.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    karınca türleri

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    karınca türleri Empty karınca türleri

    Mesaj  AsiRuH Paz Kas. 16, 2008 10:53 pm

    karınca türleri 10824

    Karıncalar
    her ne kadar birbirlerine benzer görünseler de, yaşayışları ve fiziksel
    özellikleri açısından çok çeşitli türlere ayrılırlar. Bu canlıların
    aslında yaklaşık 8800 çeşidi vardır. Her çeşidin de kendine özgü,
    hayranlık verici özellikleri bulunur. Şimdi bu türlerin bir kısmını,
    çarpıcı yaşam şekilleri ve özellikleriyle inceleyelim.

    1. Yaprak Kesici Karıncalar

    Diğer
    bir adı da "atta" olan yaprak kesici karıncaların belirgin özellikleri,
    koparttıkları yaprak parçalarını başlarının üstünde yuvalarına taşıma
    alışkanlıklarıdır. Karıncalar, sağlamca kenetlenmiş çenelerinde
    taşıdıkları, kendilerine oranla oldukça büyük yaprak parçalarının
    altına gizlenirler. Bu nedenle işçi karıncaların gün boyunca
    çalıştıktan sonra yuvaya dönüşleri çok ilginç bir görünüm ortaya
    çıkarır. Böyle bir görüntüyle karşılaşan kişi, ormanın zemini sanki
    canlanmış, yürüyormuş hissine kapılacaktır. Yaprak kesiciler yağmur
    ormanlarında, yere dökülen yaprakların yaklaşık %15'ini yuvalarına
    taşıyabilirler. Bu yaprak parçalarını taşımalarının sebebiyse, elbette
    güneşten korunmak değildir. Karıncalar kestikleri bu yaprak parçalarını
    yiyecek olarak da değerlendirmezler. Peki bu kadar yaprağı ne için
    kullanırlar?

    Attaların bu yaprakları mantar üretiminde
    kullandıkları hayretle keşfedilmiştir. Karıncalar yaprakların kendisini
    yiyemezler çünkü, vücutlarında, bitkilerde bulunan selülozu
    sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını
    çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvanın yeraltındaki
    odalarında saklarlar. Bu odalarda ise yaprakların üzerinde mantar
    yetiştirirler. Bu yolla, büyüyen mantarların tomurcuklarından kendileri
    için gerekli proteini elde ederler.

    Ne var ki, attalar yuvadan
    ayrıldıklarında, oluşturdukları mantar bahçesi bozulacak ve zararlı
    mantarlara yenilecektir. Peki bahçelerini yalnızca "ekim" öncesinde
    temizleyen attalar, zararlı mantarlardan nasıl korunabilmektedirler?
    Bunun sırrı, yaprakları çiğnedikleri sırada kullandıkları tükürükte
    gizlidir. Tükürük, istenmeyen mantarların oluşumunu engelleyici bir
    antibiyotik ve doğru mantarın gelişimini hızlandırıcı bir madde de
    içermektedir. Şimdi şunu düşünmek gerekir: Bu karıncalar mantar
    yetiştirmeyi nasıl öğrenmiştir? Bir gün karıncalardan biri tesadüfen
    ağzına bir yaprak alıp çiğnemiş, sonra yine tesadüfen lapa haline gelen
    bu sıvıyı, tamamiyle uygun bir yer olan kuru yaprak zeminin üzerine
    sermiş, arkasından yine bir tesadüf sonucu diğer karıncalar buraya
    mantar parçaları getirip ekmiş, son olarak da burada yiyebilecekleri
    bir besin yetişeceğini tahmin eden karıncalar bahçeyi temizleme,
    gereksiz maddeleri ayıklama ve ürünü toplama işlemlerini yapmış
    olabilirler mi? Sonra da gidip tek tek bütün koloniye bu işlemi
    öğretmiş olduklarını düşünmek ne derece akılcı olabilir? Üstelik neden
    yiyemedikleri halde o kadar yaprağı yuvalarına taşıma zahmetine
    katlanmış olsunlar?

    Diğer yandan bu karıncalar mantar üretimini
    sağlamak için, yaprakları çiğnerken kullandıkları tükürüğü nasıl
    oluşturmuş olabilirler? Bu tükürüğü bir şekilde meydana getirdikleri
    düşünülse bile, tükürüğün içinde istenmeyen mantarların oluşumunu
    engelleyici bir antibiyotik olmasını hangi bilgileriyle
    sağlayabilirler? Böyle bir işlemi gerçekleştirebilmek için, ciddi bir
    kimya bilgisine sahip olmak gerekmez mi? Bu kimya bilgisine sahip
    olsalar bile-ki bu imkansızdır-nasıl olur da bu bilgiyi hayata
    geçirirek tükürüklerine antibiyotik madde özelliği kazandırabilirler?

    Böylesine
    mucizevi bir olayı karıncaların nasıl gerçekleştirdiklerini
    düşündüğünde, insanın karşısına yukarıdakilere benzer daha yüzlerce
    karmaşık ve yorucu soru çıkacaktır. Ve soruların hepsi de cevapsızdır.

    Buna
    karşılık, eğer tek bir açıklayıcı cevap verilirse, bu soruların hepsi
    cevaplanmış olur: Karıncalar, yaptıkları işi başarabilecek şekilde
    tasarlanmış ve programlanmışlardır. Gözlemlenen olay, karıncaların
    çiftçiliği bilerek dünyaya geldiklerini, daha doğrusu getirildiklerini
    kanıtlamaya yeterlidir. Böylesine karmaşık davranışlar, zaman içinde
    aşamalarla gelişebilecek basit olaylar değildir. Kapsamlı bir bilginin
    ve çok üstün bir aklın eseridirler. Dolayısıyla evrim savunucularının,
    zaman içinde yararlı davranışların seçildiği ve gerekli organların
    mutasyonlarla geliştiği iddiaları, tamamen mantıksız hale gelmektedir.
    Tüm bu bilgileri var oldukları ilk günden itibaren karıncalara veren,
    onları tüm hayret verici özellikleriyle yaratan, şüphesiz "Sani"
    ("Sanatçı") olan Allah'tan başkası değildir. Atta karıncalarının
    yukarıda anlattığımız özellikleri, karşımıza bu yazı boyunca sık sık
    rastlayacağımız bir tablo çıkarmaktadır. Söz konusu olan düşünme
    yeteneğinden yoksun bir canlıdır, ama bu canlı insanın bile zihnini
    zorlayan büyük bir iş başarmakta, müthiş bir akıl gösterisi
    sunmaktadır.

