hacı bektaş-ı veli
Hacı Bektaş-ı Veli
Osmanlı devletinin kurluş yıllarında yaşayan evliyânın büyüklerinden.
İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ, lakabı Bektâş'tır. Horasan'ın
Nişâbûr şehrinde 1281 (H. 680) senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velî'nin
soyu hazret-i Ali'ye dayanır. 1338 (H.738) senesinde Kırşehir'e yakın
bir yerde vefât etti. Vefâtı hakkında başka rivâyetler de vardır.
Türbesinin bulunduğu kasabaya sonradan Hacıbektaş ismi verildi.
Daha çocukken ilim öğrenmesi için âilesi tarafından Şeyh Lokmân-ı
Perende'ye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî
hazretlerinin halîfelerinden olup, zâhir ve bâtın ilimlerinde çok
derinleşmişti. Bektâş-ı Velî'nin daha çocukken birçok kerâmetleri
görüldü. Bir gün Lokmân-ı Perende onun yanına girmiş ve odasını nur ile
dolu görünce şaşırmıştır. Bu sırada; Bektâş-ı Velî'nin iki yanında,
Kur'ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun
yanına girince, bunlar kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî'ye
onların kim olduğunu sordu. O da; "Birisi Server-i âlem efendimiz
diğeri ise hazret-i Ali idi." cevâbını verdi.
Yine bir gün hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası
hizmetçisinden abdest almak için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına;
"Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa."
dedi. Hocası; "Benim kudretim bunu yapmaya yetmez." cevabını verdi.
Bunun üzerine o sırada Bekâş-ı Velî, Allahü teâlâya duâ etti. Hocası da
"Âmin" dedi. O anda medresenin ortasında latîf bir su çıkıp, kapıya
doğru akmaya başladı. Pınarın başında renk renk çiçekler açtı.
Bu hâdiseden bir süre sonra, Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafât'ta
kıbleye doğru döndükleri esnâda, talebelerine; "Yârenler! Bugün
Arefedir. Şimdi bizim evde yemekler pişirlir." dedi. Bu söz, Allahü
teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî'ye mâlum oldu. Tam o sırada
hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî hemen bir tepsi
yemeği aldığı gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişâbûr'a dönünce,
onun bu kerâmetini herkese anlattı ve Hacı lakabını verdi. Bu esnâda
Horasan'da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende'ye hac mübârekesine
geldiklerinde, medresede akan suyu görünce şaşırdılar. Bunun sebebini
sordular. Lokmân-ı Perende; "Bu kerâmet, Hacı Bektâş'ındır." dedi.
Sonra onun gösterdiği kerâmetlerini gelen âlimlere anlattı. Onlar bütün
bunların bir çocuktan zuhûr etmesine şaştılar. Bunun üzerine Hacı
Bektâş-ı Velî, âlimlere; "Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları
çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana bir ihsânıdır." dedi.
Hacı Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktansonra Anadolu'ya geldi.
Halka doğru yolu göstermeye başlayan ve kıymetli taleeler yetşitiren
Hacı Bektâş-ı Velî, kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Bu
sırada Anadolu'da dînî, iktisâdî, askerî ve sosyal teşekkül olan ve
kendisinin de bağlı olduğu "Ahîlik teşkilâtı" ile büyük hizmetler yapan
Hacı Bektâş-ı Velî ve talebeleri, Osmanlı sultanları tarafından da
sevildi ve hürmet gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı
devletinin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve
himmetleri oldu. Sultan Orhan zamânında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna
duâ ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. Onlara İslâmiyetten
ayrılmamalarını nasîhat etti. Böylece Hacı Bektâş-ı Velî'yi kendilerine
mânevî pîr olarak kabul eden Yeniçeri ordusu, mânevî hayâtını ve
disiplinini ona bağladı. Hacı Bektâş-ı Velî, asırlarca Yeniçeriliğin
pîri, üstâdı ve mânevî hâmisi olarak bilindi. Bu bağlılık ve muhabbet,
Yeniçerilerin sulh zamânındaki tâlimleri ve harplerdeki gayret ve
kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile
Yeniçeriler arasındaki yakınlığı kuvvetlendirdi. Yeniçeriler, dervişler
gibi cihâd azmiyle dolu ve görülmemiş derecede kahraman ve fedâkâr
oluşlarında, bu hâdiseler müsbet tesirler gösterdi.
