SOYU, AİLESİ VE KARDEŞLERİ
1857 doğumlu Zübeyde Hanım ile 1839 doğumlu Ali Rıza Efendi 1870 veya
1871 yılında evlendiler. Bu evlilikten altı çocukları olmuştur: Fatma
(1871/72-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal
******) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye
(1889-1901). Bu çocuklardan Fatma dört, Ahmet Dokuz, Ömer sekiz
yaşlarında o senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı
(difteri) hastalığından çocuk yaşlarında öldüler En küçükleri Naciye
Mustafa Kemal Harp Okulu'nu bitirdiği sene, oniki yaşında hayata
gözlerini kapadı. Ailede çocuklardan en uzun yaşayan Makbule Hanım
olmuştur.
Ali Rıza Efendi
Zübeyde Hanım
Babası Ali Rıza Efendi'nin hastalanarak 28 Kasım 1893 tarinde vefat
etmesi üzerine 12 yaşında yetim kalan Mustafa Kemal ve iki küçük
kardeşin (Makbule ve Naciye) büyütülmesi ve yetiştirilmesi görevi,
büyük Türk kadını Zübeyde Hanım'a düştü.
Küçük Mustafa, Haziran 1887'de başladığı ilk öğrenimine bir süre
annesinin arzusuna uy'arak Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde
devam etti; fakat çok geçmeden babasının isteği ile Selanik'te çağdaş
eğitim yapan Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti ve ilkokulu burada bitirdi.
Şemsi Efendi, yeni öğrencisinin yeteneklerini ve zekâsını takdir
ettiğinden, küçük Mustafa'nın kendi okulunda bulunmasından son derece
memnundu.
Küçük Mustafa, bu okulda okurken babası öldü. Ali Rıza Efendi'nin ölümü
üzerine, Zübeyde Hanım üç çocuğu ile bir süre Selânik yakınlarındaki
Lankaza'da bulunan Rapla çiftliğinde subaşılık yapan kardeşi Hüseyin
Efendi'nin yanına yerleşti. Çiftlik hayatı nedeniyle küçük Mustafa'nın
öğrenimi ister istemez bir süre aksamıştı. Fakat, çok geçmeden
Selanik'e dönerek halasının yanında, bıraktığı yerden öğrenimine devam
etti.
ATATÜRK'ÜN İLK ÖĞRETMENİ ŞEMSİ EFENDİ
Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulundan sonra bir süre Selanik Mülkiye
Rüştiyesi'ne devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin
kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve
1894 yılının Temmuz-Ağustos aylarında kendi kararı ile Askerî
Rüştiye'ye müracaat ederek öğrenimine burada devam etti. Yazları,
dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar çiftlikte
kalırdı. Mustafa, bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları arasında
zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve
öğretmenlerinin sevgisini kazandı; öğretmenleri neredeyse kendisine bir
arkadaş muamelesi yapma gereğini hissetmişlerdi.
Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç
öğrencisinin yetenekleri ve zekâsı karşısında sınıftaki diğer
Mustafa'larla aralarındaki farkı belirtmek üzere öğrencisinin adının
sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci Mustafa Kemal
olmuştu.
Öğrenim Hayatı
Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesini bitirdikten sonra 13 Mart
1896'da Manastır Askerî İdadisine girdi. Burada Ömer Naci ile
arkadaşlık etti. İlerde ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kişi,
Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın
arkadaşlarından biri olacak Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi.
Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini
de ihmal etmiyor; yazları izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman
Fransızca dersleri alıyordu.
Manastır İdadisi
Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisini de başarı ile bitirerek
13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik
başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 1902'de bu okulu
Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisinde devam
etti.1903 yılında Üsteğmen olmuştu.11 Ocak 1905 tarihinde de Kurmay
Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisinden mezun oldu
Harp Okulunda ve Harp Akademisinde de zekâsı, yetenekleri ve üstün
kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve hocalarına tanıtmış, onların
içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi
yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve
eğilimi vardı. Harbiye'de ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet
davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi
sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir
istibdat idaresi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak
çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimî oluşu, onun
herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp
Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık
rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay
İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir nevi sürgün olarak vazife ile 5
Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Şam'a atandı.