    Peki bu tablodan ne çıkar?
    Cevap basit ve
    tektir: Madem bu hayvanın gerçekte başardığı işi yapmasını sağlayacak
    bir düşünme yeteneği yoktur, o halde yaptığı akıl gösterisi, gerçekte
    bize bir başkasının aklını tanıtmaktadır. Karıncayı var eden Yaratıcı,
    kendi varlığını ve yaratışındaki üstünlüğü göstermek için, bu hayvana
    onun "harcı" olmayan işler yaptırmaktadır. Karınca, Yaratıcısının
    ilhamıyla hareket etmektedir, dolayısıyla sergilediği akıl da gerçekte
    kendisini Yaratanın aklıdır.

    Aslında tüm hayvanlar dünyasında
    buna benzer bir durum söz konusudur. Karşımızda, müstakil bir akla ve
    muhakeme yeteneğine sahip olmadıkları halde, çok üstün akıl gösterileri
    sergileyen yaratıklar vardır. Karınca bunların en çarpıcılarından
    biridir. Ve o da, diğer hayvanlar gibi, gerçekte kendisini eğiten
    iradenin verdiği programa (ilhama) göre hareket eder. O irade sahibinin
    aklını ve gücünü yansıtır.

    Şimdi bu temel gerçeğin bilinciyle karıncaların üstün yeteneklerini incelemeye devam edelim.

    Attaların İlgi Çekici Savunma Yöntemleri

    Yaprak
    kesici karınca kolonisinin orta boylu işçileri hemen hemen tüm
    günlerini yaprak taşımakla geçirirler. Bu taşıma esnasında kendilerini
    korumaları zorlaşmaktadır; çünkü kendilerini korumaya yarayan çeneleri
    ile yaprak taşımaktadırlar. Peki kendi kendilerini koruyamadıklarına
    göre kim onları korumaktadır?

    Yaprak taşıyan işçi karıncaların
    yanlarında sürekli daha küçük boy olan işçiler ile dolaştıkları
    görülmüştür. Önceleri bu durumun tesadüf olduğu zannedilmiştir. Ancak
    daha sonra bu hareketin sebebi araştırılmaya başlanmıştır. Uzun bir
    inceleme sonucunda ortaya çıkan durum, gerçekten şaşırtıcı bir
    işbirliğidir.

    Yaprak taşımakla görevli olan orta boy karıncalar,
    kendilerine düşman olan bir sinek türüne karşı ilginç bir savunma
    yöntemi kullanmaktadırlar. Düşman sinek, yumurtalarını bırakmak için
    son derece farklı bir yer seçmiştir; her karıncanın baş kısmına bir
    tane yumurta bırakır. Karıncanın vücudunda zamanla gelişip yumurtadan
    çıkan yavru sinek, hayvanın beynine kadar ilerleyerek ölümüne sebep
    olur. İşte işçi karıncalar, yanlarında küçük boy yardımcıları olmadan,
    her an saldırmaya hazır bu sinek türüne karşı savunmasız kalırlar.
    Normal zamanlarda üzerlerine konmak isteyen sinekleri makasa benzeyen
    keskin çeneleri ile derhal uzaklaştırmayı başaran işçi karıncalar,
    yaprak taşırken bunu yapamazlar. Bu yüzden de kendileri adına savunma
    yapacak bir başka karıncayı taşıdıkları yaprağın üzerine
    yerleştirirler. Sineğin saldırısı sırasında da bu küçük koruyucular
    yaprağın üzerinden düşmana karşı mücadele verirler.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    karınca türleri Empty Geri: karınca türleri

    Mesaj  AsiRuH Paz Kas. 16, 2008 10:54 pm

    Attaların Anayolları

    Attaların, kestikleri yaprakları yuvalarına
    taşırken kullandıkları yol, adeta minyatür bir anayol görünümündedir.
    Burada yavaşça ilerleyen karıncalar, bütün dal parçacıklarını, küçük
    çakıl taşlarını, çimen ve yabani otları toplar ve yan taraflara
    bırakırlar. Böylece kendilerine tertemiz bir yol oluşturmuş olurlar.
    Uzun bir çalışmadan sonra bu anayol, özel bir aletle yapılmış kadar
    düzgün ve pürüzsüz olur.

    Atta kolonisi, tek bir kum tanesi
    boyutundaki işçiler, bu işçilerden kat kat büyük askerler ve orta boylu
    "maraton koşucular"dan oluşur. Maraton koşucular, yuvaya yaprak
    parçaları getirmek için etrafında koştururlar. Bu karıncalar öylesine
    çalışkandırlar ki, her 'koşucu' karıncanın yaprak taşıyarak 4 dakika
    ilerlemesi, bir insanın omuzlarında 227 kg ağırlıkla 48 km. (30 mil)
    yol gitmesine denktir.

    Bir Atta yuvasında, 6 metre derinliğe
    kadar inebilen yumruk genişliğinde galeriler bulunur. Kum tanesi kadar
    olan işçiler bu labirentleri inşa ederken, 40 ton kadar toprak
    çıkarırlar. Karıncaların birkaç sene içinde yaptığı bu yuvalar,
    insanların Çin Seddi'ni inşa etmesiyle kıyaslanabilecek zorlukta ve
    profesyonelliktedir.

    Attalar hakkında verilen bu bilgiler
    şüphesiz onların sıradan, basit yaratıklar olarak görülemeyeceklerine
    delildir. Son derece çalışkan olan bu karıncalar, bir insanın güçlükle
    yapabileceği karmaşık işlerin üstesinden başarıyla gelmektedirler.
    Şüphesiz bu yetenekleri onlara verebilecek tek güç sahibi de Allah'tır.
    Tüm bu maharetleri kendi başlarına ve kendi istekleriyle kazandıklarını
    söylemek, mantık kurallarına aykırı olacaktır.

    Attaların Yaprak Kesme Tekniği

    Karınca,
    çene kemikleriyle yaprağı parçalarken bütün vücudunun titrediği
    görülür. Bilim adamları bu titremenin, yaprağı sabit tuttuğunu ve
    böylece kesilmesini kolaylaştırdığını farketmişlerdir. Aynı zamanda bu
    titreşim sayesinde karınca, arkadaşlarına iyi bir iş üzerinde olduğu
    mesajını da verir.26 İnsanlar tarafından da çok zayıf bir ses olarak
    duyulabilen bu titreşimi sağlamak için karınca, karın bölgesindeki iki
    küçük organı birbirine sürter. Bu titreşim, karıncanın orak şeklindeki
    çene kemiklerine ulaşıncaya kadar vücut boyunca yayılır. Karınca arka
    ayaklarını hızla hareket ettirirken aynı şekilde çenesini de aşağı
    yukarı titreterek yaprağı ay şeklinde keser. Bu metod tıpkı çok keskin
    elektrikli bir dilimleme bıçağının hareketini andırır.

