.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 11:53 am

    AKRABA EVLİLİKLERİNİN SAKINCALARI

    1- Konu
    Akraba
    evliliği, olgusu, tıp bilimlerindeki çalışmaların ilerlemesiyle
    birlikte, toplumun gündeminde daha çok ilgilenilen bir konudur. Akraba
    evliliği, aslında, kökleri tarihte olan olgu olduğu için kültürel
    hayattaki görünümleri dilde, edebiyatta, halk biliminde oldukça
    yaygındır. Beşerî bilimlerin konuları, yapıları nedeniyle, diğer
    bilimlerin ve teknolojilerin konularıyla ortak alanlar
    oluşturabilmekte, yeni disiplinler ortaya çıkmaktadır. Akraba evliliği
    bağlamında da durum böyle bir görünüm sergilemekte, tıp sosyolojisi,
    tıp antropolojisi gibi alanlar şekillenmektedir. Tıp bilimleri, akraba
    evliliğinin sakıncalarına deyinse de, Türkiye’de ve diğer bazı
    kültürlerde akraba evliliğinin uzunca bir süre daha geçerli olacağını
    hesaba katmak gerekir.

    Akraba evliliği doğrudan
    “akraba”, “aile” olguları ile ilgilidir, bu konulardaki tanımlar,
    yaklaşım biçimleri dil dünyası zenginliği ile bilimsel akıl yürütmelere
    ve açıklamalara olanak vermektir. Bu yazıda akraba evliliği ile ilgili
    belli başlı kavramlara, tıp sosyolojisi için çağrıştırdıklarına
    deyinilecek ve okuyucu için küçük bir kaynakça verilecektir.


    2- Kavramlar
    2.1- Akraba
    Türk
    kültürüne akraba sözcüğü Arapça karîb (tür. yakın) sözcüğünün çoğul
    şekli olan akribâ'dan gelmektedir. Türkçe ses uyumundan dolayı akraba
    şeklini almıştır. Arapça' da kurb sözü yakınlık anlamına gelmektedir.
    Türk kültürü içinde kullanılarak bir kavram haline gelen akraba
    sözcüğü, aynı zamanda antropoloji, sosyoloji, etnoloji gibi
    disiplinlerin önem verdiği konu olmuştur. Akraba kelimesi genel olarak,
    “kan ve evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım” olarak
    tanımlanmaktadır. Ancak hısım kavramına ayrıca deyinmek gerekir.

    Akrabadan
    başka Arapça'dan Türkçe'ye geçen ve oldukça fazla kullanılan diğer bir
    kavram da hısımdır. Hısımlık, yakınlık, evlilik bağı ile olan yakınlık,
    soydaşlık, aralarında yakınlık bulunan kimseler anlamındadır
    Anadolu'nun bazı bölgelerinde akraba ve hısım aynı anlamda kullanılsa
    bile kan bağı olanlara akraba; aralarında kan bağı olmayanların
    evlilikleriyle oluşan, evlenen çocukların yakınlarına hısım dendiği
    bilinmektedir. Bazı akraba evliliklerinden dolayı taraflar biri
    birilerine "hem hısımız, hem akrabayız" demektedir. Bu ayrım evlilik
    öncesi ve sonrasında ailelerin birbirlerine göre konumlarına işaret
    eden ayırımdır.

    Türkçe'nin erken dönemlerinde bu
    kavramı yakın, yağuk sözcükleri karşılamış görünmektedir. Aynı zamanda
    yakın; akraba için, zaman için ve yer için kullanılmaktadır. “Yekke
    yakın kelse / biligke yakın / özke yakın” bunlara birkaç örnek olarak
    verilmektedir. (Clauson, 1972). Yakınlık da bu sözden türemiştir.
    Türkçede başka kavram ve terimler de kullanılmıştır: bunlardan soy ve
    sop sözcüklerini içeren bir kavram olarak oguş aile ve akrabalığa
    işaret etmektedir. Türkçenin erken dönemlerini dikkate alan birinci el
    sözlüklerde (Kaşgarlı Mahmud, Divan'ü Lügat'it Türk) ve Türkçe
    etimoloji çalışanlarda (J. Nemeth, A.V. Gabain, A. Caferoğlu, G.
    Clauson) oymak (Moğolca ayimak ve urug da hatırlanabilir) kabile, boy,
    soy, akraba, nesil, aile olarak karşılanmaktadır.5

    Batı
    dillerinde akraba karşılığı kullanılan kavramlardan birisi olan
    relative (ing)/ relatif (fr) kavramı bu dillere Geç Dönem Latince'deki
    relatus/relativus sözcüğünden geçmiş. Bir yere, bir şeye dayanmak
    anlamındadır. Yakınlık, ilişki anlamında da kullanılan relation (ing)
    da örneğin Orta dönem İngilizce ve Fransızca'ya Latince'den relatio'dan
    gelmektedir.

    İngilizce'de kullanılan ve köken
    olarak Orta Dönem İngilizce'ye (kin / kiu / kuu) ve Anglo-Saksonca'ya
    (cyuu / cyu / kin / kind) dayanan kin sözcüğü de aile, akraba, halk,
    doğumla veya evlilikle birbirine bağlı olanlar anlamındadır. Yakın ve
    akraba kavramları gündelik hayatta oldukça geniş bir kullanım alanına
    sahiptir. Uzaktan akraba, yakın akraba, akrabayı talukat, yakınım,
    soyum-sopum, amcam-dayıcam gibi belirlemelerin hepsi geniş anlamda
    sosyolojik ve antropolojik birliğe işaret etmektedir. Akraba kavramının
    incelenmesi sosyal bilimlerin tümü için önemli bir araştırma konusu
    olmuş, bu kavramın farklı kültürlerde tarif edici ve tasnif edici
    özelliklerinden hareket ile aile ve evlilik olgularına/kurumlarına
    çeşitli yaklaşımlar sağlanmıştır.


    2.2- Akraba Evliliği
    Akraba
    kavramının bu geniş kullanımı yanında genetik biliminde (consanguineous
    marriage) ve kültür bilimlerinde kullanılan akraba evliliği (kin
    marriage (ing)/ Verwandtenheire (alm)/ kavramı da vardır ki bu özel bir
    kullanımdır. Gündelik dilde kullanılan "akrabadan evlenmek" durumu her
    koşulda kültür bilimleri ve genetik bilimleri açısından "akraba
    evliliği" sayılmamaktadır. Bilimsel anlamda ve bu çalışmada kullanılan
    anlamıyla akraba evliliği / consanguineous marriage (ing):" Çeşitli
    evlilik bağlarıyla akraba olan kimselerin; özellikle yeğenlerin (kardeş
    çocuklarının) birbirleri arasındaki evlilik..." (yakın akraba evliliği
    veya birinci dereceden akraba evliliği kastedilmektedir. Bu tanımına
    kardeş torunlarının evlilikleri uzak akraba evliliği veya ikinci derece
    akraba evliliği de eklenince tanım birinci ve ikinci dereceden
    akrabaların evliliklerini kapsamaktadır.

    Akraba
    evliliği kavramının yukarıda belirtilen sınıflamasından başka bir de
    paralel yeğen evliliği (parallel-cousin marriage) ve çapraz yeğen
    evliliği (cross-cousin marriage) sınıflaması vardır. Amca kızı-Amca
    oğlu ve Teyze Oğlu-Teyze Kızı arasındaki evlilikler paralel, Dayı
    Oğlu-Hala Kızı ve Hala Oğlu-Dayı Kızı arasındaki evlilikler çapraz
    yeğen evlilikleridir.

    Akraba evliliği kavramının
    batı dillerindeki bilimsel karşılığı olan consanguineous sözcüğü,
    Latince kan anlamına gelen sanguis ve ortak anlamına gelen con
    sözcüklerinden yapılmıştır. Bu kavramsal belirlemenin, örneğin
    İngilizce'deki akraba, halk birliği, aile anlamına gelen “kin” sözcüğü
    ile değil de doğrudan kana dayanan bir sözcükle karşılanması bu
    kültürlerde de akraba kavramının geniş anlamından kaynaklanmaktadır.


    2.3- Aile
    Akrabalık
    ile yakından ilgili iki kavram olarak evlilik ve aile kavramlarına veya
    olgularına bu çalışmada fazlaca deyinilmeyecektir. Bazı kuramcılara
    göre evlilik ve aile kurumları, daha geniş olan akrabalık sisteminin
    birer parçası ve görüntüsüdürler. Sistemin anahtarı, akrabalık
    sözcüklerinde saklıdır. Akrabalık sözcüklerini bir yana bırakarak
    evlilik ve aileyi incelemek, olanak dışı değilse de zordur. Buna
    karşılık akrabalık sistemi, çözümlenince, evlilik ve aile sistemleri
    çok kolaylıkla açıklanabilmektedir.

    Aile ile
    ilgili tanımlarda ön plâna çıkan belli başlı unsurlar; cinsel ilişki;
    bu ilişkinin biyolojik, sosyolojik, dinî, hukukî/kanunî /meşruiyeti; bu
    ilişkiden doğan ve geçen kan bağı ile bağlı kuşaklar; bu kuşaklar ve
    aile üyeleri arasındaki toplumsal ilişkilerde süreklilik ve bunun
    gereği olan toplumsallaşma ve meşrulaştırma süreçleri. Bunlara ek
    olarak ailenin kurulmasına öncülük eden ve ailenin sürekliliği
    sırasında etkili olan evlilik süreçleri de aile kavramının tanımında
    dikkate alınmalıdır.

    “Bu bağlamda aile tanımları
    yapılırken aileyi oluşturan temel unsurlar dikkate alınmıştır. Aile,
    kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir gruptur
    (Winch, 1965). Eşlerin cinsel ilişkisine dayalı, çocuk sahibi olma ve
    bu çocukları yetiştirme özellikleri gösteren bir gruptur (MacIver-Page,
    1965). Aile en az iki neslin bir arada bulunduğu, kan bağı ile
    karakterize edilen küçük bir sosyal örgüttür (Sumner-Keller, 1966).
    Aile ana, baba, çocuklar ve tarafların kan akrabalarından (aile
    biçiminin gereğine göre) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir
    birliktir”.

