Kutup Görme Arzusu
Yûsuf Halveti hocasının bereketli sohbetleriyle yetişip,
velî bir zât olunca, Rum diyârındaki insanları
irşâd için oraya gitmeye memur edildi. Niğde şehrine
gelip, insanlar arasında Tepeviran denilmekle meşhur olan yere
yerleşti. Orada bir dergâh ve bir câmi inşâ etti.
İnsanlara hak yolun bilgilerini, edebini öğretmekle meşgûl
oldu. Çok kerâmetleri görüldü.
Yûsuf Halvetî'nin önceleri bir zaman, kendi kendine;
“Şu anda dünyâda kutup kimdir. Onunla
görüşsem.” diye hatırına geldi. O zaman hocası onu
teselli etti ve;
“Yûsuf evlâdım! Sen bir türlü kutup
görme arzusundan vazgeçmezsin. Mâdemki öyle,
şimdi filan yere git. İnşâallah arzun gerçekleşir.”
buyurdu.
O gece hocasının işâret ettiği yere gitti. Orada altı sâlih
kimse gördü. Lâkin arzusunu ve hocasının dediklerini
unuttu ve onlara nereye gittiklerini ve kimler olduklarını sordu. Onlar
da;
“Bizler yediler denen Allahü teâlânın sevgili
kullarıyız. Az önce içimizden biri vefât etti. Onun
yerine geçecek kimseyi istişâre için kutb-ı
âlemin yanına gidiyoruz.” dediler.
Yûsuf Halvetî de kendileriyle berâber gitmek istedi. Onlar da;
“Peki gel!” dediler.
Tayy-i mekân edip bir anda Kâbe-i muazzamaya geldiler.
Tavâftan sonra bir eve gidip içeri girdiler.
İçeride yüzü örtülü birisi vardı. Ona
selâm verdiler. Hiçbir şey söylemeden bir meyyiti
tabutuyla ortaya getirip namazını kıldılar. Sonra tabut semâya
yükseldi. Sonra;
“Bunun yerine kimi münâsib
görürsünüz?” diye yüzü
örtülü kişiden sordular.
O zaman Yûsuf Halvetî onlara;
“Bu işi bizimle istişâre etseniz olmaz mı?” dedi.
Onlar da;
“Bu nasıl söz. Sen kendi hocanın dediğini bile
unutmuşsun?” deyip sonra da başka birisini getirdiler ve onun
yedilere tâyini yapıldı. Sonra da yediler oradan çıkıp,
herbiri bir tarafa gitti. O yüzü örtülü
zât da bir tarafa yöneldi. Yûsuf Halvetî onun
peşinden gitmek isteyince, o;
“Yûsuf ne oldun nedir derdin?” diye seslendi.
O zaman Yûsuf Halvetî bu sesi tanıdı ve başını kaldırıp
baktığında onun kendi hocası Zâhid Efendi olduğunu anladı.
Özürler dileyip ağladı. Hocası onun özrünü
kabûl edip bir anda Şirvan’daki dergâhlarına
döndüler.
Yûsuf Halveti hocasının bereketli sohbetleriyle yetişip,
velî bir zât olunca, Rum diyârındaki insanları
irşâd için oraya gitmeye memur edildi. Niğde şehrine
gelip, insanlar arasında Tepeviran denilmekle meşhur olan yere
yerleşti. Orada bir dergâh ve bir câmi inşâ etti.
İnsanlara hak yolun bilgilerini, edebini öğretmekle meşgûl
oldu. Çok kerâmetleri görüldü.
Yûsuf Halvetî'nin önceleri bir zaman, kendi kendine;
“Şu anda dünyâda kutup kimdir. Onunla
görüşsem.” diye hatırına geldi. O zaman hocası onu
teselli etti ve;
“Yûsuf evlâdım! Sen bir türlü kutup
görme arzusundan vazgeçmezsin. Mâdemki öyle,
şimdi filan yere git. İnşâallah arzun gerçekleşir.”
buyurdu.
O gece hocasının işâret ettiği yere gitti. Orada altı sâlih
kimse gördü. Lâkin arzusunu ve hocasının dediklerini
unuttu ve onlara nereye gittiklerini ve kimler olduklarını sordu. Onlar
da;
“Bizler yediler denen Allahü teâlânın sevgili
kullarıyız. Az önce içimizden biri vefât etti. Onun
yerine geçecek kimseyi istişâre için kutb-ı
âlemin yanına gidiyoruz.” dediler.
Yûsuf Halvetî de kendileriyle berâber gitmek istedi. Onlar da;
“Peki gel!” dediler.
Tayy-i mekân edip bir anda Kâbe-i muazzamaya geldiler.
Tavâftan sonra bir eve gidip içeri girdiler.
İçeride yüzü örtülü birisi vardı. Ona
selâm verdiler. Hiçbir şey söylemeden bir meyyiti
tabutuyla ortaya getirip namazını kıldılar. Sonra tabut semâya
yükseldi. Sonra;
“Bunun yerine kimi münâsib
görürsünüz?” diye yüzü
örtülü kişiden sordular.
O zaman Yûsuf Halvetî onlara;
“Bu işi bizimle istişâre etseniz olmaz mı?” dedi.
Onlar da;
“Bu nasıl söz. Sen kendi hocanın dediğini bile
unutmuşsun?” deyip sonra da başka birisini getirdiler ve onun
yedilere tâyini yapıldı. Sonra da yediler oradan çıkıp,
herbiri bir tarafa gitti. O yüzü örtülü
zât da bir tarafa yöneldi. Yûsuf Halvetî onun
peşinden gitmek isteyince, o;
“Yûsuf ne oldun nedir derdin?” diye seslendi.
O zaman Yûsuf Halvetî bu sesi tanıdı ve başını kaldırıp
baktığında onun kendi hocası Zâhid Efendi olduğunu anladı.
Özürler dileyip ağladı. Hocası onun özrünü
kabûl edip bir anda Şirvan’daki dergâhlarına
döndüler.