.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Hücre Yapısı ve Organeller

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:27 pm

    HÜCRE

    Hücre, bir canlının bütün özelliklerini taşıyan, en küçük birimidir.
    Canlıların hepsi hücrelerden oluşur, cansız varlıkların hücresel bir
    yapısı yoktur. Yani hücrelerden oluşma ayrı canlı ve cansız varlıklar
    için en belirgin ayırt edici özelliktir.
    Canlıların
    hepsinin hücreye sahip olması aynı hücreye sahip olacağı anlamına
    gelmez. Canlıların farklı hücrelere sahip oluşu canlıların yapıları
    hakkında bilgi verir. (Yaşam tarzı, ömrü, beslenişi…) Örneğin, bir
    bitki hücresi incelendiğinde, hücrede kendi bensini kendi yaptığı
    anlamına gelen yapıcıklar görülür.
    Hücrelerin
    hepsi başka bir hücrenin bölünmesiyle oluşur. Hücrede bölünme, hücrenin
    gelişmesiyle beraber hücre zarının bölünme emri vermesi sonucu oluşur
    ve ortaya önceki hücrenin tüm özelliklerini taşıyan yeni bir hücre
    çıkar. Hücrelerin bazıları belli bir zamana kadar bölünme yeteneği
    taşırlar, bir süre sonra kaybederler.
    Hücreler
    bağımsız hareket ettikleri halde birlikte iş görürler. Bu iş gruplarına
    doku denir dokular aynı işleri yapan hücrelerin birleşmesiyle
    oluşmuştur. Dokular vücudun her yerini sarmıştır ve farklı görevler
    üstlenmiştir.Birçok dokunu birleşimi organları oluşturur. Organlar
    birleşerek sistemleri, sistemler birleşerek canlı organizmayı
    oluşturur. Hücrenin canlının temel taşı olduğunu bu şekilde de anlamış
    oluruz.
    Canlıları, kolay incelenmek amacıyla
    hücresel olarak iki gruba ayırırız. Bu gruplar, ilkel ve gelişmiş hücre
    gruplarıdır. İlkel hücre grubuna “Prokaryot hücre”, ya da “prokaryotik
    hücre” denir. Gelişmiş hücrelere ise, “Ökaryot hücre” ya da “ökaryotik
    hücre” adı verilir.
    1. PROKARYOTİK HÜCRELER
    İlkel hücre grubudur, gelişmemiştir. Bakteriler ve
    mavi-yeşil alglerdeki hücre tipleri bu gruba girer. Bunların çekirdek
    zarı ile çevrili çekirdekleri yoktur. Sitoplâzmalarında mitokondri,
    lizozom gibi organelleri barındırmazlar. Kalıtım maddesi olan DNA
    sitoplâzma içerisine dağılmış durumdadır. Ribozomları vardır. Bu
    hücrelerin hayati faaliyetleri sitoplâzmada ve hücre zarında cereyan
    eder.
    Tek hücreliler de bu gruptadır. En basit
    çok hücreli ya da en karmaşık tek hücreli Volvox’ tur. Volvox' ta
    işbölümü vardır ama doku oluşumu yoktur. Volvox gibi tek hücrelilerin
    oluşturduğu dokusu yapıya koloni denir.
    Bunlara
    ek olarak, prokaryotik hücreye sahip olan bakterilerde hücre, cansız
    bir çeperle (murein) sarılıdır. Bazı bakterilerde hücre çeperinin
    dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin dirençliliğini ve hastalık
    yapabilme (patojen olma) özelliğini artırır.
    2. ÖKARYOTİK HÜCRELER
    Zar, sitoplâzma, çekirdek ve organellerden meydana
    gelmişlerdir. Organeller, sitoplâzma içinde farklı görevlere ve yapıya
    sahiptirler ve serbesttirler. DNA çekirdekte bulunur. Hücreler
    gördükleri işe göre farklı şekil ve büyüklüktedirler. Bunlara örnek
    olarak kas, sinir ve kemik hücreleri gösterilebilir. Kan hücrelerinden
    olan alyuvarların çekirdekleri yoktur. Fakat farklılaşmaları sırasında
    çekirdeklerini kaybettiklerinden bunlar da ökaryotik hücrelerden
    sayılırlar.
    Ökaryotik hücreler, hayvan ve bitki hücresi olmak üzere ikiye ayrılır.
    1. Hayvan Hücresi: En gelişmiş hücre tipidir. Hayvan hücresi bitki hücresinden daha farklı yapılara sahiptir.

    2. Bitki Hücresi: Hayvan hücresi kadar gelişmiş değildir. Bitki
    hücrelerinde bulunur, hayvan hücrelerinden farklı olarak bu hücreler
    fotosentez yapabilir.

    Hayvan hücresi
    1-Hücre duvarı bulunmaz.
    2-Sentriol bulunur.
    3-Kloroplast, lökoplast, kromoplast (plastidler) bulunmaz.
    4-Kofullar küçüktür.
    5-Glikojen bulunur.
    6-Hücreler bağımsızdır.(Doku sıvısı)
    7-Hücre şekli ovaldir.

    Bitki hücresi
    1-Hücre duvarı bulunur.
    2-Sentriol bulunmaz.
    3-Kloroplast, lökoplast, kromoplast (plastidler) bulunur.
    4-Kofullar büyüktür.
    5-Nişasta ve selüloz bulunur.
    6-Hücreler sürekli birbirine hücre duvarı ile bağlıdır.
    7-Şekli köşelidir.