    “Güvenç (1972) toplumun evrimini
    ailenin evrimine bağlayan evrim teorilerinin bugün geçerliliğini
    tümüyle yitirmiş olduğunu, akrabalık sistemlerinin modern toplumlar
    içerisindeki yeri ve önemi üzerinde yapılmış sosyolojik araştırmaların,
    belki de bu teorinin tersinin daha da doğru olabileceğini gösterdiğini
    belirtir. Buradan giderek ailenin topluma değil, toplumun aileye ve
    akrabalık sistemlerine biçim verdiği söylenebilir. Yine aynı şekilde
    toplum akraba evliliklerinin de yapılıp yapılmamasında etkilidir”.




    3- Akraba Evliliği İle Kurulan Aile
    Akraba
    evliliği yoluyla kurulan aile olgusunun birincil belirleyicisi eşler ve
    onların ataları arasında kan bağının olmasıdır (kardeş çocukları,
    kardeş torunları). Sosyolojik ve antropolojik yönden “akrabadan
    evlenmek” gündelik dil kullanımında geniş aile olgusunu ve geniş aile
    tipini hatırlatır durumda olabilmektedir. Bir ölçüye kadar bazı
    yörelerde devam eden, boy, sülale, aşiret ve kabileye bağlığı da
    çağrıştırmaktadır. Akrabadan evlenenlerin kardeş çocuğu ve kardeş
    torunu olanları dışındaki uzaktan akrabalar birinci ve ikinci dereceden
    “akraba evliliği” kapsamına girse de bunlar arasında kan bağının olması
    önemlidir. Eski zamanlardan beri oldukça işlevsel olan atalar ruhu,
    grup dayanışması, aileler birliği gibi dinî, tarihî, mitolojik ve
    beşerî fenomenlerin kendini sürekli kıldığı önemli kültür dinamikleri
    hem işlevselliklerinden hem de psikolojik etkilerinden dolayı yaşaya
    gelmektedir. Akraba evliliğinin geleneksel, töresel ve örfî nitelikli
    kültürel boyutları da vardır. Ailelerin içlerine yabancı sokmak
    istememeleri, akrabalık ruhunun, dayanışmasının dışarıdan birinin
    etkisi ile bozulacağı inancı, üretim ve mülkiyet potansiyelinin akraba
    dışı insanlar tarafından parçalanmaması, geleneksel otoriteye uyum ve
    bu yolla maddî, manevî birikimlerin varlığının ve geleceğinin güvence
    altına alınması akraba evliliği olgusunun temel kurumlaşma dayanakları
    olarak dikkate alınabilir.


    4- Beşerî Bilimlerinden Tıp Bilimlerine Akraba Evliliği
    Genetik,
    biyoloji, veterinerlik ve diğer tıp bilimlerinin kaydettiği gelişmeler
    sonucu, belirli bir oranda hastalıklı çocukların doğumuna neden
    olmasıyla, akraba evliliği kültür bilimlerinde olduğu kadar genetik ve
    tıp sosyolojisinin de konusu olmuştur. Ancak konunun bu şekilde gündeme
    gelmesi akraba evliliği ile hastalıklı çocuk doğumları arasında bazen
    de aşırıya giden bir ilişki olduğu kanısı uyandırmaktadır. Bir yanda,
    doğumdan itibaren görülen tüm rahatsızlıkların, (oluşum/şekil
    bozuklukları, genetik rahatsızlıklar gibi) nedeni, böyle olmasa da bir
    slogan gibi kolayca, akraba evliliğine bağlanabilirken diğer yanda bazı
    rahatsızlıklar doğrudan akraba evliliğinden kaynaklansa da bu durum
    bazı ailelerce ve kesimlerce kabullenilmemektedir. Bu iki kanaatin
    yerli yersiz veya eksik bilgi ve spekülasyonlardan dolayı yaygınlık
    kazanması toplumun bu konuda sağlıklı bilgi sahibi olmasını
    engellemektedir. Akraba evliliği konusunda halkın bilgilendirilmesi bir
    tür yetişkin eğitimi olarak da düşünülmelidir.

    Akraba
    evliliği ile ilgili çeşitli araştırmalarda, ulaşılan ailelerden alınan
    bilgiler bir rahatsızlık durumu ortaya koyuyorsa, konunun tıp
    sosyolojisinden uzak olmadığını düşünmek gerekmektedir. Kültür
    bilimleri açısından yapılan çalışmalar hangi düzeyde olur isi olsun,
    akraba evliliği olgusu, daha çok rahatsızlıkları olan çocukların doğumu
    ile akraba evliliği arasında bir ilişki kurulması nedeniyle tıbbî
    bakımdan halkın daha çok dikkatini çekmiştir. Böylece hem bilginin
    kaynağı ve niteliği (epistemoloji) açısından hem de konuya yaklaşım
    (yöntem) açısından disiplinler arası yaklaşımın zorunluluğu su yüzüne
    çıkmıştır. Aile sosyolojisi ile tıp sosyolojisinin ayrıştığı ama
    birbirinden de kopuk olmadığı bir kavşağa gelinmektedir.

    1-Akraba evliliğini etkileyen nedenler ve bunun kurumlaşma süreçleri,
    2-
    Akraba evliliğinin sonucu olarak muhtemelen ortaya çıkan rahatsızlıklar
    ve tıp bilimlerinin tanı ve sağaltım (teşhis ve tedavi) süreçleri.

    3-
    Disiplinler arası yaklaşım açısından ise tıbbî bir olguya sosyolojik
    yaklaşım veya sosyolojik bir olgunun muhtemel tıbbî sonuçları.

    Son
    yıllarda tıp sosyolojisi alanındaki çalışmalar dikkati çekmekte yeni
    yeni konular gündeme gelmektedir. Bazı çalışmalarda tıp sosyolojisi bir
    organizasyon sosyolojisi gibi düşünülse de, tıp-kültür bağlamı hak
    ettiği yeri almalıdır. Akraba evliliği konusu da bu açıdan bakılması
    gereken konulardan birisi olma durumundadır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 11:56 am

    5- Ensest / Fücür
    İnsanlık
    tarihi, aile içi evlenme geleneği olan ensesti/fücürü önemli ölçüde
    geride bırakmıştır. Ancak bu çağda bazı kabilelerde gelenek olarak
    görülmektedir. Dünya genelinde de hemen hemen hukuken yasaktır. Bir suç
    ve sapma davranışı olarak çağcıl (modern) toplumlarda örneklerine
    rastlansa da, konunun niteliği bakımından nesnel bilgiye ulaşılması
    güçtür.

    Akraba evliliğinin tarihîne ilişkin
    birincil kaynaklar bu makalenin konusu olarak doğrudan incelenmemiş,
    Çok kısa olarak ikinci elden bazı incelemelere itibar edilmiştir.
    Kabile dışından, aile dışından evlilik (exogami), aile tarihî açısından
    önemli bir olgudur. Ancak, tarihîn bazı dönemlerinde kültürlerin akraba
    evliliğine imkan vermiş olması mümkün görünmektedir. Buna ilişkin
    bilgiler çok net olmamakla beraber, bazı çalışmalarda, akraba
    evliliğinin bugün için hemen hemen resmen uygulanmayan şekli olan
    ensest/fücür örneklerine deyinilmektedir. Özellikle, Eski Mısır’da
    Firavun sülalelerinde görülen baba-kız, anne-oğul, kız kardeş-erkek
    kardeş evlilikleri dikkat çekici örneklerdir.15 Böyle bir ensest
    evliliğin nedeni olarak, hanedana dışarıdan girecek kimselerin
    saltanatı yıkmasını önlemek gösterilmektedir. Bugünkü Peru’nun eski
    sakinleri olan İnkaların da akraba evliliği yaptığına deyinilmektedir.
    Eski dönemlerdeki bütün kültürleri kapsayacak genel bir yargıda
    bulunmak mümkün değildir. Çünkü bugün için birbiriyle çelişir görünen
    farklı bilgilere rastlanmaktadır.

    "Akraba
    evlilikleri, tarihîn çok eski devirlerinden beri yapıla gelmektedir ve
    bu tip evlilikler için toplumların çok değişik değer yargıları vardır.
    Etnografik araştırmalar hısımlıkla ilgili evlenme engelleri konusunda
    ilginç verileri kapsamaktadır. Totem sisteminde akrabalıkları pek uzak
    olsa bile bir erkeğin annesinin totemine mensup kadınlarla evlenmesi
    yasak olduğu halde, Meksika'nın Sierra Madre bölgesinde baba kız
    evlenmeleri oldukça sık ve büyük çoğunlukla ekonomik nedenlerle
    yapılmakta idi. Aynı kabileden bir kızla evlenmeyi büyük bir dehşetle
    karşılayan Khondlar tehlikeyi önlemek için kız çocuklarını
    öldürürlerdi. Veddahlar ise erkeğin ablasıyla evlenmesini suç
    saydıkları halde, kendisinden küçük kız kardeşi ile evlenmesini hoş
    görürlerdi. Güney Avustralya kabilelerinde bir erkeğin annesi, kız
    kardeşi, birinci ve ikinci dereceden kuzenleri ile cinsel ilişkisi
    yasak olduğu halde, Java'daki Kalonglar arasında ana-oğul
    evlenmelerinin uğur getirdiğine inanılırdı. Bali'nin soylu ailelerinde
    ise farklı cinsten ikiz kardeşlerin ana rahminde birleştiği
    sanıldığından, evlenmeleri mümkündü. Doğu Afrika'daki Teita ahalisi de
    kendi anne ve kız kardeşleri ile tamamen ekonomik nedenlerle
    evleniyorlardı. Eski Mısır ve İnkalarda soyun asaletinin devamı için
    kardeş-kardeş evlilikleri sık yapılırdı. Mısır'da bu o derece
    abartılmıştı ki prenseslerin asil kanı tahtın varislerinden başkalarına
    geçirmeleri kesinlikle yasaktı. II.Ramses'in kendi kızı ile evlendiğini
    gösteren kanıtlar vardır. Tarihîn zekası ile tanıdığı Kleopatra da bir
    baba-kız evlenmesinden doğmuştu."

