Aşık Veysel Hayatı Yaşamı Biyografisi
Aşık Veysel (şatıroğlu) 1894 (H. 1310) yılının Mayıs ayında Sivas'ın
şarkışla ilçesi'nin Sivrialan=Sivr'alan (Söbalan) köyünde dünyaya
geldi. Anası Gülizar, O'nu koyun sağmaktan dönerken yolda doğurdu.
Veysel'in doğduğu Sivrialan köyü bir kısmı kayalık bir kısmı ağaçlık
bir dağın vadisinde yer alıyordu. Köy kıraç, verimsiz topraklara
sahipti. Köylüler karasabanla çift sürer, kağnı ile sap, saman getirir,
bir çift öküzle döven koşarlardı çoğu kez. Yaşam zordu köyde... Tarım
ve hayvancılığa dayalı üretim biçimi, kır tipi hayat tarzı Anadolu'nun
pek çok yerinde olduğu gibi Sivrialan köyünde de hüküm sürüyordu...
işte bu koşullar içinde doğduğu köyünde yedi yaşına kadar, koştu,
oynadı, coştu, güldü Veysel... O yıl köyü kasıp kavuran çiçek salgınına
Veysel'le birlikte iki kardeşi daha yakalandı. Kardeşlerden ikisi o
yılların aman vermeyen hastalığına, köydeki pek çok çocuk gibi yenik
düştüler ve öldüler... Veysel ise sol gözünü kaybetti salgında... Anası
Gülizar, babası Ahmet Ağa üç çocukla kalmışlardı çaresiz...
Hem Veysel hem de ailesi kaderlerine razı oldular. Ama kötü kader,
Veysel'in yakasını bırakmayacaktı besbelli... Rivayet o ki: Bir gün
babası inek sağarken, Veysel babasının yanma gelir. Ters ve ani bir
hareketinden ötürü orada duran öküzün boynuzu sağ gözüne girer
Veysel'in. O gözü de hemen orada akar, kör olur.
Veysel'in ailesi, kendi halinde, geçimini zorlukla temin eden yoksul
bir köylü ailesiydi. O'nun tedavisi için ne maddi imkanları vardı, ne
de yol yordam
biliyorlardı. Babası Ahmet Ağa, Veysel'in bu talihsizliğine bir yandan
üzülüyor, bir taraftan da ona yardım etmeye çalışıyordu. Veysel'in köyü
Sivrialan, Emlek adı verilen, türkmen köylerinden oluşan bir yörenin
içinde yer alıyordu. Emlek, aşıklarıyla ün salmış, pek çok aşık
yetiştirmiş bir yöreydi... Dolayısıyla Sivrialan'a da sık sık bu
yörenin aşıkları uğrar sohbetler, muhabbetler, cemler yapılırdı. Veysel
küçüklüğünden beri bu toplantılara katılır, yörenin aşıklarından
deyişler dinler, onlar hakkında bilgiler alırdı. Bu tür muhabbetlere
babası da meraklıydı. O da eski aşıkların deyişlerini söyler, bunlardan
zevk alırdı. Veysel'in de şiire, saza, söze merakım keşfeden Ahmet Ağa,
oğluna bir bağlama yaptırdı. Veysel, ilk saz derslerini kendi köyünün
usta sazcılarından Molla Hüseyin'den ve Çamşıhılı Ali Ağa'dan aldı. ilk
başlarda saz çalmakta ürkek davrandıysa da kısa zamanda kabuğunu kırdı.
Çalıştıkça sazını geliştirdi, dağarcığına yüzlerce eseri aldı. Pir
Sultan Abdal, Agahi, sıtkı, Veli gibi usta aşıkların deyişlerini,
sazıyla köyünde yapılan toplantılarda seslendiriyordu.
