
Boş konuşuyoruz boş...Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon lafarayıpda bulamadığımız tek cümle için...Arayıp bulamadığımızarayıpda bulur gibi olduğumuzbulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için...O cümle nedir o cümle?... Ben o cümleyi bilmiyorum.Fakat bütün mevcutlarla beraberbütün cümleleriniçinde
eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum.Her an söyleyip de
hiç bir an hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek
kelime "Allah..." (sy.163)
*****
Batının büyük mustaripleri hakikat dağına tırmanış yolunda
islam velilerine nisbetle çıkmaz sokağın cüce
piyonlarıdır.Istırap felsefesine hafakan hikmetine kadar ulaşırlar da yine yolda kalırlar ve büyük oluşu bulmaya yakın
büsbütün kaybederler.Dönüp dolaşıp yine akılda
kalırlar ve aklı akılla yenecek seviyeye tırmanamazlar.Tırnakları kan
içinde tutundukları kayalardan aklın bütün cicili bicili oyuncaklarıyla beraber düşerler. (sy.70)
*****
-Yalanbu dünyayalan...Aynadaki yalan...
-Yalan amabir gerçeğin yalanı...Aynada gördüğün her şey o dahiçbiri o değil...
-Gerçeği olmayan yalan olabilir mi?...Doğru olmalı kiyalankendisine sahte bir vücut bulsun...
-Doğrusu olmayan yalan olamaz."Var"ın arkasından"hiç" gelemez.
-Sen aynada yol almaya ne bakıyorsun!..Devir o yol vermez sahtekarı daardında gizlediği gerçeğe ulaş!
-Oyakınlığı haber vermek için yaratılmış mücella uzaklık...
-Dünya her avizesine bir güneş yerleştirilsebir kibrit başı nura denk olamaz..
-Şimdihaydi gitoyalana dönsırtını aynalara ver ve onlarıniçinde yol almaya kalkanlara haykır:Başlarınızı aynaya çarpmayınız;Alnınızdan yaralanırsınız!
-Senin işin bu;aynaya tutulanlara yol vermek..Yoksa sen neredesinMevlana Halid'e verilen ayak yolu temizleme işindeki büyüklük nerede?
-Gelbize gelbaşın sıkıştıkça bize gel!..
-Var olmak istiyorsan Allah'ta yok ol!!
hayata ve ölüme dair düşünceleriyle bir karakter
bütünü halinde şekillendikçe hayalimizde bir
Necip Fazıl portresi belirir gibi olur.
Kitaptan bazı alıntılar:
Örgüsü beline kadar inen koyu altun sarısı saçlar... Açık kumral parlak örneksiz bir renk tonu...Gözleri de saçlarına denk... Açık bir alın vezinli bir burun kendinden kıpkırmızı hafifçe kalın
kaçak br istihza büklümüyle kavisli dudaklar...
Çıplak ayak bileklerinde soylu çizgilerin en incesi...
Kapalıca kavuniçi rengi bir entariden giyimi içinde
öğretilemez ve öğrenilemez bir vakar ihtişamı... Yoksa
masallardan kaçırılmış ve bu köye hapsedilmiş bir sultan mı
bu?.. (sy.9)
*****
"Üniversitede birkaç profesör arasında…
Biri:
- Duyduğumuza göre garip bir doçentlik tezi
hazırlıyormuşsunuz. Şeraitle iç içe İslâm
tasavvufuna ait bir tez. Ve ona büyük bir eser çapında
hazırlık yapıyormuşsunuz. Ne zamandan beri şeraitçi oldunuz?
- Yunus Emre’nin “Ballar balını buldum” dediği tasavvufa el attığım günden beri…
- Şeriate mi tasavvufa mı hangisine tutunuyorsunuz?
- İki elimle tutunduğum dal birdir.
Öbür profesör:
- Hırsızlık edenlerin kolunu kesen şeraiti çağımıza nasıl uydurabilirsiniz?
- Hırsızlık cemiyetin kolunu kesmektir. Cemiyetin kolunu keseni kolsuz bırakmaksa toplumu kurtarmak… Şeriat
hırsızlık sürsün ve boyuna kol kesilsin diye emretmez;
hırsızlık kalksın ve kol kesilmesin saadetini getirir. Yani hastalık
iyi olsun… Neden vücudu kurtarmak için kol kesen
cerrahı suçlamıyoruz?
- Adaletsiz bir cemiyette hırsızlık kesilemez ki bu kadar acı bir cezaya katlanılabilsin?...