    Semavî dinlerin
    ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla ensest/ fücür evlilik ayetler ile
    (Tevrat: Leviler Suresi ve Kuran: Nisa Suresi) yasaklanmıştır. Ancak
    akraba evliliğine ilişkin bir yasak yoktur. “Çeşitli dinlerde akraba
    evlilikleri ile ilgili kurallar getirilmiştir. Çağcıl devletlerin
    medenî hukuklarını geniş ölçüde etkilemiş bulunan iki büyük din
    Müslümanlık ve Hıristiyanlık, evlenme engelleri arasında yakın
    hısımlığa büyük önem verirler. Ortodoks Kilisesi hukuku prensip olarak
    yedinci dereceye kadar kan hısımları arasında evlenmeye izin vermez.
    Katoliklerde ikinci derece kuzen evlilikleri özel bir izne bağlıdır.”


    6- Akraba Evliliğinin Tarihî Görünümlerinden Bazı Örnekler
    Bu
    yazının içeriği, semavî olmayan dinlere mensup kültürlerin erken
    dönemlerinde akraba evliliğinin olup olmadığına ilişkin bir yargıda
    bulunacak verilere sahip değildir. Ancak Japon Medenî Yasası'nın akraba
    evliliğini yasaklaması, daha önceleri bu tür evliliklerin olduğuna ve
    bazı sakıncalarının görüldüğüne işaret etmesi bakımından anlamlıdır.

    İbn
    Haldun’un toplumsal tarih niteliğindeki Mukaddime adlı eserinde
    el-asabiye bağı önemle vurgulanmaktadır. Bu kavramın akraba evliliğini
    kapsaması normaldir. İbn Haldun kent hayatının (umran) ilerleyen
    dönemlerinde “el-asabiye”nin dayanışma ruhunun zayıfladığını ve
    uygarlıkların çöktüğünü belirtmektedir. İslâm düşünürü olarak, onun
    kültür çevresi 14-15. yüzyıl Endülüs ve Kuzey Afrika’dır. Ancak
    belirlemeleri bakımından dünya genelinde beşerî bilimler açısından
    kabul gören bir ünü vardır. Konu geçmiş ile bugünü bağlayacak daha
    ayrıntılı çalışmalara muhtaçtır. Güncel verilerde Arap kültüründe
    akraba evliliğinin yüksek olduğu bilinmektedir. Bu konuyla ilgili
    olarak Hz Muhammed’in amcasının oğlu Hz.Ali ile kızı Hz. Fâtmâ’nın
    akraba evliliği yapmış olmalarının bir sünnet-i seniyye teşkil edip
    etmediği de dikkate değer bir yön olarak akılda tutulmalıdır.

    Türk
    kültürünün İslâm öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı
    coğrafyalarda ve farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir
    durum gösterdiğinin ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir
    konudur. Türk kültür tarihi ile ilgili çalışmalarda bir kabile ve boy
    anlayışının geçerli olduğu bilinmektedir. Örneğin kavimden devlete
    geçişte İbn Haldun’un ifadesiyle “el-asabiye” benzer bir duygusunun
    önemini inkar etmek mümkün değildir. Kut (kutsallık), küç (yönetim
    gücü) ve ülük (toplumsal düzeyde üretim ve paylaşım süreçleri) Türk
    tarihinin toplumsal yapı ve yönetim anlayışının belli başlı
    göstergeleri olarak belirtilmektedir. Uruk /boy/ güçlü olmalıdır. Ancak
    akraba evliliğinin bugünkü anlamda geçerli olup olmadığının ortaya
    konulması başlı başına bir çalışma olarak düşünülmelidir. Mete Han’ın
    amcasının kızıyla evlenmesi bir örnek olarak verilebilir.

    İslâmiyet
    öncesi Türk tarihinin genel olarak Arap kültür çevresinden farklılıklar
    gösterdiği bazı kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak İslâmiyet’in
    kabulüyle bu iki kültür çevresi önemli düzeyde bir etkileşime girmiş,
    hemen hemen Türk tarihinin İslâmî dönemi inceleme ve araştırmalarda ön
    koşuna çıkmıştır. İslâmiyet’in kabulünden sonra da geniş bir coğrafyada
    akraba evliliğinin incelenmesi ilgilenilmeye değer bir konu olmalıdır.
    Türk Dünyası’nın yayıldığı geniş coğrafyadaki kültürel etkileşimlerin
    ve uzun yıllarını egemenliği altında geçirdiği yönetim, ideoloji ve
    dünya görüşünün akraba evliliği yapma anlayışını nasıl etkilediği
    konusu da dikkate değerdir. Hem Türk coğrafyasında hem İslâm
    coğrafyasında bugün kendinî gösteren akraba evliliği olgusunun değişik
    çalışmalar ile ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulması dünya genelinde
    bu konunun anlaşılmasında önemli bir yer edecektir.

    Güncel
    araştırma verileri, özellikle Anadolu’da, dikkate değer oranda akraba
    evliliğine işaret etmektedir. İlk bakışta Doğu Anadolu ve Güney Doğu
    Anadolu bölgelerindeki evlilik oranının yüksekliği, kentleşme, eğitim
    ve refah düzeyinin düşük olması ile açıklanabilse de Anadolu’nun
    geneliyle karşılaştırıldığında bu oran yüksekliğinin daha çok kültürel
    nedenli olduğu izlenimi doğmaktadır. Anadolu Türk kültürünün İslâm
    öncesi döneminin akraba evliliği açısından farklı coğrafyalarda ve
    farklı kültür ortamları ile etkileşimde nasıl bir durum gösterdiğinin
    ayrıntılı olarak tespit edilmesi başlı başına bir konudur.


    7- Günümüz Toplumlarında Akraba Evliliğine İlişkin Notlar
    Akraba
    evliliği ana ve baba yönünde iki ana gelişme şekli göstermektedir.
    Ancak yaygın olarak baba soyu gelişmesi (amca oğlu-amca kızı ve amca
    oğlu-hala kızı) etkilidir. Kentleşmenin gittikçe artması ana yönünde
    gelişen akraba evliliği örneği verebilmektedir.

    “Akraba
    evliliğinin en fazla rastlanan biçimi olan amca kızı-amca oğlu
    evliliğine ilişkin olarak araştırma sonuçlarına dayalı farklı görüşler
    bulunmaktadır. Barth (1954) amca kızı evliliğinin, soy sop
    dayanışmasını (solidarity) sağlayıcı bir rol oynamakta olduğu
    görüşündedir. Rosenfeld (1958) amca kızı evliliğinin mal-mülkün
    akrabalık grubu içinde kalmasını sağladığını savunmaktadır. Murphy ve
    Kasdan (1959)'a göre amca kızı evliliği baba soyunun doğal bölünme
    sürecinin engellemektedir. Patai (1959)'ye göre amca kızı evliliği baba
    yanı mirası kendi içinde muhafaza etmekte,savunma gücünü
    kuvvetlendirmekte,hane halkı yapısının kararlılığını(stability)
    sağlamakta ve eşlerin statülerinin eşitliğini pekiştirmektedir. Yine
    Cuisenier (1962) için amca kızı evliliği eş seçimindeki seçenekler
    dizisinde alternatiflerle simgelenen yapının en önemli ifadesidir.
    Khuri (1970) amca kızı evliliğinin uyumlu aile ilişkilerine katkıda
    bulunduğunu belirtmektedir. Hilal (1970)'e göre amca kızı evliliği
    içinde kadın eş olarak güvence (namus açısından) altındadır. Pastner'e
    (1979) göre de evlilik örüntüleri ile üretim tarzı ve siyasi yol
    arasındaki ilişki iki farklı evlilik stratejisini ortaya çıkarır.
    Bunlardan birincisi siyasi görevlerin ve toprak sahipliğinin yararına
    olan evlilik yatırımı baba yanındaki akrabaların dağılımını
    engellemektedir. İkincisinde de akrabalık organizasyonunda iki
    yandaşlığı ve kardeş birliğinin önemini yansıtmaktadır.

    Batı
    toplumlarında akraba evliliğinin bisikletin ve otomobilin icadıyla
    azaldığı belirtilirken, akraba evliliğinin azalmasında en önemli etken
    kent nüfusunun ister istemez ortaya koyduğu tesadüfi nüfus yapısıdır.
    Sanayi toplumunun ve buna bağlı olarak kentleşmenin değişik bölgelerden
    insanları bir araya getirmesi akraba evliliklerinin azalmasına neden
    olarak gösterilmektedir. Örneğin ABD’nin karışık ve hareket halindeki
    halkı on binde sekiz (0.008) kardeş çocuğu evliliği ile yeni akıma iyi
    bir örnektir. Bu tür evliliklere Utah eyaletinde 1870’te %1, 1890’da
    %0.25, 1910’da %0.1 oranında rastlanmaktaydı. Günümüzde ise yok
    gibidir. Fransa’da Loire-et-Cher’de bu oranlar 1918’de %6, 1932’de %3
    ve 1952’de %1 idi.26 Anthony Smith bazı ülkelerde kardeş çocuğu ile
    evlenme oranlarını şöyle vermektedir:

    İspanya
    % 4.6
    Japonya (Nagasaki)
    % 5.0
    Japonya (Tarımsal Bölge)
    % 7.0
    İsviçre (Alp Köyleri)
    % 11.0
    Hindistan (Bombay’da Parsi Etnik Grubunda)
    % 12.0
    Brezilya (Köyleri)
    % 19.5
    Fiji Adaları
    % 29.7
    Yukarıdaki tablodan anlaşıldığı kadarıyla, akraba evliliği oranları köylerden kente, doğudan batıya
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 11:56 am

    8- Türkiye’de Akraba Evliliği Hakkında Bazı Belirlemeler
    Akraba
    evliliklerinin oranı endüstrileşmiş Batı toplumlarında çok düşük
    olmasına rağmen, Türkiye akraba evliliğinin yüksek olduğu ülkeler (bazı
    Asya ülkeleri ve İslâm ülkeleri) arasındadır. Tercihli amca kızı
    evliliği Orta-Doğu ülkeleri ile birlikte Türkiye’de de görülmektedir.
    Türkiye’de akraba evliliklerinde başı kardeş çocukları evliliği
    çekmektedir.

    Türkiye'de akraba evliliklerine
    ilişkin ülke çapındaki veriler, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri
    Enstitüsü tarafından 1968'den bu yana beş yıllık aralarla düzenli
    olarak yapılan demografik araştırmalardan elde edilmektedir. 1968
    Türkiye'de Aile Yapısı ve Nüfus Sorunları Araştırması sonuçlarına göre
    Türkiye’de evli çiftlerin yaklaşık olarak üçte birinin (%29)
    birbirleriyle yakın akraba oldukları görülmektedir.