    Bu
    teknik, yaprak kesimini kolaylaştırmaktadır. Ancak bu titreşimlerin
    başka bir amaca daha hizmet ettiği bilinmektedir. Yaprak kesen bir
    karıncayı görmek diğerlerini de buraya çekmektedir. Çünkü, özellikle
    attaların yaşadığı iklim bölgelerindeki birçok bitki zehirlidir.
    Karıncaların, her yaprağı kendilerinin test etmesi ve bu şekilde riske
    girmesi onlar için büyük bir tehlikedir. Bu yüzden daima, diğerlerinin
    işlerini başarıyla tamamladıkları yerlere gitmektedirler.

    Dokumacı Karıncalar

    Dokumacı
    karıncalar ağaçlarda, kendilerine yapraklardan yuvalar yaparak
    yaşarlar. Yaprakları birleştirerek çok fazla nüfusu barındırabilecek,
    bir kaç ağaca hakim yuvalar oluşturabilirler.

    Yuva oluşumunun
    aşamaları ilginçtir. Önce işçiler tek tek, koloni bölgesi içinde
    genişlemeye elverişli yerler ararlar. Uygun bir ağaç dalı bulduklarında
    dalın yapraklarına dağılır, yaprakları kenarlarından çekiştirmeye
    başlarlar. Bir karınca, yaprağın bir bölümünü kıvırmayı başardığında
    yakınındaki işçiler de buraya yönelir ve yaprağı birlik halinde çekmeye
    devam ederler. Yaprak, karıncanın boyundan daha geniş olduğunda ya da
    iki yaprağın beraber çekilmesi gerektiğinde, işçiler, birleştirilmesi
    gereken noktalar arasında canlı köprü vazifesi görürler. Daha sonra
    zincirdeki karıncaların bazıları, yanlarındaki karıncaların sırtlarına
    çıkarak zinciri kısaltır ve böylece yaprak uçlarını birleştirirler.
    Yaprak çadır benzeri bir şekil aldığında, bazı karıncalar bacak ve
    çeneleriyle yaprağı tutmaya devam ederken, bazıları da eski yuvaya
    gidip özel yetiştirilmiş larvaları bu bölgeye taşırlar. İşçiler,
    yaprağın bağlantı yerlerinde larvaları ileri geri sürterek onları bir
    ipek kaynağı olarak kullanırlar. Larvaların ağızlarının hemen altındaki
    girişten salgılanan ipekle yapraklar istenilen yerden tutturulur.
    Kısacası larvalar birer dikiş makinası gibi kullanılırlar.

    İpekleri
    için büyütülmüş olan bu bir kısım larva, diğerlerinden farklı olarak
    büyük ipek bezlerine sahiptir ama ebat olarak daha küçük oldukları için
    rahatça taşınabilirler. Larvalar mevcut olan bütün ipeklerini, kendi
    ihtiyaçlarını karşılamak yerine kolonininkini karşılamak üzere
    verirler. Genişlemiş olan ipek bezlerinden yavaş yavaş ipek üretmek
    yerine, en baştan bir kerede büyük miktarlarda ipek salgılarlar ve
    kendi kozalarını yapmaya yeltenmezler bile. Yaşamlarının kalan
    kısmında, larvaların yapması gereken herşeyi onların yerine işçi
    karıncalar yapacaklardır. Anlaşıldığı gibi bu larvalar, sadece "ipek
    üreticisi" olarak yaşamaktadırlar.

    Karıncalar içinde böyle bir
    işbirliğinin nasıl geliştiği bilim adamlarınca bir türlü
    açıklanamamaktadır. Bir başka açıklanamayan konu da, iddia edilen evrim
    süreci içinde, bu davranışın ilk olarak nasıl oluştuğudur. Böceklerin
    kanatlarında, omurgalıların gözlerinde ve diğer biyolojik mucizelerin
    varlığında olduğu gibi böylesine karmaşık ve yararlı bir hareketin ilk
    canlılardan bu yana nasıl oluştuğu, Evrim'in temel ilkeleriyle
    açıklanamayan bir gerçek, daha doğrusu, Evrim'i savunanlar açısından
    bir çıkmazdır.

    Larvaların günün birinde kendi aralarında bir
    şekilde anlaşarak, "bazılarımızın, bütün koloninin ipek ihtiyacını
    karşılamak amacıyla ipek üreticiliği yapması gerekiyor, ağırlığımızı ve
    ipek bezlerimizi ona göre ayarlayalım" şeklinde ortak bir karar almış
    olduklarını söylemek elbette akılca bir iddia olmayacaktır. O halde,
    larvaların ne yapmaları gerektiğini bilerek var olduklarını kabul etmek
    durumundayız. Bir başka deyişle, bu larvaları yaratan Allah, onları
    yapmaları gereken işe uygun olarak şekillendirmiştir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    karınca türleri Empty Geri: karınca türleri

    Mesaj  AsiRuH Paz Kas. 16, 2008 10:55 pm

    Hasatçı Karıncalar

    Karıncaların bazıları daha önce de söylendiği
    gibi, uzman birer "çiftçi"dir. Bunların arasında, biraz önce bahsedilen
    attalardan başka, bir de hasatçı karıncaları saymak mümkündür.

    Hasatçı
    karıncaların beslenme metodları, diğer karınca türlerinin beslenme
    metodlarına göre oldukça karmaşık ve zorludur. Bunlar tohum toplar ve
    bunları özel olarak hazırlanmış odalarda saklarlar. Nişastalı özlerden
    oluşan bu tohumlar, larvaları ve diğer işçileri doyuracak olan şekerin
    üretilmesi için kullanılır. Birçok karınca tohum ve çekirdekleri
    yiyecek olarak kullanırken, sadece hasatçı karıncalar, tohum toplayıp
    bunları işleme üzerine kurulu bir sisteme sahiptirler.


    Bu
    karıncalar, gelişme mevsiminde tohumları toplar ve kuru mevsimde
    kullanmak üzere depolarlar. Yuvadaki özel odalarda tohumları,
    yanlışlıkla getirilen diğer maddelerden temizlerler. Bu arada
    karıncaların bir grubu da yuvada kalır, tohum özlerini çiğneyerek
    "karınca ekmeği"ni yaparlar. Sonra tohumdaki nişastayı, yiyebilecekleri
    şekere dönüştürürler. Çiğneme sırasında salgıladıkları tükürüğün bu
    dönüşümü sağladığı bilinmektedir.29

    Burada bahsedilen
    karıncaların elbette bir kimya eğitimi yoktur. Tükürüklerinin, rasgele
    topladıkları tohumları, yiyebilecekleri şekere dönüştüreceğini de
    tahmin edemezler. Ancak bu karıncaların bütün hayatları hiç
    bilmedikleri, bilemeyecekleri bir dizi kimyasal dönüşüme bağlıdır.
    İnsanlar dahi, karıncaların vücutlarında oluşan böyle bir dönüşme
    işleminin farkında değilken ve detaylarını da yeni yeni
    öğrenebilmişken, nasıl olup da karıncalar binlerce yıldır bu metodla
    beslenmelerini sağlamışlardır?