Aradan çok zaman geçti; Veysel delikanlı olmuştu artık. Babası
Veysel'in evlenme çağının geldiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini kısa
bir süre sonra hayata geçirdi ve akrabalarından Esma'yı Veysel'le
evlendirdi. Veysel seviyordu karısını, fakat bu sevgi kıskançlığı da
beraberinde getirdi. Ancak bu kıskançlık Esma'yı usandırmıştı. Sekiz
sene evli durmuştu Esma; artık bu duruma dayanamayacağını anlayınca
Hüseyin isimli bir delikanlı ile kaçtı. Esma Ana bu kaçış öyküsünü
Sivr'alan köyünden yetişen araştırmacı Gülağ öz'e şu sözlerle anlatır:
"Veysel çok huysuzdu. Bana geçim vermez, kıskanır dururdu. gönlümle
evlenmedim zaten. Onun huysuzluğu gereksiz kıskançlığı beni kendisinden
soğuttu. Hüseyin yakın komşumuzdu. Bize azap durdu, O'nunla anlaştık.
Zaman zaman birlikte buluşurduk. Veysel bunu sezinlemiş, hatta birkaç
kez beni uyarmıştı. Zamanla bizim
kaçacağımızı bile düşünmüş, umudunu kestiği de olmuş. Hüseyin'le
kaçtığımızda Bafra'ya ulaştık. Çeşmenin başında çoraplarımızı çıkartıp
serinlensin istedik. Çorabımın uçunda beni rahatsız eden bir şeyler
vardı. Elimi sokup baktığımda, bize bir ay yetecek kadar para çıktı.
Bunu Veysel koymuşta. Beni çok severdi. "Kaçarlarsa, perişan olmasın"
diyerek koyduğunu düşündüm hep".
Bu olaydan sonra Veysel daha çok içine kapandı. O sıralar arkadaşı kürt
Kasım Veysel'i yalnız bırakmıyor ona can yoldaşı oluyordu. kürt Kasım,
bir gün Veysel'e kendi memleketi olan Zara'ya gitmeyi teklif etti.
Veysel için ele geçmez bir fırsattı bu. kürt Kasımla düştü yola Veysel.
Köyünden bu ilk çıkışında farklı insanlarla, değişik bir iklimle
karşılaştı. kürt Kasım da Veysel gibi saz çalıyor, türkü söylüyordu.
Birlikte çok muhabbetlere katıldılar.
kürt Kasım Veysel'e can yoldaşı olmak, saz çalıp türkü söylemekle
kalmadı; Onun ikinci evliliği için de aracı oldu. Bir süre sonra
Zara'daki Yalıncak Baba türbesinin işlerini yapan Gülizar Ana ile
Veysel'i evlendirdi.
Veysel bu olayların ardından köyüne döndü ve yaşamına devam etti. O yıl
anasını ve babasını ardı ardına kaybetti Veysel... Ardından çocukları
oldu; hayatını onlara adadı. Yaşamına böylece sakin ve huzur içinde
devam etti.. Ta ki 1931 yılı gelip çatıncaya kadar...
O yıllarda Ahmet Kutsi Tecer Sivas Maarif müdürüdür. Yakın
arkadaşlarıyla birlikte Halk şairlerini Koruma DerneğÃ?®'ni
kurarlar(1931). Dernek üyeleri Sivas'ta bir "Halk şairleri Bayramı"
düzenlemek fikrini kısa zamanda geliştirirler ve yaşama geçirirler.
Bayram süresince çalıp söyleyecek yerel müzikçileri ve aşıkları
toplamak başlı başıa bir sorundur. Zira o yıllarda yerli sanatçılar bu
günkü kadar rahatlıkla geniş kitleler önünde sanat uygulaması yapmaktan
çekinirler. Halk şairleri Bayramını düzenleme komitesi şarkışla'nın
Sivrialan Köyü'ne de uğrar; iyi çalıp söyleyenleri tespit edip bayrama
katılmalarını sağlamak için... Heyet Veysel'in evine geldiğinde Veysel
karısına evde olmadığını söyletir. Katılmak istemez. Aslında
çekinmektedir, hatta biraz da korkusu vardır. Zira devletin adamlarının
onu soruşturması, başına bir iş geleceği korkusunu uyandırır Veysel'de.
Ancak Tecer'in ısrarları karşısında dayanamaz ve bayrama katılır.
Veysel'i "aşık" yapacak, O'nu ilk önce kendi vilayetine, sonradan da
tüm
yurda tanıtacak bu bayramı, folklor araştırmacısı ibrahim Aslanoğlu
hazırladığı bir kitapçıkta şöyle anlatmaktadır: "Bayram 5 Kasım 1931
günü başlamış, üç gün devam etmişti. 15 aşığın katıldığı söyleniyorsa
da bunların hepsi şair değildi. Çoğu sazcı ve hikayeci idi.