    Atalay’ın
    (1981) çalışmasında geniş ailede akraba evlilikleri oranı yadsınmayacak
    kadar yüksektir. Çekirdek ailelerde evli çiftlerin yüzde 17’si
    birbirleriyle akraba iken, geniş ailede bu oran yüzde 83’e çıkmaktadır.
    Kocası amcasının oğlu olanların yüzde 79.6’sı, kocası dayısının,
    halasının, teyzesinin oğlu olanların yüzde 84.6’sı geniş ailede
    yaşamaktadır. Çekirdek ailede yaşayanlardan ise, kocası amcasının oğlu
    olanlar yüzde 20, halasının, dayısının, teyzesinin oğlu olanlar ise
    yüzde 15 oranındadır. Birinci derecede yakın kan akrabaları ile
    evlenme, geniş ailede yaşayanlarda en fazla görülmesine karşın, uzak
    kan akrabaları ile evlenme de en fazla çekirdek ailede yaşayanlarda
    görülmektedir. Çekirdek ailelerde kocası ile çeşitli derecelerde akraba
    olanların oranı, geniş aileye oranla oldukça düşüktür. Geniş aile
    biçiminde akraba evliliği oldukça pekişmiştir. Geniş ailede akraba
    evliliklerinin yüksek olması, toprağın miras yolu ile bölünmesini
    önlemek veya aynı nedenle birleştirilmesini sağlamak, ailedeki
    bütünlüğü korumak, asillik ve rençberlik özelliklerini pekiştirmek gibi
    nedenlere bağlanabilir.

    Şaylı çeşitli gruplarda
    yaptığı araştırmalar sonucunda akraba evliliği sıklığının %24-33
    oranları arasında değiştiğini bulmuştur. Başaran'ın Diyarbakır'da
    yaptığı çalışmalarda, merkezde %34 oranında olan akraba evliliği
    sıklığı, köylerde %40'a çıkmaktadır. Kalyoncu, Silivri'nin Fener
    köyünde akraba evliliği sıklığını %1, Rize'nin Maden köyünde %47 olarak
    bulmuştur. Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma
    Hastanesi'nde ard arda doğan 10.000 yeni doğanda yapılan bir çalışmada
    da akraba evliliği sıklığı %21 olarak bulunmuştur.

    Periyodik
    olarak yapılan nüfus ve sağlık araştırmalarına göre oldukça hızlı
    ekonomik, sosyal ve demografik değişmelerin yaşandığı Türkiye'de akraba
    evliliğinin yaygınlığı devam etmektedir. Akraba evliliği hem kadın hem
    de erkeğin eğitim düzeylerinin yüksek olduğu, Türkiye'nin gelişmiş
    yörelerinde yetişen ve bu yörelerde yaşayan ve kent kökenli gruplar
    arasında düşük düzeylere inmekte, ancak geri kalan nüfus gruplarında
    yaygın bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye'de
    doğurgan yaştaki her dört kadından birinin eşiyle akraba olması, bu
    kadınların önemli bir bölümünün de başlık parası alınan, imam nikahı
    kıyılan, geniş aile içinde yaşayan ve evliliği ailesi tarafından
    kararlaştırılan kadınlar olması, Türkiye'de yalnızca akraba evliliği
    bakımından değil, evliliğin kuruluşuna ilişkin diğer özellikler
    bakımından da gelenekleri sürdüren ve belki de toplumsal modernleşme
    ile büyük oranda uyum sorunları yaşayan büyük bir kitlenin varlığına
    işaret etmektedir.


    Gerek (anadil ile
    yaklaşık olarak belirlenen) etnik köken, gerekse bireylerin yetiştiği
    yörelere göre akraba evliliği oranlarında önemli farklılıklar
    bulunması, akraba evliliklerinin nedenleri arasında yöresel/kültürel
    geleneklerin önemli bir yer tuttuğuna işaret etmektedir.

    Geleneksel
    yapı ve toprağa bağımlılık, kan yakını evliliklerin sayısını
    arttırmıştır. Eğitim ve yaşam düzeyi yükseldikçe akraba evliliklerinin
    sıklığında da azalmalar gözlenmektedir. Sosyo-ekonomik gelişme,
    şehirleşme, endüstrileşme ve eğitim düzeyinin yükselmesi ile ailenin
    kuruluşundaki birçok gelenekler ortadan kalktıkça akraba evliliği
    sıklığında azalmalar görüleceği kuşkusuzdur.


    9- Sonuç ve Değerlendirme
    Din,
    mitoloji ve tarih konularında yazılan eserlerden akraba evliliği
    olgusunun tarihin erken dönemlerinden beri görüldüğü anlaşılmaktadır.
    Akraba evliliğinin sosyolojik/antropolojik nedenleri vardır.
    Ensest/fücür de ilginç bir akraba evliliği türü olarak tarihin farklı
    dönemlerinde ve çeşitli toplumlarda izlenmiştir. Zamanımızda hemen
    hemen dünya genelinde yasaklanmış olan ensest/fücür olgusunun ortadan
    kalkmasında semavî dinlerin birinci derecede etkisi olmuştur. Türk
    kültürünün uzunu bir tarih dönemden beri içinde olduğu Müslümanlıkta ve
    diğer semavî dinlerde akraba evliliği yasaklanmamıştır. Toplumsal
    değişme süreçlerinde özellikle kentlerin ortaya çıkması ve ulaşım
    araçlarının insan hayatına girmesi ile akraba evliliklerinde bir azalma
    olmuştur. Bu gün akraba evliliğinin gündemde olmasındaki önemli neden,
    bu tür evliliklerde doğan çocukların bazı genetik rahatsızlıkları
    taşımalarıyla ortaya çıkan tıbbî bir durumdur.

    Bir
    yanda kültür konuları üzerine yapılan çalışmalar devam ederken diğer
    yanda biyoloji, fizyoloji, kimya, genetik gibi temel tıp bilimlerinde
    kaydedilen gelişmeler kalıtsal olarak kan bağı akrabalıklarının
    evlilikler yoluyla sürmesinin sonuçlarına disiplinler arası yaklaşımı
    getirmiştir. Arkasında yüzlerce yıllık kültür birikimlerinin olduğu
    akraba evliliği, böylelikle, tıp sosyolojisi konusu olarak da ele
    alınabilecektir.


    AKRABA EVLİLİKLERİ
    Türkiye
    gibi akraba evliliklerinin yoğun olduğu ülkelerde, sakat bebek
    doğumları çok sık görülmektedir. Akraba evliliklerin görülmesinin
    sebepleri arasında genellikle, aileye ait mal varlığının dağılmaması,
    aile bireyleri arasındaki sevgi ve saygıyı korumak, akrabaların evlilik
    ve sosyo ekonomik beklentilerinin aynı olması ve karşı cinsle rahat
    iletişime girememe gibi etkenler sayılabilir. Akrabalar arasında
    yapılan evliliğe endogami denilmektedir.

    Kalıtımın
    taşıyıcısı genlerdir. Bizler nesiller öncesinden gelen atalarımızın
    bize hediye ettiği genetik kalıtımla yaşama başlamaktayız. Vücudumuzun
    büyüyüp gelişmesi ve çalışması genlerimizin kontrolü altındadır.
    Yaşamın temel taşı olan gen’ler, bir DNA molekülündeki belirli bir
    özellik içeren kesitine verilen addır. Her bir gen yada birkaç gen
    kümesi bizdeki bir özelliğin bilgisini içerir. Anne ve babadan eşit
    olarak geçen genler, bizdeki tüm yaşam duvarlarını örer. Genler
    hücrelerde bulunan kromozomların kısımlarıdır. Dolayısıyla genler,
    kromozomlarla birlikte çoğalarak, hücre bölündükçe yeni hücrelere
    geçerler. Kişide her genin, biri anneden biri babadan gelmiş olan iki
    kopyası (aleli) bulunur. Bazen genin bir kopyasının yapısı bozuktur ve
    bu bozuk kopya yüzde elli olasılıkla çocuğuna geçer. Bozuk bir gen,
    kişinin bazı vücut işlevlerinin bozulmasına neden olur.

    Bir
    karaktere ait olan özelliğin diğerine baskın olması halinde o karaktere
    baskın (dominant) gen , baskın olmayan gen’e resesif (çekinik) gen
    denir. Bir karakterin çıkması, iki aynı gen frekansının karşılaşması
    demektir. Eğer bir hastalığa ait gen (resesif) anneden aktarılırken,
    babadan da aynı (resesif) gen ile karşılaşırsa o hastalık mutlaka
    doğacak olan çocukta çıkacaktır. Eğer , anneden resesif gen, babadan da
    dominant gen karşılaşırsa bu sefer doğacak çocuk da tıpkı anne ve
    babası gibi hastalığın taşıyıcısı olacak, ama o hastalık açığa
    çıkmayacaktır. Aynı karakterde iki resesif genin karşılıklı gelmesi
    çekinik alleller sonucu hastalık çıkar. Anne ve babadan iki baskın gen
    (dominant) alan çocuk (baskın alleller) ise tamamen
    sağlıklıdır.Dolayısı ile, akraba evliliklerinde aynı gen yapısına sahip
    olan ailede , resesif genlerin birbirleriyle karşılaşma ihtimalleri,
    daha fazla olacaktır.

    Buna örnek olarak kahverengi ve mavi göz renklerini ele alalım. Kahverengi göz rengi dominant gen (baskın) olsun
    , diğeri için de mavi ise (çekinik) resesif gen diyelim. Anne-babadan
    birinin göz renginin mavi (m), diğerinin kahverengi (K) olduğunu
    düşünelim.
    Bebekler anne-babalarından kalıtımla; kahverengi-kahverengi (KK),
    kahverengi-mavi (Km), mavi-kahverengi (mK) ve mavi-mavi (mm) genler
    gibi dört ihtimal almış olurlar. İlk üç durumda bebeğin gözleri
    kahverengi (baskın renk olduğu için), son şıkta ise mavi (çekinik renk
    olduğu için) olacaktır.

