(1) Canlılık tesadüfen meydana gelemez...[/size]
Proteinler hem canlı hücrelerinin yapıtaşlarını
oluşturan hem de hücre içinde çok çeşitli görevler üstlenen kompleks
moleküllerdir. Ortalama bir protein molekülünün tesadüflerle ortaya
çıkma ihtimali hesaplandığında “10 üzeri 950’de 1” gibi insanın hayal
gücünün ötesinde bir rakam çıkmaktadır. Bu sayı matematiksel olarak
pratikte “0 ihtimal” anlamına gelir.
(2) Tek bir tane bile ara fosil yoktur…
Bugüne kadar 250 bin ayrı türe ait yaklaşık 100
milyon fosil çıkarılmasına rağmen bunlardan biri bile Darwinizm’i
desteklememektedir. Bulunan fosillerin her biri tam ve eksiksiz
canlılara aittir. Oysa evrimcilerin iddiaları gerçek olsaydı bu denli
fazla fosilin çok büyük bir bölümü “ara canlılara” ait olmalıydı, oysa
bir tane bile yoktur.
(3) “Yaşayan fosiller” evrim masallarına cevaptır...
Yaşayan fosiller, evrim teorisinin 'kademeli
gelişim iddiası'nı son derece çarpıcı şekilde yalanlayan kanıtlardır.
Bu fosillere “yaşayan fosil” ismi verilmesinin sebebi, yüz milyonlarca
yıllık yaşlarına karşın, günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynı
olmalarıdır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına
kadar çok çeşitli türlere ait yaşayan fosiller mevcuttur. Bu durum,
doğa tarihi boyunca hiçbir evrimleşme yaşanmadığının kesin bir
belgesidir.
(4) DNA’daki akılalmaz bilgi…
Bir insanın dış görünümünden iç organlarının
yapılarına kadar bütün özelliklerinin bilgisi DNA'nın içinde özel bir
şifre sistemiyle kayıtlıdır. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi kağıda
dökmeye kalksak, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir
kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu akılalmaz hacimdeki bilgi,
DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir. DNA’nın
tesadüflerle ortaya çıkamayacağı kesin bir gerçektir.
(5) İndirgenemez kompleksliğe sahip organlar...
İndirgenemez komplekslik, evrim teorisinin
temelindeki kademeli gelişim iddiasını geçersiz kılan bir özelliktir.
Örneğin göz ve kanatlarda indirgenemez komplekslik özelliği mevcuttur.
Biraraya gelerek gözü oluşturan gözyaşı bezi, retina, iris gibi
yapıların aşamalarla teker teker oluşmaları mümkün değildir. Çünkü gözü
oluşturan tüm parçalar ancak eksiksiz olduğunda görme gerçekleşecektir.
Aynı şey kanatlar için de geçerlidir.
(6) Tüm canlı çeşitliliği 530 milyon yıl önce yeryüzünde aniden belirmiştir…
Canlılardaki ana beden yapılarının (yumuşakçalar,
kordalılar vb. kategoriler) neredeyse tamamı, günümüzden yaklaşık 530
milyon yıl önce Kambriyen Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Kambriyen
öncesinde sadece bir-iki ana kategori varken, Kambriyen’de 50’den fazla
ana kategori, dünyanın çeşitli bölgelerinde aniden ortaya çıkmıştır.
Kambriyen öncesi canlılar sade bir beden yapısındayken,
Kambriyen’dekiler bunlarla kıyas edilemeyecek derecede komplekstir.
Örneğin bu devirde ortaya çıkmış olan trilobitlerin sahip oldukları
gözler ile bugünkü canlıların göz yapıları arasında hiçbir fark yoktur.
(7) Sürüngenler kuşların atası değildir...
Evrimciler artık Archaeopteryx’i sürüngenlerle
kuşlar arasında ara form olarak gösterememektedirler. Bu fosil üzerinde
yapılan incelemeler, bu canlının bir ara geçiş formu olmadığını, sadece
günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş
bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Güçlü uçuş kaslarının olduğunu
kanıtlayan göğüs kemiğinin varlığı ve günümüz kuşlarınınkinden farksız
olan asimetrik tüy yapısı, bu canlının mükemmel olarak uçabildiğini
göstermektedir.
(8) Balıklar karaya çıkmamışlardır...