Yeniçerilerin;"Allah, Allah! İllallah! Baş uryân, sîne püryân, kılıç al
kan. Bu meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana
ziyân! Kulluğumuz pâdişâha ayân! Üçler, yediler, kırklar! Gülbang-i
Muhammedî, Nûr-i Nebî, Kerem-i Ali... Pîrimiz, sultânımız Hacı Bektâş-ı
Velî..." diyerek savaşa başlamaları, bunun mânidâr bir ifâdesidir.Hacı
Bektâş-ı Velî'nin Malâlât adlı Arapça bir eseri vardır. Sonradan nefes
adıyla yazılan ve ona nisbet edilen şiirler onun değildir.
Buyurdu ki: "Tarîkatın, tasavvuf yolunun ilk makâmı, bir âlime cân u
gönülden bğlanıp, tövbe etmektir. Tövbe, can u gönülden olan
pişmanlıktır ve mutlaka yapılmalıdır. Tövbe ederken gözyaşı dökmelidir.
Tövbeyi kabul edecek Allahü teâlâdır. Tövbe ettikten sonra O'na
tevekkül etmelidir. İkinci makâmı, talebe olmaktır. Üçüncü makâmı,
mücâhede, nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır.
Dördüncü makâmı, hocaya hizmettir. Beşinci makâmı, korkudur. Altıncı
makâmı, ümitli olmaktır. Yedinci makâmı, şevktir ve fakirliktir.
Mârifetin birinci makâmı edep, ikinci makâmı, korkudur. Üçüncü makâmı,
az yemektir. Dördüncü makâmı, sabır ve kanâttır. Beşinci bakâmı,
utanmaktır. Altıncı makâmı, cömertliktir. Yedinci makâmı, ilimdir.
Sekizinci makâmı, mârifettir. Dokuzuncu makâmı, kendi nefsini
bilmektir."
1338 senesinde vefât eden Hacı Bektâş-ı Velî'nin derslerini ve
sohbetlerini tâkib ederek onun tarîkatına bağlananlara, tasavvuftaki
usûle uyularak "Bektâşî" denildi. bu temiz, îtikâdları düzgün olan ve
ibâdetlerini yapan Bektâşîler zamanla azaldı. Daha sonra yapılan bir
takım değişiklikler sebebiyle, hakîkî Bektâşîlik unutuldu ve
zamânımızdan yüz sene önce ise hiç kalmadı. Herkes tarafından sevilen,
hürmet ve îtibâr edilen bu isim, Hurûfî denilen sapık kimseler
tarafından da siper olarak kullanıldı. İslâmiyeti yıkmak için kurulan
bozuk yollardan biri olan Hurûfiliğin kurucusu Fadlullah Hurûfî, Tîmûr
Han tarafından öldürülünce, dokuz yardımcısı kaçarak Anadolu'ya
geldiler. Bunlardan Aliyyül-A'lâ ismindeki kimse, bir Bektâşî tekkesine
geldi. Câvidân adlı kitaplarını gizlice yaymaya, câhilleri aldatmaya
başladı. Hacı Bektâş-ı Velî'nin yolu budur dedi. Halbuki Hacı Bektâş-ı
Velî'nin yolundan ayrılmayan hakîkî Bektâşîler, bunlardan tamâmen
ayrıldılar. Hurûfîlik, haramlara helâl, nefsin arzu ettiği kötü
arzulara, serbesttir dediği için, bozuk rûhlu insanlar arasında çabucak
yayıldı. Sözlerine "Sır" deyip, çok gizli tutulmasını emrederlerdi.
Sırları yabancılara açanları öldürdükleri bile olurdu. Sırları Câvidân
kitabında a, c, v, z, ... gibi harflerle işâret edilmektedir.
Hurûfîler, Bektâşîlik ismini kendilerine perde yaparak, bu perde
arkasında çalışmışlardır.