ANKARA VE BİR MİLLETİN ŞAHLANIŞI
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919'da bir kısım arkadaşları ve Heyet-i
Temsiliye üyeleri ile beraber Ankara'ya gelmişti. Artık Millî Mücadele
Ankara'dan yönetiliyor, İstanbul'daki asker ve sivil birçok vatansever,
Bağımsızlık Savaşı'nda görev almak üzere Ankara'ya geliyordu. Bir süre
sonra,16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilâf Devletleri tarafından
fiilen işgal edildi; şehir yabancılar tarafından tamamen askerî kontrol
altına alınmıştı. Bu şartlar altında Meclis de faaliyet
gösteremeyeceğini anlay'arak dağıldı; zaten bu sıralarda
milletvekillerinin bir kısmı da İngilizler tarafından tutuklanmış
bulunuyordu.
Mustafa Kemal, İstanbul'un işgali üzerine valiliklere ve kolordu
komutanlıklarına talimat vererek Ankara'da toplanacak fevkalâde
salâhiyete sahip bir meclise yeni temsilciler seçmelerini bildirdi.
Seçimler sür'atle sonuçlandi. Nihayet 23 Nisan 1920'de yurdun her
bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet
Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil
eden bu Meclis'e ve onun hükûmetine de başkan seçilerek artık Türk
bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askerî, siyasî ve sosyal lideri
oldu. Ama memleketin içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına
yüklenen görevi gerçekten çok ağırdı. Tarihten silinmek istenen bir
milletin ölüm kalım savaşının, istiklâl mücadelesinin Iiderliğini
yapıyordu.
Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, millî bir hükûmetin kurulması
üzerine Padişah ve İstanbul Hükûmeti de millî mücadeleyi daha geniş
ölçüde baltalama yollarına sapmıştı. Anadolu'da binbir fedakârlıkla
oluşturulan millî kuvvetlere karşı halife ve padişah orduları
kuruluyor, başta ****** olmak üzere Millî Mücadele kahramanları, asi
sayılarak idama mahkûm edilmiş bulunuyordu. Diğer taraftan İzmir'e
çıkan Yunanlılar da Anadolu içlerine doğru taarruza hazırlânıyordu.
Mütareke ile örgütlü ordu resmen dağıtılmış, silâhları alınmış
olduğundan, işgal altındaki yörelerde düşmana ancak mahalli kuvvetler
ve gönüllü müfrezeler karşı koyuyordu. Bu düşman saldırılarının yanı
sıra Anadolu'nun bazı yörelerinde Anzavur gibi, Çopur Musa gibi,
Postacı Nâzım gibi aldatılmış kişilerin elebaşılık ettiği iç isyanlar
devam ediyordu.
Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükûmeti, kısa zamanda duruma hakim olarak düşman kuvvetlerine
karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanmaya başladı. Doğu
Cephesi'nde XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir komutasındaki
kuvvetlerimiz büyük başarılar kazandı. Bu bölgede Oltu, Sarıkamış ve
Kars'ı işgal suretiyle sınır şehirlerimize tecavüz eden Ermenilere
karşı 28 Eylül 1920'de taarruza geçilerek, merkezi Erivan'da bulunan
Ermeni Cumhuriyeti ordusu mağlup edildi ve 29 Eylül 1920'de Sarıkamış,
30 Ekim 1920'de Kars tekrar geri alındı. Ermenilerin barış isteği
üzerine 2/3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanarak savaşa son
verildi. Gürcistan'a da Ardahan ve Artvin vilâyetlerimiz tahliye
ettirildi.
Güney cephesinde de Adana, Urfa, Antep ve Maraş bölgelerinde Fransız
birlikleriyle mahalli kuvvetler arasında şiddetli çatışmalar oluyordu.
Sonuçta Fransızlar 12 Şubat 1920'de Maraş'tan, 11 Nisan 1920 günü de
Urfa'dan çekilmek zorunda kaldılar. 21 Ekim 1921'de Fransızlarla
yapılan "Ankara Antlaşması" Adana, Mersin, Gaziantep ve diğer bazı
şehirlerimizin kurtuluşuna uzandı.