    Bal Karıncaları

    Bir çok
    karınca türü, yaprak bitlerinin "bal" denen sindirim artıklarıyla
    beslenir. Bu maddenin gerçek bal ile ilişkisi yoktur. Ancak, bitki
    özsularıyla beslenen bir yaprak bitinin sindirim artıkları yüksek
    oranda şekerli madde içerdiği için bu ismi alır. İşte bal karıncaları
    adıyla tanınan bu türün işçileri de, besinin bol olduğu aylarda, yaprak
    bitlerinden, kabuklu bitlerden ve çiçeklerden bal alırlar.

    Karıncaların
    yaprak bitlerinden bal alma biçimleri oldukça ilginçtir. Karınca,
    yaprak bitine yaklaşarak onun karnını dürtüklemeye başlar. Yaprak biti
    de bir damla sindirim artığını karıncaya verir. Karıncalar, yaprak
    bitlerinin karınlarını daha çok dürtükleyerek daha çok bal almaya
    çalışır ve çıkan sıvıyı emerler. Peki emdikleri bu şekerli besini nasıl
    kullanırlar ve bu besin daha sonra ne işe yarar?

    Bal
    karıncalarında bu aşamada eşsiz bir görev paylaşımı vardır: Diğer
    işçiler tarafından toplanan bal özünü saklamak için bazı karıncalar
    "kavanoz" görevi görürler!...

    Her yuvada bir kraliçe, işçiler ve
    ayrıca bal taşıyıcılar vardır. Bu karıncaların kolonileri, çoğunlukla,
    işçilerin nektar toplayabildikleri cüce meşe ağaçları yakınında
    bulunur. İşçiler nektarı yutup yuvalarına taşıdıktan sonra, burada
    ağızlarından geri çıkararak, balı saklayacak olan genç işçilerin
    ağızlarına boşaltırlar. Bal taşıyıcı karıncalar, vücutlarının alt
    kısmını şişirerek bal kesesi olarak kullanırlar. İşçiler tarafından
    toplanan bal özüyle beslenir ve adeta bir "fıçı" görevini görürler.
    Hatta bazen büyüklükleri, küçük bir üzüm tanesi kadar olur. Balın sabit
    kalabilmesi için, her odada 25-30 kadarı, ayaklarıyla tavana yapışır ve
    yer değiştirmezler.30 Tavana yapışıkken, küçük ve yarı saydam bir üzüm
    salkımı gibi görünürler. Eğer herhangi biri düşecek olursa, işçiler
    tarafından hemen eski pozisyonuna döndürülür. Bal kavanozlarındaki bal,
    karıncanın yaklaşık 8 katı ağırlığındadır.

    Kışın ya da kurak
    mevsimde, sıradan işçiler 'bal fıçıları'nı ziyaret ederek günlük besin
    ihtiyaçlarını karşılarlar. İşçi karınca ağzını "fıçı"nınkine
    yerleştirir ve "fıçı", bal kesesindeki kaslarını kasarak, ufak bir
    damla bal damlatır. İşçi bu besin değeri yüksek balı, elverişsiz
    mevsimlerde yiyecek olarak tüketir.

    Bir canlının kendi
    ağırlığının tam sekiz katı bir ağırlığa ulaşarak, bal deposu vazifesi
    yapmaya karar vermesi ve bu şekilde ayaklarından asılı kalarak hiç bir
    zarar görmeden yaşayabilmesi, hayret ve ilgi uyandıran bir durumdur.
    Böylesine zor ve tehlikeli bir pozisyona girmeye neden ihtiyaç
    duymuşlardır? Bu benzersiz depolama tekniğini düşünüp, vücut
    gelişimlerini de ona göre kendileri mi kontrol etmişlerdir? Düşünün ki
    bir insan, vücudunda meydana gelen en basit bir gelişime bile hakim
    değilken, gerçek manada bir beyne bile sahip olmayan karıncanın bunu
    kendi kendine yapabilmesi şüphesiz imkansızdır.

    Bal
    karıncaları yine Evrim teorisinin açıklayamadığı bir davranış
    göstermektedirler. Balı depolama metodunu ve bunun için gerekli
    organları tesadüfen geliştirmiş olmaları, kuşkusuz öne sürülemeyecek
    kadar mantık dışı bir fikirdir. Nitekim bilimsel kaynaklarda, bu ve
    benzeri konularda söylenen pek çok gerçekçi ifadeye rastlanılmaktadır.
    Örneğin, Paris Üniversitesi Biyoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Étinne
    Rabaud'nun açıklaması şöyledir:

    Bu örnekler (örneğin bal
    karıncaları) açıkça gösteriyor ki çeşitli organlar, canlıların belirli
    fonksiyonları yapabilmeleri için meydana gelmiş değil, aksine bunların
    önceden varolması, belirli hareketlerin ve işlerin yapılmasına bazı kez
    olanak vermiş bazı kez de vermemiştir. Bu şunu gösteriyor ki, organlar
    canlıların hayat koşullarına uymalarından meydana gelmemiş, aksine
    gördüğümüz gibi, hayat koşulları bu organların önceden var olmuş
    olmasından ve organların fonksiyonlarından doğmuştur. Darwin'in yaptığı
    gibi şu soru sorulabilir: Bu evrimde bu değişmede yaşama yeteneğini
    kaybedenin temizlenmesi, ayıklanması, ya da organların yeni koşullara
    uyması olayı yok mudur? Biz de diyoruz ki, olaylar böyle bir evrimin,
    böyle bir değişmenin cereyan etmediği, aksine tümüyle bunun aksi bir
    olayın olageldiğini ispat etmektedir.