Hacı Bektâş-ı Velî'nin şiîlikle ilgisi bulunduğunu söyleyenler yanında,
bâzıları da onun sapık Baba Resûl'ün halîfesi olduğunu, namaz
kılmadığını ve şerîata aldırmadığını kaydetmektedirler. Oysa Makâlât'ın
asıl nüshaları tetkîk edildiğinde, onun; İslâm dînine sıkı sıkıya ve
sağlam bir şekilde bağlı, İslâmiyete uymayan davranışlara şiddetle
karşı çıkan mübârek bir velî olduğu anlaşılmaktadır.Diğer taraftan Hacı
Bektâş-ı Velî devrine en yakın zamanda yazılmış olan
Tiryâkü'l-Muhibbîn'de Vâsıtî onun Ahmed-i Yesevî'ye mensûb olduğunu
zikretmekte ve şu silsileyi vermektedir:Es-Seyyid Bektaş el-Horasânî,
Ahmed-i Yesevî, Abdülhâlık Goncdüvânî, Yûsuf-ı Hemedânî, Ebû Ali
Fârmedî, Ebü'l-Hasan Harkânî, Abdülkâsım Gürgânî, Ebû Osman Mağribî ve
Cüneyd-i Mağdâdî yolu ile hazret-i Ali'ye ulaşmaktadır.
BİR DERGÂH İSTIYORUZ
Hacı Bektâş-ı Velî, her gün gelip, şimdiki dergâhının bulunduğu yere
otururdu. Onu sevenler; "Gâliba Hacı Bektâş-ı Velî hazretleri burada
bir dergâh binâ edilmesini istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor"
dediler. Daha sonra Hacı Bektâş-ı Velî'nin hizmetini gören Sarı
İsmâil'e, Hacı Bektâş'ı sevenlerden biri, buraya bir dergâh yaptırmaya
niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmâil de, gelip durumu hocasına arz etti.
Hacı Bektâş-ı Velî; "Ona söyle. Bir usta getirsin. Biz istediğimiz
büyüklükte bir dâire çizelim. Ayrıca yeteri kadar taş getirtip,
yonttursun, hazır etsin." dedi.
Sarı İsmâil, bu durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir
mîmâr getirdi. Hacı Bektâş-ı Velî de kalkıp, mübârek eliyle şimdiki
dergâhın bulunduğu yeri çizdi. O mîmâr da, dergâhın inşâsı için yetecek
kadar taş getirtip, yontturdu. Taşların yontulma işinin bittiği gecenin
sabahı, herkes, dergâhın yapılmış olduğunu gördü. Dergâhı yaptıracak
kimse, derhâl Sarı İsmâil'in yanına gelip; "Ben bu binânın yaptırılması
için usta getirdim, taş getirdimv e yaptırma sevâbına kavuşmak istedim.
Fakat her kimse bir gecede yaptırmış." diyerek üzüntülerini belirtti.
Sarı İsmâil, durumu derhâl hocası Hacı Bektâş-ı Velî'ye bildirdi. Bunun
üzerine Hacı Bektâş-ı Velî; "Ey İsmâil! O beni sevene söyle, bu dergâhı
zâhirden birisi gelip yaptırmadı. Allahü teâlânın izni ile bir anda
yapıldı. Sevâbı yine onun amel defterine yazılmıştır." dedi. İsmâil
durumu derhâl o kimseye bildirdi. O zât da Allahü teâlâya şükür secdesi
yaptı.
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Mecdî Efendi); s.44
2) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.8
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1080
4) Makâlât, Süleymâniye Kütüphânesi, Denizli Kısmı, No: 131/4)
5) Tiryâk-ul-Muhibbîn; s.47
6) Tıbyân-ül-Vesâil; c.1, s.129
7) Kâşif-ül-Esrâr; s.3
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.129
9) Sefînetü'l-Evliyâ; c.1, s.395
10) Makâlât- E. Coşan
Hacı Bektaş-ı Veli
Osmanlı devletinin kurluş yıllarında yaşayan evliyânın büyüklerinden.
İsmi, Seyyid Muhammed bin İbrâhim Atâ, lakabı Bektâş'tır. Horasan'ın
Nişâbûr şehrinde 1281 (H. 680) senesinde doğdu. Hacı Bektâş-ı Velî'nin
soyu hazret-i Ali'ye dayanır. 1338 (H.738) senesinde Kırşehir'e yakın
bir yerde vefât etti. Vefâtı hakkında başka rivâyetler de vardır.
Türbesinin bulunduğu kasabaya sonradan Hacıbektaş ismi verildi.
