"Tehlikeliydi
sokak. Aç kalma, barınma dışında korunmasız bir çocuğu
bekleyen o kadar tehlike vardı ki tüm bunlar bizi birbirimize
bağlıyordu. Aslında kimse sosyal değildi ve ileride çıkacak
problemlerde görecektim ki kimse birbirini sevmiyordu. Ama sokakta
yaşamanın kuralı gereği kimse de birbirinden kopamıyordu...
Bu bir hayatta kalma mücadelesiydi..."
Yetiştirme yurdu, sokaklar, cezaevi arasında gidip gelen bir
çocuğun büyüyüşüne tanık olacak, hayatındaki
çarpıcı tesadüflere, imkansızlıklara, zorluklara rağmen
genç yaşta okuyacaksınız.
Hepimizin medyadan bölük pörçük takip ettiğimiz hayatını Doğuş bu kez kendi anlatıyor...
1974 yılının 30 Haziran günü Almanya'da bir yaşam daha
başlıyor. Aslen Rize İkizdereli olan bu küçük varlık,
büyüdükçe anne ve babası arasındaki
anlaşmazlıklar da geçen yıllarla beraber büyüyor. Ve
Doğuş iki yaşındayken kaçınılmaz son "ayrılık" bir gün
aileyi derinden sarsıyor. Fakat bir süre sonra anne ve baba belki
çocuklarının, belki de yıllar önce birbirlerine duydukları
aşkın hatırına yeniden bir araya geliyorlar. Aile, ilk iş olarak
kendilerine uğursuzluk getirdiğine inandıkları Almanya'dan apar topar
Türkiye'ye dönüyor. Yüreklerinde bir umut;
vatanlarında her şeyin iyiye gideceğine, acı vatanın, gurbetin
üzerlerine yağdırdığı mutsuzluklardan kurtulabileceklerini
düşünüyorlar. Ama umutlar gerçekleşmiyor.
Türkiye'de bu aile ocağının tütmesini sağlamıyor. Anne başka
bir yaşamda, baba bilinmezlikte kaybolup gidiyor.Doğuş için de
bambaşka bir dünyanın "yetiştirme yurdunun" kapıları
açılıyor. Yetiştirme yurdunda geçen bir yıl boyunca onu
evlat edinmek isteyenler oluyor. Ama o şiddetle reddediyor. "Hayır, bir
gün annem gelip beni alacak" haykırışları dolduruyor
müdürün odasını. Annesi ise hiç gelmiyor. Onun
küçücük yüreğinin hasretle çırpışını
hiç duymuyor. Ve bir gün babaannesi gelip onu buluyor.
Sevgiyle bağrına basıyor. Babası ve annesi için ise
"öldüler" diyor. Doğuş, babaannesine büyük bir
sevgi ile bağlanıyor. Ta ki bir gün annesi çıkıp gelinceye
değin...
Doğuş o günleri şöyle anlatıyor; "Bir gün annem
çıkageldi. Beni sevgiyle kucaklıyordu. İnanılır gibi değildi.
Ben de onu sevgiyle kucakladım. Ona ağlayarak öyle sıkıca sarıldım
ki sanki kasılıp kaldım. Bir süre annem ziyaretlerime gelmeye
devam etti. Onu her gördüğümde daha çok
bağlanıyor ve onu daha çok seviyordum. O benim annemdi. Yıllarca
yokluğunu hissettiğim, sıcacık kucaklamasına hasret olduğum annem...
Ama çok geçmeden annemin ziyaretleri seyrekleşti. Ve bir
süre sonra artık hiç ziyaretlerime gelmez oldu. Tam ona
alışmışken, tam benim de annem var diye içim içime
sevinçten sığmazken o beni bir kez daha terk etmişti.
Çocuk yüreğim müthiş bir kırılganlıkla sarsıldı ve
öyle çok acıdı ki... Sonradan bu acı, annemi bulmak ve ona
sarılıp bir daha hiç bırakmamak saplantısı halini aldı. 9
yaşındaydım, ilk kez evden kaçtım. Gece gündüz sokak
sokak geziyor ve annemi arıyordum. Ruhsal durumum tamamiyle bozulmuştu.
