PLATON’UN HAYATI
Platon, bir bildirime göre 427 yılında, başka birisine göre de Perikles’in öldüğü yıl olan 429’da doğmuştur. Doğduğu yer için de Atina ile Aigina (Pire Körfezinde bir ada) gösterilir. Ailesi, Atina’nın en eski, en soylu ailelerinden. Babası yönünden Kral Kodros, annesi yönünden ünlü yasakoyucu Solon ile ilintisi var. Ayrıca kendisi yaşarken de ailesinin Atina’da büyük siyasi nüfuzu var: Devrin ileri gelen devlet adamlarından Kritias ile Kharmides yakın akrabaları. Platon soyu ve çevresi bakımından tam bir aristokrat. Esaslı bir eğitim görmüş; çeşitli öğretmenlerden cimnastik ve müzik dersleri almış. Gençliği Atina’nın kültürce çok parlak bir dönemine rastladığı için bu büyük gelişmenin, üzerinde büyük etkisi olmuştur. Perikles’in hemen ardından gelen bu dönemdeki Atina’nın sanat ve edebiyat bakımından yüksek düzeyine Platon çok şey borçludur. Platon’un zengin sanatçı stili böyle bir atmosferde oluşmuştur. Bir sanatçı da olan Platon, çeşitli edebi türlerde birçok şeyler yazmış. Ama, anlatıldığına göre, yazdıklarını beğenmemiş ve daha çok da Sokrates’in üzerinde yaptığı çok derin etki yüzünden bunları yakmış. Sokrates ile tanışmadan önce de felsefe ile ilgilenmiş; hocası Herakleitosçu Kratylos imiş. Ama yirmi yaşında iken Sokrates ile tanışması hayatında gerçekten bir dönüm noktası olmuştur. Bundan sonra da ölümüne kadar Sokrates’in yanından ayrılmamış, onunla çok sıkı, sürekli bir ilgi halinde kalmıştır. Platon’un hemen bütün yazdıkları onun büyük hocasına karşı duyduğu derin sevgi ve saygının belirtileriyle doludur. Yapıtlarıyla Platon, hocasına bugüne kadar bütün canlılığı ile ayakta kalan bir anıt dikmiştir. Bu anıt, Sokrates’in yorulmak bilmeden bilgiyi araması, irkilmeyen sağlam karakteri, doğruluk ve hak uğruna ölüme gitmesi karşısında Platon’un duyduğu hayranlık ve saygıyı dile getirir.
Sokrates’in ölümünden sonra Platon da, öteki Sokratesçilerle birlikte, Megara’ya Eukleides’e gitmiştir. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Atina’ya dönmüş ve burada, önce dar bir çerçevede, öğretim çalışmalarına başlamıştır. Bundan sonra da yolculuklara çıkmıştır.
Çok yayılmış bir söylentiye göre, Platon Kuzey Afrika’ya da gitmiş. Bu yolculuğunda Mısır ve Kyrene’ye uğramış; Mısırlı rahiplerden matematik, astronomi öğrenmiş, Kyrene’de de matematikçi Thedoros’un yanında çalışmış. Platon’un bu yolculuğu yapmış olduğu çok şüpheli. Hele Anadolu ve İran’ı da gezmiş olduğundan büsbütün şüphe edilebilir. Platon’un gerçekten yapmış olduğu, Güney İtalya ve Sicilya gezileridir. Sicilya’ya Platon’un üç yolculuğu var. Bu Güney İtalya ve Sicilya yolculuklarının Platon’un düşünce hayatı üzerinde derin etkileri olmuştur. Güney İtalya’ya Platon, Atina’da tanımış olduğu Pythagorasçıların çalışmalarını yerinde ve yakından tanımak için gitmiş. Bu yolculuk, bir yandan ondaki matematik ilgisini güçlendirmiş, öbür yandan da ona dini-mistik görüşler edindirmiştir. Pythagorasçılardan edindiği bu etkiler, onun felsefesinin Sokratesçi öğe yanında ikinci büyük öğesidir. Güney İtalya’dan Sicilya’ya geçen Platon, Syrakusa’da kralın akrabası Dion ile tanışıp aralarında sıkı ve sürekli bir dostluk bağı kuruluyor. Platon’a hayran olan Dion, bundan sonra, siyasi bir reformu planlaştırması için, onu iki defa Sicilya’ya çağırtıyor. Ancak bu yolculuklardan hiçbir şey çıkmıyor. Üstelik Platon güç durumlarda kalıyor, kendini güç bela kurtarıyor. Sicilya’dan ilk dönüşünde Platon, Akademos denilen bölgede ünlü okulu Akademia’yı kurmuş, yirmi yıl buranın yönetim ve öğretimiyle uğraşmıştır. 347 yılında, söylendiğine göre, bir akraba düğününde sessizce hayata gözlerini kapamış.