    Hücrelerde üç ana bölüm bulunur. Bunlar, hücre zarı, sitoplazma ve hücre çekirdeğidir.
    1. HÜCRE ZARI: (sızı mozaik zar modeli)
    Kalınlığı en fazla 120 A° (1 angström = 1/10.000 mm.) dur,
    sabittir. Protein, yağ ve az miktarda karbonhidrat moleküllerinden
    (özellikle memelilerde) meydana gelmiştir. Yapısı bir lipit denizinde
    yüzen, proteinden ve glikoproteinlerden yapılmış, almaç denen özel
    bölgelerle dışarıya açılan bir "Mozaik Zar Modeli"ndendir.
    Zarın
    yapısındaki lipitler çoğunluk fosfolipitlerdir ve zarın orta kısmında
    iki tabakalı olarak bulunur. Bir tabakadaki fosfolipidin suda erimez
    lipofil (apolar) kutbu (yağ asitlerini taşıyan polarize olmamış kutbu)
    öbür tabakadaki fosfolipidin lipofil kutbuna dönüktür. Dolayısıyla
    ışınsal bir şekilde lipofil kutuplar karşı karşıya gelmiştir. Suda
    eriyen hidrofil (polar) kutupları ise dışa dönüktür. Bu tabakalar,
    polipeptitterden meydana gelmiş bloklarla ya da adacıklarla
    kesilmiştir. Bu haliyle hücre zarı, içinde proteinlerden yapılmış
    adalar taşıyan bir lipit denizi gibi görünür.
    Bir
    amip ya da silli hayvan yaralanırsa; bu yara yeni bir zarla hemen
    kapatılır. Bu yeni zara plazmalemma denir. Plazmalemmayı hücre arasına
    salgılanan maddelerle ya da bir çeşit hücre iskeletini oluşturan hücre
    dışındaki daha katı selüloz (bitkilerde) ya da mukopolisakkarit ve
    albuminoid yapılarla karıştırmamak gerekir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:29 pm

    HÜCRE ZARININ ÖZELLİKLERİ:
    A. Canlıdır: Hücre zarı canlı bir yapıya sahiptir.
    B. Saydamdır: Hücre zarı saydam bir yapıya sahiptir.
    C. Esnektir: Hücre zarı esnek bir yapıya sahiptir.
    D. Akışkandır: Hücre zarı akışkan bir özelliğe sahiptir.
    E. Seçici geçirgendir: Hücre zarı seçici geçirgendir ve seçici geçirgenliği sayesinde büyük molekülleri içine almaz.

    Hücre Zarından Madde Giriş-Çıkışı:

    Hücreye
    madde giriş-çıkışı hücre zarı tarafından yönetilir. Hücrenin seçici
    geçirgenlik adı verilen bir özelliği vardır. Bu özelliğe bağlı olarak,
    hücrenin üzerinde “por” adı verilen gözenekler bulunur. Bu gözenekler
    oldukça küçüktür. Hücre zarından porlardan daha büyük maddeler geçemez.
    Yediğimiz besinlerine sindirilmesinin nedeni budur, eğer sindirim
    olmasaydı, maddeler hücre zarından geçemezdi.
    Eğer besinler hücre
    içine enerji harcanarak alınıyorsa buna aktif taşıma denir, enerji
    harcanmadan alınıyorsa, buna pasif taşıma denir.
    • Yağda çözünen moleküller (A, D, E, K vitaminleri gibi) suda çözünen maddelerden daha kolay geçer.
    • Yağı çözen moleküller (alkol, eter gibi) hücre zarından daha zor geçer.
    2. SİTOPLAZMA

    Sitoplâzma, çekirdek ve hücre zarı arasında bulunan
    yumurta akı kıvamında sıvı kısımdır. %60 - %90 arası sudan oluşur.
    Kalan %40 - %10’luk kısım da protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve
    minerallerden meydana gelmiştir. Yarı sıvı matriks olup, plazma zarı
    ile nükleus arasını doldurur.
    Bir canlıda saptanan her türlü canlılık olayları sitoplazma içerisinde geçer. Genellikle saydam ve homojen bir kitle oluşturur.

    Sitoplazmanın Görevleri:
    A. Biyokimyasal reaksiyonlar için zemin oluşturmak.
    B. Organellere yataklık etmek.( Organeller: Özel yapı ve görevi olan sitoplazmik cisimlerdir)
    C. Rotasyon ve sirkülasyon hareketleri ile organellerin hareketini sağlamak.

    İki kısma ayrılır:
    İç Sitoplazma
    Dış Sitoplazma

    1. İç Sitoplazma:

    Hücre
    zarını hemen altında yer alan kısımdır. Buna Ektoplazma da denir. Bu
    kısım yoğun ve granülsüzdür. Dış sitoplazma kolloit yapısını belirgin
    olarak gösterir; reversibkolloit özelliğini daima korur; gel halinden
    sol haline ya da zıt yönde kolayca değişebilir.
    2. Dış Sitoplazma:
    Daha
    sulu, fakat yoğunluğu sudan daha yüksektir. Bu canlı maddenin özünü
    proteinler ve su oluşturur. Ayrıca çeşitli enzimler, lipitler,
    karbonhidratlar ve mineraller de vardır. Suyun bir kısmı bağımsız halde
    protein moleküllerinin arasını doldurmakta, az bir kısmı ise protein
    moleküllerine bağlanmış durumda bulunmaktadır.
    Sitoplazma, organellere yataklık eden bir yapıdır. Sitoplazma içinde çok çeşitli organeller bulunur, bunlar:
    • Mitokondri
    • Endoplazmik Retikulum (E.R.)
    • Golgi Aygıtı (Golgi Cisimciği)
    • Ribozom
    • Sentrozom
    • Plastitler
    • Koful
    • Lizozom
    • Flagella
    A. MİTOKONDRİ
    Mitokondri; Yunanca, mitos = iplik; chondros = tane, buğday anlamına gelmek
    tedir.
    Hücre Yapısı ve Organeller Mitokondri
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:29 pm