Evrimciler bir zamanlar sudan karaya geçiş
hikayesine delil olarak Cœlecanth isimli balığın fosillerini delil
gösterirlerdi. Coelecanth o dönemde balıklar ve amfibiyenler arasında
yaşamış bir ara canlı zannedildi. Ancak 1938’de Hint Okyanusu’nda
Coelecanth'ın "canlı" bir örneği bulundu. Ardından günümüze kadar
200’den fazla örneği yakalandı. Canlı Coelecanth’lar üzerindeki
incelemeler, bunun kusursuz yapıda bir balık olduğunu, daha önce
fosilleri üzerinde yapılan yorumların tamamen hatalı olduğunu ortaya
koydu.
(9) Mutasyonlar yeni türler oluşturmaz...
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan
ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal
etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. DNA
çok kompleks bir düzene sahiptir. Dolayısıyla bu molekül üzerinde
oluşan herhangi rastgele bir etki ona ancak zarar verir. Mutasyonlar
çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasarlara,
sakatlıklara ve hatta ölümlere sebep olurlar. Hiroşima, Nagazaki veya
Çernobil facialarına maruz kalmış insanlar bunun canlı göstergeleridir.
Mutasyonların evrimsel bir mekanizma olduğunun iddia edilmesi evrim
teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın bir kanıtıdır.
(10) Doğal seleksiyon evrime yol açmaz…
Doğal seleksiyon, güçlü ve çevre şartlarına uygun
yapıdaki canlıların hayatta kalışını ifade eder. Ancak bu durum yeni
türler ortaya çıkarmaz. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında
olan bir zebra sürüsü içinde, hızlı kaçabilen zebralar hayatta kalacak,
zebra sürüsü zamanla daha hızlı koşabilen zebralardan meydana
gelecektir. Ancak bu süreç sınırlıdır ve zebraları bir başka canlı
türüne dönüştürmeyecektir. Çünkü zebraların iskelet kas yapısı ve
fizyolojisi DNA’larında kayıtlıdır ve yırtıcılarla olan mücadele bu
bilgiyi değiştiremez, zebraya yeni genetik bilgi kazandıramaz.
(11) İnsan evrim geçirmemiş, insan olarak yaratılmıştır...
İnsanın soy ağacının sadece evrimcilerin hayalgücü
doğrultusunda kurgulanan bir şema olduğu ortaya çıkmıştır. Evrimciler
insanın, sırasıyla "Australopithecines > Homo habilis > Homo
erectus> Homo sapiens" canlılarından kademeli olarak türediğini öne
sürmüşlerdir. Bu sıralamadaki canlıların her birinin, bir sonrakinin
atası olduğu izlenimini vermişlerdir. Oysa evrimcilerin birbirlerinin
atası olarak gösterdikleri bu canlılar gerçekte yanyana bulunmakta, bu
da insanın hayali soyağacını yıkmaktadır. Paleoantropologların son
bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo Erectus'un dünyanın
farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.
(12) İnsanın hayali evrimi için öne sürülen tüm kafatası fosilleri sahtedir...
Sahte evrime delil olarak öne sürülen fosillerin
tümü ya maymuna ya da insana aittir. Bu canlıların hiçbiri ara form
özelliği göstermemektedir. Darwinistlerin fosiller üzerinde yaptıkları
kategorilendirmeler, soyu tükenmiş maymun ya da insan fosillerini ve bu
fosiller üzerinde yapılmış spekülasyonları temel alır. Gerçekte,
Australopitecus ve Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların tümü
soyu tükenmiş maymun, Homo erectus ve Homo Neandertalensis olarak
sınıflandırılan canlıların tümü de soyu tükenmiş insandır.
(13) Evrim tarihi sahtekarlıklarla doludur...
Darwinistler, tek bir tane bile ara fosil olmadığı
gerçeğini ilan etmek yerine, çözümü sahte fosiller üretmekte
bulmuşlardır. Tüm insanlığı aldatabilmek için bu sahte fosilleri,
dünyanın en büyük müzelerinde sergilemişlerdir. İnsan kafatasına
orangutan çenesinin yapıştırılmasıyla oluşturulmuş ve British Museum’da
40 yıl sergilenmiş Piltdown Adamı, tek bir domuz dişinden ailesi
resmedilen Nebraska adamı, farklı canlıların kemiklerinin birbirine
yapıştırılmasıyla oluşturulmuş olan ve National Geographic Müzesinde
sergilenen sahte tüylü dinozor Archaeoraptor, Haeckel’in sahte embriyo
çizimleri, ağaç kütüğüne tutkalla yapıştırılan sanayi devrimi
kelebekleri, farklı dönemlerde farklı yerlerde yaşamış birbiriyle
ilgisiz canlıların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş olan ve hala
İngiltere Doğa Tarihi müzesinde sergilenen sahte atın evrimi senaryosu
bunlardan en ünlüleridir.