Daha çocukken ilim öğrenmesi için âilesi tarafından Şeyh Lokmân-ı
Perende'ye teslim edildi. Lokmân-ı Perende, Ahmed-i Yesevî
hazretlerinin halîfelerinden olup, zâhir ve bâtın ilimlerinde çok
derinleşmişti. Bektâş-ı Velî'nin daha çocukken birçok kerâmetleri
görüldü. Bir gün Lokmân-ı Perende onun yanına girmiş ve odasını nur ile
dolu görünce şaşırmıştır. Bu sırada; Bektâş-ı Velî'nin iki yanında,
Kur'ân-ı kerîm okuyan iki nûrânî zât duruyordu. Lokmân-ı Perende onun
yanına girince, bunlar kayboldu. Lokmân-ı Perende, Bektâş-ı Velî'ye
onların kim olduğunu sordu. O da; "Birisi Server-i âlem efendimiz
diğeri ise hazret-i Ali idi." cevâbını verdi.
Yine bir gün hocasından ders dinlerken, namaz vakti geldi. Hocası
hizmetçisinden abdest almak için su istedi. Bektâş-ı Velî hocasına;
"Bir nazar etseniz de, su buradan aksa, dışarıya gitmeye gerek olmasa."
dedi. Hocası; "Benim kudretim bunu yapmaya yetmez." cevabını verdi.
Bunun üzerine o sırada Bekâş-ı Velî, Allahü teâlâya duâ etti. Hocası da
"Âmin" dedi. O anda medresenin ortasında latîf bir su çıkıp, kapıya
doğru akmaya başladı. Pınarın başında renk renk çiçekler açtı.
Bu hâdiseden bir süre sonra, Lokmân-ı Perende hacca gitti. Arafât'ta
kıbleye doğru döndükleri esnâda, talebelerine; "Yârenler! Bugün
Arefedir. Şimdi bizim evde yemekler pişirlir." dedi. Bu söz, Allahü
teâlânın kudretiyle, Bektâş-ı Velî'ye mâlum oldu. Tam o sırada
hocasının evinde yemekler pişiyordu. Bektâş-ı Velî hemen bir tepsi
yemeği aldığı gibi, bir anda hocasına sundu. Hocası Nişâbûr'a dönünce,
onun bu kerâmetini herkese anlattı ve Hacı lakabını verdi. Bu esnâda
Horasan'da bulunan âlimler, Lokmân-ı Perende'ye hac mübârekesine
geldiklerinde, medresede akan suyu görünce şaşırdılar. Bunun sebebini
sordular. Lokmân-ı Perende; "Bu kerâmet, Hacı Bektâş'ındır." dedi.
Sonra onun gösterdiği kerâmetlerini gelen âlimlere anlattı. Onlar bütün
bunların bir çocuktan zuhûr etmesine şaştılar. Bunun üzerine Hacı
Bektâş-ı Velî, âlimlere; "Ben, Resûl-i ekremin soyundanım. Bana bunları
çok görmeyiniz. Bunlar, Allahü teâlânın bana bir ihsânıdır." dedi.
Hacı Bektâş-ı Velî, tahsilini tamamladıktansonra Anadolu'ya geldi.
Halka doğru yolu göstermeye başlayan ve kıymetli taleeler yetşitiren
Hacı Bektâş-ı Velî, kısa zamanda tanınarak büyük rağbet gördü. Bu
sırada Anadolu'da dînî, iktisâdî, askerî ve sosyal teşekkül olan ve
kendisinin de bağlı olduğu "Ahîlik teşkilâtı" ile büyük hizmetler yapan
Hacı Bektâş-ı Velî ve talebeleri, Osmanlı sultanları tarafından da
sevildi ve hürmet gördü. Bu sıralarda kuruluş devrinde olan Osmanlı
devletinin sağlam temeller üzerine oturmasında büyük hizmetleri ve
himmetleri oldu. Sultan Orhan zamânında teşkil edilen Yeniçeri ordusuna
duâ ederek, askerlerin sırtlarını sıvazladı. Onlara İslâmiyetten
ayrılmamalarını nasîhat etti. Böylece Hacı Bektâş-ı Velî'yi kendilerine
mânevî pîr olarak kabul eden Yeniçeri ordusu, mânevî hayâtını ve
disiplinini ona bağladı. Hacı Bektâş-ı Velî, asırlarca Yeniçeriliğin
pîri, üstâdı ve mânevî hâmisi olarak bilindi. Bu bağlılık ve muhabbet,
Yeniçerilerin sulh zamânındaki tâlimleri ve harplerdeki gayret ve
kahramanlıklarında çok müsbet neticeler verdi. Bütün bunlar, halk ile
Yeniçeriler arasındaki yakınlığı kuvvetlendirdi. Yeniçeriler, dervişler
gibi cihâd azmiyle dolu ve görülmemiş derecede kahraman ve fedâkâr
oluşlarında, bu hâdiseler müsbet tesirler gösterdi.