    Oksijenli solunum yapan tüm hücrelerde
    bulunur. Boyları 0,2 – 5 mikron arasında; şekli, ovalden çubuğa kadar
    değişir Sayıları hücre başına birkaç taneden 2500'e (karaciğer
    hücresinde) kadar çıkar. Genellikle 5 – 6 tanesi ucuca gelerek bir
    iplik şekli meydana getirir. Canlı hücrelerde incelendiğinde, şeklinin
    ve büyüklüğünün değiştiği, diğer mitokondrilerle birleştiği ve hareket
    ettiği görülür. Bakteri, yeşil alg (çekirdeksiz hücrelerde) ve
    memelilerin alyuvarında bulunmaz. Kalınlıkları 70 A°olan zarla
    çevrilmiştir içteki zar iç yüzeyin artırılması için yaklaşık 200 A’luk
    aralıklarla birçok kıvrım meydana getirmiştir; bu kıvrımların tarak
    şeklinde olanlarına "Krista ( Cristae)" (Latince, cristae tarak
    demektir), tüp şeklinde olanlarına da "Tubulus" (Latince, borucuk
    demektir) denir. Buna göre de mitokondri tipi tanımlanır. Kristaların
    iki zar birimi arasındaki Aralık 60 A'dur.
    B. ENDOPLAZMİK RETİKULUM
    Hücre
    sitoplazması, sentez işlevlerinin yürütülmesinde çok büyük bir önemi
    olan ve endoplazmik retikulum (ER) denen kanalcıklar ve borucuklarla
    donatılmıştır (endo = Yunanca iç; retikulum = Latince küçük ağ
    demektir). Bu sisteme "Ergastoplazma" da denir. Kanalcıklar
    (sisternalar) ve borucuklar çekirdek zarının hücre zarına kadar çeşitli
    şekillerde uzamasıyla meydana gelmiştir. Bu ince borucukların çeperi
    5–6 nm. Kalınlığındaki zar biriminden yapılmıştır; lümenlerinin çapı en
    azından 50 nm.'dir. Kanallar (sisternalar) hücre içi madde dağıtımını
    ve taşınımını, hücrede asidik ve bazik tepkimelerin birbirini
    etkilemeden bir çeşit odacıklar içinde oluşmasını ve hücrenin mekanik
    etkilere karşı daha dayanıklı olmasını sağlar. Dolayısıyla borucukların
    lümeni, çekirdek porlarına doğrudan açılır. Bununla beraber ER'un iç ve
    dış zarı, çekirdeğin iç ve dış zarına bağlanmış, dolayısıyla ER ve
    çekirdek zar arası boşlukları ağızlaşmıştır. Bu nedenle çekirdekle
    yakından ilişkisi vardır. Her hücrenin endoplazmik retikuler sistemi
    kendine özgüdür. Kanalcıklar sistemi sabit değildir, gelişim ve işlev
    durumuna göre yapışı hızla değişebilir. Hücre bulunurken kaybolur, daha
    sonra yeniden oluşur. Hücre yaşlandıkça ER'un işlevleri ve
    kanalcıkların birbiriyle ilişkisi azalır, iki tip endoplazmik retikulum
    ayırt edilir.
    Granüllü (Tanecikli) endoplazmik retikulum
    Özellikle
    protein sentezi yapan hücrelerde çok görülür. Çünkü protein sentezi,
    çoğunluk ER'un borucuk ve kanalcıklarının dış yüzüne bağlanmış
    ribozomlarda gerçekleştirilir. Bu nedenle protein sentezlenen kısımları
    tanecikli görülür. Fakat ribozomların ER'a bağlanma zorunluluğu yoktur.
    Bakterilerde ER bulunmamasına karşın, ribozomca zengindirler. ER diğer
    maddeleri de sentezlemektedir (örneğin, yağ).
    Granülsüz (Düz) endoplazmik retikulum
    Daha
    çok yağ sentezi yapan hücrelerde, özellikle steroyit hormonları
    sentezleyen endokrin bezlerde bulunur. Kural olarak ribozom içermezler.
    Fakat düz ER sistem ile granüllü ER sistem arasında belirgin yapısal
    bir fark yoktur. Bu sentezleri yapan enzimleri, ER sistemin zarlarından
    ayırmak mümkün olmamıştır.
    C. GOLGİ AYGITI (GOLGİ CİSİMCİĞİ)
    Golgi
    aygıtı birçok alt birimlerden meydana gelmiştir. Bu birimlerin her
    birine diktiyozom denir (Yunanca diktiyon = ağ, soma = vücut demektir).
    Diktiyozomların tümü Golgi Aygıtını oluşturur.
    Ergin sperma ve kan
    hücreleri hariç tüm hayvan ve keza bitki hücrelerinde bir ya da birkaç
    tane bulunur. Sentezleme, özellikle salgı yapan hücrelerde iyi görülür
    (ipekböceğinin ipek salgı bezlerindeki hücrelerde çok gelişmiştir).
    Genellikle sentriyolün civarında ve çekirdeğin üzerine yakın olarak
    bulunur. Düz ER'dan çok farklı değildir. Düz ER'a göre tüpçük ve
    lamelcikleri daha yoğun olarak içerir. Birbirinin üzerine katlanmış
    5–30 kadar kanalcık (Cistern = Sisterna = Latince yağmur suyu toplayan
    çukur demektir) taşır. ER'dan osmium ve gümüş içeren boyalarla
    boyanmasıyla ayrılır, ilk defa 1898 yılında italyan bilim adamı Calmio
    Golgi, gümüşlü boya ile sinir hücrelerinde üstüste dizilmiş plakaları
    tanımladığından, bu yapıya, bilim adamının ismine adanarak "Golgi
    Aygıtı" dendi, önemi elektron mikroskobuyla ortaya çıktı.
    Hücre Yapısı ve Organeller Golgifigure1