    KK=K Km=K mK=K mm=m
    İnsanlar
    birçok kalıtsal hastalığın genini taşır. Normal aile yapısında da
    hamilelikte çocuğun hastalıklı doğma olasılığı %25, taşıyıcı olma
    olasılığı %50, genin bozuk kopyasını hiç almamış olma olasılığı ise
    %25'tir. Akraba evliliklerinde aynı soydan geldikleri için anne ve
    babanın aynı genin bozuk kopyasını taşıma, yani hastalığın taşıyıcısı
    olma olasılığı çok yüksek olduğundan çocuklarında hastalıkların oluşma
    şansı çok daha fazladır.

    İşte
    akraba ile evlenme, zararlı baskın ve çekinik genlerin üst üste gelerek
    frekanslarının çakışması sonucu ortaya çıkma ihtimalini artırdığından
    genetik hastalıkların görülmesine yol açabilmektedir. Bunların çocukta
    görülmesi için ana ve babanın her ikisinin de en az bir zararlı çekinik
    gene sahip olması gerekir. Biraz önceki göz rengi örneğinde olduğu
    gibi, mavi göz renginin çekinik genleri, hem anneden hem babadan
    gelirse, çocuk mavi gözlü olacaktır. Dolayısı ile akraba evliliklerinde
    aynı gen yapısına sahip olan ailede , zararlı (resesif) genlerin
    birbirleriyle karşılaşma olasılığı fazla olacaktır. Akraba ile evlenme,
    kalıtımla geçen hastalıkların bulunduğu ailelerde bu yönden
    sakıncalıdır. Böyle durumlarda bazı çekinik genler çakışabilecek ve
    böylelikle hasta çocukların doğma ihtimali artacaktır. Hastalığın
    çıkması, iki resesif genin karşılık olarak bir araya gelmesi demektir.
    Bilindiği üzere resesif genler hastalık taşıyan genlerdir.

    Ailede
    genetik dağılım ,erkek ve kız kardeşlerde, genellikle genlerin yarısı
    birbirinin aynıdır. Gen ortaklarının oranları, akrabalık uzaklaştıkça
    küçülür. Torunlar, dede ve ninelerin dörtte bir genine sahiptir.
    Yeğenlerin genleri ise, genellikle amca ve halalarının, dayı ve
    teyzelerinin dörtte bir genine eşittir. Daha uzak akrabalıklarda bu
    oran, kardeş çocuklarında olduğu gibi sekizde bire düşmektedir.
    Kan
    uyuşması çözüm müdür?
    Akraba evliliğinde
    Kan uyuşmazlığı kan grubu ile değil kanınızdaki Rh faktörü ile
    ilgilidir. Yalnızca kadının Rh - , erkeğin ise Rh + olduğu durumlarda
    oluşabilir. Kan gruplarının uyuştuğu hallerde doğum sonrasında
    çocuklarda kalıtımsal hastalıklar görülmüştür.Erkekte bulunan Rh
    faktörünün genetik aktarımla ana karnındaki fetüste ortaya çıkması anne
    ile bebek arasında bir kan uyuşmazlığının ortaya çıkmasına neden
    olacaktır.

    Günümüzde
    akraba evliliklerinde en çok görülen hastalıklar; zekâ geriliği
    (fenilketonüri), Akdeniz Anemisi, Alzeimer, Parkinson, Huntington
    hastalığı ve nöron ölümüdür, özürlü ve ölü doğumlar da bu örnekler
    arsında sayılmaktadır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 11:57 am

    Çocuk Doğmadan Önce Kalıtsal Bir Hastalığın Tanısı Konulabilir mi?
    Gen
    analizi de denilen DNA analizi yöntemleriyle artık hamileliğin ilk üç
    ayında birçok hastalığın tanısı konulabilmektedir.Genetik bilimin
    gelişmesi ile bazı hastalıklarda daha anne karnında müdahale
    çalışmaları hız kazanmıştır. Bebeğin anne karnında içinde yüzdüğü
    sıvıdan, ya da beslenmesini saglayan kordondan alınan sıvıların
    incelenmesiyle bir anormallik olup olmadığı % 93 oranında
    kesinleştirilebiliyor.Yapılan testlerde, anne karnındaki bebeğin ense
    kalınlığı ölçülüyor. Bebeğin ensesinde fazla sıvı birikmesi, doğuştan
    zekâ geriliği anlamına gelen Down sendromunun habercisi olabiliyor.
    Ayrıca bazı kromozom bozukluklarında ve doğumsal kalp hastalıklarında
    da bebeklerin ense kalınlığı artıyor. Bu çalışmalar ilerisi için umut
    veren gelişmelerle devam etmektedir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Hayvanlarda Ve İnsanlarda Üreme

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 11:58 am

    HAYVANLARDA ve İNSANLARDA ÜREME

    I. HAYVANLARDA ÜREME
    Gerek omurgalılarda gerekse omurgasızlarda üreme organlarına gonad
    denir. Genellikle dişi organ ovaryum, erkek organ testis olarak
    adlandırılır. Omurgasız hayvanların bazılarında cinsiyet ayrılmamış
    olup, bir birey hem erkek hem de dişi organı bulundurur. Böyle
    hayvanlara hermafrodit denir.
    *
    A. OMURGASIZ HAYVANLARDA ÜREME
    · Süngerlerde özel bir üreme organı yoktur. Vücudun birçok yerindeki
    hücreler (mezenşim tabakasındaki amipsi hücreler)*bölünerek gametleri
    meydana getirebilir.
    · Sölenterlerden Hidra hermafrodittir. Tomurcuklanmayla eşeysiz ürediği gibi, yabancı döllenme yaparak eşeyli de üreyebilir.
    · Parazit yassı kurtlar (Tenyalar) kendi kendilerini dölleyerek çok hızlı üreyebilmektedirler.
    · Toprak solucanları hermafrodit oldukları halde kendi kendilerini
    dölleyemezler. Üreyecekleri zaman iki hayvan çiftleşerek birbirini
    döller. İstiridyeler de ise aynı bireyde bulunan erkek ve dişi organlar
    farklı zamanlarda olgunlaşarak yine yabancı döllenme yapılır.
    · Eklem bacaklılar ve böceklerin tamamı ayrı eşeyli hayvanlar olup, iç döllenme ve dış gelişme yaparlar.
    *
    B. OMURGALI HAYVANLARDA ÜREME
    Omurgalıların hepsi ayrı eşeyli olup, üreme sistemleri oldukça gelişmiştir. Gamet yapıları bakımından oogamiye örnektir.
    *
    1. Gametlerin Oluşumu (Gametogenez)
    Omurgalılarda gametler, üreme organlarındaki diploid (2n) eşey ana
    hücrelerinin mayozla bölünmesinden meydana gelir. Eşey organlarına
    gonad, eşey ana hücrelerine de gametogonyum denir.
    a. Sperm Oluşumu (Spermatogenez) : Sperm, erkek gamet olup, erkek üreme
    organlarındaki (testisler) eşey ana hücrelerinin (spermatogonyum)
    mayozla bölünmesinden meydana gelir. Her spermatogonyumdan 4 adet sperm
    meydana gelir.
    *

    *Şekil: Sperm Oluşumu (Spermatogenez)
    *
    Hücrenin baş kısmındaki akrozom spermin yumurta zarını eriterek, sperm çekirdeğinin yumurtaya girmesini sağlar.
    b. Yumurta Oluşumu (Oogenez) : Yumurta dişi üreme hücresi olup, "ovum" adını alır.
    Dişi üreme organı olan ovaryumlardaki diploid eşey ana hücrelerinin
    (Oogonyum) mayozla bölünmesinden meydana gelir. Bir Oogonyumdan ancak
    bir yumurta oluşur. Diğer üç hücre daha küçük olup, döllenme özelliğine
    sahip değillerdir. Bunlara kutup hücreleri denir. Parçalanarak
    atılırlar.

    Şekil : Yumurta ve Oluşumu (Oogenez)
    *
    Yumurtalar spermlere göre daha büyük olup, az sayıda oluşturulurlar.
    *
    2. Döllenme ve Çeşitleri
    Sperm ve yumurtanın sıvı bir ortamda birleşerek, tek çekirdekli bir
    hücreyi oluşturmalarına döllenme denir. Bu diploid hücreye zigot denir.
    a. Dış döllenme: Döllenme ortamı sudur. Balıklarda, kurbağalarda,
    semenderlerde, birçok omurgasız hayvanda ve bazı su bitkilerinde
    görülür.
    Dış döllenme yapan canlı türlerinde çok sayıda gamet bırakma, gametleri
    aynı zamanda aynı yere bırakabilme ve bunun için tenha yerler bulma
    gibi adaptasyonlar geliştirilerek, bu döllenmenin olumsuzluklarına
    rağmen neslin devamı sağlanmaktadır.
    b. İç Döllenme : Döllenme ortamı dişi canlının yumurta kanalı ya da döl
    yatağıdır. Daha çok karada yaşayan canlılarda (böcekler, sürüngenler,
    kuşlar ve memeliler) görülür.
    Gametler çiftleşmeyle biraraya getirilir. Yumurta sayısı dış döllenmeye
    göre çok azdır. Ancak sperm sayısı yine çoktur. Çünkü ana vücudundaki
    yumurtaya kadar ulaşması gereken spermlerdir. Döllenmeden sonra embriyo
    gelişimi böcek, sürüngen ve kuşlarda dış ortamda olur. Memelilerde ise
    hem döllenme hem de gelişme vücut içinde yapılır.
    *
    C. OMURGALILARDA ÜREME SİSTEMLERİ
    Omurgalılarda üreme sistemi ile boşaltım sistemi içiçe girmiş olup,
    ikisine birden "ürogenital sistem" denir. Omurgalılardan balık ve
    kurbağalarda, dış döllenme ve dış gelişme görülür. Su ortamına
    bırakılan yumurtalar, aynı ortama bırakılan spermler tarafından
    döllenir. Yeni oluşan hücreler (zigot) su ortamında gelişir.
    Kuş ve sürüngenlerde iç döllenme sonucu oluşan yumurtalar, dış ortama
    bırakılır. Yavru, gelişimini ana canlının dışında yumurta içinde
    tamamlar. Bu nedenle yumurtalarda bol besin maddesi (vitellus) bulunur.
    Memelilerin hepsinde iç döllenme görülür. Gagalı memeliler
    yumurtlayarak çoğalır. Yumurtadan çıkan yavru anne sütüyle beslenir.
    Keseli memelilerde embriyo tam gelişmemiş olarak doğar ve gelişimini
    ana canlının kesesinde tamamlar.
    Plasentalı memelilerde ise, yavru doğana kadar ana canlının vücudunda beslenir. Bütün memeliler yavrularını sütle beslerler.
    *
    Omurgalılarda Embriyonik Yapılar
    Omurgalılarda döllenmeden sonra embriyoyu koruyan ve besleyen zarlar gelişir.
    *
    *
    Şekil : Bir Kuş Embriyosu ve Oluşumları
    *
    a. Amnion zarı : Embriyo vücudununu dışa doğru kıvrılıp embriyoyu
    saracak şekilde üstten birleşmesiyle oluşur. Embriyo ve bu zarın arası
    amnion sıvısıyla doludur. Embriyo ve zar tarafından salgılanan bu sıvı;
    embriyoyu sarsıntılardan ve ısı farklılıklarından korur.
    b. Allantoyis kesesi: Sindirim borusundan meydana gelir. Embriyonun
    artık maddelerinin toplandığı yerdir. Özellikle embriyonik gelişimini
    yumurta içinde yapan sürüngen ve kuşlarda iyi gelişmiştir.
    c. Koryon zarı: Diger örtüleri ve embriyoyu dıştan saran koruyucu
    zardır. Solunum organı olarak görev yapar. Geniş yüzeyi ile O2 ve CO2
    alışverişini sağlar.
    d. Vitellüs Kesesi: Embriyoya besin sağlayan yapıdır. Bütün
    omurgalılarda vardır. Kuş ve sürüngenlerde çok büyük, balık ve
    kurbağalarda normal büyüklükte plasentalı memelilerde ise çok küçüktür.
    e. Yumurta kabuğu: Sürüngen, kuş ve böceklerde yumurtayı dışardan saran
    cansız bir yapıdır. Yumurtayı sıcak, soğuk, ve mekanik etkilerden
    korur. Gaz difüzyonunu engellemez.
    *
    II. İNSANDA ÜREME SİSTEMİ
    A. ERKEK ÜREME SİSTEMİ
    İnsanda erkek üreme sistemi; testisler, epididimis, sperm kanalı, üretra ve yardımcı bezlerden meydana gelir.
    Erkek üreme hücresi olan spermlerin oluştuğu yerlerdir. Testisler
    doğumdan kısa bir süre önce vücut yüzeyinden dışa doğru meydana gelen
    bir kese içine geçerler.
    *