Hatırlayabildiklerim şunlardır: Aşık Veysel, Revani Suzani, Aşık
Süleyman, Karslı Mehmet, Hikayeci Ali Dayı, Aşık Müştak, Yarım Ali,
Talibi, Yusuf, San'ati, Aşık Ali. Bunların içinde şair olarak Süleyman,
Talibi, Revani, Suzani ve San'ati vardı. Veysel henüz şiir söylemeye
başlamamıştı. Hepsi de o zamana göre tanınmamış kimselerdi".
işte bu bayramla aşıklık mesleğinin kapılarım aralayan Veysel'in kısa
zamanda dili çözülür, çalıp-söylemeye başlar. üzerine yüklenen (ya da
isteğiyle yüklendiği) misyonu yerine getirmek için yaşamının son
dönemlerine kadar çabalar durur. Yüzlerce şiir söyler, onlarca plak
doldurur, eğitmenlik (belletmenlik) yapar... Hakkında kitaplar,
makaleler yazılır. Adından ve sanatından -yaşarken ve öldükten- sonra
bu kadar söz ettirebilen, bu denli ünlenmiş bir başka aşık var mıdır
bilemiyorum. Her ne olursa olsun doğanın o en acımasız kuralı, Veysel
için de geçerlidir elbette... Yalnız bu kural bazen acı çektirerek,
yatağa düşürerek işler, işte Veysel de böyle bir dertle yatağa
düşmüştür. Onulmaz derdinin adı akciğer kanseridir... Derdinin
çaresizliğini kendisi de bildiğinden son günlerini köyünde geçirmek
ister. 1930'larda "Sivr'alanlı Kör Veysel" olarak köyünden dışarıya
-her yıl biraz daha genişleyen halkalar halinde- açılan "aşık", 21 Mart
1973 günü Aşık Veysel şatıroğlu olarak yaşamım yitirir. Veysel, 22 Mart
günü sadık yari olan kara toprakla buluşmuştur.
Aşık Veysel (şatıroğlu) 1894 (H. 1310) yılının Mayıs ayında Sivas'ın
şarkışla ilçesi'nin Sivrialan=Sivr'alan (Söbalan) köyünde dünyaya
geldi. Anası Gülizar, O'nu koyun sağmaktan dönerken yolda doğurdu.
Veysel'in doğduğu Sivrialan köyü bir kısmı kayalık bir kısmı ağaçlık
bir dağın vadisinde yer alıyordu. Köy kıraç, verimsiz topraklara
sahipti. Köylüler karasabanla çift sürer, kağnı ile sap, saman getirir,
bir çift öküzle döven koşarlardı çoğu kez. Yaşam zordu köyde... Tarım
ve hayvancılığa dayalı üretim biçimi, kır tipi hayat tarzı Anadolu'nun
pek çok yerinde olduğu gibi Sivrialan köyünde de hüküm sürüyordu...
işte bu koşullar içinde doğduğu köyünde yedi yaşına kadar, koştu,
oynadı, coştu, güldü Veysel... O yıl köyü kasıp kavuran çiçek salgınına
Veysel'le birlikte iki kardeşi daha yakalandı. Kardeşlerden ikisi o
yılların aman vermeyen hastalığına, köydeki pek çok çocuk gibi yenik
düştüler ve öldüler... Veysel ise sol gözünü kaybetti salgında... Anası
Gülizar, babası Ahmet Ağa üç çocukla kalmışlardı çaresiz...
Hem Veysel hem de ailesi kaderlerine razı oldular. Ama kötü kader,
Veysel'in yakasını bırakmayacaktı besbelli... Rivayet o ki: Bir gün
babası inek sağarken, Veysel babasının yanma gelir. Ters ve ani bir
hareketinden ötürü orada duran öküzün boynuzu sağ gözüne girer
Veysel'in. O gözü de hemen orada akar, kör olur.