    GA’nın yapısında, kanalcıklar orta ve tabana yakın kısmında bulunur. Uç
    kısmına gittikçe bu plakçıkların ve kanalcıkların, hücre zarına doğru
    göç eden veziküllerle (keseciklerle) kullanılıp bitirildiği gözlenir.
    Özünde burada akıcı ve sürekli bir denge vardır. Bir taraftan
    (proksimalden) sentezlenmeye başlayan maddeler uca (distale) doğru
    itilerek uzaklaştırılır. GA'nın zarları zar birimine benzer; fakat daha
    incedir (6–10 nm.). Bu ise GA'nın, ER ile hücre zan arasında bir geçit
    ödevi gördüğünü kanıtlar, öyle ki ER'un üzerinde sentezlenen protein,
    bazı maddelerin de eklenmesiyle (GA'nda) zar birimleri ya da pulcukları
    halinde hücre zanna iletilir ve onun yapışma katılır. GA'nda basit
    şekerlerden kendine özgü polisakkaritlerin sentezlendiği saptanmıştır.
    Böylece hücre zarının yapışma katılarak onun özgüllüğünü saptayan
    karbonhidrat¬lar, GA'nda sentezlenmektedir. Salgının attimasından
    başka, hücredeki fazla suyun (birhücrelilerde) vurgan koful
    aracılığıyla atılması da GA'nın görevleri arasındadır. Çünkü vurgan
    (kontraktil) koful GA'ndan meydana gelir. Bununla beraber GA'nın
    hücreden hücreye değişiklikler gösterdiğim unutmamak gerekir.

    İşaretlenmiş glikoz ve sülfatlarla yapılan gözlemlerde, proteinlere
    şeker ve sülfat eklenmesinin GA'nda gerçekleştiği kanıtlanmıştır.
    Mukopolisakkaritlerin de GA'nda sentezlendiği bilinmektedir. Bu madde
    bir iç salgı olup kıkırdak hücrelerinin yapışma katılır. Ayrıca tüm dış
    salgı hücrelerinin salgı yapımının yanısıra, iç salgı hüc¬relerinin
    (paratiroitteki glikoprotein salgısı gibi) birçok maddesinin, keza
    bitkilerdeki selülozun, karaciğer hücrelerinde lipoproteinferin
    sentezlenmesine katıldığı açık bir gerçektir. Bazı hücrelerde de
    lizozom granüllerini yaparak sitoplâzmaya vermektedir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:30 pm

    Uzun zaman, pek önemli bir organel
    olmadığı gerekçesiyle, dikkate alınmayan GA, son zamanlarda hücre
    zannın özgüllüğünü saptamada önemli görev almaşı nedeniyle, dikkatleri
    üzerine çekti. Çünkü hücre zannın özgüllüğü karbonhidratlarla
    saptanmaktadır ve karbonhidratlar da GA'nda sentezlenmektedir. Bazı
    karbonhidratların, proteinler gibi kalıtsal denetim altında
    sentezlendiğine ilişkin kanıtlar vardır. Kan grupları ve immunokimyasal
    incelemeler bunu göstermektedir.

    Karbonhidrat taşıyan proteinler ve diğer maddeler özellikle hücre
    yüzeyinde bulunurlar ve hücrelerin birbirlerini tanımasın) (kendi doku
    türünden olanlar), diğer hücrelerle ilişki kurmasını, morfogenetik
    hareketlerin (embriyolojik hücre hareketleri) oluşmasını sağlarlar.
    Birhücrelilerin konjugasyon yaparken birbirini tanıması ve birbi¬rine
    yapışması hücre yüzeyindeki özel karbonhidratlarla olur. Embriyonik
    gelişim sırasında farklılaşmış hücrelerin bir araya toplanması için de
    bu karbonhidratlar önemlidir.

    Hücre yüzeyindeki bazı glikoproteinlerin bozulmasıyla
    kanserleşmenin ortaya çıktığı bulununca, araştırmalar bu konu üzerinde
    yoğunlaştı. Virüslerin konukçu hücreleri tanıması (hücreye özgü
    virüsler) da bu karbonhidratlarla ya da karbonhidratlı proteinler
    aracılığıyla olmaktadır. Hücre içerisine endositosisle alınacak
    madde¬lerin lizozomlarda parçalanıp parçalanmayacağı ya da hangi
    asamaya kadar parça¬lanacağı bu endositoz zarın özgüllüğü ile saptanır.
    Bu zar da hücre zarından oluşur ve dolayısıyla GA'nın dolaylı denetimi
    altındadır.
    Sonuç olarak hücreye girecek ve çıkacak tüm maddeler, hücrenin
    bölünmesi, gelişmesi, farklılaşması, işlevleri ve diğer hücrelerle olan
    ilişkileri, hücre zan tarafından saptanır. Zarın özelliği de
    proteinlerle birlikte, karbonhidratlar tarafından sağlanır ve
    karbonhidratlar (glikozamin ve mannoz hariç; bunlar protein molekülüne
    ribozomlarda eklenir), özellikle terminal şekerler (galaktoz, fukoz ve
    sialik asit) protein zincirlerine GA'nda eklenir. Golgi aygıtının
    sistemleri ER'dan meydana gelmiştir.
    D. RİBOZOM
    Virüsler hariç tüm canlılarda bulunur. Yaklaşık 15 – 20
    nm. (150 – 200 A°) çapında, hepsi birbirinin benzeri, küremsi ya da
    oval bölekçiklerdir. Hücrelerin en küçük organelidir. Özünde taban
    kısımlarıyla birbirine mRNA (messenger RNA) aracılığıyla yapışmış biri
    büyük (moleküler ağırlığı yaklaşık 1.300.000 dalton) diğeri küçük
    (moleküler ağırlığı yaklaşık 600.000 dalton) iki alt birimden meydana
    gelmiştir.
    Hücre Yapısı ve Organeller Ribosome1_jpg