(14) Darwinistler çözümü tek bir ara fosil elde edemedikleri fosil kayıtlarını saklamakta bulmuşlardır...
Darwinistler fosilleri saklarlar. Bunun nedeni,
milyonlarca örneğin bulunduğu fosil kayıtlarında evrimi destekleyen TEK
BİR TANE BİLE fosil bulunmayışıdır. Tüm canlı çeşitliliğinin, hiçbir
evrimsel ataları olmaksızın yaklaşık 530 milyon yıl önce aniden ortaya
çıktığını ilan eden Kambriyen fosilleri, evrimci bir bilim adamı
tarafından tam 70 yıl saklanmıştır. 65 yıllık en eski papağan fosili,
günümüz papağanlarından farksız olduğu ve evrimi reddettiği için 40 yıl
saklanmıştır. Şu an halen, yeraltından çıkarılmış bulunan ve canlıların
mükemmel kompleks görünümleriyle yaratıldıklarını ve değişmediklerini
gösteren 100 milyon fosil Darwinistler tarafından saklanmaktadır.
(15) Hücrenin Kompleksliği Darwin’in Evrim Teorisine Büyük Bir Darbedir...
Hücre, Darwin’in yaşadığı dönemde hayal edemeyeceği
kadar kompleks ve mükemmel yapıda bir mucizedir. Hücrenin içinde enerji
üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan
kargo sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme
sistemine kadar birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli
faaliyet halindedir ve henüz bunların çok az bir kısmı
anlaşılabilmiştir. Tek bir hücreyi oluşturan yüzlerce proteinden tek
bir tanesinin bile tesadüfen oluşamayacağı gerçeği dikkate alındığında,
Darwinistlerin hayali ilk hücre iddialarının bir aldatmacadan oluştuğu
daha iyi anlaşılmaktadır.
(16) Darwinistlerin Körelmiş Organlar İddiası Bir Aldatmacadır...
Darwinist kaynaklar, canlılardaki bazı organların
işlevsiz olduğunu ileri sürmüşler ve bu organların o canlıların hayali
atalarından miras kalmış olduğunu iddia etmişlerdir. Örneğin insan
vücudundaki apendiks veya kuyruk sokumu gibi bölümler yıllarca
Darwinistler tarafından körelmiş organ sayılmıştır. Fakat gelişen
bilim, bu çürük Darwinist iddiayı tamamen ortadan kaldırmış durumdadır.
Körelmiş organ olarak nitelendirilen yapıların tümünün bugün
işlevlerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, evrimcilerin öne
sürdükleri "hurda DNA" kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe
yaramaz olduğu iddiası da yapılan yeni keşiflerle çürütülmüştür.
DNA’nın söz konusu parçalarının vücutta önemli işlevlerinin olduğu
ortaya çıkmıştır.
(17) Maddenin yalnızca görüntüsü ile muhatap olduğumuz gerçeği Darwinist felsefeyi ortadan kaldırır...
Yüzyılımızda bilimsel olarak da kanıtlanmış olan
gerçek, maddenin dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığımız
gerçeğidir. Bize yalnızca duyularımız vesilesiyle elektrik sinyalleri
ulaşır ve beynimizde bizim için oluşan görüntü bu elektrik
sinyallerinden ibarettir. Fakat bizler, son derece renkli, hareketli,
canlı, üç boyutlu ve kusursuz netlikte olan görüntüler görür, mükemmel
netlikte sesler duyar, kusursuz bir dış dünya algılarız. Fakat bunlar
yalnızca birer algıdan ibarettir. Bütün bunları algılayan, gören,
düşünen, anlayan, idrak eden, sevinen, neşelenen, özleyen ise Allah’ın
insana bahşettiği ruhtur. Bu büyük gerçek, her şeyin maddeden ibaret
olduğu iddiasında olan materyalist ve Darwinist mantığı tümüyle ortadan
kaldırmıştır.