Yunanlılar 1920 Haziranında, Ankara'da kurulan iki aylık yeni hükûmetin
içinde bulunduğu güç şartlardan yararlanarak 22 Haziran 1920 günü Batı
Cephesi'nde umumî taarruza geçmişler, büyük kısmı ile gönüllülerden
oluşan Kuvay-ı Millîye cephesini yararak 8 Temmuz 1920 günü Bursa'yı,
29 Ağustos 1920 günü de Uşak'ı işgal etmişlerdi. Bu olaylar seyrederken
Padişah ve İstanbul Hükûmeti de 10 Ağustos 1920'de İtilâf
Devletleri'yle Sevr Antlaşması'nı imzalamak suretiyle dış
düşmanlarımızla birleşmiş oluyordu.
Yunanlıların Batı cephesinde ilerleyişi, birçok bölgelerin kuvvet
yetersizliği sebebiyle işgal edilmesi üzerine Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, cephe komutanları ile görüşmüş,
artık gönüllü kuvvetler yerine düzenli bir ordu kurulması gereğini
ilgililere bildirmişti. Çünkü olaylar gösteriyordu ki, Millî
Mücadele'nin başarısı, bütün kuvvetlerin tek bir otorite altında
toplanmalarına bağlı idi. Bu da millî müfrezelerin, milis
kuvvetlerinin, gönüllü teşkilâtların ordu içinde düzenli kıtalar haline
getirilmesini gerektiriyordu. Çete halinde dağınık savaşa son
verilecek, bütün millî müfrezeler ve gönüllü kuvvetler ordu içinde
disiplin ve eğitime tâbi tutulacaktı.
Artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Millî
Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa ve Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda
Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, bütün çalışmalarını düzenli
ordunun gerçekleşmesine vermişlerdir. Bu aylar, Millî Mücadele
tarihimizin gerçekten en buhranlı, en çetin aylarıdır.
Şimdi 1920 yılının Aralık sonlarındayız. Bir çok millî müfreze, gönüllü
örgüt sür'atle millî ordu içinde toplanmaktadır. Ne çare ki ellerinde
bir kısım kuvvet bulunan Çerkez Ethem ve kardeşleri, Batı Cephesi
kuvvetlerine bağlı kalmak istememişler, başlarına buyruk bir siyaset
izleme yoluna gitmişlerdi. Bunlar, Millî Mücadele'nin güç zamanlarında
başardıkları bazı işlerin verdiği şımarıklıkla bulundukları bölgelerde
sivil memurları diledikleri gibi azlediyor, değiştiriyor, kendilerine
göre atamalar yapıyorlardı. Batı Cephesi, tek komuta altında
örgütlendikçe, düzenli kuvvetler haline geldikçe, Ethem ve
kardeşlerinin huzurları daha da kaçıyor, Batı Cephesi yanında Ankara
Hükûmeti'ne, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dil uzatmaktan
çekinmiyorlardı. Artık tutumları, millî hükûmete karşı bir isyan halini
almıştı.
Durum gerçekten nazikti. Binbir emek ve fedakârlıkla kurulan düzenli
orduda emir ve komuta birliğini temin bakımından bu sorunun, kesin
şekilde çözümlenmesi gerekiyordu. Zira Ethem müfrezesi, ordu içinde
kaldıkça hiçbir zafer kazanılamayacağı gibi, aksine bu asi kuvvetler
her başarıda orduya ayak bağı olacaktı. Bu sebeple hükûmet, Çerkez
Ethem kuvvetlerinin ortadan kaldırılmasına karar verdi.
29 Aralık 1920 günü Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey'le Güney Cephesi
Komutanı Albay Refet Bey, Çerkez Ethem ve kuvvetlerini ortadan
kaldırmak üzere ileri harekete geçtiler. Kütahya yörelerinde bulunan
Çerkez Ethem kuvvetleri, Batı Cephesi kuvvetleri'nin Kütahya'yı işgali
üzerine Gediz'e çekildi. Millî kuvvetler, asileri takiple 5 Ocak 1921
günü Gediz'i de işgal edince Çerkez Ethem müfrezesi Simav yönüne
çekilmek mecburiyetinde kaldı.