Yeniçerilerin;"Allah, Allah! İllallah! Baş uryân, sîne püryân, kılıç al
kan. Bu meydanda nice başlar kesilir. Kahrımız, kılıcımız düşmana
ziyân! Kulluğumuz pâdişâha ayân! Üçler, yediler, kırklar! Gülbang-i
Muhammedî, Nûr-i Nebî, Kerem-i Ali... Pîrimiz, sultânımız Hacı Bektâş-ı
Velî..." diyerek savaşa başlamaları, bunun mânidâr bir ifâdesidir.Hacı
Bektâş-ı Velî'nin Malâlât adlı Arapça bir eseri vardır. Sonradan nefes
adıyla yazılan ve ona nisbet edilen şiirler onun değildir.
Buyurdu ki: "Tarîkatın, tasavvuf yolunun ilk makâmı, bir âlime cân u
gönülden bğlanıp, tövbe etmektir. Tövbe, can u gönülden olan
pişmanlıktır ve mutlaka yapılmalıdır. Tövbe ederken gözyaşı dökmelidir.
Tövbeyi kabul edecek Allahü teâlâdır. Tövbe ettikten sonra O'na
tevekkül etmelidir. İkinci makâmı, talebe olmaktır. Üçüncü makâmı,
mücâhede, nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır.
Dördüncü makâmı, hocaya hizmettir. Beşinci makâmı, korkudur. Altıncı
makâmı, ümitli olmaktır. Yedinci makâmı, şevktir ve fakirliktir.
Mârifetin birinci makâmı edep, ikinci makâmı, korkudur. Üçüncü makâmı,
az yemektir. Dördüncü makâmı, sabır ve kanâttır. Beşinci bakâmı,
utanmaktır. Altıncı makâmı, cömertliktir. Yedinci makâmı, ilimdir.
Sekizinci makâmı, mârifettir. Dokuzuncu makâmı, kendi nefsini
bilmektir."
1338 senesinde vefât eden Hacı Bektâş-ı Velî'nin derslerini ve
sohbetlerini tâkib ederek onun tarîkatına bağlananlara, tasavvuftaki
usûle uyularak "Bektâşî" denildi. bu temiz, îtikâdları düzgün olan ve
ibâdetlerini yapan Bektâşîler zamanla azaldı. Daha sonra yapılan bir
takım değişiklikler sebebiyle, hakîkî Bektâşîlik unutuldu ve
zamânımızdan yüz sene önce ise hiç kalmadı. Herkes tarafından sevilen,
hürmet ve îtibâr edilen bu isim, Hurûfî denilen sapık kimseler
tarafından da siper olarak kullanıldı. İslâmiyeti yıkmak için kurulan
bozuk yollardan biri olan Hurûfiliğin kurucusu Fadlullah Hurûfî, Tîmûr
Han tarafından öldürülünce, dokuz yardımcısı kaçarak Anadolu'ya
geldiler. Bunlardan Aliyyül-A'lâ ismindeki kimse, bir Bektâşî tekkesine
geldi. Câvidân adlı kitaplarını gizlice yaymaya, câhilleri aldatmaya
başladı. Hacı Bektâş-ı Velî'nin yolu budur dedi. Halbuki Hacı Bektâş-ı
Velî'nin yolundan ayrılmayan hakîkî Bektâşîler, bunlardan tamâmen
ayrıldılar. Hurûfîlik, haramlara helâl, nefsin arzu ettiği kötü
arzulara, serbesttir dediği için, bozuk rûhlu insanlar arasında çabucak
yayıldı. Sözlerine "Sır" deyip, çok gizli tutulmasını emrederlerdi.