    Profesör Rabaud'nun
    yaptığı bu açıklamalar, her insanın çok kısa bir an vicdanıyla
    düşünerek zaten varabileceği bir sonucu bize açıkça göstermektedir: Tüm
    canlılar kusursuz organları ve mükemmel davranışlarıyla, bilginin ve
    aklın gerçek kaynağı olan tek bir Yaratıcı tarafından yaratılmışlardır.
    Kuran'da bu gerçek şöyle ifade edilmiştir:

    O Allah ki,
    yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel
    isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih
    etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

    Odun Karıncaları

    Odun
    karıncaları yeraltındaki yuvalarının üzerine, çam iğnesi ve ince
    dallarla inşa ettikleri tepeciklerle ünlüdürler. Yuva genellikle bir
    ağaç kütüğü etrafında kurulur. Yuvanın yerin üstündeki bölümü, küçük ve
    ince dallardan, yaprak saplarından ya da çam iğnelerinden yapılmıştır
    ve bu kısım yuvanın çatısıdır. Bu çatı 2 m. yüksekliğe kadar
    ulaşabilir. Çatı aynı zamanda yağmurun içeri girmesini önler ve çok
    sıcak ya da soğuk havada, yuvanın ısısının düzenini sağlar.32

    Odun
    karıncaları da diğerleri gibi çok çalışkandırlar, sürekli olarak
    yuvalarında değişiklik yaparlar. Orjinal yüzey katmanını aşama aşama
    alt katmanlara aktarırlar, üst yüzeyin yerine de alt katmanlardan
    malzeme getirirler. Karıncaların yuvada yaptıkları değişikliklerle
    ilgili şöyle bir gözlem yapılmıştır: Karınca yuvasının tepeciğine mavi
    sprey sıkılmış, dört gün sonra tepeciğin yeniden kahverengi olduğu
    görülmüştür. Mavi parçacıklar ise yüzeyden 8-10 cm. aşağıda
    bulunmuştur. 1 aylık sürede ise, bu parçacıklar 40 cm. derinliğe kadar
    inmişlerdir. Daha sonra da bu mavi parçacıklar yeniden yüzeye
    çıkmışlardır.

    Peki, acaba karıncalar sürekli taşıma işlemini
    boş yere, "iş olsun" diye mi yapmaktadırlar? Hayır... Araştırmacılar,
    odun karıncalarının neden böyle daimi bir hareket halinde
    bulunduklarını şu şekilde açıklamaktadırlar: Sürekli olan devr-i daim,
    içteki nemli maddeleri yüzeyde düzenli olarak kurutmakta ve mantar
    oluşumunu engellemektedir. Aksi takdirde, karıncalar zararlı mantarlar
    tarafından işgal edilmiş bir yuvaya sahip olacaklardır.

    Böyle
    bir durumda iki ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimal, insanların uzun
    süren bilimsel araştırmalar neticesinde keşfettikleri, mantarın nemli
    ortamlarda oluştuğu sonucunu, karıncaların kendi araştırmaları
    neticesinde çok daha önce keşfedip, bu sorunu gidermek için olabilecek
    en akılcı metodu geliştirmiş olmalarıdır! İkinci ihtimal ise, bu
    mükemmel işlemi yürütebilmenin, ancak üstün bir aklın ilhamı ile mümkün
    olabileceğidir. Birinci ihtimalin imkansızlığı ortadadır. Karıncalara
    zararlı mantarlardan korunmaları gerektiğini ve ne şekilde
    korunabileceklerini ilham eden, elbette sonsuz kudret sahibi Allah'tır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    karınca türleri Empty Geri: karınca türleri

    Mesaj  AsiRuH Paz Kas. 16, 2008 10:56 pm

    Odun Karıncalarında Farklı Üreme Metodları

    Odun karıncalarının
    erkekleri ve kraliçeleri kanatlıdır fakat diğer küçük karınca
    türlerinde olduğu gibi bir çiftleşme uçuşu yapmazlar. Çiftleşme,
    yuvanın yüzeyinde ya da yakın çevrede bir yerde gerçekleşir.
    Çiftleşmeden sonra, kraliçe kanatlarını kopartır ve şu 3 hareketten
    birini yapar:

    1. Genellikle daha önce larva olarak yaşadığı yuvasına geri döner ve yumurtalarını oraya bırakır.

    2. Bazen çiftleşmeden sonra, kendisini taşıyan işçilerle birlikte yuvadan ayrılır ve yeni yuva yapacak bir yer arar.

    3.
    Eğer tek başına ayrılırsa, akrabalığı olan ama daha küçük türlerin,
    örneğin siyah karınca Formica Fusca'nın yuvasına girip oradaki
    kraliçeyi devre dışı bırakır. Kraliçe, Fusca işçilerinin bakacağı
    yumurtalarını buraya yumurtlar. Bir süre için yuvada hem misafir
    işçiler, hem de ev sahibi işçiler vardır. Ancak ev sahiplerinin
    kraliçesi olmadığı için bir süre sonra işçileri ölür ve böylece oduncu
    kraliçeler de, hiç bir şey yapmadan kurulu bir odun yuva elde etmiş
    olurlar.33

    Kraliçe odun karıncalarının, üçüncü maddede
    bahsedilen taktiklerinde açık bir şuur görülmektedir. Ancak bu şuurun
    karıncanın kendisine ait olamayacağı alenen ortadadır. Çünkü kendi
    yuvasının içindeki bir kaç metre karelik alandan başka bir yer görmemiş
    olan kraliçe karıncanın, hiçbir zaman görmediği, yapısını, düzenini
    bilmediği bambaşka bir koloninin içine girip, bu kolonide kimi saf dışı
    bırakacağını anlayıp, tüm engelleri aşarak bunu başarması... Bütün
    bunlar kraliçe karıncanın, ilhamla hareket ettiğini, şüphe götürmez bir
    şekilde ortaya çıkmaktadır. Bahsedilen olay, Allah'ın tüm canlılar
    üzerindeki kudret ve hakimiyetini gösteren çok açık bir delildir.

    Lejyoner Karıncalar

    Ormanların
    en korkulan hayvanlarından biri lejyoner karıncalardır. Bu karınca
    topluluğuna "ordu" lakabının yakıştırılmasının sebebi, yüzbinlerce
    askeri olan gerçek bir ordu disipliniyle hareket etmeleridir.

    Lejyonerler
    etoburdurlar ve önlerindeki herşeyi silip süpürürler. Her bir karınca
    6-12 milimetre boyundadır. Fakat inanılmaz sayıları ve disiplinleri,
    küçük boyutlarının dezavantajını fazlasıyla telafi eder.