İşte şimdi Millî Mücadele'nin en dramatik anları yaşanmaktadır. Batı
Cephesi kuvvetleri Çerkez Ethem isyanını bastırmak üzere, eski harp
mevzilerinden çok uzaklaşmışlar, Gediz'e kadar ulaşmışlardır. Çerkez
Ethem'i takip sebebiyle cephelerin boşaltıldığını, askerlerin
mevzilerden uzaklaştığını haber alan Yunanlılar, içinde bulunduğumuz bu
iç buhranı, Ankara Hükûmeti'nin bu çetin ve zor ânını kendileri için
büyük bir fırsat bilerek 6 Ocak 1921 günü hem Bursa, hem Uşak
cephelerinden sür'atle ileri yürüyüşe geçtiler. Amaçları, Türk
kuvvetlerini, zayıflayan mevzilerinde anîden bastırıp mağlup etmek, bu
suretle Eskişehir ve Afyon'u ele geçirerek kendilerine Ankara yolunu
açmaktı. Bu plân gerçekleştirildiği takdirde, henüz sekiz aylık millî
hükûmeti doğduğu yerde boğmak, kolayca ortadan kaldırmak güya mümkün
olacaktı.
Düşmanın, taarruz hedefi olarak seçtiği Eskişehir de, Afyon da askerî
yönden önemli kavşaklardı. Bu şehirlerimizin elden çıkışı, önemli
demiryollarının da düşman eline geçmesi demekti. Hele, Bursa ve Uşak
Cepheleri'nden ilerleyen düşman kolları, Kütahya önlerinde birleşme
imkânı bulursa, Çerkez Ethem'e karşı geride bırakılan kuvvetlerimizi de
arkadan vurabilirdi. İşte mağlubiyetimiz halinde ortaya çıkacak korkunç
tablo bu idi.
Düşman taarruzu ile gelişen bu kritik durum üzerine, Batı ve Güney
Cephesi komutanları vaziyeti görüşerek, ister istemez Çerkez Ethem'in
takibine ara vermeyi ve Kütahya ve Gediz'e kadar gelmiş olan
kuvvetlerimizin büyük kısmını vakit geçirmeksizin İnönü ve Dumlupınar
mevzilerine sevk etmeyi kararlaştırdılar. Ancak Batı Cephesi
kuvvetlerinin şimdi bulundukları Gediz ve Kütahya yöreleri ile İnönü
mevzileri arasında 3 günlük bir yol vardı. Eğer Yunanlılar, bizden daha
önce İnönü mevzilerine ulaşabilirlerse mukavemetsiz, Eskişehir'e kadar
yol almış olacaklardı. O halde yapılacak iş, son sür'atle İnönü
mevzilerine yetişerek ilerleyen düşmanı burada durdurmak olacaktı. Bu
amaçla Çerkez Ethem ve kardeşlerine karşı bir kısım kuvvet, Kütahya
yöresinde bırakılarak, geri kalan kuvvetler İnönü mevzilerine hareket
ettirildi. Keza üç misli düşman kuvvetine karşı İnönü mevzilerini daha
da takviye etmek üzere, Ankara'da yeni kurulmakta olan 4. Tümen de
Cepheye çağrıldı. Ethem'in takibine ara vererek Kütahya'dan hareket
eden 11. Tümen de 9 Ocak sabahı, İnönü mevzilerine varmıştı.
1857 doğumlu Zübeyde Hanım ile 1839 doğumlu Ali Rıza Efendi 1870 veya
1871 yılında evlendiler. Bu evlilikten altı çocukları olmuştur: Fatma
(1871/72-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal
******) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye
(1889-1901). Bu çocuklardan Fatma dört, Ahmet Dokuz, Ömer sekiz
yaşlarında o senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı
(difteri) hastalığından çocuk yaşlarında öldüler En küçükleri Naciye
Mustafa Kemal Harp Okulu'nu bitirdiği sene, oniki yaşında hayata
gözlerini kapadı. Ailede çocuklardan en uzun yaşayan Makbule Hanım
olmuştur.