Beni bulup yeniden babaanneme teslim ediyorlardı ama ben yine
kaçıyordum. Babaannem gibi güzel ve sevecen insanı da o
dönemde öylesine merakta bıraktım ki, o günleri
düşününce vicdan azabı duyuyorum. Evden çok sık
kaçıyordum. Artık eve dönmeme sürelerim de uzamaya
başlamıştı.. Ev dar, sokaklarsa çok büyük
görünüyordu gözüme. Sokaktaki insanlar bana
aile gibi, hatta ailemden bile daha yakın geliyorlardı. Aç
kalıyordum, ağlıyordum... Üstüm başım iyice sefilleşmişti.
Ama annemi bulma umuduyla eve dönmüyordum. O yıllarda jeton
satıyordum. Açtım ve parasızlıktan bakkaldan ekmek, süt
çalıyordum. Kimi zaman trafik lambalarının önünde
bekliyor, arabalara koşuyor, camları silmeye çalışıyordum. Ve
arabaların içine mutlaka bakıyordum. Belki bir arabanın
koltuğunda, bir gün annem oturuyor olacaktı. Beni
görünce mutluluk içinde gülecek ve arabadan inip
beni şefkatle kucaklayacaktı. Ben de onun kokusunu içime
çekecek ve onun sıcaklığına sığınacaktım. Ama bu hayalim
hiç gerçekleşmedi. Ve biliyorum ki hiç
gerçekleşmeyecek de... Onun şimdi nerede olduğunu biliyorum. Ama
ona karşı öylesine katılaştım ki ve ona olan sevgim öylesine
derine gömüldü ki şimdi ben bile bulamıyorum. Altı
kardeşimin hepsine baktı. Bir tek ben mi fazla geldim ki beni bırakıp
gitti. Gerçi bir söz vardır "Anneniz size ne yaparsa
yapsın, sizi 9 ay karnında taşıdığı için onu 40 yıl sırtınızda
taşısanız hakkını ödeyemezsiniz" der ama şu an için elimde
değil onu affetmek."
Bir söz vardır "Babalar içten, sıcacık bir kucaklamanın,
çocuklarının yüreklerindeki bütün yaraları iyi
edeceğini bilirler..." Doğuş'un babası da bunu mutlaka biliyor
olmalıydı ama o da onu kucaklamayı değil, bırakıp gitmeyi tercih
etmişti. Doğuş için hiçbir zaman ellerini sımsıkı tutan
ve kendini güvende hissettiren bir babası olmamıştı. Ve o babası
için şu cümleleri hiç söyleyememişti; "Birlikte
oynarken benimle çocuklaştığın, korunmam gerektiğinde
devleştiğin için teşekkür ederim. Bir yudum su ve sonu uyku
içinde yitip giden bir öykü. Oradasın. Her şey normal.
Beni tehlikelerden koruyan, bana bu güven duygusunu, her zaman
geri dönebileceğim bu rahat huzurlu yeri veren sensin...." Doğuş
babası için asla bunu hissedememiş, babası onun hatıralarında
koruyan, güven veren değil, onun güvenilmez sokaklara
düşmesinin nedenlerinden biri olarak anılır olmuş.
Anne ve babasından aldığı darbelerin ardından Doğuş kimliğini verirken
artık şöyle söyler olmuş: Adı: Doğuş, Annesinin Adı:
Sevgisizlik, Babasının Adı: Yalnızlık... Bu yalnızlık ve sevgisizlik
içinde eriyip giderken Doğuş, sokaklara, sokakların
kültürüne de uyum sağlıyor. Sokaklarda dört tane
sıkı arkadaşı var. Onlar dışında sokaklarda kimseyle fazla yakınlık
kurmuyor. Tiner koklayanlardan, uyuşturucu kullananlardan, hırsızlardan
olabildiğince kaçıyor. O yıllarda Doğuş, her şeyden
özellikle de insanlardan nefret ediyor. Soğuk kış gecelerinde,
ışıkları yanan sıcak odalı evlere bakarken hissettiklerini Doğuş
şöyle anlatıyor; "Neden ben burada üşürken onlar bu
kadar mutlular, diye düşünüyor ve onlardan nefret
ediyordum. Nefretle büyüdükçe, nefretim
çoğalıyordu. Bana teselli veren tek şey şarkı söylemek ve
dans etmekti. Ne zaman canım çok sıkılsa ya da çok mutlu
olsam sokaklarda avazım çıktığı kadar şarkı
söylüyordum. Özellikle de Sezen Aksu'nun "Masum Değiliz"
şarkısını... Arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlardı. "Şarkıcı
ol bari" diyorlardı. Ben de olacağımı söyleyince kahkahalarla
gülüyorlardı. Ben ise bir gün bir sanatçı olarak
zirveye yerleşeceğime emindim."
sokak. Aç kalma, barınma dışında korunmasız bir çocuğu
bekleyen o kadar tehlike vardı ki tüm bunlar bizi birbirimize
bağlıyordu. Aslında kimse sosyal değildi ve ileride çıkacak
problemlerde görecektim ki kimse birbirini sevmiyordu. Ama sokakta
yaşamanın kuralı gereği kimse de birbirinden kopamıyordu...