    E. SENTROZOM
    İlkel bitkilerde ve hayvan hücrelerinin büyük bir kısmında
    bulunur, interfazda kural olarak çekirdeğin yanındadır. Üç ile beş
    milimikron uzunluğunda, birbirine dik, ER ve ribozom taşımayan, ortası
    saydam; çevresi her biri 9 mikrotubulus tripletinden oluşmuş iki
    silindir halinde görülür. Sayıları çoğunluk iki tanedir (Dip-losoma);
    bazı hücrelerde çok sayıda olabilir. Sentriyoluma, etrafındaki
    sentroplazma ile birlikte "C e n t r o s o m a" denir. Bölünme
    başlarken, kutup ipliklerinin (iğ iplikleri) merkezinde bulunduğu için
    "C e n t r i o l= Sentriyol" adım alır. Hücre bölünmesi sırasında
    sentriyol de ikiye bölünerek, her biri bir kutba gider ve aralarında
    oluşan iğ ipliklerine, çekirdek zannın dağılmasıyla ortaya çıkan
    kromozomlar takılır. Fakat bölünme ne basit bir ikiye bölünmedir ne de
    DNA replikasyonunda olduğu gibi bir kontak sentezlenmedir. Belki eski
    kalıbın doğrudan doğruya okunmasıdır. Yeni sentriyolün
    mikrotubulusları, genellikle eski sentriyolden 100 nm. kadar uzaklıkta
    ve ona dik olarak ortaya çıkar. Büyük bir olasılıkla bilgi, var olan
    sentriyolden, oluşmakta olan kopyasına herhangi bir şekilde
    aktarılmaktadır. Fakat bu bilgi aktarılma düzeneğinin nasıl olduğu
    açıklanmamıştır.
    Spermanın orta kısmında bulunan sentriyol kamçının
    kaide taneciği olarak görev yapar. Keza Sillerin ve kamçıların kaide
    taneciği de sentriyollere homologtur (kökendeş) ve onlardan doğrudan
    doğruya türemiştir. Keza duyu hücrelerindeki almaçın yapısına katılan
    birçok oluşum da sentriyollerden meydana gelmiştir. Tüm bu organeller
    bilgi aktarımı ile birbirinden doğrudan doğruya oluştuğuna göre, acaba,
    sentriyol ya da kaide taneciği yeniden meydana getirilebilir mi? Bu
    olanak partenogenetik çoğalan denizkestanesinin yumurtalarında
    gösterilmiştir. Olgunlaşma bölünmesi sırasında, sentriyolünü yitiren
    denizkestanesi yumurtası, sitoplazma içerisinde yeniden bir sentriyol
    meydana getirerek, spermanın getireceği sentriyolün iğ ipliklerindeki
    yerini almaktadır. Her ne kadar zorunlu durumlarda kendi kendine böyle
    otonom bir üretim gözlenmişse de, bugüne kadar ne sentriyolde ne de
    kaide taneciğinde DNA'ya rastlanmamıştır. Hayvansal ve bitkisel
    birhücrelilerdeki ve çok hücrelilerdeki sillerin, kamçıların ve kaide
    taneciklerinin mikrotubulus sayısı, hayret edilecek derecede birbirine
    benzerdir ya da aynıdır. Bu gözlem, adı geçen organların monofiletik
    olduğunu (aynı kökten geldiğini) kanıtlayabilir. Genellikle formülleri
    (9+2) ya da (9+0) şeklindedir. Sentriyolün esas görevi, çevresindeki
    mikrotubulusların oluşumunu sağlamak, kendisini çoğaltmak ve iğ
    ipliklerini meydana getirmek için organize etmektir. Kaide tanecikleri
    içindeki mikrotubulusların da doğrudan bunlardan meydana geldiği
    saptanmıştır. Sentriyolün, kromozomun anafaz hareketlerine katılıp
    katılmadığı bilinmemektedir. Buna karşın kaide tanecikleri sil
    hareketleri için bulunmak zorundadır.

    Bazı kitaplarda iğ ipliklerinin kasılgan olduğu belirtilerek, bazı
    maddelerin katılmasıyla kısalıp uzadığı ve buna bağlı olarak
    sentromerine bağlı olduğu kromozomu kutuplara doğru kaydırdığı
    savunulmaktaysa da, bunu kanıtlayan herhangi birşey bulunamamıştır.

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:31 pm

    Hücre Yapısı ve Organeller Centrosome

    MiKROTUBULUSLAR VE MiKROFİLAMENTLER

    Sitoplazmanın farklılaşmasıyla oluşan 10–25 nm.
    (10–9 m. = nanometre) çapındaki borucuklardır. Yapıtaşları, molekül
    ağırlığı 40.000 olan glo-büler bir proteindir. Bu proteine "T u b u l i
    n" denir. Tubulin monomerelerinin her birinin çapı 4-5 nm.'dir. Bunlar
    birbirine, en azından, belirli mikrotubuluslarda (örneğin iğ
    ipliklerinde), tekrar çözülüp ayrılacak şekilde bağlanmıştır (polimer
    yapmışlardır). Zincirler, büyük bir olasılıkla, birbirine, "D y n e i
    n" denen, diğer bir proteinle bağlanmıştır. Bu sonuncu protein,
    tubulusların yanlara doğru yaptıkları çıkıntının materyalini oluşturur
    ve kas filamentleri arasındaki enine bağların işlevini görür. Birçok
    durumda 13 tubulus zinciri bir borucuk oluşturmak için birleşmiştir. M
    i k rotu buluşlar (çoğulu mikrotubuli) yani borucuklar da birbirlerine
    ikili ve üçlü bir şekilde bağlanmıştır. Böylece tüm zincir dizileri bir
    arada tutulmuştur.