Ali Rıza Efendi
Zübeyde Hanım
Babası Ali Rıza Efendi'nin hastalanarak 28 Kasım 1893 tarinde vefat
etmesi üzerine 12 yaşında yetim kalan Mustafa Kemal ve iki küçük
kardeşin (Makbule ve Naciye) büyütülmesi ve yetiştirilmesi görevi,
büyük Türk kadını Zübeyde Hanım'a düştü.
Küçük Mustafa, Haziran 1887'de başladığı ilk öğrenimine bir süre
annesinin arzusuna uy'arak Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde
devam etti; fakat çok geçmeden babasının isteği ile Selanik'te çağdaş
eğitim yapan Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti ve ilkokulu burada bitirdi.
Şemsi Efendi, yeni öğrencisinin yeteneklerini ve zekâsını takdir
ettiğinden, küçük Mustafa'nın kendi okulunda bulunmasından son derece
memnundu.
Küçük Mustafa, bu okulda okurken babası öldü. Ali Rıza Efendi'nin ölümü
üzerine, Zübeyde Hanım üç çocuğu ile bir süre Selânik yakınlarındaki
Lankaza'da bulunan Rapla çiftliğinde subaşılık yapan kardeşi Hüseyin
Efendi'nin yanına yerleşti. Çiftlik hayatı nedeniyle küçük Mustafa'nın
öğrenimi ister istemez bir süre aksamıştı. Fakat, çok geçmeden
Selanik'e dönerek halasının yanında, bıraktığı yerden öğrenimine devam
etti.
ATATÜRK'ÜN İLK ÖĞRETMENİ ŞEMSİ EFENDİ
Küçük Mustafa, Şemsi Efendi İlkokulundan sonra bir süre Selanik Mülkiye
Rüştiyesi'ne devam etti ise de Kaymak Hafız adlı Arapça öğretmeninin
kendisine haksız yere sopa ile vurması üzerine bu okuldan ayrıldı ve
1894 yılının Temmuz-Ağustos aylarında kendi kararı ile Askerî
Rüştiye'ye müracaat ederek öğrenimine burada devam etti. Yazları,
dayısı Hüseyin Efendi'nin yanına gider, okul zamanına kadar çiftlikte
kalırdı. Mustafa, bu okulu gerçekten sevmişti. Arkadaşları arasında
zekâsı ve üstün yetenekleri ile kısa zamanda kendisini gösterdi ve
öğretmenlerinin sevgisini kazandı; öğretmenleri neredeyse kendisine bir
arkadaş muamelesi yapma gereğini hissetmişlerdi.
Bu okulda matematik öğretmenliği yapan Yüzbaşı Mustafa Efendi, genç
öğrencisinin yetenekleri ve zekâsı karşısında sınıftaki diğer
Mustafa'larla aralarındaki farkı belirtmek üzere öğrencisinin adının
sonuna "Kemal" ismini ilâve etti. Artık genç öğrenci Mustafa Kemal
olmuştu.
Öğrenim Hayatı
Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesini bitirdikten sonra 13 Mart
1896'da Manastır Askerî İdadisine girdi. Burada Ömer Naci ile
arkadaşlık etti. İlerde ünlü bir hatip olarak tanınacak olan bu kişi,
Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın
arkadaşlarından biri olacak Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi.
Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini
de ihmal etmiyor; yazları izinli olarak Selânik'e döndüğü zaman
Fransızca dersleri alıyordu.
