.:..:.. MUS'AB BİN UMEYR ..:..:..
Mus'ab bin Umeyr, hem annesi hem de babası tarafından Kureyş'in asîl ve
zengin bir âilesine mensub idi. Zengin oldukları için gâyet râhat bir
hayat sürüyordu. Orta boylu, güzel yüzlü, nâzik ve yumuşak huylu, son
derece zekî idi. Güzel konuşurdu.
Akl-ı selîm sâhibi olduğundan, putların bir fayda veya zarar
veremiyeceğini bilir onlara tapılmasından nefret ederdi. Annesi
tarafından en iyi şartlar altında refah ve bolluk içinde
yetiştirilmişti.
Güzel yüzlü ve zengin olduğundan Mekke halkı ona gıpta ile bakardı.
Peygamber efendimiz bunun için "Mekke'de Mus'ab'dan daha zarîf, daha
nârin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi."
buyurmuşlardı.
Dîninden dönmedi
Bütün bu rahatlıklara rağmen kalbinde büyük bir boşluk hissediyordu
Mus'ab bin Umeyr. Bu maksatla sevgili Peygamberimizin bir merkez olarak
seçtiği, İslâmı anlattığı ve o zaman Mekke'de müslümanların toplandığı
Erkam bin Ebi'l-Erkam'ın evine gitti. Resulullahı görür görmez Müslüman
oldu.
İslâmiyeti kabûl ettiği an hayatı da birdenbire değişti. Eski servet ve zenginliğin yerini fakirlik aldı.
Âilesinin sevgili oğullarına yapmadığı eziyet kalmadı. Onu dîninden
döndürmek için evlerindeki bir mahzene hapsederek günlerce aç ve susuz
bıraktılar. Arabistan'ın yakıcı güneşi altında ağır ve tahammülü zor
işkenceler yaptılar.
Fakat Mus'ab bin Umeyr, bu ağır ve acımasız işkenceler karşısında sabır
ve sebât göstererek aslâ İslâmiyetten dönmedi. Her seferinde bütün
gücüyle haykırıyordu:
- Allahtan başka tapılacak, ibâdet edilecek ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun peygamberidir.
İslâmiyet'i kabûl ettikten sonra Mekke'de sıkıntı ve işkencelere mâruz
kalan Mus'ab bin Umeyr, Resûlullahın izniyle iki defa Habeşistan'a
hicret etti. Bir müddet orada kalıp, her türlü sıkıntıya katlandı.
Daha sonra dönüp, Peygamberimizin yanına geldi. Onun bu gelişini Hz. Ali şöyle anlatmıştır:
Resûlullah ile oturuyorduk. Bu sırada Mus'ab bin Umeyr geldi. Üzerinde
yamalı bir elbiseden başka giyeceği yoktu. Resûlullah onun bu hâlini
görünce, mübârek gözleri yaşla doldu ve:
- Kalbini Allahü teâlânın nûrlandırdığı şu kimseye bakın! Anne ve
babası onu en iyi yiyecek ve içeceklerle besliyorlardı. Allah için
bunların hepsini terk etti. Allah ve Resûlünün sevgisi, onu gördüğünüz
hâle getirmiştir, buyurdu.
İlk öğretmen
Birinci Akabe bî'atında Müslüman olan Medîneliler, Resûlullah efendimize:
"Yâ Resûlallah! İçimizde, İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı.
Halkı Allahın Kitâbına da'vet edecek, Kur'ân-ı kerîmi okuyacak, İslâm
dînini anlatacak, İslâmın sünnet ve emirlerini aramızda ikâme edecek,
yerleştirecek, namazlarımızda bize imâmlık yapacak bir kimse gönder"
diye mektup yazdılar.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Mus'ab bin Umeyr'i, Medine'ye gönderdi ve ona:
"Medînelilere Kur'ân-ı kerîm okumasını, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmesini, namazlarını kıldırmasını" emretti.
Mus'ab bin Umeyr kısa zamanda Medîne'ye vardı. Orada kendisini büyük
sevinçle karşıladılar. Es'ad bin Zürâre'nin evine yerleşti. Ev sâhibi
Medîneli ilk Müslümanlardan idi. Orada insanlara dinlerini öğretmeye
başladı.
Mus'ab bin Umeyr'in büyük gayretleri ve hizmeteri netîcesinde
İslâmiyet, Medîne'de sür'atle yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve
girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.
Mus'ab bin Umeyr, Medîne'de Es'ad bin Zürâre'nin evinde Kur'ân-ı kerîm
öğretiyor ve İslâmiyet'i anlatıyordu. Onun bu hizmetiyle Medîne'de çok
kimse Müslüman oldu. Medîne'de bulunan kabîle reîslerinden Sa'd bin
Muâz, Üseyd bin Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Bunların durumu
çevreyi etkiliyor, İslâmiyet'in hızla yayılmasını engelliyordu.
Bir gün Mus'ab bin Umeyr, bir bahçede, etrâfında bulunan Müslümanlara
dîni anlatıyor, sohbet ediyordu. Bu sırada Evs kabîlesinin reîslerinden
olan Üseyd, elinde mızrağı olduğu hâlde hiddetli bir şekilde gelip,
şöyle konuşmaya başladı:
Sözümüzü dinle
Siz bize niçin geldiniz, insanları aldatıyorsunuz? Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız buradan derhâl ayrılın!