[/size]
Proteinler hem canlı hücrelerinin yapıtaşlarını
oluşturan hem de hücre içinde çok çeşitli görevler üstlenen kompleks
moleküllerdir. Ortalama bir protein molekülünün tesadüflerle ortaya
çıkma ihtimali hesaplandığında “10 üzeri 950’de 1” gibi insanın hayal
gücünün ötesinde bir rakam çıkmaktadır. Bu sayı matematiksel olarak
pratikte “0 ihtimal” anlamına gelir.
(2) Tek bir tane bile ara fosil yoktur…
Bugüne kadar 250 bin ayrı türe ait yaklaşık 100
milyon fosil çıkarılmasına rağmen bunlardan biri bile Darwinizm’i
desteklememektedir. Bulunan fosillerin her biri tam ve eksiksiz
canlılara aittir. Oysa evrimcilerin iddiaları gerçek olsaydı bu denli
fazla fosilin çok büyük bir bölümü “ara canlılara” ait olmalıydı, oysa
bir tane bile yoktur.
(3) “Yaşayan fosiller” evrim masallarına cevaptır...
Yaşayan fosiller, evrim teorisinin 'kademeli
gelişim iddiası'nı son derece çarpıcı şekilde yalanlayan kanıtlardır.
Bu fosillere “yaşayan fosil” ismi verilmesinin sebebi, yüz milyonlarca
yıllık yaşlarına karşın, günümüzde yaşayan örnekleriyle tamamen aynı
olmalarıdır. Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek balıklarına
kadar çok çeşitli türlere ait yaşayan fosiller mevcuttur. Bu durum,
doğa tarihi boyunca hiçbir evrimleşme yaşanmadığının kesin bir
belgesidir.
(4) DNA’daki akılalmaz bilgi…
Bir insanın dış görünümünden iç organlarının
yapılarına kadar bütün özelliklerinin bilgisi DNA'nın içinde özel bir
şifre sistemiyle kayıtlıdır. Eğer DNA'daki bu genetik bilgiyi kağıda
dökmeye kalksak, yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir
kütüphane oluşturmamız gerekir. Ama bu akılalmaz hacimdeki bilgi,
DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir. DNA’nın
tesadüflerle ortaya çıkamayacağı kesin bir gerçektir.
(5) İndirgenemez kompleksliğe sahip organlar...
İndirgenemez komplekslik, evrim teorisinin
temelindeki kademeli gelişim iddiasını geçersiz kılan bir özelliktir.
Örneğin göz ve kanatlarda indirgenemez komplekslik özelliği mevcuttur.
Biraraya gelerek gözü oluşturan gözyaşı bezi, retina, iris gibi
yapıların aşamalarla teker teker oluşmaları mümkün değildir. Çünkü gözü
oluşturan tüm parçalar ancak eksiksiz olduğunda görme gerçekleşecektir.
Aynı şey kanatlar için de geçerlidir.
(6) Tüm canlı çeşitliliği 530 milyon yıl önce yeryüzünde aniden belirmiştir…
Canlılardaki ana beden yapılarının (yumuşakçalar,
kordalılar vb. kategoriler) neredeyse tamamı, günümüzden yaklaşık 530
milyon yıl önce Kambriyen Dönemi’nde ortaya çıkmıştır. Kambriyen
öncesinde sadece bir-iki ana kategori varken, Kambriyen’de 50’den fazla
ana kategori, dünyanın çeşitli bölgelerinde aniden ortaya çıkmıştır.
Kambriyen öncesi canlılar sade bir beden yapısındayken,
Kambriyen’dekiler bunlarla kıyas edilemeyecek derecede komplekstir.
Örneğin bu devirde ortaya çıkmış olan trilobitlerin sahip oldukları
gözler ile bugünkü canlıların göz yapıları arasında hiçbir fark yoktur.
(7) Sürüngenler kuşların atası değildir...
Evrimciler artık Archaeopteryx’i sürüngenlerle
kuşlar arasında ara form olarak gösterememektedirler. Bu fosil üzerinde
yapılan incelemeler, bu canlının bir ara geçiş formu olmadığını, sadece
günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş
bir kuş türü olduğunu göstermektedir. Güçlü uçuş kaslarının olduğunu
kanıtlayan göğüs kemiğinin varlığı ve günümüz kuşlarınınkinden farksız
olan asimetrik tüy yapısı, bu canlının mükemmel olarak uçabildiğini
göstermektedir.
(8) Balıklar karaya çıkmamışlardır...