Bu bir hayatta kalma mücadelesiydi..."
Yetiştirme yurdu, sokaklar, cezaevi arasında gidip gelen bir
çocuğun büyüyüşüne tanık olacak, hayatındaki
çarpıcı tesadüflere, imkansızlıklara, zorluklara rağmen
genç yaşta okuyacaksınız.
Hepimizin medyadan bölük pörçük takip ettiğimiz hayatını Doğuş bu kez kendi anlatıyor...
1974 yılının 30 Haziran günü Almanya'da bir yaşam daha
başlıyor. Aslen Rize İkizdereli olan bu küçük varlık,
büyüdükçe anne ve babası arasındaki
anlaşmazlıklar da geçen yıllarla beraber büyüyor. Ve
Doğuş iki yaşındayken kaçınılmaz son "ayrılık" bir gün
aileyi derinden sarsıyor. Fakat bir süre sonra anne ve baba belki
çocuklarının, belki de yıllar önce birbirlerine duydukları
aşkın hatırına yeniden bir araya geliyorlar. Aile, ilk iş olarak
kendilerine uğursuzluk getirdiğine inandıkları Almanya'dan apar topar
Türkiye'ye dönüyor. Yüreklerinde bir umut;
vatanlarında her şeyin iyiye gideceğine, acı vatanın, gurbetin
üzerlerine yağdırdığı mutsuzluklardan kurtulabileceklerini
düşünüyorlar. Ama umutlar gerçekleşmiyor.
Türkiye'de bu aile ocağının tütmesini sağlamıyor. Anne başka
bir yaşamda, baba bilinmezlikte kaybolup gidiyor.Doğuş için de
bambaşka bir dünyanın "yetiştirme yurdunun" kapıları
açılıyor. Yetiştirme yurdunda geçen bir yıl boyunca onu
evlat edinmek isteyenler oluyor. Ama o şiddetle reddediyor. "Hayır, bir
gün annem gelip beni alacak" haykırışları dolduruyor
müdürün odasını. Annesi ise hiç gelmiyor. Onun
küçücük yüreğinin hasretle çırpışını
hiç duymuyor. Ve bir gün babaannesi gelip onu buluyor.
Sevgiyle bağrına basıyor. Babası ve annesi için ise
"öldüler" diyor. Doğuş, babaannesine büyük bir
sevgi ile bağlanıyor. Ta ki bir gün annesi çıkıp gelinceye
değin...
Doğuş o günleri şöyle anlatıyor; "Bir gün annem
çıkageldi. Beni sevgiyle kucaklıyordu. İnanılır gibi değildi.
Ben de onu sevgiyle kucakladım. Ona ağlayarak öyle sıkıca sarıldım
ki sanki kasılıp kaldım. Bir süre annem ziyaretlerime gelmeye
devam etti. Onu her gördüğümde daha çok
bağlanıyor ve onu daha çok seviyordum. O benim annemdi. Yıllarca
yokluğunu hissettiğim, sıcacık kucaklamasına hasret olduğum annem...
Ama çok geçmeden annemin ziyaretleri seyrekleşti. Ve bir
süre sonra artık hiç ziyaretlerime gelmez oldu. Tam ona
alışmışken, tam benim de annem var diye içim içime
sevinçten sığmazken o beni bir kez daha terk etmişti.
Çocuk yüreğim müthiş bir kırılganlıkla sarsıldı ve
öyle çok acıdı ki... Sonradan bu acı, annemi bulmak ve ona
sarılıp bir daha hiç bırakmamak saplantısı halini aldı. 9
yaşındaydım, ilk kez evden kaçtım. Gece gündüz sokak
sokak geziyor ve annemi arıyordum. Ruhsal durumum tamamiyle bozulmuştu.
Beni bulup yeniden babaanneme teslim ediyorlardı ama ben yine
kaçıyordum. Babaannem gibi güzel ve sevecen insanı da o
dönemde öylesine merakta bıraktım ki, o günleri
düşününce vicdan azabı duyuyorum. Evden çok sık
kaçıyordum. Artık eve dönmeme sürelerim de uzamaya
başlamıştı.. Ev dar, sokaklarsa çok büyük
görünüyordu gözüme. Sokaktaki insanlar bana
aile gibi, hatta ailemden bile daha yakın geliyorlardı. Aç
kalıyordum, ağlıyordum... Üstüm başım iyice sefilleşmişti.
