MÜMİNLER ALLAH'TAN NİÇİN KORKARLAR?
Müminlerin Allah'tan korkma sebeplerine geçmeden önce,
önceki bölümlerde de vurguladığımız bir noktayı tekrar
hatırlatmakta fayda görüyoruz. Allah korkusu, müminin
imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşturan bir
duygudur. Kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine
girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz
kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik
yönünde harekete geçiren bir korkudur.
Bu
korku onu Allah'ın azabından uzaklaştıran, Allah'ın rızasına, rahmetine
ve cennetine yaklaştıran, bundan dolayı da çok büyük
bir manevi haz içeren bir korkudur. Mümini Allah'ın
sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son derece yüksek
bir şuura, uyanıklığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin
dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün
korkusundan ve cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)
Allah'ın
tehdidinden ve azabından korkan müminler, O'nun emir ve
hükümlerine son derece titizlikle uydukları için,
Allah'ın beğendiği üstün bir ahlaka sahip olurlar.
Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli,
fedakar, aklı ve şuuru açık, Allah'ın yaratmasındaki
üstünlükleri en güzel biçimde takdir
edebilen, yüksek bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip
ideal bir yapı geliştirirler. Kısaca Allah korkusu müminleri ruhen
zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son
derece ince hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi
mükafat ve mutluluğun anahtarıdır.
Allah'ın Yüce Makamından Korkarlar
Allah'ı
Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve samimi olarak O'nun sıfatları
hakkında düşünen bir mümin en başta Allah'ın bizzat
Kendisi'nden, üstün ve şerefli makamından içi
ürpererek korkmaya başlar. Allah'ın heybet ve azametinden, sonsuz
kudret ve üstünlüğünden ötürü, O'nun
zatına karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler. Bu
korku, Allah'ın üstün ve yüce makamının bilincinde olan
müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur. Bu korkunun
derecesi kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği
derecesinde artar. Bu saygı dolu korku Kuran'da "haşyet" olarak da
tanımlanır.
Allah sonsuz
güç sahibidir, sonsuz bir ilme ve sonsuz bir akla sahiptir,
dilediğini dilediği gibi yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O,
insanları yaptıklarından sorguya çekecektir. Rabbimiz alemlerden
müstağnidir, hiç kimseye ihtiyacı yoktur, fakat tüm
varlıklar O'na muhtaçtır. Herkesi ve herşeyi yoktan var eden ve
her an varlıkta tutan Allah'tır; herşeyin ve herkesin sahibi O'dur,
dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir. Hiçbir
şeyi unutmaz; Allah bir şeyi diledi mi ona "ol" der ve olur, O'na
hiçbir şey güç gelmez. Tüm bu sonsuz
üstünlüklerin sahibi olan Allah'a karşı değil isyankar
bir tavır almak, O'nu unutarak bir an geçirmek bile şuurlu bir
insanın cesaret edebileceği bir şey değildir.
Allah'ı
Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve O'nun kudretini gereği gibi takdir
eden bir insan Allah'tan saygıyla sakınır ve O'nun azametinden korkuya
kapılır. Mümin Allah'ın büyüklüğünü,
azametini, kudretini bildiği gibi "İntikam alan", "Kahreden", "Azap
veren", "Zillete düşüren" sıfatlarını da bilir. Allah'ın
rızasına ters düşen bir tavır ya da konuşmanın karşılıksız
kalmayacağını bilir. Allah'ın her an herşeyden haberdar olduğunu, her
yeri sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu bilerek
hareket eder.
İşte Allah
müminin bu güzel tavrına karşılık onu dünyada ve
ahirette ebediyen rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:
Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (Rahman Suresi, 46)
Elbette
ki Allah'ı hakkıyla takdir edebilmek için Kuran ayetlerini
çok iyi bilmek gerektiği gibi, O'nun dış dünyadaki
ayetlerini -delillerini- de iyi bilip tanımak şarttır. En
küçük bir atomdan ya da bir canlı hücresinden dev
yıldızlara hatta galaksilere kadar Allah'ın sayısız yaratılış delilleri
hakkında detaylı bilgi sahibi olmak insanın Allah korkusunu artırır.
Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah'ın yarattığı
şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine
çok daha yakından şahit olmasını, Allah'ın kudretini, diğer
insanlara göre, çok daha fazla takdir edebilmesini sağlar.
Bu da O'na karşı duyduğu korku ve haşyetin kat kat artmasına vesile
olur. İşte Allah bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar:
...
Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri
titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve
güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Allah'ın Tehdidinden Korkarlar
Allah bir ayetinde müminin, Kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu belirtir:
... İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). (İbrahim Suresi, 14)
Allah'ın
tehdidi, Rabbimize iman ve itaat etmeyen, O'nun rızasını
gözetmeyen, emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat
ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır. Bunun yeri de cehennemdir.
Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah'ın azabından emin
olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden Allah'ın,
inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba
düşmekten korkar. Müminlerin bu ruh hali Kuran'da şöyle
tarif edilir:
Onlar, din
gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı
(daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından
emin olunamaz. (Mearic Suresi, 26-28)
Allah'tan
içleri titreyerek korkan müminler, Kuran'ı okurken
cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendi nefisleri
üzerinde düşünürler. Zira Kuran ayetlerinde,
Allah'ın sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer
alır; inkarcılar ise zaten Allah'ın kitabını okumazlar, okusalar da
gereği gibi kavrayamazlar. Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin
Allah'ın mümin kullarını uyarmak ve onları cehennemden sakındırmak
için olduğunu düşünürler. Çünkü,
Kuran'dan öğüt alabilecek ve Allah'ın azabından korkup
sakınabilecek yalnızca kendileridir. Bundan dolayı da diğer insanları
değil, Kuran'da övülen takva sahibi müminleri ve
üstün ahlak sahibi peygamberleri kendilerine örnek
alırlar. İşte bunun doğal bir sonucu olarak "cehennem ayetleri diğer
insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim" gibi kendinden emin bir
ruh hali içine girmezler. Elbette imanlarından dolayı Allah'tan
daima kurtuluşu ve rahmetini umarlar. Ancak bu, "… Rablerine korku ve umutla dua ederler…" (Secde Suresi, 16) ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.
Allah
Kuran'da insanları cehennemden sakındırmak için pek çok
uyarı ve hatırlatmada bulunmuştur. Belki korkup sakınırlar diye
inkarcıları ahirette karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir. Bu
Kuran'da şöyle vurgulanır:
...
Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem
kendilerini, hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz
olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir." Onların
üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte
Allah, Kendi kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor. Ey kullarım
öyleyse Benden sakının. (Zümer Suresi, 15-16)
Gerçek
şu ki Allah insanları gerek ayetleriyle, gerek elçileri
aracılığıyla, gerekse yaşadıkları olaylarla Kendisi'nden sakındırır.
Onlara çağrıda bulunur, azabıyla korkutur. Ama bu uyarılar "... Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey artırmıyor." (İsra Suresi, 60)
ayetinin bir tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı
gibi, kaçışlarını daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları
azap üzerlerine hak olur. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Sen
buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine
müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve
sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)
Dünyada
bulundukları süre içinde Allah korkusundan uzak yaşayan ve
Allah'ın azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra
kitaplarını sol yanlarından alırlar ve bu an artık haklarında
hükmün verildiği ve sonsuz azaba mahkum oldukları andır.
Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha ulaşmadan
başlarına geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik
olarak tamamen çökmüş durumdadırlar.
Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar. O anı Allah
ayetlerinde şöyle bildirir:
İnkar
edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler.
Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara
(cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini
okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran
elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi
kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi
kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin.
Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne
kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)
Bu
şekilde bir daha asla çıkmamak üzere cehennemin
kapılarından içeri girerler. Cehennemin kapıları üzerlerine
kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı yoktur.
Artık bedenleri ve ruhları sonsuza kadar dayanılmaz acılar
içinde kıvranacaktır. Ama uğrayacakları azapların hiçbiri
onları öldürmeyecektir. Her seferinde derileri yenilenecek ve
onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama kendilerine şöyle
cevap verilecektir:
(Cehennem
bekçisine:) "Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi
bitirsin" diye haykırdılar. O: "Gerçek şu ki siz, (burada)
kalacak kimselersiniz" dedi. (Zuhruf Suresi, 77)
Cehennemdeki
azapların farklı çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın
hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin odunu
olur (Cin Suresi, 15), ateşin üstünde tutulup mum gibi
eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri bağlı
olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken
demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler
giyer, ateşten yataklara yatırılır, üstüne ateşten
örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum
yer, kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su
dökülür, içirilen kaynar su bağırsaklarını
parça parça koparır, ateş yüzünü yalar,
dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp vermesi bile kahır doludur.
Bütün bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel azabın
sadece bir parçasıdırlar.
Cehennem
ehli fiziksel olduğu gibi psikolojik olarak da acı çeker.
Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma, rezil olma,
küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve
çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir
yandan kendilerini yer bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes
yalnızdır ve birbirine düşmandır. Sürekli birbirlerini
lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır dolu
inlemeler birbirine karışır.
Ancak
şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar
değildir. Dünyada sokaktan geçerken
gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız bildiğiniz
insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, tümü aynı şuur
açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir
anda ölüm melekleri canlarını almış ve kendilerini
yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah'ın
yarattıkları arasında, Allah'ın bu büyük tehdidinin şuurunda
olup sürekli korku ve ümit içinde yaşayanlar ise
yalnızca müminlerdir:
Onlar:
"Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten,
onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya
sürekli bir acıdır) derler. (Furkan Suresi, 65)
Müminlerin Allah'tan korkma sebeplerine geçmeden önce,
önceki bölümlerde de vurguladığımız bir noktayı tekrar
hatırlatmakta fayda görüyoruz. Allah korkusu, müminin
imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşturan bir
duygudur. Kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine
girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz
kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik
yönünde harekete geçiren bir korkudur.
Bu
korku onu Allah'ın azabından uzaklaştıran, Allah'ın rızasına, rahmetine
ve cennetine yaklaştıran, bundan dolayı da çok büyük
bir manevi haz içeren bir korkudur. Mümini Allah'ın
sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son derece yüksek
bir şuura, uyanıklığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin
dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün
korkusundan ve cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir
ayette şöyle buyrulmaktadır:
... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 274)
Allah'ın
tehdidinden ve azabından korkan müminler, O'nun emir ve
hükümlerine son derece titizlikle uydukları için,
Allah'ın beğendiği üstün bir ahlaka sahip olurlar.
Mütevazi, hoşgörülü, ince düşünceli,
fedakar, aklı ve şuuru açık, Allah'ın yaratmasındaki
üstünlükleri en güzel biçimde takdir
edebilen, yüksek bilince ve büyük bir duyarlılığa sahip
ideal bir yapı geliştirirler. Kısaca Allah korkusu müminleri ruhen
zenginleştiren, onları cennete layık bir duyarlılığa eriştiren, son
derece ince hikmetlerle donatılmış asil bir duygudur; ebedi
mükafat ve mutluluğun anahtarıdır.
Allah'ın Yüce Makamından Korkarlar
Allah'ı
Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve samimi olarak O'nun sıfatları
hakkında düşünen bir mümin en başta Allah'ın bizzat
Kendisi'nden, üstün ve şerefli makamından içi
ürpererek korkmaya başlar. Allah'ın heybet ve azametinden, sonsuz
kudret ve üstünlüğünden ötürü, O'nun
zatına karşı son derece saygı ve hayranlık dolu bir korku besler. Bu
korku, Allah'ın üstün ve yüce makamının bilincinde olan
müminin kalbinde doğal olarak oluşan bir korkudur. Bu korkunun
derecesi kişinin imanının ve tefekkürünün derinliği
derecesinde artar. Bu saygı dolu korku Kuran'da "haşyet" olarak da
tanımlanır.
Allah sonsuz
güç sahibidir, sonsuz bir ilme ve sonsuz bir akla sahiptir,
dilediğini dilediği gibi yapar; Kendisi yaptığından sorulmaz, fakat O,
insanları yaptıklarından sorguya çekecektir. Rabbimiz alemlerden
müstağnidir, hiç kimseye ihtiyacı yoktur, fakat tüm
varlıklar O'na muhtaçtır. Herkesi ve herşeyi yoktan var eden ve
her an varlıkta tutan Allah'tır; herşeyin ve herkesin sahibi O'dur,
dilerse herkesi yok edip yerine başkalarını yaratabilir. Hiçbir
şeyi unutmaz; Allah bir şeyi diledi mi ona "ol" der ve olur, O'na
hiçbir şey güç gelmez. Tüm bu sonsuz
üstünlüklerin sahibi olan Allah'a karşı değil isyankar
bir tavır almak, O'nu unutarak bir an geçirmek bile şuurlu bir
insanın cesaret edebileceği bir şey değildir.
Allah'ı
Kuran'da tanıtıldığı gibi tanıyan ve O'nun kudretini gereği gibi takdir
eden bir insan Allah'tan saygıyla sakınır ve O'nun azametinden korkuya
kapılır. Mümin Allah'ın büyüklüğünü,
azametini, kudretini bildiği gibi "İntikam alan", "Kahreden", "Azap
veren", "Zillete düşüren" sıfatlarını da bilir. Allah'ın
rızasına ters düşen bir tavır ya da konuşmanın karşılıksız
kalmayacağını bilir. Allah'ın her an herşeyden haberdar olduğunu, her
yeri sarıp kuşattığını, kendisine şah damarından yakın olduğunu bilerek
hareket eder.