Evrimciler bir zamanlar sudan karaya geçiş
hikayesine delil olarak Cœlecanth isimli balığın fosillerini delil
gösterirlerdi. Coelecanth o dönemde balıklar ve amfibiyenler arasında
yaşamış bir ara canlı zannedildi. Ancak 1938’de Hint Okyanusu’nda
Coelecanth'ın "canlı" bir örneği bulundu. Ardından günümüze kadar
200’den fazla örneği yakalandı. Canlı Coelecanth’lar üzerindeki
incelemeler, bunun kusursuz yapıda bir balık olduğunu, daha önce
fosilleri üzerinde yapılan yorumların tamamen hatalı olduğunu ortaya
koydu.
(9) Mutasyonlar yeni türler oluşturmaz...
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan
ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal
etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. DNA
çok kompleks bir düzene sahiptir. Dolayısıyla bu molekül üzerinde
oluşan herhangi rastgele bir etki ona ancak zarar verir. Mutasyonlar
çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasarlara,
sakatlıklara ve hatta ölümlere sebep olurlar. Hiroşima, Nagazaki veya
Çernobil facialarına maruz kalmış insanlar bunun canlı göstergeleridir.
Mutasyonların evrimsel bir mekanizma olduğunun iddia edilmesi evrim
teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın bir kanıtıdır.
(10) Doğal seleksiyon evrime yol açmaz…
Doğal seleksiyon, güçlü ve çevre şartlarına uygun
yapıdaki canlıların hayatta kalışını ifade eder. Ancak bu durum yeni
türler ortaya çıkarmaz. Örneğin yırtıcı hayvanların tehdidi altında
olan bir zebra sürüsü içinde, hızlı kaçabilen zebralar hayatta kalacak,
zebra sürüsü zamanla daha hızlı koşabilen zebralardan meydana
gelecektir. Ancak bu süreç sınırlıdır ve zebraları bir başka canlı
türüne dönüştürmeyecektir. Çünkü zebraların iskelet kas yapısı ve
fizyolojisi DNA’larında kayıtlıdır ve yırtıcılarla olan mücadele bu
bilgiyi değiştiremez, zebraya yeni genetik bilgi kazandıramaz.
(11) İnsan evrim geçirmemiş, insan olarak yaratılmıştır...
İnsanın soy ağacının sadece evrimcilerin hayalgücü
doğrultusunda kurgulanan bir şema olduğu ortaya çıkmıştır. Evrimciler
insanın, sırasıyla "Australopithecines > Homo habilis > Homo
erectus> Homo sapiens" canlılarından kademeli olarak türediğini öne
sürmüşlerdir. Bu sıralamadaki canlıların her birinin, bir sonrakinin
atası olduğu izlenimini vermişlerdir. Oysa evrimcilerin birbirlerinin
atası olarak gösterdikleri bu canlılar gerçekte yanyana bulunmakta, bu
da insanın hayali soyağacını yıkmaktadır. Paleoantropologların son
bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo Erectus'un dünyanın
farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.
(12) İnsanın hayali evrimi için öne sürülen tüm kafatası fosilleri sahtedir...
Sahte evrime delil olarak öne sürülen fosillerin
tümü ya maymuna ya da insana aittir. Bu canlıların hiçbiri ara form
özelliği göstermemektedir. Darwinistlerin fosiller üzerinde yaptıkları
kategorilendirmeler, soyu tükenmiş maymun ya da insan fosillerini ve bu
fosiller üzerinde yapılmış spekülasyonları temel alır. Gerçekte,
Australopitecus ve Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların tümü
soyu tükenmiş maymun, Homo erectus ve Homo Neandertalensis olarak
sınıflandırılan canlıların tümü de soyu tükenmiş insandır.
(13) Evrim tarihi sahtekarlıklarla doludur...
Darwinistler, tek bir tane bile ara fosil olmadığı
gerçeğini ilan etmek yerine, çözümü sahte fosiller üretmekte
bulmuşlardır. Tüm insanlığı aldatabilmek için bu sahte fosilleri,
dünyanın en büyük müzelerinde sergilemişlerdir. İnsan kafatasına
orangutan çenesinin yapıştırılmasıyla oluşturulmuş ve British Museum’da
40 yıl sergilenmiş Piltdown Adamı, tek bir domuz dişinden ailesi
resmedilen Nebraska adamı, farklı canlıların kemiklerinin birbirine
yapıştırılmasıyla oluşturulmuş olan ve National Geographic Müzesinde
sergilenen sahte tüylü dinozor Archaeoraptor, Haeckel’in sahte embriyo
çizimleri, ağaç kütüğüne tutkalla yapıştırılan sanayi devrimi
kelebekleri, farklı dönemlerde farklı yerlerde yaşamış birbiriyle
ilgisiz canlıların bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş olan ve hala
İngiltere Doğa Tarihi müzesinde sergilenen sahte atın evrimi senaryosu
bunlardan en ünlüleridir.
