Bir bardağa denizin yerleşmesi mümkün
olmadığı gibi, sınırlı olan insan aklının da sonsuzu kavraması
mümkün değildir. Şu var ki, insan sonsuzu anlamasa bile onun
varlığını bilebilir. Bilmek, inanmak başka anlamak daha başkadır.
İnsanoğlu her şeyiyle sınırlı. Hayatının bir başlangıcı var. Her
başlangıç bir sondan haber verdiği için bu hayatın bir de
sonu olacaktır. İşte, başı ve sonu olan bu kısa hayat
içerisinde, insan her yönüyle sınırlı işler
görebiliyor. Gözü, mevcut ışınların ancak %2.5 kadarını
görebiliyor. Kulağı sadece belli bir frekanstaki sesleri
işitebiliyor.
Madde aleminde açıkça görünen bu hakikat, ruh
aleminde de geçerli. İnsan aklı her şeyi anlayamıyor. Zira,
öğrenmeye başlamasının bir başlangıcı var. Başlangıcı olan ilim
sonsuz da olamıyor; tıpkı hayat gibi...
İnsan aklının aczinde başlangıç noktası, kendini
anlayamamasıdır. Şu sınırlı akıl, henüz kendini anlamış değilken
nasıl oluyor da sonsuzu anlamaya kalkışabiliyor?..
Üçün dörtten küçük olduğunu
bilen insanoğlu, yine kesinlikle bilir ki, ben üçten
dördü çıkarmaya kalkışırsam menfi bir netice ile
karşılaşırım. Bunu bildiği halde, sınırlı olan aklına sonsuzluğu
sıkıştırmaya çabalıyorsa, sonucun eksi sonsuz, yani sonsuz bir
menfi olacağını da baştan kabul etmiş demektir.
İnsan sonsuzu anlayamaz, ama sonsuza inanabilir... Bu da insanoğluna
büyük bir ilahî lütuftur. Yoksa, bütün
sıfatları sonsuz olan Rabbine nasıl iman edecekti?..
Bu vadide insanoğluna bir mukayese imkanı, bir fikir yürütme,
istidlalde bulunma gücü verilmiş. O, bu güç
sayesinde çok iyi bilir ki, bu alemde benim bir başlangıcım ve
sonum olduğu gibi, her şeyin de yine bir ilk ve son noktası var.
Başlangıcı olan her şey, bize şu iki hakikati birden ders verir: Beni
yoktan yaratan bir zat var ve onun varlığı ezelidir. Aynı şekilde her
son da bize ebedi bir zattan haber verir. Kendimize şu soruyu soralım:
Senin anlayamadığın sadece sonsuzluk mu? Yer çekimini
anlayabiliyor musun? Güneşin, gezegenlerini nasıl çekip
çevirdiğini kavrayabiliyor musun? Ruhun, aklın, hayalin,
hafızanın mahiyetlerini bilebiliyor musun? Elma ağacının
içindeki o manevi fabrikayı izah edebilmiş misin? Yumurta nasıl
oluyor da, uçan bir kuş oluyor? Nutfe dokuz ay sonra nasıl
ağlıyor, görüyor, işitiyor? Bu alemde insanın
göremedikleri gördüklerinden, anlayamadıkları
anladıklarından, bilmedikleri bildiklerinden çok fazladır.
İnsanın, bu fani eşyayı anlamış gibi, bekayı anlamaya kalkışması onu en
azından yorar. En azından diyorum, çünkü bu gibi
yersiz arayışların insanı sersem etme ve yoldan çıkarma ihtimali
de vardır...
İnsanın sonsuzu anlama gayreti iki ayrı sahada cereyan ediyor. Birisi,
ilahi sıfatların sonsuzluğu, diğeri de ahiret hayatının sonsuzluğu...
Bu ikisi arasında, gözden kaçmaması gereken önemli bir
farklılık var. Ahiretteki sonsuzluktan söz edildiğinde, zihinlerde
hemen zaman ve müddet kavramları canlanır. Sonu gelmeyen,
tükenmeyen, fani olmayan, arızalanmayan bir hayat... Burada
verilen hayatın geri alınmaması, baki kılınması söz konusudur.
Bunu aklın almaması için bir sebep olmasa gerek..
Allah ın sıfatlarının sonsuzluğuna gelince: Onun kudreti sonsuzdur,
demek, “ne kadar alem yaratırsa yaratsın kudretinde bir noksanlık
olmaz” demektir. İlminin sonsuzluğu onun cehilden münezzeh
olduğu manasınadır. Diğer sıfatlar da aynı şekilde, aynı mantık
içerisinde değerlendirilmelidir. “Ezeli olan elbette
ebedidir” hakikati, Cenabı Hakk ın zatı için de
geçerlidir, sıfatları için de... Yani, onun
bütün sıfatları sonsuzdur, ebedidir. Zira, hiçbiri
sonradan var olmuş değildir; hepsi ezelidir. [/size]
olmadığı gibi, sınırlı olan insan aklının da sonsuzu kavraması
mümkün değildir. Şu var ki, insan sonsuzu anlamasa bile onun
varlığını bilebilir. Bilmek, inanmak başka anlamak daha başkadır.