Platon’dan 35 yapıt, 13 mektupluk bir kolleksiyon, birkaç dialog ile birkaç edebi fragment (bir destan parçası ile bir-iki yergi) kalmıştır. Platon’un öğretisini gerçeğine uygun olarak anlayabilmek için bu eserlerin bazı bakımlardan incelenmesi gerekmiştir. Bu arada, herşeyden önce, kalan yapıtların gerçekten Platon’un olup olmadıkları sorunu ile yapıtların yazılış sıraları sorunu en önemlileridir. 19. yüzyılda başlayan araştırmalar, bu sorunları aydınlatmak için birtakım ölçüler kullamıştır. Bunların arasında en güvenilir olanları, ilkçağın –özellikle Aristoteles’in– tanıklığı ile dil ölçüsüdür. Bu araştırmalara dayanarak Platon’un yapıtları ile bunların felsefesinin gelişme dönemlerindeki yerlerini gösteren tablolardan biri şöyledir:
Gençlik dialogları
Apologia, Kriton, Protagoras, Ion, Lakhes, Politeia I, Lysis, Kharmides, Euthyphron.
Geçit dialogları
Gorgias, Menon, Euthydemos, Küçük Hippias, Kratylos, Büyük Hippias, Menexenos.
Olgunluk dialogları
Symposion, Phaidon, Politeia II-X, Phaidros.
Yaşlılık dialogları
Theaitetos, Parmenides, Sophistes, Politikos, Philebos, Timaios, Kritias, Nomoi.
Platon bir problem düşünürüdür. Elli yıl boyunca düşünüp yazmış, problemlerle didişmiş, bu arada görüşlerini boyuna düzeltip olgunlaştırmıştır. Böyle çalışan bir filozofu anlamak için en doğru yol, gelişmesinin izleri üzerinde yürümeye çalışmak olabilir. Bunun için, Platon’un da, hayatı boyunca düşüncesinin çeşitli dönemlerde geçirdiği gelişmeyi gözden geçirerek, öğretisini anlamayı denemek gerekmektedir.
Platon’un gelişmesindeki ilk dönem, Sokrates’in etkisi altında düşünüp yazdığı dönemdir. Onun için bu dönemine “Sokratesçi Dönem” denir. Sokrates ile tanışması Platon’un hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Sokrates’in öğretisi Platon felsefesi için çıkış noktasıdır. Platon felsefeye Sokrates’in anlayışı çerçevesinde girmiş, sonra bunu gittikçe aşarak kendi görüşüne ulaşmıştır. Platon’un yapıtlarına şöyle dışarıdan bir bakıldığında bile, Sokrates’in hep ön planda olduğunu görürüz. Platon’un ilk dialoglarında Sokrates, yaşayış ve düşünüşünün bütün canlılığı ve gerçekliği ile ortadadır. Burada onun söyledikleri, kendi düşünceleridir. Bunları doğrudan doğruya söylememiş olsa bile, kendi düşüncelerine çok yakındır. Burada Platon, henüz sıkı sıkıya Sokrates’in öğrencisidir; bize hocasının görüşlerini anlatmaktadır. Onun için Platon’un bu ilk dialoglarına, “Gençlik Dialogları” yanında “Sokratik Dialoglar” da denir. Platon’un bu ilk dialoglarında büyük hocasının kişiliğini ve düşüncelerini büyük bir sevgi ve saygı ile belirtmeye çalışmak istemesinin pratik bir nedeni de vardır: Bununla Platon Sokrates’i Sofistlere ve onu Sofist sananlara karşı savunmak istemiştir. Bu dialoglar ayrıca, Sokrates’in Sofistlere karşı açmış olduğu savaşımın ileriye götürülmesidir.
