Halife Harun Reşid hakkında şöyle bir hadise anlatılır:
Halife, biri Hintli, biri Bizanslı, biri Irak2lı ve biri Afrikalı
(zenci) dört tabibi bir araya getirdi. Tabiplere: "Her biriniz,
içinde hiçbir hastalık bulunmayan bir ilaç ismini
bana söylesin dedi. Hintli olan şöyle dedi:
"Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, kara helile meyvesidir."
Bizanslı tabip ise: "Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, beyaz turp tohumudur!" dedi.
Iraklı tabip : dediki "Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, sıcak sudur!"
Onların en bilgini olan siyahî tabip ise şöyle dedi: "Helile
meyvesi mideyi burar; bu ise bir hastalıktır. Beyaz turp tohumu mideyi
inceltir; bu da bir hastalıktır. Sıcak su da mideye rehâvet
verir; bu da bir hastalıktır!" Bu sözler üzerine tabipler
kendisine: "Peki sence hangi ilaç herhangi bir hastalık
içermez?" diye sordular; o da şu cevabı verdi:
"Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç; canınız
çekmedikçe yemeğe oturmamak ve daha iştahın var iken
sofradan kalkmaktır! Bu sözler üzerine diğer doktorlar hep
birlikte: "Doğru söyledin!" dediler.
Alimlerden biri, bana şunu anlattı: Ehl-i kitabın feylesof
tabiplerinden birine; Hz. Resûlullah'ın (s.a.v), midenin
üçte birini yemek, üçte birini içecek ve
üçte birini nefes için ayırmakla ilgili hadis-i
şerifinden bahsettim. Çok şaşırdı, bu sözleri takdir etti
ve şöyle dedi:
"Az yemekle ilgili olarak bundan daha mükemmel bir söz
işitmedim! Bu, gerçekten hikmet sahibi birinin
sözüdür! Hikmet sahibi tabipler yemeği azaltma konusunda
hep böylesine güzel bir sözü söylemeye
çalışmışlar; fakat bunu başaramamışlardır. O tabiplerin bu
konuda en sık söyledikleri söz: "Acıkmadan yemeyin, doymadan
sofradan kalkın!" sözünden ibaret olmuştur.
Bir kısmı da: "Yemeği ancak aşırı şekilde acıkınca yeyin, ama
tam olarak doymadan kalkın!" demişlerdir. İşte bütün bu
tabiplerin söylemek istediklerini sizin peygamberiniz bir
cümlede ifade etmiştir.
Alimlerimizden Ebu'l-Hasen b. Sâlim şöyle der: "Saf
buğday ekmeğini edebiyle yiyen kişi ölümden başka bir
hastalığa yakalanmaz!" Bu zata edebin ne olduğunu sordular; şöyle
cevap verdi: "Acıkınca yemek, doymadan kalkmak!"
Bu konudaki temel esas şudur: Hastalıklar, toprakta
yetişen değişik ürünler vasıtasıyla vücuda girer;
çünkü mide şu dört temel esastan meydana gelir:
Sıcaklık, soğukluk, rutubet ve kuruluk. Yeryüzünde yetişen
bitkiler de aynı şekilde bu dört yapıdan oluşur. Bu bitkilerin
yetiştikleri yerler farklılaştıkça, onların tabiatında bulunan
sıcaklık ve soğukluk asli yapılarından farklı bir yöne kayar. Bu
da midenin sıcaklık ve soğuklukla ilgili mizacını değiştirir. Aynı
şekilde bitkilerdeki rutubet ve kuruluk da farklılık
göstereceğinden, bu farklılık midenin rutubet ve kuruluk
yönünden mizacının da değişikliğe uğramasına sebep olur. Buna
dayalı olarak bu dört temel vasıftan biri, diğeri üzerine
üstünlük kurar ve baskın duruma gelir. Hastalıklar da bu
şekilde ortaya çıkar.
Yeryüzünde yetişen ve insanlar tarafından gıda olarak
kullanılan bitkilerin her biri, insan bedeni üzerinde belli bir
etki yapar. Ancak bu bitkiler içinde buğday ayrı biri yere sahip
olup, onda bu dört unsur dengeli olarak bulunur. Bu bakımdan
buğday suya benzer. Su da diğer içeceklere göre bu
dört unsuru dengeli olarak bulunduran bir içecektir.
Hafifliği ve yağının azlığı sebebiyle keklik eti, diğer etler yanında
farklı bir yere sahip olduğu gibi; buğday da hububat arasında ayrı bir
yere sahiptir.