Sırları yabancılara açanları öldürdükleri bile olurdu. Sırları Câvidân
kitabında a, c, v, z, ... gibi harflerle işâret edilmektedir.
Hurûfîler, Bektâşîlik ismini kendilerine perde yaparak, bu perde
arkasında çalışmışlardır.
Hacı Bektâş-ı Velî'nin şiîlikle ilgisi bulunduğunu söyleyenler yanında,
bâzıları da onun sapık Baba Resûl'ün halîfesi olduğunu, namaz
kılmadığını ve şerîata aldırmadığını kaydetmektedirler. Oysa Makâlât'ın
asıl nüshaları tetkîk edildiğinde, onun; İslâm dînine sıkı sıkıya ve
sağlam bir şekilde bağlı, İslâmiyete uymayan davranışlara şiddetle
karşı çıkan mübârek bir velî olduğu anlaşılmaktadır.Diğer taraftan Hacı
Bektâş-ı Velî devrine en yakın zamanda yazılmış olan
Tiryâkü'l-Muhibbîn'de Vâsıtî onun Ahmed-i Yesevî'ye mensûb olduğunu
zikretmekte ve şu silsileyi vermektedir:Es-Seyyid Bektaş el-Horasânî,
Ahmed-i Yesevî, Abdülhâlık Goncdüvânî, Yûsuf-ı Hemedânî, Ebû Ali
Fârmedî, Ebü'l-Hasan Harkânî, Abdülkâsım Gürgânî, Ebû Osman Mağribî ve
Cüneyd-i Mağdâdî yolu ile hazret-i Ali'ye ulaşmaktadır.
BİR DERGÂH İSTIYORUZ
Hacı Bektâş-ı Velî, her gün gelip, şimdiki dergâhının bulunduğu yere
otururdu. Onu sevenler; "Gâliba Hacı Bektâş-ı Velî hazretleri burada
bir dergâh binâ edilmesini istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor"
dediler. Daha sonra Hacı Bektâş-ı Velî'nin hizmetini gören Sarı
İsmâil'e, Hacı Bektâş'ı sevenlerden biri, buraya bir dergâh yaptırmaya
niyet ettiğini söyledi. Sarı İsmâil de, gelip durumu hocasına arz etti.
Hacı Bektâş-ı Velî; "Ona söyle. Bir usta getirsin. Biz istediğimiz
büyüklükte bir dâire çizelim. Ayrıca yeteri kadar taş getirtip,
yonttursun, hazır etsin." dedi.
Sarı İsmâil, bu durumu o şahsa bildirince, çok sevindi ve hemen bir
mîmâr getirdi. Hacı Bektâş-ı Velî de kalkıp, mübârek eliyle şimdiki
dergâhın bulunduğu yeri çizdi. O mîmâr da, dergâhın inşâsı için yetecek
kadar taş getirtip, yontturdu. Taşların yontulma işinin bittiği gecenin
sabahı, herkes, dergâhın yapılmış olduğunu gördü. Dergâhı yaptıracak
kimse, derhâl Sarı İsmâil'in yanına gelip; "Ben bu binânın yaptırılması
için usta getirdim, taş getirdimv e yaptırma sevâbına kavuşmak istedim.
Fakat her kimse bir gecede yaptırmış." diyerek üzüntülerini belirtti.
Sarı İsmâil, durumu derhâl hocası Hacı Bektâş-ı Velî'ye bildirdi. Bunun
üzerine Hacı Bektâş-ı Velî; "Ey İsmâil! O beni sevene söyle, bu dergâhı
zâhirden birisi gelip yaptırmadı. Allahü teâlânın izni ile bir anda
yapıldı. Sevâbı yine onun amel defterine yazılmıştır." dedi. İsmâil
durumu derhâl o kimseye bildirdi. O zât da Allahü teâlâya şükür secdesi
yaptı.
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Mecdî Efendi); s.44
2) Rehber Ansiklopedisi; c.7, s.8
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1080
4) Makâlât, Süleymâniye Kütüphânesi, Denizli Kısmı, No: 131/4)
5) Tiryâk-ul-Muhibbîn; s.47
6) Tıbyân-ül-Vesâil; c.1, s.129
7) Kâşif-ül-Esrâr; s.3
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.129
9) Sefînetü'l-Evliyâ; c.1, s.395
10) Makâlât- E. Coşan