Gençlik dialoglarında Platon tam bir Sokratesçidir. Bunlarda Sokrates’in öğretisi gerçeğine uygun biçimiyle gösterilmek istenir, öğretiyi geliştirmek denemesine girişilmez. Bu yazılarında Platon’un sonraki felsefesi için karakteristik olan “idea öğretisi” henüz yoktur. Bir Sokratesçi olarak bu döneminde Platon’u yalnız erdem ve bilgi sorunları ilgilendirir: Erdemin özü ve kavramı, erdemin birliği ve çokluğu, erdemin bilgiye ve öğretilebilmeye olan ilgisi incelediği, çözmeye çalıştığı başlıca sorunlardır. Lakhes dialogunda cesaret, Politeia I’de adalet, Lysis’te dostluk, Kharmides’te ölçülülük, Euthyphron’da dinlilik, Protagoras’ta erdemin bütünü, özellikle de öğretilip öğretilemeyeceği ve birliği sorunu incelenir. Bu gençlik dialoglarının amacı: Ahlakın başlıca sorularını, kavramsal bilgiler olarak oluşturmaktır. Burada kavram belirlemeleri, tanımlar için, Sokrates’te olduğu gibi, tümevarım yöntemi kullanılır: Ortaya konan tanımlar, deneydeki tek tek hallerle denetlenir ve ona göre düzeltilip tamamlanır. Yine Sokrates’te olduğu gibi, ortalıkta dolaşan doğrulukları, yanlışlıkları eleştirilmemiş görüşleri çürütmek esastır. Bütün Sokratik dialogların olumsuz bir sonuçla bittiği görülür: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce dialog da sona erer; araştırmada bir çıkmazla karşılaşılmıştır; ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır. Ama, dikkat edilirse, sorunun yanıtına hiç olmazsa işaret eden birtakım düşüncelerin ortaya konmuş olduğu da görülebilir. Öğreti ve yöntem bakımından tamamıyla Sokratesçi olan bu dialoglarda felsefi inceleme parlak sanatlı sahnelerle süslenmiştir. Burada, hem şair, hem de filozof Platon konuşmaktadır.
Platon’un Sokrates’ten ayrılıp kendi felsefesine doğru ilerlemesi yavaş yavaş olmuştur. Bu ilerleme, birtakım basamaklardan geçerek, sonunda Platon felsefesi için temel bir görüş olan idea öğretisine ulaşır. Ama idea öğretisine ulaşınca da, bu öğreti Platon için kaskatı bir dogma olmamış; hiçbir zaman son, kesin bir biçim kazanmamıştır; problemlerle durmadan uğraşan Platon bu öğretide de birtakım gelişmeler geçirmiştir. Zaten Platon hiçbir konuyu, hiçbir sorunu tek bir dialogunda ele alıp burada sonuna kadar işleyip incelemez. Onun için her sorunun çeşitli görünüşlerini, geçirdiği gelişmeyi, tek bir yapıtında değil de, birkaç yapıtında izleyip bir araya getirebiliriz. Symposion, Phadion, Politeia, Phaidros dialogları idea öğretisi için en önemli olanlarıdır. Bunlarda bu öğreti, en açık, en derlitoplu, en olgun biçimine varmıştır.
Platon’u Sokrates’in öğretisini aşmaya götüren neden, Sofistlerin dünya görüşü ile esaslı bir biçimde tartışmak isteği olmuştur. Sofistlerin dünya görüşü yarara, hazza dayanıyordu. Platon bu anlayışın karşısına, tam bir Sokratesçi olarak, iyi kavramıyla çıkar. Ona göre “iyi”, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir (telos). Gerçek, doğru düzenine (kosmos) ruh, ancak “iyi” ile erişir. Gerçek devlet adamının başlıca işi de, yurttaşlarını “iyi”ye ulaştırmaktır, bunun yollarını bilmektir. Bunu anlamış, gerçekleştirmeye çalışmış, dolayısıyla tam bir filozofa yakışan bir yaşayışın örneğini vermiş olan biricik kimse de, Platon’a göre, Sokrates’tir.