    Şekil : Erkek Üreme Sistemi
    *
    Testisler, hem spermleri oluşturur, hemde hormon salgılayarak gametleri olgunlaştırır.
    *
    B. DİŞİ ÜREME SİSTEMİ
    İnsanda dişi üreme sistemi; yumurtalıklar (ovaryum), yumurta kanalı
    (fallopi tüpü), döl yatağı (rahim = uterus) ve vagina’dan meydana
    gelir.
    Yumurtalıklarda mayoz bölünmeyle oluşan yumurtalar, yumurta kanalında
    döllenir. Döllenen yumurta rahime gelerek, burada duvara tutunur ve
    gelişimini devam ettirir.
    *

    Şekil : Dişi Üreme Sistemi
    *
    Üreme olayları hipofiz ve ovaryumlardan salgılanan hormonlarla denetlenir.
    *
    III. GELİŞME ve BÜYÜME
    Döllenmiş yumurtadan ergin bir ferdin meydana gelmesi ile sonuçlanan
    olaylara gelişme denir. Zigotun çok hücreli organizmaya gelişmesi,
    hücre bölünmesi, büyüme ve farklılaşma olayları ile birlikte yürür.
    Hücre bölünmesi, zigot teşekkülünden kısa bir süre sonra başlar. Bu bölünme mitozdur ve bütün hayat boyunca devam eder.
    Büyüme, canlı organizmayı oluşturan madde miktarı ve hücre sayısındaki artıştır.
    Farklılaşma, bölünme başlangıcında tek çeşit olan hücreler, belirli bir
    görev yapmak üzere farklı hücre gruplarına ayrılırlar. Böylece bir tek
    hücreden, çeşitli görevler yapmak üzere özelleşmiş, birbirinden farklı
    hücreler meydana gelir.
    *
    Gelişmenin Temel Olayları
    Gelişmenin ilk devrelerinde zigotta görülen çok hızlı mitoz
    bölünmelere, blastula isimli embriyonun oluşmasına “segmantasyon”
    denir. Zigottan mitoz bölünmelerle meydana gelen her hücreye blastomer
    denir.
    a. Morula Evresi : Döllenmiş yumurtanın segmantasyonla küçük hücreler kümesine dönüştüğü evredir.
    b. Blastula Evresi : İlk segmantasyonlarla hücre sayısı arttıkça, bu
    hücre kitlesinin içinde bir boşluk meydana gelir. Hücreler tek tabaka
    oluşturacak şekilde bu boşluğun çevresine çekilirler. Blastula boşluğu
    adı verilen bu boşluk özel bir sıvı ile doludur (birinci karın
    boşluğu). Dıştan bir sıralı hücre tabakası ile çevrili ve içi sıvı dolu
    bu embriyo safhasına blastula denir.
    c. Gastrula Evresi : Blastula teşekkülünden kısa bir süre sonra
    çevresel hücre küre hareketi ile hücre tabakasının bir bölümü
    embriyonun alt ucundan içe doğru çökmeye başlar. Hücre göçü ile
    birlikte iki veya üç tabakalı embriyonun oluşturduğu bu safhaya
    gastrulasyon, bu safhadaki embriyoya da gastrula denir.
    *

    Şekil : Omurgalılarda Zigotun Gastrulayı Oluşturması
    *
    Çöken hücreler, embriyonun iç yüzeyini örterler bunlara endoderm, dışta
    kalan hücre tabakasına da ektoderm denir. Hücrelerin ilk farklılaşması
    gastrula devresinde olur.
    *
    Sünger ve sölenterelerdeki gelişme gastrula safhasında kalır. Bu nedenle mezodermden gelişen yapılar yoktur.

    *
    Gelişmekte olan embriyoda bir doku diğer bir dokunun belli yönde
    farklılaşmasını etkiler. Bu olaya “embriyonik indüksiyon” denir.
    Spemann semender embriyosu ile yaptığı deneyler sonucunda; sinir
    sisteminin gelişebilmesi için sırt mezoderminin ektoderm tabakasını
    uyarması gerektiğini göstermiştir. Doku ve organların bir kısmı
    embriyonik indüksiyonla oluşabilir. Örneğin insanda göz çukurunun, göz
    merceğinin, karaciğerin ve böbrek kanalının oluşması embriyonik
    indüksiyonla olmaktadır.
    *
    IV. HAYVANSAL DOKULAR
    Şekil, görev ve yapı bakımından benzerlikleri olan hücrelerin bir araya gelerek oluşturdukları birliğe doku denir.
    *

    *
    Bütün dokular, zigotun mitozla bölünmesinden meydana geldiği için, aynı
    kalıtsal bilgileri içerirler. Ancak, farklılaşma sonucunda her dokunun
    işleyen genleri farklı hale gelmiştir.
    *
    A. EPİTEL DOKUSU
    Vücudun ve iç organların dış kısmını örten, vücut boşluklarının
    tavanlarını döşeyen bir dokudur. Hücreleri arasında ara madde çok az
    bulunur. Bütün doku, bağ dokusundan yapılmış bazal membran (taban zarı)
    üzerinde bulunur.
    *
    1. Örtü Epiteli
    Hücrelerinin şekli ve hücre tabakasının sayısına göre gruplara ayrılır.
    · Yassı Epitel :Hücrelerinin genişlikleri yüksekliklerinden çok
    fazladır. Kan damarlarının iç yüzü, yürek zarı, akciğer zarı, karın
    boşluklarının iç yüzü bu hücrelerle kaplıdır.

    Şekil : Bir Katlı Epitel Çeşitleri
    · Silindirik Epitel : Silindirik epitel hücreleri, omurgalıların
    solunum yolları, ince bağırsak, mide gibi organlarımızda bulunur.
    · Kübik Epitel : Küp şeklindeki hücrelerin yanyana sıralanmasıyla
    meydana gelir. Omurgalıların böbreklerinde ve tiroid bezinde bulunur.
    · Çok Tabakalı Epitel Dokusu: Çok miktarda hücrenin üst üste gelmesiyle
    meydana gelir. Omurgalıların derisinde bulunur. Bu epitel dokuda kan
    damarları bulunmaz; beslenmeleri bağ dokuda bulunan kan damarları
    aracılığıyla difüzyonla olur. Hücreler arası madde miktarı çok azdır.
    *
    2. Salgı Epiteli
    Salgı meydana getiren epitel hücreleridir. Salgı epiteli değişik gruplara ayrılır.
    a. Tek Hücreli Bezler : Basit, silindirik bir epitel hücresinden
    meydana gelir. Salgı yapan bu hücrelere “goblet” hücresi denir.
    Omurgalı canlıların solunum yollarında ve bağırsaklarında bulunur. En
    çok mukus salgılarlar.
    b. Çok Hücreli Bezler : Birden fazla salgı yapan hücrelerden meydana gelir. Salgısını döktüğü yere göre ikiye ayrılır.
    · Ekzokrin Bezler : Salgısını bir kanalla dışarıya boşaltan bezlerdir. Tükrük, ter, gözyaşı, karaciğer ve eşey bezleridir.
    · Endokrin Bezler : Salgılarını doğrudan kana veren bezlerdir. Bunların
    salgılarına hormon denir. Hipofiz, tiroid, böbrek üstü bezleri bu gruba
    girer.
    *
    3. Duyu Epiteli
    Dış ortamdan gelen fiziksel, mekaniksel, kimyasal ve optik uyarıları
    alıp özel bir potansiyel enerjiye çeviren hücrelerdir. Canlılarda duyu
    organlarının yapısında bulunurlar. Burunda bulunan koku epiteli buna
    örnektir.
    *
    B. BAĞ DOKUSU
    Mezoderm tabakasından farklılaşan bağ dokusu, organizmadaki çeşitli
    doku ve organları birbirini bağlar. Hücreler, hücreler arası madde ve
    liflerden meydana gelir.
    *
    1. Bağ Dokusu Hücreleri
    · Fibroblast hücreleri : Bağ dokusunun liflerini yapan en önemli hücrelerdir.