(14) Darwinistler çözümü tek bir ara fosil elde edemedikleri fosil kayıtlarını saklamakta bulmuşlardır...
Darwinistler fosilleri saklarlar. Bunun nedeni,
milyonlarca örneğin bulunduğu fosil kayıtlarında evrimi destekleyen TEK
BİR TANE BİLE fosil bulunmayışıdır. Tüm canlı çeşitliliğinin, hiçbir
evrimsel ataları olmaksızın yaklaşık 530 milyon yıl önce aniden ortaya
çıktığını ilan eden Kambriyen fosilleri, evrimci bir bilim adamı
tarafından tam 70 yıl saklanmıştır. 65 yıllık en eski papağan fosili,
günümüz papağanlarından farksız olduğu ve evrimi reddettiği için 40 yıl
saklanmıştır. Şu an halen, yeraltından çıkarılmış bulunan ve canlıların
mükemmel kompleks görünümleriyle yaratıldıklarını ve değişmediklerini
gösteren 100 milyon fosil Darwinistler tarafından saklanmaktadır.
(15) Hücrenin Kompleksliği Darwin’in Evrim Teorisine Büyük Bir Darbedir...
Hücre, Darwin’in yaşadığı dönemde hayal edemeyeceği
kadar kompleks ve mükemmel yapıda bir mucizedir. Hücrenin içinde enerji
üreten santrallerden, protein üreten fabrikalara, hammaddeleri taşıyan
kargo sisteminden DNA'yı tercüme eden şifre çözücülere, haberleşme
sistemine kadar birçok yapı, kusursuz bir organizasyon içinde sürekli
faaliyet halindedir ve henüz bunların çok az bir kısmı
anlaşılabilmiştir. Tek bir hücreyi oluşturan yüzlerce proteinden tek
bir tanesinin bile tesadüfen oluşamayacağı gerçeği dikkate alındığında,
Darwinistlerin hayali ilk hücre iddialarının bir aldatmacadan oluştuğu
daha iyi anlaşılmaktadır.
(16) Darwinistlerin Körelmiş Organlar İddiası Bir Aldatmacadır...
Darwinist kaynaklar, canlılardaki bazı organların
işlevsiz olduğunu ileri sürmüşler ve bu organların o canlıların hayali
atalarından miras kalmış olduğunu iddia etmişlerdir. Örneğin insan
vücudundaki apendiks veya kuyruk sokumu gibi bölümler yıllarca
Darwinistler tarafından körelmiş organ sayılmıştır. Fakat gelişen
bilim, bu çürük Darwinist iddiayı tamamen ortadan kaldırmış durumdadır.
Körelmiş organ olarak nitelendirilen yapıların tümünün bugün
işlevlerinin olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, evrimcilerin öne
sürdükleri "hurda DNA" kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe
yaramaz olduğu iddiası da yapılan yeni keşiflerle çürütülmüştür.
DNA’nın söz konusu parçalarının vücutta önemli işlevlerinin olduğu
ortaya çıkmıştır.
(17) Maddenin yalnızca görüntüsü ile muhatap olduğumuz gerçeği Darwinist felsefeyi ortadan kaldırır...
Yüzyılımızda bilimsel olarak da kanıtlanmış olan
gerçek, maddenin dışarıdaki aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığımız
gerçeğidir. Bize yalnızca duyularımız vesilesiyle elektrik sinyalleri
ulaşır ve beynimizde bizim için oluşan görüntü bu elektrik
sinyallerinden ibarettir. Fakat bizler, son derece renkli, hareketli,
canlı, üç boyutlu ve kusursuz netlikte olan görüntüler görür, mükemmel
netlikte sesler duyar, kusursuz bir dış dünya algılarız. Fakat bunlar
yalnızca birer algıdan ibarettir. Bütün bunları algılayan, gören,
düşünen, anlayan, idrak eden, sevinen, neşelenen, özleyen ise Allah’ın
insana bahşettiği ruhtur. Bu büyük gerçek, her şeyin maddeden ibaret
olduğu iddiasında olan materyalist ve Darwinist mantığı tümüyle ortadan
kaldırmıştır.
[/size]