“İyi”ye dayanan, bilgi yolu ile iyi’yi gerçekleştirmiş olan doğru bir yaşayışa böyle kesin olarak bağlanması da, Platon’u yeni bir sorun karşısında bırakmıştır ki, bu sorun da idea öğretisine yol açmıştır. Sokrates’in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “doğru”nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler bunun olamayacağını söylüyorlardı. Aradığımız şey ya bilinen bir şeydir, ki bunu aramaya gerek yok ya da bilinmeyen bir şeydir, o zaman da bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilelim? diyorlardı. Platon bu sorunu, Menon dialogunda, Orphik-Pythagorasçı görüşten edindiği ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle çözer. Böylece de Sokrates’i aşan ilk adımı atmış olur. Buradaki düşünce şu: Ruh ölümsüzdür ve birçok defa yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades’te (öbürdünya) bulunan her şeyi görmüştür. Yeryüzünde her şey de birbirine bağlı olduğu için, ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce, bilinçsiz bir halde bulunurlar; bunlar, ilkin, bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi haline gelirler. Buna göre: Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan başka bir şey değildir. Bu anlayış ile Platon, felsefesinin iki ana görüşünü de elde etmiş, belirtmiş oluyordu: Ruhta bilinçsiz bir halde bulunan doğuştan tasavvurların olduğu görüşü, bir de doğru sanı ile bilgi arasındaki karşıtlık. Doğru sanı sallantılı ve süreksizdir, bilgi ise bir temele, bir nedene bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur. Bilinmeyen bir şeyin aranabileceğini, Sokrates, Menon dialogunda hiç matematik bilmeyen bir köleye, ustaca sorular sorarak bir geometri problemini çözdürmekle tanıtlar.
Bu görüşü ile Platon araştırmanın olabilirliğini, dolayısıyla da felsefenin de olabileceğini ortaya koymuş oluyordu. Ancak, felsefenin olabilmesi, Sokrates’in savı, yani erdemin bilgi ile aynı şey olduğunu söyleyen savı doğru ise bir anlam kazanabilir. Onun için Platon Menon dialogunda bu sorunu matematiğin varsayım yöntemi ile inceler: Çıkış noktası olarak bir varsayımı alır; bundan çıkabilecek sonuçları geliştirir; sonra da bu sonuçların durumundan varsayımın doğru olup olmadığını çıkarır. Bununla da Platon, bütün felsefesi için büyük önemi olan yeni bir yöntem elde etmiş oluyordu. Bilgi ile aynı olan felsefi erdem yanında, bir de doğru sanıya dayanan bir basbayağı erdem vardır. Bilgiye dayanan felsefi erdem de basbayağı erdemden pek üstündür; biri asıl şey, öteki de onun gölgesi gibidir.
Doğru sanı ile bilgi arasındaki dolayısıyla bunlara dayanan sıradan erdem ile felsefi erdem arasındaki bu ayırma yeni bir gelişmeye yol açmıştır. Gerek Herakleitos’un, gerekse Elealıların felsefesini yakından tanıyan Platon, sağlam bir bilginin hiçbir zaman sallantılı bir temel üzerinde kurulamayacağını anlamıştır. Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesinden çıkan sonuç böyle bir durum yaratmıştı: Ruhun bu dünyadaki eski bir varlığında gördüklerinden anımsadıkları, ancak sallantılı tasavvurlar olabilir. Doğru sanıyı bir bilgi haline getirecek temel de, dolayısıyla, bu gibi anımsama tasavvurlarında bulunamazdı. Bu düşüncelerden şimdi yeni bir sorun, bilginin temeli problemi ortaya çıkmıştı.