Manastır İdadisi
Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisini de başarı ile bitirerek
13 Mart 1899 tarihinde İstanbul'da Harp Okulu'na girdi. 3 senelik
başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 1902'de bu okulu
Teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisinde devam
etti.1903 yılında Üsteğmen olmuştu.11 Ocak 1905 tarihinde de Kurmay
Yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisinden mezun oldu
Harp Okulunda ve Harp Akademisinde de zekâsı, yetenekleri ve üstün
kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve hocalarına tanıtmış, onların
içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlik derslerine büyük ilgisi
yanında matematiğe, edebiyata ve güzel söz söylemeye karşı da merakı ve
eğilimi vardı. Harbiye'de ve Harp Akademisi'nde, memleket ve millet
davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi
sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir
istibdat idaresi idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak
çevresince gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimî oluşu, onun
herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp
Akademisi'nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık
rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay
İstanbul'da tutuklu kaldı; sonra bir nevi sürgün olarak vazife ile 5
Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Şam'a atandı.
ANKARA VE BİR MİLLETİN ŞAHLANIŞI
Mustafa Kemal Paşa, 27 Aralık 1919'da bir kısım arkadaşları ve Heyet-i
Temsiliye üyeleri ile beraber Ankara'ya gelmişti. Artık Millî Mücadele
Ankara'dan yönetiliyor, İstanbul'daki asker ve sivil birçok vatansever,
Bağımsızlık Savaşı'nda görev almak üzere Ankara'ya geliyordu. Bir süre
sonra,16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilâf Devletleri tarafından
fiilen işgal edildi; şehir yabancılar tarafından tamamen askerî kontrol
altına alınmıştı. Bu şartlar altında Meclis de faaliyet
gösteremeyeceğini anlay'arak dağıldı; zaten bu sıralarda
milletvekillerinin bir kısmı da İngilizler tarafından tutuklanmış
bulunuyordu.
Mustafa Kemal, İstanbul'un işgali üzerine valiliklere ve kolordu
komutanlıklarına talimat vererek Ankara'da toplanacak fevkalâde
salâhiyete sahip bir meclise yeni temsilciler seçmelerini bildirdi.
Seçimler sür'atle sonuçlandi. Nihayet 23 Nisan 1920'de yurdun her
bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet
Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil
eden bu Meclis'e ve onun hükûmetine de başkan seçilerek artık Türk
bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askerî, siyasî ve sosyal lideri
oldu. Ama memleketin içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına
yüklenen görevi gerçekten çok ağırdı. Tarihten silinmek istenen bir
milletin ölüm kalım savaşının, istiklâl mücadelesinin Iiderliğini
yapıyordu.
Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, millî bir hükûmetin kurulması
üzerine Padişah ve İstanbul Hükûmeti de millî mücadeleyi daha geniş
ölçüde baltalama yollarına sapmıştı. Anadolu'da binbir fedakârlıkla
oluşturulan millî kuvvetlere karşı halife ve padişah orduları
kuruluyor, başta ****** olmak üzere Millî Mücadele kahramanları, asi
sayılarak idama mahkûm edilmiş bulunuyordu. Diğer taraftan İzmir'e
çıkan Yunanlılar da Anadolu içlerine doğru taarruza hazırlânıyordu.
Mütareke ile örgütlü ordu resmen dağıtılmış, silâhları alınmış
olduğundan, işgal altındaki yörelerde düşmana ancak mahalli kuvvetler
ve gönüllü müfrezeler karşı koyuyordu. Bu düşman saldırılarının yanı
sıra Anadolu'nun bazı yörelerinde Anzavur gibi, Çopur Musa gibi,
Postacı Nâzım gibi aldatılmış kişilerin elebaşılık ettiği iç isyanlar
devam ediyordu.
Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hükûmeti, kısa zamanda duruma hakim olarak düşman kuvvetlerine
karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanmaya başladı. Doğu
Cephesi'nde XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir komutasındaki
kuvvetlerimiz büyük başarılar kazandı. Bu bölgede Oltu, Sarıkamış ve
Kars'ı işgal suretiyle sınır şehirlerimize tecavüz eden Ermenilere
karşı 28 Eylül 1920'de taarruza geçilerek, merkezi Erivan'da bulunan
Ermeni Cumhuriyeti ordusu mağlup edildi ve 29 Eylül 1920'de Sarıkamış,
30 Ekim 1920'de Kars tekrar geri alındı. Ermenilerin barış isteği
üzerine 2/3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanarak savaşa son
verildi. Gürcistan'a da Ardahan ve Artvin vilâyetlerimiz tahliye
ettirildi.