    Mikrotubuluslar, hücrede birçok farklı görevi yüklenmiş ve buna
    ilişkin olarak da bazı yapısal değişikliklere uğramıştır. Hücrenin
    yapısal değişikliğinde (morfogenezinde) büyük önemleri vardır. Hücre
    bölünmesinde görev alan iğ ve kutup ipliklerini yapar ve keza sinir
    liflerindeki aksonların içinde boydan boya uzanır. Daha önce de
    değindiğimiz gibi hayvanlar ve az da olsa bitkiler âleminde bulunan sil
    ve kamçı, keza güneşsilerin (Heliozoa) yalancı ayaklarındaki eksen
    çubuğu mikrotubulusların katılmasıyla oluşmuştur. En önemlisi,
    bunların, sentriyol ve türevlerini yapmasıdır. Bir alkoloyit olan "C o
    l c h i c i n" (= karçiçeği özütü), tubulinle stökiyometrik (belirli
    oranlarda) olarak birleşir. Bu birleşme mikrotubulusların bütünlüğünü
    bozar (örneğin, iğ ipliklerini). Buna karşın sil mikrotubulusları bu
    maddeye dirençlidir. Mikrofilamentler, aktin ve diğer proteinlerden
    yapılmış 7 nm. çapındaki iplikçiklerdir. Bunlar hücre hareketinden ve
    sitoplâzma akıntılarından sorumludurlar. Sitokalazin ile bloke (felç)
    edilebilirler.
    F. PLASTİTLER
    Mantar ve hayvan hücrelerinde bulunmazlar. Plastidler
    hücreyle beraber gelişerek görevine uygun şekil ve renk kazanırlar.
    Renklerine ve görevlerine göre plastidler üç grupta incelenirler.
    1. Kloroplastlar:

    Kloroplastta fotosentezi gerçekleştirmek üzere bulunan thylakoidler, iç
    zar ve dış zar, stomalar, enzimler, ribozom, RNA ve DNA gibi oluşumlar
    vardır. Bu oluşumlar hem yapısal hem de işlevsel olarak birbirlerine
    bağlıdırlar ve her birinin kendi bünyesinde gerçekleştirdiği son derece
    önemli işlemler vardır. Örneğin kloroplastın dış zarı, kloroplasta
    madde giriş-çıkışını kontrol eder. İç zar sistemi ise "thylakoid"
    olarak adlandırılan yapıları içermektedir. Disklere benzeyen thylakoid
    bölümünde pigment (klorofil) molekülleri ve fotosentez için gerekli
    olan bazı enzimler yer alır. Thylakoidler "grana" adı verilen kümeler
    meydana getirerek, güneş ışığının en fazla miktarda emilmesini
    sağlarlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla
    fotosentez yapabilmesi demektir.

    Bunlardan başka kloroplastlarda "stroma" adı verilen ve içinde
    DNA, RNA ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındıran bir de
    sıvı bulunur. Kloroplastlar sahip oldukları bu DNA ve ribozomlarla hem
    kendilerini çoğaltırlar, hem de bazı proteinlerin üretimini
    gerçekleştirirler. Fotosentezdeki başka bir önemli nokta da bütün bu
    işlemlerin çok kısa, hatta gözlemlenemeyecek kadar kısa bir süre içinde
    gerçekleşmesidir. Kloroplastların içinde bulunan binlerce "klorofil"in
    aynı anda ışığa tepki vermesi, saniyenin binde biri gibi inanılmayacak
    kadar kısa bir sürede gerçekleşir.

    Bilim adamları kloroplastların içinde gerçekleşen fotosentez
    olayını uzun bir kimyasal reaksiyon zinciri olarak tanımlarlarken, işte
    bu hız nedeniyle fotosentez zincirinin bazı halkalarında neler olduğunu
    anlayamamakta ve olanları hayranlıkla izlemektedirler. Anlaşılabilen en
    net nokta, fotosentezin iki aşamada meydana geldiğidir. Bu aşamalar
    "aydınlık evre" ve "karanlık evre" olarak adlandırılır.
    Fotosentez:
    Bitkiler
    besinlerini kendileri üretmek zorundadır. Bu nedenle yapraklarındaki
    klorofil aracılığı ile güneş ışığını toplarlar. Toplanan güneş ışığı
    kimyasal enerjiye dönüştürülerek, genelde nişasta olarak depolanır ve
    gelişmek, büyümek için yakıt olarak kullanılır. Bitki güneşten aldığı
    ışık enerjisi ile karbondioksit ve sudan yararlanarak zengin içerikli
    bir besin olan glikoz (şeker) elde etmektedir. Besin elde etme adına
    gerçekleşen bütün bu kimyasal süreç Fotosentez olarak ifade edilir.
    Fotosentez için en temel şart, ışık ve ısıdır. Bitkiler ışık olmadan
    asla yaşayamazlar.

    Yapraklar, bitkilerin besin üretim merkezidir. Bitki yapraklarını
    oluşturan hücrelerin içinde kloroplast denilen, çok küçük yapılar
    vardır. Bu yapıların içindeki yeşil renkli boyar madde (pigment) olan
    klorofil maddesinin görevi ışık yakalamaktır. Kloroplastlar güneş
    ışınlarını bir panel gibi toplayıp, kollektör gibi enerjiye
    dönüştürerek besin üretirler... Üretilen besin yapraklardan, bitkinin
    beslenmesi gereken diğer bölümlerine götürülür.

    Uzunca bir MEŞE ağacının yaprakları, 1000 m2 lik bir panele eşdeğer 250 bin civarında mini enerji merkezi konumundadır...
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:32 pm

    Fotosentez denklemi:
    6CO2 + 12H2O + Işık enerjisi → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O + 673 Kalori


    2. Kromoplastlar:
    Bitkilerde sarı, kırmızı,
    turuncu renkte olan plastidlerdir. Yaşlı yapraklarda, meyvelerde ve
    bazı yüksek yapılı bitkilerin köklerinde bulunur.
    Sarı renkte kromoplastlar —> Limon, Muz vb.
    Kırmızı Renkte olan Kromoplastlar: —> Domates vb...
    Turuncu Renkte olan Kromoplastlar —> Havuç vb.
    3. Lökoplastlar:
    Renksizdirler.
    Bitkilerin ışık görmeyen kısımlarında (kök, yumru vb.) bulunurlar.
    Nişasta depolarlar. Fotosentez sonucu husule gelen glikoz, iletim
    sistemi vasıtasıyla depo yeri olan lökoplastlara gelir. Burada glikoz
    molekülleri birleşerek nişasta molekülleri meydana gelir. Nişastanın
    sentezi esnasında, su açığa çıkar. N sayıda glikoz molekülünün
    birleşmesi esnasında (n–1) sayıda H2O molekülü açığa çıkar. Nişasta
    taneciklerinin şekil ve büyüklükleri bitkinin çeşidine göre farklılık
    gösterir.
    G. KOFUL (VAKUOL)
    Vakuol
    olarak da bilinir, sitoplazmada bulunan içi sıvı dolu boşluklardır.
    Endoplazmik retikulumdan, golgiden, hücre zarındar meydana gelebilir.