Platon, bir bildirime göre 427 yılında, başka birisine göre de Perikles’in öldüğü yıl olan 429’da doğmuştur. Doğduğu yer için de Atina ile Aigina (Pire Körfezinde bir ada) gösterilir. Ailesi, Atina’nın en eski, en soylu ailelerinden. Babası yönünden Kral Kodros, annesi yönünden ünlü yasakoyucu Solon ile ilintisi var. Ayrıca kendisi yaşarken de ailesinin Atina’da büyük siyasi nüfuzu var: Devrin ileri gelen devlet adamlarından Kritias ile Kharmides yakın akrabaları. Platon soyu ve çevresi bakımından tam bir aristokrat. Esaslı bir eğitim görmüş; çeşitli öğretmenlerden cimnastik ve müzik dersleri almış. Gençliği Atina’nın kültürce çok parlak bir dönemine rastladığı için bu büyük gelişmenin, üzerinde büyük etkisi olmuştur. Perikles’in hemen ardından gelen bu dönemdeki Atina’nın sanat ve edebiyat bakımından yüksek düzeyine Platon çok şey borçludur. Platon’un zengin sanatçı stili böyle bir atmosferde oluşmuştur. Bir sanatçı da olan Platon, çeşitli edebi türlerde birçok şeyler yazmış. Ama, anlatıldığına göre, yazdıklarını beğenmemiş ve daha çok da Sokrates’in üzerinde yaptığı çok derin etki yüzünden bunları yakmış. Sokrates ile tanışmadan önce de felsefe ile ilgilenmiş; hocası Herakleitosçu Kratylos imiş. Ama yirmi yaşında iken Sokrates ile tanışması hayatında gerçekten bir dönüm noktası olmuştur. Bundan sonra da ölümüne kadar Sokrates’in yanından ayrılmamış, onunla çok sıkı, sürekli bir ilgi halinde kalmıştır. Platon’un hemen bütün yazdıkları onun büyük hocasına karşı duyduğu derin sevgi ve saygının belirtileriyle doludur. Yapıtlarıyla Platon, hocasına bugüne kadar bütün canlılığı ile ayakta kalan bir anıt dikmiştir. Bu anıt, Sokrates’in yorulmak bilmeden bilgiyi araması, irkilmeyen sağlam karakteri, doğruluk ve hak uğruna ölüme gitmesi karşısında Platon’un duyduğu hayranlık ve saygıyı dile getirir.
Sokrates’in ölümünden sonra Platon da, öteki Sokratesçilerle birlikte, Megara’ya Eukleides’e gitmiştir. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra Atina’ya dönmüş ve burada, önce dar bir çerçevede, öğretim çalışmalarına başlamıştır. Bundan sonra da yolculuklara çıkmıştır.
Çok yayılmış bir söylentiye göre, Platon Kuzey Afrika’ya da gitmiş. Bu yolculuğunda Mısır ve Kyrene’ye uğramış; Mısırlı rahiplerden matematik, astronomi öğrenmiş, Kyrene’de de matematikçi Thedoros’un yanında çalışmış. Platon’un bu yolculuğu yapmış olduğu çok şüpheli. Hele Anadolu ve İran’ı da gezmiş olduğundan büsbütün şüphe edilebilir. Platon’un gerçekten yapmış olduğu, Güney İtalya ve Sicilya gezileridir. Sicilya’ya Platon’un üç yolculuğu var. Bu Güney İtalya ve Sicilya yolculuklarının Platon’un düşünce hayatı üzerinde derin etkileri olmuştur. Güney İtalya’ya Platon, Atina’da tanımış olduğu Pythagorasçıların çalışmalarını yerinde ve yakından tanımak için gitmiş. Bu yolculuk, bir yandan ondaki matematik ilgisini güçlendirmiş, öbür yandan da ona dini-mistik görüşler edindirmiştir. Pythagorasçılardan edindiği bu etkiler, onun felsefesinin Sokratesçi öğe yanında ikinci büyük öğesidir. Güney İtalya’dan Sicilya’ya geçen Platon, Syrakusa’da kralın akrabası Dion ile tanışıp aralarında sıkı ve sürekli bir dostluk bağı kuruluyor. Platon’a hayran olan Dion, bundan sonra, siyasi bir reformu planlaştırması için, onu iki defa Sicilya’ya çağırtıyor. Ancak bu yolculuklardan hiçbir şey çıkmıyor. Üstelik Platon güç durumlarda kalıyor, kendini güç bela kurtarıyor. Sicilya’dan ilk dönüşünde Platon, Akademos denilen bölgede ünlü okulu Akademia’yı kurmuş, yirmi yıl buranın yönetim ve öğretimiyle uğraşmıştır. 347 yılında, söylendiğine göre, bir akraba düğününde sessizce hayata gözlerini kapamış.