Güney cephesinde de Adana, Urfa, Antep ve Maraş bölgelerinde Fransız
birlikleriyle mahalli kuvvetler arasında şiddetli çatışmalar oluyordu.
Sonuçta Fransızlar 12 Şubat 1920'de Maraş'tan, 11 Nisan 1920 günü de
Urfa'dan çekilmek zorunda kaldılar. 21 Ekim 1921'de Fransızlarla
yapılan "Ankara Antlaşması" Adana, Mersin, Gaziantep ve diğer bazı
şehirlerimizin kurtuluşuna uzandı.
Yunanlılar 1920 Haziranında, Ankara'da kurulan iki aylık yeni hükûmetin
içinde bulunduğu güç şartlardan yararlanarak 22 Haziran 1920 günü Batı
Cephesi'nde umumî taarruza geçmişler, büyük kısmı ile gönüllülerden
oluşan Kuvay-ı Millîye cephesini yararak 8 Temmuz 1920 günü Bursa'yı,
29 Ağustos 1920 günü de Uşak'ı işgal etmişlerdi. Bu olaylar seyrederken
Padişah ve İstanbul Hükûmeti de 10 Ağustos 1920'de İtilâf
Devletleri'yle Sevr Antlaşması'nı imzalamak suretiyle dış
düşmanlarımızla birleşmiş oluyordu.
Yunanlıların Batı cephesinde ilerleyişi, birçok bölgelerin kuvvet
yetersizliği sebebiyle işgal edilmesi üzerine Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, cephe komutanları ile görüşmüş,
artık gönüllü kuvvetler yerine düzenli bir ordu kurulması gereğini
ilgililere bildirmişti. Çünkü olaylar gösteriyordu ki, Millî
Mücadele'nin başarısı, bütün kuvvetlerin tek bir otorite altında
toplanmalarına bağlı idi. Bu da millî müfrezelerin, milis
kuvvetlerinin, gönüllü teşkilâtların ordu içinde düzenli kıtalar haline
getirilmesini gerektiriyordu. Çete halinde dağınık savaşa son
verilecek, bütün millî müfrezeler ve gönüllü kuvvetler ordu içinde
disiplin ve eğitime tâbi tutulacaktı.
Artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Millî
Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa ve Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda
Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, bütün çalışmalarını düzenli
ordunun gerçekleşmesine vermişlerdir. Bu aylar, Millî Mücadele
tarihimizin gerçekten en buhranlı, en çetin aylarıdır.
Şimdi 1920 yılının Aralık sonlarındayız. Bir çok millî müfreze, gönüllü
örgüt sür'atle millî ordu içinde toplanmaktadır. Ne çare ki ellerinde
bir kısım kuvvet bulunan Çerkez Ethem ve kardeşleri, Batı Cephesi
kuvvetlerine bağlı kalmak istememişler, başlarına buyruk bir siyaset
izleme yoluna gitmişlerdi. Bunlar, Millî Mücadele'nin güç zamanlarında
başardıkları bazı işlerin verdiği şımarıklıkla bulundukları bölgelerde
sivil memurları diledikleri gibi azlediyor, değiştiriyor, kendilerine
göre atamalar yapıyorlardı. Batı Cephesi, tek komuta altında
örgütlendikçe, düzenli kuvvetler haline geldikçe, Ethem ve
kardeşlerinin huzurları daha da kaçıyor, Batı Cephesi yanında Ankara
Hükûmeti'ne, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dil uzatmaktan
çekinmiyorlardı. Artık tutumları, millî hükûmete karşı bir isyan halini
almıştı.
Durum gerçekten nazikti. Binbir emek ve fedakârlıkla kurulan düzenli
orduda emir ve komuta birliğini temin bakımından bu sorunun, kesin
şekilde çözümlenmesi gerekiyordu. Zira Ethem müfrezesi, ordu içinde
kaldıkça hiçbir zafer kazanılamayacağı gibi, aksine bu asi kuvvetler
her başarıda orduya ayak bağı olacaktı. Bu sebeple hükûmet, Çerkez
Ethem kuvvetlerinin ortadan kaldırılmasına karar verdi.