İşte Allah
müminin bu güzel tavrına karşılık onu dünyada ve
ahirette ebediyen rahmeti, rızası ve cennetiyle ödüllendirir:
Rabbin makamından korkan kimse için ise iki cennet vardır. (Rahman Suresi, 46)
Elbette
ki Allah'ı hakkıyla takdir edebilmek için Kuran ayetlerini
çok iyi bilmek gerektiği gibi, O'nun dış dünyadaki
ayetlerini -delillerini- de iyi bilip tanımak şarttır. En
küçük bir atomdan ya da bir canlı hücresinden dev
yıldızlara hatta galaksilere kadar Allah'ın sayısız yaratılış delilleri
hakkında detaylı bilgi sahibi olmak insanın Allah korkusunu artırır.
Çünkü bunları bilmek kişinin, Allah'ın yarattığı
şeylerde tecelli eden sonsuz aklına, gücüne, ilmine
çok daha yakından şahit olmasını, Allah'ın kudretini, diğer
insanlara göre, çok daha fazla takdir edebilmesini sağlar.
Bu da O'na karşı duyduğu korku ve haşyetin kat kat artmasına vesile
olur. İşte Allah bu sırrı bir ayetinde şöyle açıklar:
...
Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri
titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve
güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Allah'ın Tehdidinden Korkarlar
Allah bir ayetinde müminin, Kendi makamından korktuğu gibi, tehdidinden de korktuğunu belirtir:
... İşte bu, makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır). (İbrahim Suresi, 14)
Allah'ın
tehdidi, Rabbimize iman ve itaat etmeyen, O'nun rızasını
gözetmeyen, emir ve yasaklarını tanımayanlar için vaat
ettiği maddi, manevi sonsuz bir azaptır. Bunun yeri de cehennemdir.
Mümin, bu dünyada hiç kimsenin Allah'ın azabından emin
olamayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden Allah'ın,
inkarcılara vaat ettiği cehennemdeki dayanılmaz ve sonsuz azaba
düşmekten korkar. Müminlerin bu ruh hali Kuran'da şöyle
tarif edilir:
Onlar, din
gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı
(daimi) bir korku duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından
emin olunamaz. (Mearic Suresi, 26-28)
Allah'tan
içleri titreyerek korkan müminler, Kuran'ı okurken
cehennemle ilgili ayetlerin hepsini tek tek kendi nefisleri
üzerinde düşünürler. Zira Kuran ayetlerinde,
Allah'ın sürekli müminlere hitab eden uyarıp korkutmaları yer
alır; inkarcılar ise zaten Allah'ın kitabını okumazlar, okusalar da
gereği gibi kavrayamazlar. Dolayısıyla müminler, bu ayetlerin
Allah'ın mümin kullarını uyarmak ve onları cehennemden sakındırmak
için olduğunu düşünürler. Çünkü,
Kuran'dan öğüt alabilecek ve Allah'ın azabından korkup
sakınabilecek yalnızca kendileridir. Bundan dolayı da diğer insanları
değil, Kuran'da övülen takva sahibi müminleri ve
üstün ahlak sahibi peygamberleri kendilerine örnek
alırlar. İşte bunun doğal bir sonucu olarak "cehennem ayetleri diğer
insanları ilgilendiriyor, ben ise müminim" gibi kendinden emin bir
ruh hali içine girmezler. Elbette imanlarından dolayı Allah'tan
daima kurtuluşu ve rahmetini umarlar. Ancak bu, "… Rablerine korku ve umutla dua ederler…" (Secde Suresi, 16) ayetinde dikkat çekildiği gibi yine korkuyla karışık bir ümittir.
Allah
Kuran'da insanları cehennemden sakındırmak için pek çok
uyarı ve hatırlatmada bulunmuştur. Belki korkup sakınırlar diye
inkarcıları ahirette karşılaşacakları azapla tehdit etmiştir. Bu
Kuran'da şöyle vurgulanır:
...
Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem
kendilerini, hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz
olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir." Onların
üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında da tabakalar vardır. İşte
Allah, Kendi kullarını bununla tehdit edip-korkutuyor. Ey kullarım
öyleyse Benden sakının. (Zümer Suresi, 15-16)
Gerçek
şu ki Allah insanları gerek ayetleriyle, gerek elçileri
aracılığıyla, gerekse yaşadıkları olaylarla Kendisi'nden sakındırır.