Platon’dan 35 yapıt, 13 mektupluk bir kolleksiyon, birkaç dialog ile birkaç edebi fragment (bir destan parçası ile bir-iki yergi) kalmıştır. Platon’un öğretisini gerçeğine uygun olarak anlayabilmek için bu eserlerin bazı bakımlardan incelenmesi gerekmiştir. Bu arada, herşeyden önce, kalan yapıtların gerçekten Platon’un olup olmadıkları sorunu ile yapıtların yazılış sıraları sorunu en önemlileridir. 19. yüzyılda başlayan araştırmalar, bu sorunları aydınlatmak için birtakım ölçüler kullamıştır. Bunların arasında en güvenilir olanları, ilkçağın –özellikle Aristoteles’in– tanıklığı ile dil ölçüsüdür. Bu araştırmalara dayanarak Platon’un yapıtları ile bunların felsefesinin gelişme dönemlerindeki yerlerini gösteren tablolardan biri şöyledir:
Gençlik dialogları
Apologia, Kriton, Protagoras, Ion, Lakhes, Politeia I, Lysis, Kharmides, Euthyphron.
Geçit dialogları
Gorgias, Menon, Euthydemos, Küçük Hippias, Kratylos, Büyük Hippias, Menexenos.
Olgunluk dialogları
Symposion, Phaidon, Politeia II-X, Phaidros.
Yaşlılık dialogları
Theaitetos, Parmenides, Sophistes, Politikos, Philebos, Timaios, Kritias, Nomoi.
Platon bir problem düşünürüdür. Elli yıl boyunca düşünüp yazmış, problemlerle didişmiş, bu arada görüşlerini boyuna düzeltip olgunlaştırmıştır. Böyle çalışan bir filozofu anlamak için en doğru yol, gelişmesinin izleri üzerinde yürümeye çalışmak olabilir. Bunun için, Platon’un da, hayatı boyunca düşüncesinin çeşitli dönemlerde geçirdiği gelişmeyi gözden geçirerek, öğretisini anlamayı denemek gerekmektedir.
Platon’un gelişmesindeki ilk dönem, Sokrates’in etkisi altında düşünüp yazdığı dönemdir. Onun için bu dönemine “Sokratesçi Dönem” denir. Sokrates ile tanışması Platon’un hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Sokrates’in öğretisi Platon felsefesi için çıkış noktasıdır. Platon felsefeye Sokrates’in anlayışı çerçevesinde girmiş, sonra bunu gittikçe aşarak kendi görüşüne ulaşmıştır. Platon’un yapıtlarına şöyle dışarıdan bir bakıldığında bile, Sokrates’in hep ön planda olduğunu görürüz. Platon’un ilk dialoglarında Sokrates, yaşayış ve düşünüşünün bütün canlılığı ve gerçekliği ile ortadadır. Burada onun söyledikleri, kendi düşünceleridir. Bunları doğrudan doğruya söylememiş olsa bile, kendi düşüncelerine çok yakındır. Burada Platon, henüz sıkı sıkıya Sokrates’in öğrencisidir; bize hocasının görüşlerini anlatmaktadır. Onun için Platon’un bu ilk dialoglarına, “Gençlik Dialogları” yanında “Sokratik Dialoglar” da denir. Platon’un bu ilk dialoglarında büyük hocasının kişiliğini ve düşüncelerini büyük bir sevgi ve saygı ile belirtmeye çalışmak istemesinin pratik bir nedeni de vardır: Bununla Platon Sokrates’i Sofistlere ve onu Sofist sananlara karşı savunmak istemiştir. Bu dialoglar ayrıca, Sokrates’in Sofistlere karşı açmış olduğu savaşımın ileriye götürülmesidir.