    Lejyonerlerin
    üzerine doğrudan gün ışığının gelmesi, onları kısa zamanda öldürebilir.
    Bu yüzden çoğunlukla geceleyin ya da gölgede yolculuk yaparlar. Işığa
    duyarlı olmaları nedeniyle ilerlerken uzun tüneller inşa ederler.
    Karıncaların büyük kısmı bu tünellerde, dışarıya çıkmadan ilerlerler.
    Bu, hızlarını azaltmaz, zira güçlü çeneleri sayesinde tünelleri son
    derece hızlı bir şekilde kazabilirler. Böylece yürüyüş hem hızlı hem de
    gizli olarak devam eder. Lejyonerler tamamen kör olmalarına rağmen, çok
    büyük ordular halinde, ateş ve su dışında tüm engelleri aşarak
    ilerlerler.34

    Lejyoner karıncalar, avlarını buldukları yerde
    parçalar ve bu parçaları geçici yuvalarına taşırlar. Bir lejyoner
    karınca kolonisi için fazla miktarda yiyeceğe ihtiyaç vardır.
    Tahminlere göre, 80.000 kadar ergin karınca ve 30.000 larvadan oluşan
    orta boyutlu bir koloninin günlük ihtiyacı, yarım galonluk (2.27 litre)
    hayvansal yiyecektir.35

    Lejyoner karıncaların sabit bir
    yuvaları olmadığı için sürekli hareket halindedirler. Kolonilerin
    hareketleri ve göçleri, üreme devresine bağlıdır. Kraliçe, her ay 2 gün
    boyunca tahminen 25-35 bin yumurta üretir. Yumurtlamadan birkaç gün
    önce koloni hareketini durdurur ve geniş bir alanda toplanır.
    Karıncalar çengel şeklindeki bacaklarıyla birbirlerine tutunurlar ve
    aşağıdaki resimde görüldüğü gibi geçici bir yuva oluştururlar. Ortadaki
    boş alan, kraliçe ve yeni nesil için hazır oda görevini görür. Burada,
    doğal olarak en yukarıdaki karıncanın bacak ve eklemlerine aşırı bir
    yüklenme olur. Ama kendi ağırlıklarının birkaç yüz katı ağırlığa
    dayanabilecek şekilde yaratılmış oldukları için, bütün koloniyi
    zorlanmadan tutabilirler.36

    Lejyoner karıncalar, gelişmekte
    olan yavruların ihtiyacına göre gerektiğinde durur, gerektiğinde de
    göçebe hayatına devam ederler. 20 gün kadar süren dinlenme süresinde,
    hareketsiz kraliçe 50.000-100.000 yumurta üretir. Bu sırada diğer yeni
    karınca nesli pupa evresindedir. Kendileri ve kraliçe için yiyecek
    arayan işçiler çoğu günler, yuva merkez olacak şekilde çevreye kısa
    süren akınlar yaparlar ve avlanırlar. Her akında, çok şaşırtıcı bir
    şekilde yönlerini ortalama 123O değiştirerek, sürekli aynı yeri
    taramanın önüne geçmiş olurlar.

    Karıncalar, insanların bir alet
    olmadan hesaplayamayacağı 123O'yi tek başlarına, hiç hata yapmadan
    hesaplayabilirler. Bu, ciddi bir matematik bilgisine işaret etmektedir.
    Oysa, karıncalar değil matematik; sayı saymayı dahi bilmezler. Bu da
    onların yaptıkları bu işi, bilinçli olarak değil, özel bir ilhamla
    yaptıklarını göstermektedir.

    İlk larvalar yumurtadan çıktıktan
    sonra, işçiler yiyecek toplarlar ve bu arada topluluk durağan kalır.
    Yiyecek parçaları, doğrudan larvalara verilir. Kraliçenin tekrar
    yumurtlamaya hazır olması, genellikle önceki larvaların pupa devresine
    geçmeleriyle aynı zamana rastlar. Bu dönemde topluluk bir kez daha
    durur. Kraliçenin yumurtlamasıyla, larvaların pupa devresine
    girmelerinin aynı döneme denk gelmesi, ordunun durduğu süreyi azaltması
    itibariyle bilinçli bir planlama izlenimi vermektedir.

    Larvaların
    gelişimi, yaşlı karıncaları yeni bir göçebe devresi başlatmaya teşvik
    eder. Bu da şöyle olur: Larvalar, işçiler tarafından yalanıp
    temizlendiklerinde bir salgı sızdırırlar. Yapılan araştırmalar, göç
    kararında bu sıvının etkili olduğunu göstermiştir.38

    Henüz bir
    karınca kimliği bile kazanamamış olan larvaların, böyle bir sıvı
    salgılamayı aklederek bütün koloniyi kendi ihtiyaçları lehinde
    yönlendirdiklerini iddia etmek, mantıksal bir zaaf olacaktır. Akıllı
    bir gözlemcinin bu olayda görebileceği tek şey, üstün bir Yaratıcı'nın
    varlığı ve herşeyi kuşatan bilgi ve hakimiyetidir.

    Kadife Karıncalar

    Yaşamlarını
    çöllerde sürdüren kadife karıncalar, aşırı kıllı bir vücut yapısına
    sahiptirler. Üzerlerindeki doğal palto, ısıyı izole edici bir tabaka
    görevi görür; çöldeki soğuk gecelerde ısıyı içerde tutup, gün içinde de
    onları sıcaktan korur. Diğer birçok karınca türünde olduğu gibi erkek
    kadife karıncalar kanatları sayesinde, havada uçarak kumun sıcağından
    korunabilmektedirler. Ama dişi kadife karıncalar, kanatları olmadığı
    için gün içinde sıcak kumun üzerinde dolaşmak zorundadırlar. Bu
    paltoya, güneşten olduğu kadar yerden gelen sıcaklıktan korunmak için
    de ihtiyaçları vardır.

    Peki hayvanın uygunsuz hava koşullarından
    korunabilmek için böyle bir "palto"ya sahip olmasının açıklaması nedir?
    Hayvanın bunu bir "evrim süreci" içinde doğaya adaptasyon sağlayarak
    kazandığını öne sürmek imkansızdır. Çünkü bu durumda pek çok soru
    cevapsız kalır: Böyle bir giysiye sahip olmadan önce, dişi kadife
    karıncalar sürekli yüksek ısı sebebiyle ölüyorlar mıydı? Eğer durum
    buysa, nasıl olup da "tesadüfen" bir palto edinmek için nesiller boyu
    beklediler? Nasıl bir "tesadüfle" bu vücuda sahip oldular?

    Sorular
    elbette cevapsızdır. Çünkü bu havyanların kendilerini sıcaktan
    koruyacak olan "palto"larını evrimcilerin her zaman öne sürdükleri
    evrim mekanizmaları ile elde etmiş olmaları imkansızdır. Çünkü bu
    karıncalar, söz konusu "palto" olmadan yaşayamazlar ve çok nadir
    gerçekleşen-ve hemen hepsi zararlı olan-mutasyonları bekleyecek
    zamanları yoktur. Havyanların, içinde yaşadıkları iklimin koşullarına
    göre tasarlandıkları açıktır.