İnsanoğlu her şeyiyle sınırlı. Hayatının bir başlangıcı var. Her
başlangıç bir sondan haber verdiği için bu hayatın bir de
sonu olacaktır. İşte, başı ve sonu olan bu kısa hayat
içerisinde, insan her yönüyle sınırlı işler
görebiliyor. Gözü, mevcut ışınların ancak %2.5 kadarını
görebiliyor. Kulağı sadece belli bir frekanstaki sesleri
işitebiliyor.
Madde aleminde açıkça görünen bu hakikat, ruh
aleminde de geçerli. İnsan aklı her şeyi anlayamıyor. Zira,
öğrenmeye başlamasının bir başlangıcı var. Başlangıcı olan ilim
sonsuz da olamıyor; tıpkı hayat gibi...
İnsan aklının aczinde başlangıç noktası, kendini
anlayamamasıdır. Şu sınırlı akıl, henüz kendini anlamış değilken
nasıl oluyor da sonsuzu anlamaya kalkışabiliyor?..
Üçün dörtten küçük olduğunu
bilen insanoğlu, yine kesinlikle bilir ki, ben üçten
dördü çıkarmaya kalkışırsam menfi bir netice ile
karşılaşırım. Bunu bildiği halde, sınırlı olan aklına sonsuzluğu
sıkıştırmaya çabalıyorsa, sonucun eksi sonsuz, yani sonsuz bir
menfi olacağını da baştan kabul etmiş demektir.
İnsan sonsuzu anlayamaz, ama sonsuza inanabilir... Bu da insanoğluna
büyük bir ilahî lütuftur. Yoksa, bütün
sıfatları sonsuz olan Rabbine nasıl iman edecekti?..
Bu vadide insanoğluna bir mukayese imkanı, bir fikir yürütme,
istidlalde bulunma gücü verilmiş. O, bu güç
sayesinde çok iyi bilir ki, bu alemde benim bir başlangıcım ve
sonum olduğu gibi, her şeyin de yine bir ilk ve son noktası var.
Başlangıcı olan her şey, bize şu iki hakikati birden ders verir: Beni
yoktan yaratan bir zat var ve onun varlığı ezelidir. Aynı şekilde her
son da bize ebedi bir zattan haber verir. Kendimize şu soruyu soralım:
Senin anlayamadığın sadece sonsuzluk mu? Yer çekimini
anlayabiliyor musun? Güneşin, gezegenlerini nasıl çekip
çevirdiğini kavrayabiliyor musun? Ruhun, aklın, hayalin,
hafızanın mahiyetlerini bilebiliyor musun? Elma ağacının
içindeki o manevi fabrikayı izah edebilmiş misin? Yumurta nasıl
oluyor da, uçan bir kuş oluyor? Nutfe dokuz ay sonra nasıl
ağlıyor, görüyor, işitiyor? Bu alemde insanın
göremedikleri gördüklerinden, anlayamadıkları
anladıklarından, bilmedikleri bildiklerinden çok fazladır.
İnsanın, bu fani eşyayı anlamış gibi, bekayı anlamaya kalkışması onu en
azından yorar. En azından diyorum, çünkü bu gibi
yersiz arayışların insanı sersem etme ve yoldan çıkarma ihtimali
de vardır...
İnsanın sonsuzu anlama gayreti iki ayrı sahada cereyan ediyor. Birisi,
ilahi sıfatların sonsuzluğu, diğeri de ahiret hayatının sonsuzluğu...
Bu ikisi arasında, gözden kaçmaması gereken önemli bir
farklılık var. Ahiretteki sonsuzluktan söz edildiğinde, zihinlerde
hemen zaman ve müddet kavramları canlanır. Sonu gelmeyen,
tükenmeyen, fani olmayan, arızalanmayan bir hayat... Burada
verilen hayatın geri alınmaması, baki kılınması söz konusudur.
Bunu aklın almaması için bir sebep olmasa gerek..
Allah ın sıfatlarının sonsuzluğuna gelince: Onun kudreti sonsuzdur,
demek, “ne kadar alem yaratırsa yaratsın kudretinde bir noksanlık
olmaz” demektir. İlminin sonsuzluğu onun cehilden münezzeh
olduğu manasınadır. Diğer sıfatlar da aynı şekilde, aynı mantık
içerisinde değerlendirilmelidir. “Ezeli olan elbette
ebedidir” hakikati, Cenabı Hakk ın zatı için de
geçerlidir, sıfatları için de... Yani, onun
bütün sıfatları sonsuzdur, ebedidir. Zira, hiçbiri
sonradan var olmuş değildir; hepsi ezelidir. [/size]