- Gerçek adaletin şartları da şeraitte… Buna rağmen suç işleyenlere verilecek ceza da bir tedavi…
Başka bir profesör:
- Siz bu fikirlerinizle çağ dışı kalmaya mahkûmsunuz. Yazık ne kadar da istidatlı bir gençsiniz! Kıymayın kendinize!...
- Çağ dışı olmak için önce çağ nedir onu anlamak peşinden bütün illetleriyle çağımızı bilmek lazımdır. Çağ bir takvim işi değildir. Asıl doğum sancısı çekenlere “ çağ dışı” mührünü basanlardır ki çağ dışıdır. Kendi kendilerine yetemeyen çağların gebe kaldığı yavruları göremeyenler
onların yüz çizgilerini
heceleyemeyenler…İslâmiyet lâv gibi fışkırdığı
devirde çağının neresindeydi üstünde mi altında mı içinde mi dışında mı?... Çağ dediğiniz onu açanın geçmişi kapatanın ve geleceğe hükmedenindir.
- İyi ya kendi kendinizi ele veriyorsunuz! Asrımızda İslâmiyet kapatılmış değil midir?
- Belki onu anlayamayanların kaba nefslerine indirenlerin ve hayata yanlış tatbik edenlerin islâmiyeti… İslâmiyet değil…
Kendi hocası orta yerde çabalayan ve yönü belli olmayan esersiz profesör de lâfa karıştı:
- Bak sana
yakında doçentim olacak asistanıma söyleyeyim; bugün
Türkiye’de solcu sınıf dışında milliyetçi
zümrenin birlik olduğu gerçek şudur: Allah’a ve
Resûlüne evet şeraite hayır!...
Naci acı acı güldü:
- Aman hocam böyle bir görüş güneşi kabul edip de ışığını inkâra kalkışmak gibi bir abes olur…" (sy.97-98)
*****
Boş konuşuyoruz boş...Bütün bir ömür içinde söylediğimiz bir milyon kere bir milyon lafarayıpda bulamadığımız tek cümle için...Arayıp bulamadığımızarayıpda bulur gibi olduğumuzbulur gibi olup da yine elden kaçırdığımız elden kaçırıp da tekrar bulur gibi olduğumuz tekrar bulur gibi olup da artık aramaya lüzum görmediğimiz tek cümle için...O cümle nedir o cümle?... Ben o cümleyi bilmiyorum.Fakat bütün mevcutlarla beraberbütün cümleleriniçinde
eridiği ve yok olduğu tek bir kelime biliyorum.Her an söyleyip de
hiç bir an hakikatine yaklaşamadığımız ve yaklaşamayacağımız tek
kelime "Allah..." (sy.163)
*****
Batının büyük mustaripleri hakikat dağına tırmanış yolunda
islam velilerine nisbetle çıkmaz sokağın cüce
piyonlarıdır.Istırap felsefesine hafakan hikmetine kadar ulaşırlar da yine yolda kalırlar ve büyük oluşu bulmaya yakın
büsbütün kaybederler.Dönüp dolaşıp yine akılda
kalırlar ve aklı akılla yenecek seviyeye tırmanamazlar.Tırnakları kan
içinde tutundukları kayalardan aklın bütün cicili bicili oyuncaklarıyla beraber düşerler. (sy.70)
*****
-Yalanbu dünyayalan...Aynadaki yalan...
-Yalan amabir gerçeğin yalanı...Aynada gördüğün her şey o dahiçbiri o değil...
-Gerçeği olmayan yalan olabilir mi?...Doğru olmalı kiyalankendisine sahte bir vücut bulsun...
-Doğrusu olmayan yalan olamaz."Var"ın arkasından"hiç" gelemez.
-Sen aynada yol almaya ne bakıyorsun!..Devir o yol vermez sahtekarı daardında gizlediği gerçeğe ulaş!
-Oyakınlığı haber vermek için yaratılmış mücella uzaklık...
-Dünya her avizesine bir güneş yerleştirilsebir kibrit başı nura denk olamaz..
-Şimdihaydi gitoyalana dönsırtını aynalara ver ve onlarıniçinde yol almaya kalkanlara haykır:Başlarınızı aynaya çarpmayınız;Alnınızdan yaralanırsınız!
-Senin işin bu;aynaya tutulanlara yol vermek..Yoksa sen neredesinMevlana Halid'e verilen ayak yolu temizleme işindeki büyüklük nerede?
-Gelbize gelbaşın sıkıştıkça bize gel!..
-Var olmak istiyorsan Allah'ta yok ol!!