Tabiplerden biri şöyle der: "Ekmeği sade olarak dilediğiniz kadar yiyin, size bir zararı dokunmaz!"
Diğer biri de şöyle der: "Sadece kuru ekmek yemek, zararlı katık yemekten daha iyidir!"
Diğer bir tabip de şöyle der: "İnsanın midesine nardan daha faydalı ve tuzdan daha zararlı bir şey girmemiştir!"
Bu bakımdan, yiyeceklerde tuzu azaltmak, nar yemeyi arttırmaktan daha yararlıdır.
Bir hadis-i şerifte, turunç, diğer meyvelere göre
mide üzerinde dört tabiatı dengeleyen bir meyve olarak
anlatılır. Resûlullah (s.a.v) yaptığı bir benzetmede şöyle
buyurur:
"Mümin turunç gibidir; tadı da güzel, kokusu da güzeldir..."
Bu ifade çok latif ve hikmet dolu bir benzetmedir. Allahu Teala,
bir kimsenin beden sağlını murat ettiği zaman; mideye giren her
bitkiden, o bitkinin zıddı olan tabiatı ortaya çıkarmasını
mideye ilham eder; bu maddeler tabiatı sıcak olana karşı soğuk
hâli, tabiatı kuru olana karşı rutubet hâlini alır ve
böylelikle midedeki tabiatlar dengeli hâle gelir.
Mizaçların dengeli hâle gelmesi, bedenin hastalıklardan
uzak olmasını sağlar.
Allahu Teala, bir kulunu hasta etmek istediği zaman; mideye,
yenilen besinlerdeki tabiatlar ile aynı tabiatlarda olmasını emreder.
Bu durumda mizaçların dengesi bozulur. Bozuk mizaçtaki
gıdalar damarlar vasıtasıyla vücudun diğer organlarına kadar
ulaşır; nihayet bütün organlar bundan olumsuz yönde
etkilenir ve üzerlerine ağırlık çöker; her organ,
yapısına uygun olmayan bir hâl ile karşı karşıya kalır ve
vücut hastalanır. Hastalık sebepleri farlılık gösterir.
Bunların hepsi de farklı hastalıklara yol açarlar.
Bütün hastalıklardan, her şeyi bilen ve her şeye
güç yetiren Allahu Teala'nın takdirine sığınırız!
Halife, biri Hintli, biri Bizanslı, biri Irak2lı ve biri Afrikalı
(zenci) dört tabibi bir araya getirdi. Tabiplere: "Her biriniz,
içinde hiçbir hastalık bulunmayan bir ilaç ismini
bana söylesin dedi. Hintli olan şöyle dedi:
"Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, kara helile meyvesidir."
Bizanslı tabip ise: "Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, beyaz turp tohumudur!" dedi.
Iraklı tabip : dediki "Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç, sıcak sudur!"
Onların en bilgini olan siyahî tabip ise şöyle dedi: "Helile
meyvesi mideyi burar; bu ise bir hastalıktır. Beyaz turp tohumu mideyi
inceltir; bu da bir hastalıktır. Sıcak su da mideye rehâvet
verir; bu da bir hastalıktır!" Bu sözler üzerine tabipler
kendisine: "Peki sence hangi ilaç herhangi bir hastalık
içermez?" diye sordular; o da şu cevabı verdi:
"Bana göre herhangi bir hastalık içermeyen ilaç; canınız
çekmedikçe yemeğe oturmamak ve daha iştahın var iken
sofradan kalkmaktır! Bu sözler üzerine diğer doktorlar hep
birlikte: "Doğru söyledin!" dediler.
Alimlerden biri, bana şunu anlattı: Ehl-i kitabın feylesof
tabiplerinden birine; Hz. Resûlullah'ın (s.a.v), midenin
üçte birini yemek, üçte birini içecek ve
üçte birini nefes için ayırmakla ilgili hadis-i
şerifinden bahsettim. Çok şaşırdı, bu sözleri takdir etti
ve şöyle dedi:
"Az yemekle ilgili olarak bundan daha mükemmel bir söz
işitmedim! Bu, gerçekten hikmet sahibi birinin
sözüdür! Hikmet sahibi tabipler yemeği azaltma konusunda
hep böylesine güzel bir sözü söylemeye
çalışmışlar; fakat bunu başaramamışlardır. O tabiplerin bu
konuda en sık söyledikleri söz: "Acıkmadan yemeyin, doymadan
sofradan kalkın!" sözünden ibaret olmuştur.