    Dişi kadife karıncalar
    çiftleşmeden sonra bulundukları yerden uzaklaşarak,
    faydalanabilecekleri herhangi bir tür böcek veya arı yuvası ararlar.
    Bulduklarında yuvanın içine girerler. Yuvadan dışarı atılma
    girişimlerinin her türlüsüne karşı tedbirlidirler ve sonuçta yuvada
    kalırlar. Zira kadife karınca, arıların kovanlarına girebilecek şekilde
    güçlü silah ve bir de zırha sahiptir. Dış kabukları olağanüstü denecek
    kadar kalın ve serttir. Zoologlar, çelik bir iğneyi bile, kadife
    karıncanın göğsüne batırmakta zorluk çektiklerini söylemektedirler.

    Arı
    yuvalarına yerleşebilmek için her türlü donanıma sahip bir kadife
    karınca kraliçesi, bir kez yuvaya girdikten sonra artık onların bal
    stoğuyla beslenir. Ayrıca her hücrede bir yumurta olacak şekilde
    yumurtalarını, arıların pupa hücrelerine ya da kozalarına bırakır. Bu
    yumurtalardan çıkan karınca larvaları, ev sahibi pupalarla beslenir ve
    daha sonra kendileri de pupa evresine geçerler. Arılar yazın sonunda
    yuvalarını terkederler. Kadife karıncalar ise, kışı bu yuvada pupa
    olarak geçirirler. Bir kayda göre, çıkarılan bir hezen arısı yuvasında
    76 kadife karınca ve sadece iki hezen arısı bulunmuştur.40 Bu örnek,
    dişi kadife karıncanın, dişi hezen arısıyla baş etmede ne kadar etkili
    ve başarılı olduğunu göstermektedir. Kraliçe kadife karınca, burada da
    ince bir taktik güderek, yuvayı içten fethetmekte ve kendisini yuvanın
    sahibi konumuna getirebilmektedir.

    Şu durumda söylenecek şey
    kadife karıncanın hezen arılarını çok iyi tanıdığı ve onları nasıl
    kandırabileceğini çok iyi bildiğidir. Peki bunu ona ilham eden, arının
    fiziksel özelliklerini, yaşam tarzını, yuva yapısını bilen daha doğrusu
    arıyı da yaratandan başkası olabilir mi? Makul olan tek açıklama, ancak
    arıları ve karıncaları ve hatta tüm canlıları yaratan tek bir
    Yaratıcı'nın varlığını kabul ederek yapılandır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    karınca türleri Empty Geri: karınca türleri

    Mesaj  AsiRuH Paz Kas. 16, 2008 10:57 pm

    Ateş Karıncaları

    Ateş karıncaları küçük, kırmızı böceklerdir.
    Ama bu küçüklüklerine rağmen, çok büyük işler becerebilirler. Sadece
    Amerika'da 20 çeşidi bulunan bu karıncaların kraliçeleri, günde 5.000
    yumurta üretebilir. Birçok karınca türü kolonisinin birkaç yüz işçisi
    varken, bu türün kolonilerinin sadece işçi sayısı yarım milyon
    kadardır. Ateş karıncalarının çiftleşmiş tek bir kraliçesi, 240.000
    işçilik bir koloni üretebilir.

    Çok saldırgan olan ateş
    karıncalarının işçileri, avlarına zehirli iğneleriyle hırçınca
    saldırırlar. Genç ateş karıncalarının, sürüngenleri ve geyik
    yavrularını öldürdükleri ya da sakatladıkları görülmüştür. Ayrıca bu
    saldırgan karıncalar, kimi zaman elektrik kablolarını parçalayarak
    elektrik kesintilerine de sebep olabilirler. Bir dönem Güney Amerika'yı
    istila etmişler ve insanları dehşete düşürecek zararlara sebep
    olmuşlardır. O yılın bütün tanınmış gazete ve dergilerinden anlaşılan,
    elektrik kablolarını keserek elektrik kesintilerine sebep olan,
    ekinlere milyarlarca dolar zarar veren, asfaltları çöküntüye uğratan,
    insanları sokarak alerji şoklarına sebep olan bu karıncaların,
    insanları açıkça çaresiz bıraktığıdır. Güçlü çeneleri sayesinde
    açtıkları tünellerle asfaltların, yolların çökmesine sebep olmuşlar ve
    ayrıca çevreyi de yukarıda bahsedildiği şekilde tahrip etmişlerdir.

    Mikroplardan Korunma

    Amerikalı
    uzmanlar ateş karıncalarının sözkonusu istilalarını engelleyebilmek
    için çok çeşitli metodlar denediler. Bu amaçla karıncaların yedikleri
    sineklere mikrop vererek koloni içinde bulaşıcı bir hastalık yaymayı
    düşündüler. Ama hayret verici bir şekilde mikroplu sineklerin
    karıncalara hiçbir zarar veremediği görüldü. Yapılan incelemelerde ise
    karıncaların, canlılar dünyasındaki ilginç savunma sistemlerinden
    birine sahip oldukları fark edildi: Boğazlarında yer alan mikroplardan
    koruyucu bir yapı... Bu yapı sayesinde karıncaların yedikleri herhangi
    bir şeyde bulunan bakteriler vücuda giremeden boğazda takılıyordu.

    Ateş
    karıncalarının üstün bir aklın ürünü olan korunma sistemleri bununla da
    bitmez. Yuvanın çevresine ve larvaların üstüne zehir keselerinde
    üretilen anti- mikrobik bir sıvıyı püskürtürler. Bu sayede de yuvayı ve
    larvaları tamamen dezenfekte etmiş olurlar.

    Son derece
    olağanüstü bir savunma sistemi ile donanmış bu karıncalar, muhakkak ki,
    bunun farkında bile değildirler. Vicdan sahibi bir insan, böyle bir
    sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia edebilir mi? Karıncaların böyle bir
    sistemi kendi başlarına kurdukları da söylenemez. O halde bu filtreyi
    karıncaların boğazlarına yerleştiren ve anti-mikrobik bir sıvı üretmeyi
    ilham eden kimdir? Şüphesiz insanların, karıncaların ve başıboş
    tesadüflerin üretemeyeceği bu özellikleri yaratan, sonsuz ilim sahibi
    Allah'tır.