29 Aralık 1920 günü Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey'le Güney Cephesi
Komutanı Albay Refet Bey, Çerkez Ethem ve kuvvetlerini ortadan
kaldırmak üzere ileri harekete geçtiler. Kütahya yörelerinde bulunan
Çerkez Ethem kuvvetleri, Batı Cephesi kuvvetleri'nin Kütahya'yı işgali
üzerine Gediz'e çekildi. Millî kuvvetler, asileri takiple 5 Ocak 1921
günü Gediz'i de işgal edince Çerkez Ethem müfrezesi Simav yönüne
çekilmek mecburiyetinde kaldı.
İşte şimdi Millî Mücadele'nin en dramatik anları yaşanmaktadır. Batı
Cephesi kuvvetleri Çerkez Ethem isyanını bastırmak üzere, eski harp
mevzilerinden çok uzaklaşmışlar, Gediz'e kadar ulaşmışlardır. Çerkez
Ethem'i takip sebebiyle cephelerin boşaltıldığını, askerlerin
mevzilerden uzaklaştığını haber alan Yunanlılar, içinde bulunduğumuz bu
iç buhranı, Ankara Hükûmeti'nin bu çetin ve zor ânını kendileri için
büyük bir fırsat bilerek 6 Ocak 1921 günü hem Bursa, hem Uşak
cephelerinden sür'atle ileri yürüyüşe geçtiler. Amaçları, Türk
kuvvetlerini, zayıflayan mevzilerinde anîden bastırıp mağlup etmek, bu
suretle Eskişehir ve Afyon'u ele geçirerek kendilerine Ankara yolunu
açmaktı. Bu plân gerçekleştirildiği takdirde, henüz sekiz aylık millî
hükûmeti doğduğu yerde boğmak, kolayca ortadan kaldırmak güya mümkün
olacaktı.
Düşmanın, taarruz hedefi olarak seçtiği Eskişehir de, Afyon da askerî
yönden önemli kavşaklardı. Bu şehirlerimizin elden çıkışı, önemli
demiryollarının da düşman eline geçmesi demekti. Hele, Bursa ve Uşak
Cepheleri'nden ilerleyen düşman kolları, Kütahya önlerinde birleşme
imkânı bulursa, Çerkez Ethem'e karşı geride bırakılan kuvvetlerimizi de
arkadan vurabilirdi. İşte mağlubiyetimiz halinde ortaya çıkacak korkunç
tablo bu idi.
Düşman taarruzu ile gelişen bu kritik durum üzerine, Batı ve Güney
Cephesi komutanları vaziyeti görüşerek, ister istemez Çerkez Ethem'in
takibine ara vermeyi ve Kütahya ve Gediz'e kadar gelmiş olan
kuvvetlerimizin büyük kısmını vakit geçirmeksizin İnönü ve Dumlupınar
mevzilerine sevk etmeyi kararlaştırdılar. Ancak Batı Cephesi
kuvvetlerinin şimdi bulundukları Gediz ve Kütahya yöreleri ile İnönü
mevzileri arasında 3 günlük bir yol vardı. Eğer Yunanlılar, bizden daha
önce İnönü mevzilerine ulaşabilirlerse mukavemetsiz, Eskişehir'e kadar
yol almış olacaklardı. O halde yapılacak iş, son sür'atle İnönü
mevzilerine yetişerek ilerleyen düşmanı burada durdurmak olacaktı. Bu
amaçla Çerkez Ethem ve kardeşlerine karşı bir kısım kuvvet, Kütahya
yöresinde bırakılarak, geri kalan kuvvetler İnönü mevzilerine hareket
ettirildi. Keza üç misli düşman kuvvetine karşı İnönü mevzilerini daha
da takviye etmek üzere, Ankara'da yeni kurulmakta olan 4. Tümen de
Cepheye çağrıldı. Ethem'in takibine ara vererek Kütahya'dan hareket
eden 11. Tümen de 9 Ocak sabahı, İnönü mevzilerine varmıştı.