Veysel'in ailesi, kendi halinde, geçimini zorlukla temin eden yoksul
bir köylü ailesiydi. O'nun tedavisi için ne maddi imkanları vardı, ne
de yol yordam
biliyorlardı. Babası Ahmet Ağa, Veysel'in bu talihsizliğine bir yandan
üzülüyor, bir taraftan da ona yardım etmeye çalışıyordu. Veysel'in köyü
Sivrialan, Emlek adı verilen, türkmen köylerinden oluşan bir yörenin
içinde yer alıyordu. Emlek, aşıklarıyla ün salmış, pek çok aşık
yetiştirmiş bir yöreydi... Dolayısıyla Sivrialan'a da sık sık bu
yörenin aşıkları uğrar sohbetler, muhabbetler, cemler yapılırdı. Veysel
küçüklüğünden beri bu toplantılara katılır, yörenin aşıklarından
deyişler dinler, onlar hakkında bilgiler alırdı. Bu tür muhabbetlere
babası da meraklıydı. O da eski aşıkların deyişlerini söyler, bunlardan
zevk alırdı. Veysel'in de şiire, saza, söze merakım keşfeden Ahmet Ağa,
oğluna bir bağlama yaptırdı. Veysel, ilk saz derslerini kendi köyünün
usta sazcılarından Molla Hüseyin'den ve Çamşıhılı Ali Ağa'dan aldı. ilk
başlarda saz çalmakta ürkek davrandıysa da kısa zamanda kabuğunu kırdı.
Çalıştıkça sazını geliştirdi, dağarcığına yüzlerce eseri aldı. Pir
Sultan Abdal, Agahi, sıtkı, Veli gibi usta aşıkların deyişlerini,
sazıyla köyünde yapılan toplantılarda seslendiriyordu.
Aradan çok zaman geçti; Veysel delikanlı olmuştu artık. Babası
Veysel'in evlenme çağının geldiğini düşünüyordu. Bu düşüncesini kısa
bir süre sonra hayata geçirdi ve akrabalarından Esma'yı Veysel'le
evlendirdi. Veysel seviyordu karısını, fakat bu sevgi kıskançlığı da
beraberinde getirdi. Ancak bu kıskançlık Esma'yı usandırmıştı. Sekiz
sene evli durmuştu Esma; artık bu duruma dayanamayacağını anlayınca
Hüseyin isimli bir delikanlı ile kaçtı. Esma Ana bu kaçış öyküsünü
Sivr'alan köyünden yetişen araştırmacı Gülağ öz'e şu sözlerle anlatır:
"Veysel çok huysuzdu. Bana geçim vermez, kıskanır dururdu. gönlümle
evlenmedim zaten. Onun huysuzluğu gereksiz kıskançlığı beni kendisinden
soğuttu. Hüseyin yakın komşumuzdu. Bize azap durdu, O'nunla anlaştık.
Zaman zaman birlikte buluşurduk. Veysel bunu sezinlemiş, hatta birkaç
kez beni uyarmıştı. Zamanla bizim
kaçacağımızı bile düşünmüş, umudunu kestiği de olmuş. Hüseyin'le
kaçtığımızda Bafra'ya ulaştık. Çeşmenin başında çoraplarımızı çıkartıp
serinlensin istedik. Çorabımın uçunda beni rahatsız eden bir şeyler
vardı. Elimi sokup baktığımda, bize bir ay yetecek kadar para çıktı.
Bunu Veysel koymuşta. Beni çok severdi. "Kaçarlarsa, perişan olmasın"
diyerek koyduğunu düşündüm hep".
Bu olaydan sonra Veysel daha çok içine kapandı. O sıralar arkadaşı kürt
Kasım Veysel'i yalnız bırakmıyor ona can yoldaşı oluyordu. kürt Kasım,
bir gün Veysel'e kendi memleketi olan Zara'ya gitmeyi teklif etti.
Veysel için ele geçmez bir fırsattı bu. kürt Kasımla düştü yola Veysel.
Köyünden bu ilk çıkışında farklı insanlarla, değişik bir iklimle
karşılaştı. kürt Kasım da Veysel gibi saz çalıyor, türkü söylüyordu.
Birlikte çok muhabbetlere katıldılar.
kürt Kasım Veysel'e can yoldaşı olmak, saz çalıp türkü söylemekle
kalmadı; Onun ikinci evliliği için de aracı oldu. Bir süre sonra
Zara'daki Yalıncak Baba türbesinin işlerini yapan Gülizar Ana ile
Veysel'i evlendirdi.