Ama annemi bulma umuduyla eve dönmüyordum. O yıllarda jeton
satıyordum. Açtım ve parasızlıktan bakkaldan ekmek, süt
çalıyordum. Kimi zaman trafik lambalarının önünde
bekliyor, arabalara koşuyor, camları silmeye çalışıyordum. Ve
arabaların içine mutlaka bakıyordum. Belki bir arabanın
koltuğunda, bir gün annem oturuyor olacaktı. Beni
görünce mutluluk içinde gülecek ve arabadan inip
beni şefkatle kucaklayacaktı. Ben de onun kokusunu içime
çekecek ve onun sıcaklığına sığınacaktım. Ama bu hayalim
hiç gerçekleşmedi. Ve biliyorum ki hiç
gerçekleşmeyecek de... Onun şimdi nerede olduğunu biliyorum. Ama
ona karşı öylesine katılaştım ki ve ona olan sevgim öylesine
derine gömüldü ki şimdi ben bile bulamıyorum. Altı
kardeşimin hepsine baktı. Bir tek ben mi fazla geldim ki beni bırakıp
gitti. Gerçi bir söz vardır "Anneniz size ne yaparsa
yapsın, sizi 9 ay karnında taşıdığı için onu 40 yıl sırtınızda
taşısanız hakkını ödeyemezsiniz" der ama şu an için elimde
değil onu affetmek."
Bir söz vardır "Babalar içten, sıcacık bir kucaklamanın,
çocuklarının yüreklerindeki bütün yaraları iyi
edeceğini bilirler..." Doğuş'un babası da bunu mutlaka biliyor
olmalıydı ama o da onu kucaklamayı değil, bırakıp gitmeyi tercih
etmişti. Doğuş için hiçbir zaman ellerini sımsıkı tutan
ve kendini güvende hissettiren bir babası olmamıştı. Ve o babası
için şu cümleleri hiç söyleyememişti; "Birlikte
oynarken benimle çocuklaştığın, korunmam gerektiğinde
devleştiğin için teşekkür ederim. Bir yudum su ve sonu uyku
içinde yitip giden bir öykü. Oradasın. Her şey normal.
Beni tehlikelerden koruyan, bana bu güven duygusunu, her zaman
geri dönebileceğim bu rahat huzurlu yeri veren sensin...." Doğuş
babası için asla bunu hissedememiş, babası onun hatıralarında
koruyan, güven veren değil, onun güvenilmez sokaklara
düşmesinin nedenlerinden biri olarak anılır olmuş.
Anne ve babasından aldığı darbelerin ardından Doğuş kimliğini verirken
artık şöyle söyler olmuş: Adı: Doğuş, Annesinin Adı:
Sevgisizlik, Babasının Adı: Yalnızlık... Bu yalnızlık ve sevgisizlik
içinde eriyip giderken Doğuş, sokaklara, sokakların
kültürüne de uyum sağlıyor. Sokaklarda dört tane
sıkı arkadaşı var. Onlar dışında sokaklarda kimseyle fazla yakınlık
kurmuyor. Tiner koklayanlardan, uyuşturucu kullananlardan, hırsızlardan
olabildiğince kaçıyor. O yıllarda Doğuş, her şeyden
özellikle de insanlardan nefret ediyor. Soğuk kış gecelerinde,
ışıkları yanan sıcak odalı evlere bakarken hissettiklerini Doğuş
şöyle anlatıyor; "Neden ben burada üşürken onlar bu
kadar mutlular, diye düşünüyor ve onlardan nefret
ediyordum. Nefretle büyüdükçe, nefretim
çoğalıyordu. Bana teselli veren tek şey şarkı söylemek ve
dans etmekti. Ne zaman canım çok sıkılsa ya da çok mutlu
olsam sokaklarda avazım çıktığı kadar şarkı
söylüyordum. Özellikle de Sezen Aksu'nun "Masum Değiliz"
şarkısını... Arkadaşlarım benimle dalga geçiyorlardı. "Şarkıcı
ol bari" diyorlardı. Ben de olacağımı söyleyince kahkahalarla
gülüyorlardı. Ben ise bir gün bir sanatçı olarak
zirveye yerleşeceğime emindim."