Gençlik dialoglarında Platon tam bir Sokratesçidir. Bunlarda Sokrates’in öğretisi gerçeğine uygun biçimiyle gösterilmek istenir, öğretiyi geliştirmek denemesine girişilmez. Bu yazılarında Platon’un sonraki felsefesi için karakteristik olan “idea öğretisi” henüz yoktur. Bir Sokratesçi olarak bu döneminde Platon’u yalnız erdem ve bilgi sorunları ilgilendirir: Erdemin özü ve kavramı, erdemin birliği ve çokluğu, erdemin bilgiye ve öğretilebilmeye olan ilgisi incelediği, çözmeye çalıştığı başlıca sorunlardır. Lakhes dialogunda cesaret, Politeia I’de adalet, Lysis’te dostluk, Kharmides’te ölçülülük, Euthyphron’da dinlilik, Protagoras’ta erdemin bütünü, özellikle de öğretilip öğretilemeyeceği ve birliği sorunu incelenir. Bu gençlik dialoglarının amacı: Ahlakın başlıca sorularını, kavramsal bilgiler olarak oluşturmaktır. Burada kavram belirlemeleri, tanımlar için, Sokrates’te olduğu gibi, tümevarım yöntemi kullanılır: Ortaya konan tanımlar, deneydeki tek tek hallerle denetlenir ve ona göre düzeltilip tamamlanır. Yine Sokrates’te olduğu gibi, ortalıkta dolaşan doğrulukları, yanlışlıkları eleştirilmemiş görüşleri çürütmek esastır. Bütün Sokratik dialogların olumsuz bir sonuçla bittiği görülür: Yanlış, yetersiz tanımlar çürütülünce dialog da sona erer; araştırmada bir çıkmazla karşılaşılmıştır; ele alınan sorunun doğru yanıtı bulunamamıştır. Ama, dikkat edilirse, sorunun yanıtına hiç olmazsa işaret eden birtakım düşüncelerin ortaya konmuş olduğu da görülebilir. Öğreti ve yöntem bakımından tamamıyla Sokratesçi olan bu dialoglarda felsefi inceleme parlak sanatlı sahnelerle süslenmiştir. Burada, hem şair, hem de filozof Platon konuşmaktadır.
Platon’un Sokrates’ten ayrılıp kendi felsefesine doğru ilerlemesi yavaş yavaş olmuştur. Bu ilerleme, birtakım basamaklardan geçerek, sonunda Platon felsefesi için temel bir görüş olan idea öğretisine ulaşır. Ama idea öğretisine ulaşınca da, bu öğreti Platon için kaskatı bir dogma olmamış; hiçbir zaman son, kesin bir biçim kazanmamıştır; problemlerle durmadan uğraşan Platon bu öğretide de birtakım gelişmeler geçirmiştir. Zaten Platon hiçbir konuyu, hiçbir sorunu tek bir dialogunda ele alıp burada sonuna kadar işleyip incelemez. Onun için her sorunun çeşitli görünüşlerini, geçirdiği gelişmeyi, tek bir yapıtında değil de, birkaç yapıtında izleyip bir araya getirebiliriz. Symposion, Phadion, Politeia, Phaidros dialogları idea öğretisi için en önemli olanlarıdır. Bunlarda bu öğreti, en açık, en derlitoplu, en olgun biçimine varmıştır.
Platon’u Sokrates’in öğretisini aşmaya götüren neden, Sofistlerin dünya görüşü ile esaslı bir biçimde tartışmak isteği olmuştur. Sofistlerin dünya görüşü yarara, hazza dayanıyordu. Platon bu anlayışın karşısına, tam bir Sokratesçi olarak, iyi kavramıyla çıkar. Ona göre “iyi”, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir (telos). Gerçek, doğru düzenine (kosmos) ruh, ancak “iyi” ile erişir. Gerçek devlet adamının başlıca işi de, yurttaşlarını “iyi”ye ulaştırmaktır, bunun yollarını bilmektir. Bunu anlamış, gerçekleştirmeye çalışmış, dolayısıyla tam bir filozofa yakışan bir yaşayışın örneğini vermiş olan biricik kimse de, Platon’a göre, Sokrates’tir.