Veysel bu olayların ardından köyüne döndü ve yaşamına devam etti. O yıl
anasını ve babasını ardı ardına kaybetti Veysel... Ardından çocukları
oldu; hayatını onlara adadı. Yaşamına böylece sakin ve huzur içinde
devam etti.. Ta ki 1931 yılı gelip çatıncaya kadar...
O yıllarda Ahmet Kutsi Tecer Sivas Maarif müdürüdür. Yakın
arkadaşlarıyla birlikte Halk şairlerini Koruma DerneğÃ?®'ni
kurarlar(1931). Dernek üyeleri Sivas'ta bir "Halk şairleri Bayramı"
düzenlemek fikrini kısa zamanda geliştirirler ve yaşama geçirirler.
Bayram süresince çalıp söyleyecek yerel müzikçileri ve aşıkları
toplamak başlı başıa bir sorundur. Zira o yıllarda yerli sanatçılar bu
günkü kadar rahatlıkla geniş kitleler önünde sanat uygulaması yapmaktan
çekinirler. Halk şairleri Bayramını düzenleme komitesi şarkışla'nın
Sivrialan Köyü'ne de uğrar; iyi çalıp söyleyenleri tespit edip bayrama
katılmalarını sağlamak için... Heyet Veysel'in evine geldiğinde Veysel
karısına evde olmadığını söyletir. Katılmak istemez. Aslında
çekinmektedir, hatta biraz da korkusu vardır. Zira devletin adamlarının
onu soruşturması, başına bir iş geleceği korkusunu uyandırır Veysel'de.
Ancak Tecer'in ısrarları karşısında dayanamaz ve bayrama katılır.
Veysel'i "aşık" yapacak, O'nu ilk önce kendi vilayetine, sonradan da
tüm
yurda tanıtacak bu bayramı, folklor araştırmacısı ibrahim Aslanoğlu
hazırladığı bir kitapçıkta şöyle anlatmaktadır: "Bayram 5 Kasım 1931
günü başlamış, üç gün devam etmişti. 15 aşığın katıldığı söyleniyorsa
da bunların hepsi şair değildi. Çoğu sazcı ve hikayeci idi.
Hatırlayabildiklerim şunlardır: Aşık Veysel, Revani Suzani, Aşık
Süleyman, Karslı Mehmet, Hikayeci Ali Dayı, Aşık Müştak, Yarım Ali,
Talibi, Yusuf, San'ati, Aşık Ali. Bunların içinde şair olarak Süleyman,
Talibi, Revani, Suzani ve San'ati vardı. Veysel henüz şiir söylemeye
başlamamıştı. Hepsi de o zamana göre tanınmamış kimselerdi".
işte bu bayramla aşıklık mesleğinin kapılarım aralayan Veysel'in kısa
zamanda dili çözülür, çalıp-söylemeye başlar. üzerine yüklenen (ya da
isteğiyle yüklendiği) misyonu yerine getirmek için yaşamının son
dönemlerine kadar çabalar durur. Yüzlerce şiir söyler, onlarca plak
doldurur, eğitmenlik (belletmenlik) yapar... Hakkında kitaplar,
makaleler yazılır. Adından ve sanatından -yaşarken ve öldükten- sonra
bu kadar söz ettirebilen, bu denli ünlenmiş bir başka aşık var mıdır
bilemiyorum. Her ne olursa olsun doğanın o en acımasız kuralı, Veysel
için de geçerlidir elbette... Yalnız bu kural bazen acı çektirerek,
yatağa düşürerek işler, işte Veysel de böyle bir dertle yatağa
düşmüştür. Onulmaz derdinin adı akciğer kanseridir... Derdinin
çaresizliğini kendisi de bildiğinden son günlerini köyünde geçirmek
ister. 1930'larda "Sivr'alanlı Kör Veysel" olarak köyünden dışarıya
-her yıl biraz daha genişleyen halkalar halinde- açılan "aşık", 21 Mart
1973 günü Aşık Veysel şatıroğlu olarak yaşamım yitirir. Veysel, 22 Mart
günü sadık yari olan kara toprakla buluşmuştur.