    Sitoplazmadan ince bir zar ile ayrılır. Bu zar gerek yapı, gerekse
    geçirgenlik bakımından sitoplazma zarına benzer. Bunlar bir hücreli
    protistler ve bitki hücreleri için karakteristik ve önemlidir. Golgi
    aygıtından meydana gelirler. Yüksek organizasyonlu hayvan hücrelerinde
    de bulunabilirler. Bazı hücrelerde vakuoller, hücrenin değişmez bir
    organeli olduğu halde, diğer bazılarında gerektiğinde oluşan ve işi
    biter bitmez kaybolan yapılardır.

    Tatlı sularda, yoğunluk farkından dolayı, vücut içerisine giren
    fazla suyu pompalayarak küçük kanalcıklar aracılığıyla dışarıya
    atmaktır. 4 çeşit koful vardır. Besin kofulu, sindirim kofulu, boşaltım
    kofulu ve kontraktil(vurgan)koful.


    H. LİZOZOM

    Mitokondriterin
    büyüklüğünde (0,5 mikron çapında); sayıca onlardan az ve daha düşük
    yoğunlukta; lipoprotein yapısında tek tabakalı bir zarla çevrilmiş,
    içle-rinde litik enzimler (hidrolazlar, proteazlar, lipaztar ve
    fosfatazlar; toplam kırktan fazla enzim saptanmıştır) içeren, çoğunluk
    küremsi keseciklerdir (Şekil 3,1 ve 5). İlk defa 1955 yılında fare
    karaciğerinde saptanmış, daha sonra alyuvarlar hariç, tüm hayvansal
    hücrelerde, özellikle vücudun savunmasından sorumlu olan akyuvarlarda
    ve makrofajlarda, bol miktarda bulunduğu görülmüştür. Bitki
    hücrelerinde, mantar¬larda ve mayalarda lizozom benzeri yapıların
    olduğuna ilişkin bazı kanıtlar vardır. Bakterilerde ise lizozom yoktur;
    fakat litik enzimler bulunmuştur.

    Hücrelerdeki bileşikleri, özellikle protein, polisakkarit ve
    çekirdek asitlerin, hidroliz ederek parçalayabilen bu litik enzimler,
    bir zarla çevresinden ayrılmakta ve büyük bir olasılıkla da, lizozom
    İçerisinde etkisiz (inaktif) durmaktadır. Tahrip edilen bir fizozomdan
    dışanya akan enzimler, kısa bir sürede tüm hücre içeriğini liziz ederek
    (parçalayarak), onu ölüme sürükler. Bu olaya "Otoliz" denir, ölümden
    kısa bir süre sonra kokuşmanın ortaya çıkması, bu lizozomların
    bozulması nedeniyledir. Lizozom enzimleri ribozomlarda sentezlenerek ya
    ER aracılığıyla doğrudan doğruya ya da GA aracılığıyla dolaylı olarak
    paketlenerek, yani bir kesecik içerisine alınarak sitoplazmaya verilir,
    içi tanecikli, lamelli ya da homojen yapıda olabilir. Yumurtanın
    spermle birleşmesi sırasında, spermanın akrozomundan çıkarılan
    (yumur¬tayı delmek için) enzimler lizozom içeriğidir. Lizozomların iyi
    işlev görmemesi hücrelerin ve dokuların yaşlanmasına neden olur.
    Metamorfoz (başkalaşım) geçiren canlıların hücrelerinin bir çeşit
    eriyerek yeniden şekillendirilmesinde, erime işlemim gerçekleştiren
    lizozomlardır. Keza dokulardaki programlanmış (zamanı gelmiş) hücre
    ölümleri de yine bunlar tarafından yapılır.
    Hücre Yapısı ve Organeller Lizozom

    I. FLAGELLA

    Flagellin adı verilen proteinden oluşan bakterilere özgü hareket
    organeli. İnce, uzun ve iplik benzeri organeller olup hücrelerin
    yüzeyinden çıkar, hareket ve beslenmede kullanılır. Aynı zamanda akıcı
    madde ve tanecik nakline yararlar.
    3. HÜCRE ÇEKİRDEĞİ
    Kimyasal ve yapısal homeostazın korunması için gerekli olan
    ve genetik hafızayı meydana getiren veriler hücre çekirdeğinde
    toplanmıştır.

    Morfolojik olarak deliklere benzeyen bu haberleşme yöreleri,
    moleküler boyutlarla ilgili olarak basit bir yayılma eğilimi değil de,
    sadece moleküllerin seçici bir geçişini sağlayan daha karmaşık
    yapılardır. Çekirdeğin içinde tek veya çok olabilen; yoğunluk ve renk
    bakımından çekirdekten farklı, genellikle yuvarlağımsı bir yapı
    şeklinde gözüken nükleol (çekirdekçik) vardır. Giriş safhasında
    çekirdeğin büyük kısmı, dezoksiribonükleoprotein liflerinden meydana
    gelir. Lifler, asit proteinlerle örtülü bir DNA molekülünden oluşmaları
    nedeniyle farklı çaplara sahiptir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Hücre Yapısı ve Organeller Empty Geri: Hücre Yapısı ve Organeller

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:33 pm

    DNA molekülünün bazı yörelerinde
    protein bulunmayabilir; böylece lifin bazı yöreleri daha ince çapta
    olur. Liflerin uzunluğu, doğal olarak DNA molekülüne bağlıdır ve pek
    çok santimetreye ulaşabilir. Giriş safhasında nukleus materyalinin,
    spiralimsi bir oluşumla çok daha yoğun bir yapıya sahip olan ve yine
    dezoksiribonükleoprotein liflerinden oluşan kromozomlarda çözüldüğü
    görülür. Asit proteinler tarafından düzenlenen bu süreç, kuvvetli
    hidrofobik karşılıklı etkilerin oluşumuna bağlıdır. DNA molekülü içinde
    bazılarının birbiri ardına gelmesi, genetik hafızanın korunması için
    kod oluşturur. Bilgi karmaşık bir süreç aracılığıyla DNA'dan RNA'ya
    aktarılır. Etkili protein sentezinde kodun okunması, özel bir RNA
    şeklinin oluşturduğu kompleks düzeyinde gelişir.