    Şekil : Bağ Dokusu Örnekleri
    · Mast hücreleri : Heparin salgılayarak kanın damar içerisinde akarken pıhtılaşmasını engellerler.
    · Makrofaj hücreleri : Amip gibi yalancı ayaklar çıkartarak vücuda giren yabancı cisimleri ve bakterileri yutarlar.
    2. Hücreler Arası Madde
    Dokular içinde en çok ara madde bağ dokusunda bulunur. Genellikle glikoprotein yapısında olup şekilsizdir.
    · Yağ Dokusu : Özelleşmiş bir bağ dokusudur. Yağ dokusu vücudun en
    büyük enerji deposudur. Kan kılcalları çok azdır. Bu dokunun da
    hücreleri arasında küçük lifler vardır. Balina gibi memelilerde derinin
    altındaki yağ dokusu, hayvanları soğuğa karşı korur.
    *
    C. KIKIRDAK DOKUSU
    Kıkırdak dokusu kıkırdak hücreleri (kondrosit) ve hücrelerin arasını
    dolduran hücreler arası madde (kondrin) den oluşur. Kondrositler birer
    kapsülle çevrilmişlerdir.
    Kıkırdak dokusunda kan damarları ve sinir hücreleri bulunmaz. Bundan dolayı, hücrelere besin ve oksijen difüzyonla ulaşır.
    *
    1. Hiyalin Kıkırdak
    Omurgalı hayvanların embriyolarında ve kıkırdaklı balıkların erginlerinde iskelet görevini yapar.
    *
    2. Elastik Kıkırdak
    Çok esnek bir yapısı vardır. Kulak kepçesindeki, ses tellerindeki ve östaki borusundaki kıkırdak buna örnektir.
    *
    *
    Şekil : Kıkırdak Çeşitleri
    *
    3. Lifli Kıkırdak
    Grimsi beyaz renklidir. Basınca ve çekilmeye karşı dayanıklıdır. Zengin
    kollagen lif ihtiva eder. Uzun kemiklerin eklem yerlerinde bulunur. Ara
    maddesi ve hücre sayısı azdır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty büyüme ve gelişme

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:00 pm

    . BÜYÜME ve GELİŞME
    1. Büyüme ve Gelişmenin Tanımı
    Büyüme ve gelişme, döllenmeden sonra anne karnında başlayarak
    erişkinliğe kadar sürer, Çocukları yetişkinlerden ayıran en önemli
    özellikler, çocuklarda büyüme ve gelişmenin görülmesidir. Genellikle
    büyüme ve gelişme terimleri eş anlamlı olarak kullanılır. Ancak büyüme
    ve gelişme farklı farklı olaylardır. Büyüme vücut hacmindeki ve
    kütlesindeki artışa denir. Gelişme ise biyolojik olgunlaşma sürecini
    ifade eder. Büyümede hem hücre sayısı hem de hücrenin hacmi artar.
    Gelişmede ise dokuların ve hücrelerin yapısındaki değişiklikler
    sonucunda biyolojik işlevlerde olgunlaşma meydana gelir. Gelişme
    büyüme, olgunlaşma ve öğrenmenin etkisi altındadır. Bilgi veya bilgiler
    bütününü bellemek olarak tanımlanan öğrenme, her yaşta büyüme ve
    gelişmeyle birlikte gerçekleşir.
    Büyüme ve gelişme her ne kadar farklı olaylarsa da birbiriyle
    bağlantılı değişik aşamaları bulunan bir süreçtir. Bebeklerin
    ağırlıkları doğumlarından itibaren belli aralıklarla sağlık
    personelince tartılır boylan ölçülür ve bazı davranış özellikleri
    izlenir. Böylece bebeğin büyüme ve gelişmesiyle ilgili herhangi bir
    olumsuz durumun bulunup bulunmadığı belirlenir.
    2. Büyüme ve Gelişmede Rol Oynayan Faktörler
    Büyüme ve gelişmeyi etkileyen bir çok faktör vardır.
    Bunlar; • Genetik, • Hormonal, • Beslenme, • Fiziki çevredir.
    a) Genetik
    Anne ve babaya ait özellikler genlerle taşınarak çocuklara geçer. Anne
    ve babaya ait genler çocuğun diğer özelliklerinde olduğu gibi büyüme ve
    gelişmesinde de etkilidir. Örneğin, anne ve babasının uzun boylu oluşu
    belli bir ölçüde çocuğun boyunda da etkilidir. Uzun boylu anne ve
    babaya ait çocukların boyları akranlarına göre biraz daha uzundur.
    b) Hormonal
    Büyüme ve gelişmede genetik yanında hormonlar da oldukça etkilidir.
    Hipofiz, tiroit ve paratiroit bezlerinden salgılanan çeşitli hormonlar
    büyüme ve gelişmeyi etkiler. Örneğin, hipofiz bezinden salgılanan
    büyüme hormonun az veya çok salgılanması büyüme ve gelişmeyi etkiler.
    Büyüme hormonunun az salgılanması sonucunda cücelik fazla
    salgılanmasında da dev cüsselilik (devlik) meydana gelir. Yine
    akromegali gibi gelişim bozuklukları da hormonal kaynaklıdır.
    c) Beslenme
    Büyüme ve gelişmede etkili olan faktörlerden bir diğeri de beslenmedir.
    Yeterli ve dengeli beslenilmediği zaman büyüme ve gelişmede gerilik
    görülür. Genetik faktörlerin büyüme ve gelişmeyi etkilediğini
    belirtmiştik. Uzun boylu anne ve babadan doğan çocuğun da uzun
    boylu olacağını belirtmiştik. Burada çocuğun uzun boylu olmasında
    genetik yapının etkili olması kadar beslenme de etkilidir. Yeterli ve
    dengeli beslenme büyümeyi ve gelişmeyi olumlu etkiler. Beslenmesi
    yetersiz ve dengesiz olan çocuklarda gelişim bozuklukları görülür.
    d) Fizikî çevre
    Büyüme ve gelişmeye etki eden faktörler arasında fiziksel çevrenin ayrı
    bir önemi vardır. Fiziksel çevre olarak kabul edilen ısı, ışık,
    radyasyon, barınak, gürültü, lağım ve pis sular, hava, çöplükler vb.
    sayılabilir. Fizikî çevre şartlarındaki olumsuzluklar sağlığı da
    olumsuz etkiler. Dolayısıyla bu olumsuz çevre şartlan büyüme ve
    gelişmeyi etkiler. Örneğin, pis suların içme suyu olarak kullanılması
    çeşitli hastalıkların oluşmasına neden olur. Hastalıklar ise büyüme ve
    gelişmeyi olumsuz etkiler. Yine fizikî çevre içinde yer alan radyasyon,
    büyüme ve gelişmeye en fazla etkili olan etmenlerden biridir. Örneğin,
    Çin hükümeti tarafından Doğu Türkistan’da yapılan nükleer denemeler
    sonucu yeni
    doğan çocuklarda birçok gelişim bozuklukları görülmüştür. Radyasyonun
    etkisiyle yeni doğan çocukların kafa yapısında anormallikler, göz
    yuvarlarında bozukluklar, dudaklarda yırtıklıklar gibi gelişim
    bozuklukları görülmüştür.
    Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra büyüme ve gelişmeyi olumsuz
    etkileyen çevresel faktörlerden bazılarını aşağıdaki gibi
    özetleyebiliriz:
    • Annenin yeterli ve dengeli beslenmemesi,
    • Gebelik sırasında hekim kontrolü dışında ilâç kullanılması,
    • Gebeliğin özellikle ilk aylarında röntgen çektirilmesi, Gebeliğin ilk
    aylarında grip, kızamıkçık vb. ateşli hastalıklara yakalanılması,
    • Gebe annede böbrek, kalp gibi sistemik hastalıkların olması,
    • Psikolojik travmaların olması büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkileyen çevresel etkenlerden bazılarıdır.
    3. Büyüme ve Gelişme Dönemleri
    a) Bebeklik dönemi
    Bebeklik dönemi doğumdan sonraki birinci yaş gününe kadar olan süreyi
    kapsar. Diğer bir ifadeyle bebeklik dönemi 0-12 aylar arasıdır.
    Bebeklik dönemi yeni doğan ve yeni doğan sonrası dönem olmak üzere iki
    kısma ayrılır. Yeni doğan dönemi doğumdan itibaren O- 28 günlük süreyi
    kapsar. Yeni doğan döneminden sonraki bir yaşına kadar olan süre ise
    yeni doğan sonrası dönemidir. Bebeklik döneminde çocuk tamamen anneye
    bağlı olup korunmaya muhtaçtır. Dışardan bakıma ve beslenmeye gerek
    duyar. Sürekli alıcı ve pasiftir, ilk üç ayda içe dönük olup zamanının
    çoğunu uyku ile geçirir, annesi ve kendisini iki ayrı insan olarak
    ayırt edemez. Kendisini annesinden ayrı bir insan olarak algılaması üç
    aydan sonra başlar. Beklemeye tahammülü yoktur, ihtiyaçlarının hemen
    karşılanmasını ister.
    Bebeklik döneminde en önemli organ ağızdır. Bu nedenle bebeklik
    dönemine oral dönemi de denilmektedir. Bu dönemde bebek iyi ve kötüyü
    ağzıyla ayırt eder. Çevresini ağız yardımıyla tanır. Beslenmesini ağız
    yoluyla anne memesinden yaparken anne ile çocuk arasında duygusal bir
    bağ kurulur.
    Bebeklik döneminde, bebeğin gereksinimlerinin sürekli olarak ve
    zamanında giderilmesi güven duygusunu geliştirir. Aksi durumda bebeğin
    yetersiz ve :düzensiz doyurulması güven duygusunun gelişmesini olumsuz
    etkiler.
    Bebeklik döneminde ruhsal gelişme yanında bedensel gelişme de meydana
    gelir. Bu dönemde hızlı bir bedensel büyüme ve gelişme gözlenir.
    Ortalama olarak 3-3,5 kg kadar olan bebek bu dönem sonuna doğru ilk
    ağırlığının yaklaşık üç katına ulaşır. Doğumda 350 gram kadar olan
    beyin, 12 ay sonunda 900 gram kadar olur. Aynı şekilde bebeğin boyu da
    uzar. Boy, doğumdaki boy uzunluğunun yarı katı kadar uzar. Bu dönem
    sonunda el, ayak gibi organlarını kullanır. Yürümeyi ve konuşma gibi
    özellikleri kazanmaya başlar.