“İyi”ye dayanan, bilgi yolu ile iyi’yi gerçekleştirmiş olan doğru bir yaşayışa böyle kesin olarak bağlanması da, Platon’u yeni bir sorun karşısında bırakmıştır ki, bu sorun da idea öğretisine yol açmıştır. Sokrates’in anladığı gibi yaşamı felsefeye dayatmak ya da erdemle bilgiyi bir tutmak, “doğru”nun araştırılabilmesini, böyle bir olanağın bulunmasını gerektirir. Sofistler bunun olamayacağını söylüyorlardı. Aradığımız şey ya bilinen bir şeydir, ki bunu aramaya gerek yok ya da bilinmeyen bir şeydir, o zaman da bulunan şeyin aranan şey olduğunu nereden bilelim? diyorlardı. Platon bu sorunu, Menon dialogunda, Orphik-Pythagorasçı görüşten edindiği ruhun ölümsüzlüğü düşüncesiyle çözer. Böylece de Sokrates’i aşan ilk adımı atmış olur. Buradaki düşünce şu: Ruh ölümsüzdür ve birçok defa yeryüzüne gelmiştir. Bu arada yeryüzünde ve Hades’te (öbürdünya) bulunan her şeyi görmüştür. Yeryüzünde her şey de birbirine bağlı olduğu için, ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. Ruhta doğru tasavvurlar, önce, bilinçsiz bir halde bulunurlar; bunlar, ilkin, bir rüya gibi kımıldanırlar; uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi haline gelirler. Buna göre: Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan, anımsamaktan başka bir şey değildir. Bu anlayış ile Platon, felsefesinin iki ana görüşünü de elde etmiş, belirtmiş oluyordu: Ruhta bilinçsiz bir halde bulunan doğuştan tasavvurların olduğu görüşü, bir de doğru sanı ile bilgi arasındaki karşıtlık. Doğru sanı sallantılı ve süreksizdir, bilgi ise bir temele, bir nedene bağlanmakla, dayatılmakla sağlam ve sürekli olur. Bilinmeyen bir şeyin aranabileceğini, Sokrates, Menon dialogunda hiç matematik bilmeyen bir köleye, ustaca sorular sorarak bir geometri problemini çözdürmekle tanıtlar.
Bu görüşü ile Platon araştırmanın olabilirliğini, dolayısıyla da felsefenin de olabileceğini ortaya koymuş oluyordu. Ancak, felsefenin olabilmesi, Sokrates’in savı, yani erdemin bilgi ile aynı şey olduğunu söyleyen savı doğru ise bir anlam kazanabilir. Onun için Platon Menon dialogunda bu sorunu matematiğin varsayım yöntemi ile inceler: Çıkış noktası olarak bir varsayımı alır; bundan çıkabilecek sonuçları geliştirir; sonra da bu sonuçların durumundan varsayımın doğru olup olmadığını çıkarır. Bununla da Platon, bütün felsefesi için büyük önemi olan yeni bir yöntem elde etmiş oluyordu. Bilgi ile aynı olan felsefi erdem yanında, bir de doğru sanıya dayanan bir basbayağı erdem vardır. Bilgiye dayanan felsefi erdem de basbayağı erdemden pek üstündür; biri asıl şey, öteki de onun gölgesi gibidir.
Doğru sanı ile bilgi arasındaki dolayısıyla bunlara dayanan sıradan erdem ile felsefi erdem arasındaki bu ayırma yeni bir gelişmeye yol açmıştır. Gerek Herakleitos’un, gerekse Elealıların felsefesini yakından tanıyan Platon, sağlam bir bilginin hiçbir zaman sallantılı bir temel üzerinde kurulamayacağını anlamıştır. Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesinden çıkan sonuç böyle bir durum yaratmıştı: Ruhun bu dünyadaki eski bir varlığında gördüklerinden anımsadıkları, ancak sallantılı tasavvurlar olabilir. Doğru sanıyı bir bilgi haline getirecek temel de, dolayısıyla, bu gibi anımsama tasavvurlarında bulunamazdı. Bu düşüncelerden şimdi yeni bir sorun, bilginin temeli problemi ortaya çıkmıştı.