Onun bu taşkın hâlini gören Mus'ab bin Umeyr;
- Hele biraz otur! Sözümüzü dinle. Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl
edersin. Yoksa engel olursun, diyerek gâyet yumuşak ve nâzik bir
şekilde karşılık verdi.
Üseyd sâkineşip;
- Doğru söyledin, dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu.
Mus'ab bin Umeyr ona İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîm okudu.
Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı ve tatlı üslûbunu işiten Üseyd kendini
tutamayıp;
- Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dîne girmek için ne yapmalı, diye sordu.
Güzel yüzlü, tatlı dilli öğretmen cevap verdi:
- Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah demek kâfidir.
Mus'ab bin Umeyr'in, bu sözü üzerine Kelime-i şehâdeti söyleyip Müslüman olan Üseyd, sevincinden yerinde duramadı ve:
- Ben gidip arkadaşlarıma da anlatayım, diyerek ayrıldı.
Evs kabîlesinin reîsi Sa'd bin Muâz'ın ve kabîlesinin yanına varınca, Müslüman olduğunu söyledi.
Bunu gören Sa'd şaşırarak hiddetlendi ve Mus'ab bin Umeyr'in yanına
koştu. Yanına varınca sert bir kızgın bir tavırla konuşmaya başladı.
Mus'ab bir Umeyr, ona da gâyet yumuşak konuştu ve oturup biraz
dinlemesini söyledi. Sa'd, bu nâzik konuşma karşısında yumuşayıp oturdu
ve konuşulanları dinlemeye başladı.
Mus'ab bin Umeyr, ona da İslâmiyet'i anlattı ve Kur'ân-ı kerîmden bir
miktâr okudu. Kur'ân-ı kerîm okunurken Sa'd'ın yüzü birden bire
değişiverdi. O da orada Müslüman oldu. Kendinde duyduğu üstün bir hâlin
ve râhatlığın şevkiyle derhâl kavminin yanına gidip onlara şöyle dedi:
- Ey kavmim beni nasıl biliyorsunuz?
İlk cuma namazı
Sen bizim büyüğümüz ve üstünümüzsün.
- Öyle ise Allah'a ve Resûlüne îmân etmelisiniz... Îmân etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana harâm olsun.
Bunun üzerine kavmi hep birden İslâmiyeti kabûl etti. O gün
kabîlesinden îmân etmedik kimse kalmadı. Mus'ab bin Umeyr'in büyük
gayretleri ve hizmeteri netîcesinde İslâmiyet, Medîne'de sür'atle
yayıldı. Öyle ki, İslâmiyet her eve girmiş, îmân etmeyen kalmamıştı.
Ensâr-ı kirâm , Resûlullahdan izin alarak Sa'd bin Heyseme'nin evinde
ilk defâ Cum'a namazını edâ ettiler. Medîne-i münevverede ilk kılınan
Cum'a namazı bu oldu.
Mus'ab bin Umeyr, Müslüman olan Medîneli müslümanlar ile ikinci Akabe
bîatında bulundu. Bedr savaşında sancaktâr olup, büyük gayret ve
kahramanlık gösterdi. Süveyd bin Harmale ile birlikte
Abdüddâroğullarından Bedir savaşına katılan iki kişiden biri idi.
Mus'ab, Uhud savaşına da katıldı. Yine sancağı o taşıyordu.
Bu savaşta Peygamberimizin yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı
koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu hâliyle Peygamberimize benziyordu.
Peygamberimize benziyordu
Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimize saldırırken,
Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle
Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı
derhâl sol eline aldı.
Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel
daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin
144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da
kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı
âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimize siper yapan
Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak
sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehîd oldu.
Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygaberimize benzediği için
müşrikler onu şehîd edince Peygamberimizi ödürdüklerini zannetmişlerdi.
Hz. Mus'ab şehîd olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı.
Mus'ab'ın şehîd düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri
ey Mus'ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan
melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye
cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı.
Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hz. Ali'ye verdi.
Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehîd olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:
"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde
sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehîd oluncaya kadar
çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehîd
olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki
âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu:
- Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehîd olarak haşrolunacaksınız.
Selâm vereceklerdir
Daha sonra yanındakilere dönüp;
- Bunları ziyâret ediniz. Kendilerine selâm veriniz. Allahü teâlâya
yemîn ederim ki, kim bunlara bu dünyâda selâm verirse, kıyâmette bu
aziz şehîdler kendilerine mukâbil selâm vereceklerdir, buyurdu.
Daha sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı.
Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin
Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da
otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.
Habbâb bin Eret der ki:
Mus'ab bin Umeyr, Uhud'da şehid edilince, kendisini saracak kısa bir
hırkadan başka bir şey bulunamadı. Hırkayı baş tarafına çektik,
ayakları açıldı. Ayaklarına çektik, baş tarafı açıldı. Resûlullah bize:
- Onu baş tarafına çekiniz! Ayaklarını otlarla kapatınız! buyurdu.