    Mesajcı RNA (mRNA) ve ribozomlar etkilidir. Ribozomlar, sitoplazma
    içinde poliribozomlar ve polizomlar adı verilen komplekslerle ilişkili
    olarak ya da serbest halde bulunan küresel yapılardır. Ayrıca pürtüklü
    endoplazmatik retikül zarlarına da bağlanabilirler. Her ribozom, farklı
    boyutlarda ancak her ikisi de ribonükle-oproteinlerden meydana gelen
    iki parçadan oluşur. İki parçanın gerek RNA molekülleri, gerekse
    protein molekülleri kendi aralarında farklıdır. Mesajcı RNA, ribozomun
    en küçük parçasına bağlanır, bir mRNA molekülü çok değişik sayıda
    ribozoma (polizomlar) bağlanabilir. Bu sayı, en az 4 ribozomdan en
    fazla 100 ribozoma kadar değişebilir.

    Hücre başına ribozom sayısı, sözü edilen büyüme ve farklılaşma
    safhalarına göre değişiklik gösterir. Bununla birlikte hücre başına
    toplam ribozom sayısı, o hücrenin protein üretme gücüyle de oldukça
    ilgilidir. Polizomların sayısı veya R.E.R. gelişimi de ilgili protein
    sentezi ile ilişkisi bir başka konudur. Böylelikle serbest ribozomların
    sayısı ile poliribozomların sayısı arasında niceliksel ilişkinin ve
    başkalaşımlarının incelenmesi sonucunda sentetik-protein faaliyetinin
    değişimi hakkında bilgi alınabilir.

    Bundan başka ribozomlar, pürtüklü retikül zarlarına
    bağlanabilirler. Bu sistemde, ribozom düzeyinde oluşan polipeptid
    zinciri, tübül zarından geçerek tübül boşluğunun içine doğru hareket
    eder. Yeni oluşmuş materyal, elektron mikroskobunun sınırında, tübül
    boşluğunun içinde görülür. Tübül içinde veya Golgi sistemine doğru
    hareket edebileceği gibi hücre dışı alana doğru da hareket edebilir.
    Hücre Yapısı ve Organeller Image025
    Olgun akyuvar hücreleri ve mavi-yeşil alg hücrelerinde hücre çekirdeği yoktur.
    4 kısımdan oluşur:
    1. Çekirdek Zarı:
    Çekirdek
    zarı, endoplazmik retikulumun devamı şeklinde olup endoplazmik
    retikulumun zarı ile bağlantı halindedir. Yapısında porlar bulunur. Bu
    porlar çekirdek plazması ile sitoplazm arasında serbest geçişe ve madde
    alış-verişin imkân sağlar. Çift katlıdır. Hücre zarına benzer. RNA ve
    ribozomları geçirme özelliğine sahiptir.
    2. Çekirdek Özsuyu:
    Yarı
    saydam ve akışkan yapıdadır. Su, protein, DNA, RNA, ribozom ve diğer
    maddeleri tutucu bir özelliktedir Çekirdek özsuyu %50 – 80, protein %
    39. DNA % 10, RNA % 1, mineral ve diğer maddelerden oluşur.
    3. Kromatin Ağ:
    Nukleus
    (çekirdek) içinde bulunup özel boyalarla boyandığı zaman görülebilir,
    iplikçik şeklindekl bir ağ sistemidir. Kısalıp kalınlaşarak
    kromozomları oluşturur. Kalıtsal bilgiler kromozomlarda depolanır.
    4. Çekirdekçik:
    Çekirdekçik,
    çekirdek içinde zar içermeyen ve interfaz aşamasındaki hücrelerde D
    grubu (13.14.15 ) ve G grubu (21 ve 22) no’lu kromozomların uç
    bölgelerindeki rRNA gen kümeleri nin (NOR) oluşturduğu, daha yoğun bir
    bölge olarak görülen bir bölümdür. Mitokondrial ribozomlar dışında
    ökaryotik hücrelerin tüm ribozomları, çekirdekçikte oluşturulur.
    Çekirdekçiğin büyüklüğü, aktivitesini gösterir. Ökaryotik ribozomların
    büyük altbirimi 5.8S,5S ve 28S rRNA’ların çeşitli proteinlerle
    birleşmesi sonucu, küçük altbirimi ise 18S rRNA ve proteinlerden
    oluşur. Bu bölgede insan hücreleri (haploid genomda) 200 kadar rRNA
    geni içerir. Bu genlerden RNA polimeraz I enzimiyle başlangıçta 45S’lik
    öncül rRNA’lar sentezlenir, daha sonra ribozomun yapısına katılacak
    olan 5.8S,18S ve 28S rRNA’lara parçalanır. Ribozomun yapısına katılan
    ve en küçük rRNA olan 5S rRNA genleri ise çekirdekte 2000 kopya
    şeklinde bulunur. Bu genlerin rRNA’ya yazılımı yine çekirdekçikte
    gerçekleşir. Çekirdekçik, mitoz bölünme sırasında çekirdek zarının
    dağılmasıyla birlikte bütünlüğü bozularak çözülür. İnterfazda yeniden
    ortaya çıkar.


      Forum Saati Salı Mayıs 07, 2024 6:58 pm