Bir kısmı da: "Yemeği ancak aşırı şekilde acıkınca yeyin, ama
tam olarak doymadan kalkın!" demişlerdir. İşte bütün bu
tabiplerin söylemek istediklerini sizin peygamberiniz bir
cümlede ifade etmiştir.
Alimlerimizden Ebu'l-Hasen b. Sâlim şöyle der: "Saf
buğday ekmeğini edebiyle yiyen kişi ölümden başka bir
hastalığa yakalanmaz!" Bu zata edebin ne olduğunu sordular; şöyle
cevap verdi: "Acıkınca yemek, doymadan kalkmak!"
Bu konudaki temel esas şudur: Hastalıklar, toprakta
yetişen değişik ürünler vasıtasıyla vücuda girer;
çünkü mide şu dört temel esastan meydana gelir:
Sıcaklık, soğukluk, rutubet ve kuruluk. Yeryüzünde yetişen
bitkiler de aynı şekilde bu dört yapıdan oluşur. Bu bitkilerin
yetiştikleri yerler farklılaştıkça, onların tabiatında bulunan
sıcaklık ve soğukluk asli yapılarından farklı bir yöne kayar. Bu
da midenin sıcaklık ve soğuklukla ilgili mizacını değiştirir. Aynı
şekilde bitkilerdeki rutubet ve kuruluk da farklılık
göstereceğinden, bu farklılık midenin rutubet ve kuruluk
yönünden mizacının da değişikliğe uğramasına sebep olur. Buna
dayalı olarak bu dört temel vasıftan biri, diğeri üzerine
üstünlük kurar ve baskın duruma gelir. Hastalıklar da bu
şekilde ortaya çıkar.
Yeryüzünde yetişen ve insanlar tarafından gıda olarak
kullanılan bitkilerin her biri, insan bedeni üzerinde belli bir
etki yapar. Ancak bu bitkiler içinde buğday ayrı biri yere sahip
olup, onda bu dört unsur dengeli olarak bulunur. Bu bakımdan
buğday suya benzer. Su da diğer içeceklere göre bu
dört unsuru dengeli olarak bulunduran bir içecektir.
Hafifliği ve yağının azlığı sebebiyle keklik eti, diğer etler yanında
farklı bir yere sahip olduğu gibi; buğday da hububat arasında ayrı bir
yere sahiptir.
Tabiplerden biri şöyle der: "Ekmeği sade olarak dilediğiniz kadar yiyin, size bir zararı dokunmaz!"
Diğer biri de şöyle der: "Sadece kuru ekmek yemek, zararlı katık yemekten daha iyidir!"
Diğer bir tabip de şöyle der: "İnsanın midesine nardan daha faydalı ve tuzdan daha zararlı bir şey girmemiştir!"
Bu bakımdan, yiyeceklerde tuzu azaltmak, nar yemeyi arttırmaktan daha yararlıdır.
Bir hadis-i şerifte, turunç, diğer meyvelere göre
mide üzerinde dört tabiatı dengeleyen bir meyve olarak
anlatılır. Resûlullah (s.a.v) yaptığı bir benzetmede şöyle
buyurur:
"Mümin turunç gibidir; tadı da güzel, kokusu da güzeldir..."
Bu ifade çok latif ve hikmet dolu bir benzetmedir. Allahu Teala,
bir kimsenin beden sağlını murat ettiği zaman; mideye giren her
bitkiden, o bitkinin zıddı olan tabiatı ortaya çıkarmasını
mideye ilham eder; bu maddeler tabiatı sıcak olana karşı soğuk
hâli, tabiatı kuru olana karşı rutubet hâlini alır ve
böylelikle midedeki tabiatlar dengeli hâle gelir.
Mizaçların dengeli hâle gelmesi, bedenin hastalıklardan
uzak olmasını sağlar.
Allahu Teala, bir kulunu hasta etmek istediği zaman; mideye,
yenilen besinlerdeki tabiatlar ile aynı tabiatlarda olmasını emreder.
Bu durumda mizaçların dengesi bozulur. Bozuk mizaçtaki
gıdalar damarlar vasıtasıyla vücudun diğer organlarına kadar
ulaşır; nihayet bütün organlar bundan olumsuz yönde
etkilenir ve üzerlerine ağırlık çöker; her organ,
yapısına uygun olmayan bir hâl ile karşı karşıya kalır ve
vücut hastalanır. Hastalık sebepleri farlılık gösterir.
Bunların hepsi de farklı hastalıklara yol açarlar.
Bütün hastalıklardan, her şeyi bilen ve her şeye
güç yetiren Allahu Teala'nın takdirine sığınırız!