Onlara çağrıda bulunur, azabıyla korkutur. Ama bu uyarılar "... Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka birşey artırmıyor." (İsra Suresi, 60)
ayetinin bir tecellisi olarak inkarda diretenlere bir fayda sağlamadığı
gibi, kaçışlarını daha da artırır. Ve o zaman da yalanladıkları
azap üzerlerine hak olur. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Sen
buna müstahaksın, dahasına müstahaksın. Yine
müstahaksın, dahasına da müstahaksın. İnsan, 'kendi başına ve
sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyamet Suresi, 34-36)
Dünyada
bulundukları süre içinde Allah korkusundan uzak yaşayan ve
Allah'ın azabını yalanlayanlar, hesaba çekildikten sonra
kitaplarını sol yanlarından alırlar ve bu an artık haklarında
hükmün verildiği ve sonsuz azaba mahkum oldukları andır.
Bölük bölük cehenneme sevk başlar. Daha ulaşmadan
başlarına geleceklerin korkusu tüm benliklerini kaplar. Psikolojik
olarak tamamen çökmüş durumdadırlar.
Sürüklenerek cehennemin kapısına varırlar. O anı Allah
ayetlerinde şöyle bildirir:
İnkar
edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler.
Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara
(cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini
okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran
elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi
kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi
kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin.
Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne
kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)
Bu
şekilde bir daha asla çıkmamak üzere cehennemin
kapılarından içeri girerler. Cehennemin kapıları üzerlerine
kapatılır ve kilitlenir. Hiçbir kaçış imkanı yoktur.
Artık bedenleri ve ruhları sonsuza kadar dayanılmaz acılar
içinde kıvranacaktır. Ama uğrayacakları azapların hiçbiri
onları öldürmeyecektir. Her seferinde derileri yenilenecek ve
onlar işlerinin bitirilmesini isteyecek ama kendilerine şöyle
cevap verilecektir:
(Cehennem
bekçisine:) "Ey Malik (bekçi), Rabbin bizim işimizi
bitirsin" diye haykırdılar. O: "Gerçek şu ki siz, (burada)
kalacak kimselersiniz" dedi. (Zuhruf Suresi, 77)
Cehennemdeki
azapların farklı çeşitleri vardır. Bunların her biri insanın
hayal gücünün ötesindedir. İnkarcı cehennemin odunu
olur (Cin Suresi, 15), ateşin üstünde tutulup mum gibi
eritilir, yüzü ateşte evrilip çevrilir, elleri bağlı
olarak ateşin dar yerine atılır, haşlanır, dağlanır, bu haldeyken
demirden kamçılarla kırbaçlanır, katrandan elbiseler
giyer, ateşten yataklara yatırılır, üstüne ateşten
örtüler örtülür, darı dikeni ve zehirli zakkum
yer, kan ve irin içer, başından aşağı kaynar su
dökülür, içirilen kaynar su bağırsaklarını
parça parça koparır, ateş yüzünü yalar,
dişleri sırıtır halde kalır, nefes alıp vermesi bile kahır doludur.
Bütün bunlar bir daha son bulmayacak olan fiziksel azabın
sadece bir parçasıdırlar.
Cehennem
ehli fiziksel olduğu gibi psikolojik olarak da acı çeker.
Çaresizlik, ümitsizlik, pişmanlık, aşağılanma, rezil olma,
küçük düşme, horlanma, öfke, kin ve
çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadıkları azap da bir
yandan kendilerini yer bitirir. Onca kalabalığın arasında herkes
yalnızdır ve birbirine düşmandır. Sürekli birbirlerini
lanetlerler. Çığlıklar, haykırışlar, yalvarmalar, kahır dolu
inlemeler birbirine karışır.
Ancak
şunu unutmayın: Cehennemde bu azapları yaşayanlar başka yaratıklar
değildir. Dünyada sokaktan geçerken
gördüğünüz, bir kısmını tanıdığınız bildiğiniz
insanlardır. Hiçbir şey değişmemiştir, tümü aynı şuur
açıklığında insanlardır. Belki de hiç ummadıkları bir
anda ölüm melekleri canlarını almış ve kendilerini
yaptıklarının karşılığını öderken bulmuşlardır. Allah'ın
yarattıkları arasında, Allah'ın bu büyük tehdidinin şuurunda
olup sürekli korku ve ümit içinde yaşayanlar ise
yalnızca müminlerdir:
Onlar:
"Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten,
onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya
sürekli bir acıdır) derler. (Furkan Suresi, 65)