    Çalışkan Karıncalar

    Savunma ustası ateş
    karıncaları, aynı zamanda çok da becerikli ve çalışkandırlar. 30 cm.
    yüksekliğe ve 60 cm. genişliğe varan tepecikler inşa edip, yerin
    altında 1.5 m. derinliğe inebilen labirent tüneller oluşturabilirler.
    Bazı alanlarda ateş karıncaları, sayısı 350'ye varan tepecikler inşa
    etmişlerdir. Bu kadar küçük canlıların, böylesine büyük yuvalar
    kurabilmesi elbette çalışkanlıkları sayesindedir. Peki karıncaları
    dünyanın en çalışkan canlılarından biri yapan güç nedir? Gün boyunca
    hiç durmadan dinlenmeden çalışmaları ve son derece geniş alanlara
    yayılmış yuvalar kurmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Tek bir tanesi bile
    "ben bugün çok çalıştım biraz dinleneyim" veya "bugün de canım hiç
    çalışmak istemiyor en iyisi bir köşede oturayım" demez. Bu, gerçekten
    de düşünülmesi gereken bir konudur. Unutmamak gerekir ki, insanlar bir
    işi sonuçlandırmaları zaruri olduğu durumlarda bile yoruldukları veya
    üşendikleri için irade kullanamadıkları zamanlar olur. Oysa karıncalar
    son derece büyük bir çaba ve irade gösterip başladıkları işi mutlaka
    sonuçlandırırlar. Karıncalara insanlardan daha güçlü bu iradeyi ve azmi
    veren, şüphesiz tüm varlıkların tek sahibi olan Allah'tır.

    Savunma Sistemini Delebilen Taktik Ustası

    Ateş
    karıncalarının en korkunç düşmanı, asalak bir karınca cinsi olan
    Solenopsis davgeri'dir. İnsanların anlamakta bile zorlandığı çok yönlü
    savunma sistemini delebilen bu canlı, yine bir başka karınca cinsidir.
    Bu parazit karıncanın, ateş karıncasının yuvasına nasıl "sızdığı"
    bilinmemektedir. Ama bir kez yuvaya kabul edildi mi, asalak karınca
    hemen kraliçeye saldırır ve antenine, bacağına ya da boğazına
    kenetlenir. İşçi karıncaların, doğal olarak bu saldırganı yoketmesi
    gerekirken hiçbir şey yapmamaları, açıklama getirilmesi çok zor gibi
    görünen bir konudur. Oysa bunun cevabı basittir. Parazit boğazına
    kenetlenerek kraliçenin feromenini taklit etmektedir. Bundan sonra
    işçiler, farkında olmadan bütün güçlerini, kraliçeyi boyunduruğu altına
    alan bu asalağı beslemeye harcarlar. Çünkü feromenlerini taklit eden bu
    asalağı, kendi kraliçeleri sanmaktadırlar. Kraliçeleri ise, işçiler onu
    beslediklerini sanırlarken ölür.43

    Çöl Karıncaları

    150
    Fahrenheit sıcaklığındaki kavurucu kumda yaşayabilmek, başta insanlar
    olmak üzere çoğu canlı için imkansızdır. Ama bu sıcaklıkta yaşamını
    sürdüren karıncalar vardır! Peki, orta boyutlu, uzun bacaklı, siyah çöl
    karıncası olan Namib Ocymyrmex, bu şiddetli sıcaklıkta nasıl
    yaşayabilir?

    Namib karıncaları için çöldeki tipik bir gün
    belli bir saatte başlamaz. Günü başlatan, standart kum yüzeyi
    sıcaklığıdır ki, bu da 30 derecedir. İşte bu noktada karıncalar,
    yeraltı yuvalarından çıkmaya ve yiyecek aramaya başlarlar. Vücutları
    çok soğuk olduğu için muntazam hareket edemez ve sendeleyerek yürürler.
    Fakat sıcaklık arttıkça, daha fazla karınca ortaya çıkar ve daha
    düzgün, daha hızlı hareket etmeye başlarlar. Yuvanın iç ve dış
    trafiğinin en yoğun olduğu sıcaklık 52.2 derecedir. Sıcaklık bu
    noktanın üstüne çıktığında hareket devam eder, fakat ısı 67.8 dereceye
    ulaştığında trafik durur. Bu sıcaklığa öğleden yaklaşık bir saat kadar
    önce ulaşılır. Sıcaklığın düşmeye başladığı öğle sonrasında yemek
    arayışı yeniden başlar ve yüzey sıcaklığı 30 dereceye düşene kadar
    devam eder.

    Bu karıncalar yaklaşık 6 gün boyunca yuvadan uzak
    bir şekilde, hiçbir hayvana yem olmadan yiyecek arayabilirler. Bu süre
    zarfında eve, 15-20 kez kendi ağırlıklarınca yiyecek taşırlar.

    Çölde
    sıcaklık karıncaların yaşayamayacağı dereceye ulaştığında yuvaya dönme
    imkanı bulamayan karıncalar, sıcaktan korunmak için oldukça değişik bir
    metod kullanırlar. Hava sıcaklığı kumdan yükseldikçe azalır. Örneğin,
    kum sıcaklığı 67.8 derece iken, biraz yükselindiğinde hava sıcaklığı 55
    dereceye düşer. Bu yüzden, kum yüzeyi sıcaklığı 52.2 dereceden fazla
    olduğunda, karıncalar bitki gövdesi gibi nesnelere tırmanır ve
    serinlemek için bir süre burada kalırlar. Karıncanın küçük vücudunun
    sıcaklığı, kısa sürede çevresindeki sıcaklık derecesine düşer. Ağaç
    gövdelerinde ise, sıcaklık 30 ile 38.3 derece arasında değişir. Bu
    serinleme araları karıncanın, kavurucu sıcakta kesik kesik de olsa
    yiyecek aramasını olanaklı kılar.

    Yüksek sıcaklıklarda,
    karınca bir kaç saniye içinde serin bir yer bulamazsa, fazla, sıcaktan
    ölecektir. Aslında 52.2 dereceden yüksek kum sıcaklıklarında, her
    yuvadan çıkışlarında böyle bir riske girerler. Peki ilk çöl karıncaları
    bu kaçınılmaz sondan nasıl kurtulmuşlardır? Bir termometre ile havanın
    sıcaklığını ölçmediklerine göre, hangi sıcaklıkta ne yapmaları
    gerektiğini bilerek var olduklarını söyleyebiliriz.

    Evet, çöl
    karıncası çölde yaşayabilecek şekilde yaratılmış ve gerekli
    özelliklerle donatılmıştır. Yaprak kesen karıncaya keskin bir çene
    yaratan Allah, çöl karıncasına da sıcaklıkta kendisini nasıl koruması
    gerektiğini ilham etmiştir.

      Forum Saati Cuma Kas. 15, 2024 7:19 pm