    b) Çocukluk dönemi
    Çocukluk dönemi 1-6 yaşlar arasını kapsar. Çocukluk dönemi kendi arasında iki ayrı döneme ayrılır. Bunlar;
    • Özerklik dönemi (anal dönem]
    Oyun dönemi (fallik dönem] dir.
    Özerklik dönemi: Özerklik dönemi 12-36 aylar arasını kapsar. Özerklik
    döneminde tuvalet eğitimi verildiğinden bu döneme tuvalet eğitimi
    dönemi de denir. Özerklik döneminde bebek ayakta durur, yürür ve
    konuşur. Bu dönemde çocuk artık çevresini keşfetmeye başlar. Yavaş
    yavaş anneye bağımlı durumdan çıkmaya başlar.
    Çocuk bu dönemde sınırsızca özgürlük kullanmayı isterken anne de
    tuvalet eğitimini sağlamaya çalışır. Bu sırada anne ile çocuk arasında
    mücadele başlar. Tuvalet eğitimine 12-15’inci aylarda başlanabilir.
    Özerklik döneminde annenin çocuğa aşırı baskı uygulaması sonucunda bazı
    bozukluklar ortaya çıkabilir. Çocuk, aşırı düzenli, titiz, uysal veya
    aşırı isyankâr, huysuz, cimri olabilir.
    Bu dönemde çocuk kendi kendine yemek yeme eğilimindedir. Çocuk biraz ortalığı kirletse de bu davranışı desteklenmelidir.
    Oyun dönemi: Oyun dönemi 3-6 yaş arasını kapsar. Bu döneme okul öncesi
    dönem de denir. Oyun döneminde, özerklik dönemine özgü olan inatçılık
    ve çeşitli olumsuzluklar ortadan kalkar. Bunun yerine girişken,
    yardımsever, canlı, hareketli, kendi işini kendi yapan, oyunu seven,
    yaşıtlarıyla ilişki kuran, paylaşma eğilimindeki özellikler gelişir. Bu
    dönemde çocuk toplumca kabul edilen amaçlara yönelir ve daha yapıcıdır.
    Duygu ve davranışlarını kontrol etme yeteneğini kazanmaya başlar.
    Oyun döneminde çocuğun öykü ve masallara karşı ilgisi daha fazladır.
    Çocuk bu dönemde hayalle gerçeği karıştırabilir. Sürekli hareket
    halindedir. Dış dünyaya ilgisi artmıştır. Bu dönemde çocuk cinsel
    organını keşfeder. Kızlar kız çocuk, erkekler de erkek
    çocuk olduklarını fark eder. Bu dönemde erkek çocuklar anneye, kız
    çocuklar ise babaya yakınlık duyar. Zamanla erkek çocuğun anneye
    duyduğu aşırı yakınlık azalır. Erkek çocuk babayla ilişki kurmaya
    başlar. Bu durum kızlarda daha uzun sürer. Çocukta benlik gelişir.
    c) Okul çağı dönemi
    Okul çağı dönemi, çocuğun aileden ayrılıp dış dünya ile tanıştığı
    çağdır. Okul çağı dönemine ilkokul çağı da denir, ilkokul çağı 6-11
    yaşları arasıdır. Bu dönem, ergenliğin ilk belirtilerinin olduğu 12
    yaşında sona erer. Bu dönemde okul çevresi ve eğitim, çocuğun bakış
    açısını genişletir. Bulunduğu ortamda yeni kelimeler öğrendiğinden
    kelime dağarcığı zenginleşir. Soyut kavramlar çocuk tarafından
    öğrenilmeye başlanır. Kendisinin toplum ve çevre tarafından
    benimsenmesine önem verir.
    Çocuklar kendi cinsleriyle gruplaşma eğilimindedir. Okul döneminde
    çocukların cinsel kimliği iyice belirginleşir. Çocuk doğruyu, yanlışı,
    iyiyi ve kötüyü ayırabilecek özellikleri kazanmaya başlar. Okul çağı
    döneminde de çocuk oldukça hareketlidir.’ Oyun oynar ancak oyun
    döneminden farklı olarak oyun sokağa kaymış ve akranlarıyla oynamaktan
    zevk alır duruma gelmiştir.
    Okul döneminde çocuk aileden ayrılarak yeni bir çevreye girer. Böylece
    yeni arkadaş ve dolayısıyla yeni ilişkiler kurar. Bu dönemde anne ve
    babanın yanında öğretmeni örnek almaya başlar. Oyun okul döneminde de
    önemlidir. Oyun oynaması sırasında ve diğer durumlarda çocuk kendi
    cinsiyle birlikte olma eğilimindedir. Bu dönemde kurallara sıkı
    bağlılık vardır. Doğru ve yanlışı çocuk ayırt edebilir. Bu dönemde
    çocuğun özelliklerinin diğer çocuklardaki özelliklerle
    karşılaştırılması oldukça yanlıştır. Bu durum çocuklarda güvensizlik
    duygusunun gelişmesine neden olur.
    Okul döneminde dikkat edilmesi gerekenlerden birisi de çocukların
    kavrama yeteneklerinin farklı olacağıdır. Bu durum öğretmen ve aile
    tarafından bilinerek davranışlar buna göre ayarlanmalıdır. Okuldaki ve
    evdeki ilişkilerin, çocuğun bedensel ve ruhsal gelişimini önemli ölçüde
    etkilediği unutulmamalıdır.
    d) Ergenlik dönemi
    Ergenlik dönemi okul çağının bittiği 12’nci yaştan sonra başlar ve 21
    yaşına kadar sürer. Diğer bir ifadeyle 12 - 21’inci yaşlar arasına
    ergenlik dönemi denir. Çocuklukla yetişkinlik arasındaki dönem olan
    ergenlik dönemi kendi arasında erken ergenlik, tam ergenlik ve geç
    ergenlik olarak üç döneme ayrılır. Ergenlik dönemine ait özellikler
    ilerleyen konularda ayrıntılı açıklanacaktır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:00 pm

    e) Yetişkinlik dönemi
    Yetişkinlik dönemi 21-65 yaşlar arasındaki dönemdir. Yetişkinlik
    döneminde belli bir olgunluğa erişilmiştir. Bu dönemde evlilikler
    yapılır. Çocuklar doğar ve sorumluluk artar. Ailenin geçimi için anne
    ve baba çalışır.
    Anne ve baba toplumsal sorunlarla iç içedir. Dışardan gelen sorunlara
    anne ve baba birlikte göğüs gererek mücadele eder. Bütün kararlar anne
    ve baba tarafından verilir.
    Yetişkinlik döneminde büyüme ve gelişme durmuştur. Vücudun yapım ve yıkım oranı eşittir.
    Yetişkinlik döneminde kişi artık toplumun yetişkin bir bireyi olup
    değişik görevler üstlenmiştir. Dengeli kararlar almak ve gerçekçi
    yaklaşımlarla, yüklenmiş olduğu görevleri yerine getirmek zorundadır.
    Attığı her adımın sonuçlarını değerlendirme durumundadır. Başarılarını
    ve başarısızlıklarını dengeli bir şekilde değerlendirmelidir. Bu
    dönemdeki kişi, toplumun güven duyduğu dengeli üretken ve sağlıklı
    ilişkiler kurabilen bir bireyi olmak zorundadır. Kişi geleceğine güven
    duymalı, kendini geliştirme çabası içinde olmalıdır. Yetişkinlik
    döneminin bir diğer özelliği de ailelerin kurularak topluma yeni
    bireyler kazandırılmasıdır. Bu nedenle yeni kuşaklar yetiştirilirken
    onlara rehberlik yapılmalıdır.
    f) Yaşlılık dönemi
    Yetişkinlik dönemden sonra gelen yaşlılık dönemi 65 yaşından sonraki
    dönemi içine alır. Yaşlılık dönemine ihtiyarlık dönemi de denir.
    Yaşlılık döneminde vücuttaki yapım yıkımdan azdır. Bu nedenle
    yaşlıların vücutlarında küçülme başlar. Yaşlı insanlar artık iş gücünü
    kaybetmişlerdir. Bu dönemde yaşlılar kendini işe yaramaz hissine
    kapılabilir. Buna bağlı olarak içe kapanabilir. Yaşlılara, kendilerini
    yalnız ve işe yaramaz gibi duygulara kapılmaması için gerekli önem
    verilmelidir. Yaşlıların bilgi ve tecrübesinden faydalanarak onlara
    ihtiyaç duyulduğu hissi verilmelidir.
    4. Ergenlik Dönemi ve Özellikleri
    Ergenlik dönemi çocuklukla yetişkinlik arasındaki geçiş dönemidir. Bu
    nedenle kendine özgü özellikleri taşır. Bu dönemin en önemli özelliği
    hızlı bedensel, ruhsal ve cinsel gelişmenin görülmesidir. Ergenlik
    döneminin de içinde bulunduğu büyüme ve gelişme dönemlerindeki vücut
    oranındaki değişmeler belirgin bir şekilde kendini gösterir. Daha önce
    de belirttiğimiz gibi 12-21 yaşlar arası ergenlik dönemidir. Ergenlik
    çağına giriş yaşı cinsiyete ve iklime göre değişir. Kızlar ergenlik
    dönemine erkeklere göre 2 yıl daha önce girer. Sıcak ülkelerde ergenlik
    çağına girme, İsveç, Norveç gibi soğuk ülkelere göre daha erken olur.
    Ergenlik döneminde boy uzaması erkeklerde 10-30 cm, kızlarda ise 10-20
    cm arasındadır. Aynı şekilde ergenlik döneminde ortalama 15 kg kadar
    kilo artışı meydana gelir. Kilo ve boy artışıyla birlikte iskelet
    sisteminde de önemli değişiklikler olmaktadır. Yağ dokusunda artma ve
    kas dokuda gelişme olur. Yağ doku ve kas dokudaki değişiklikler kız ve
    erkeklerde farklılık gösterir. Kas gelişimi erkeklerde kızlara göre
    daha fazla, yağ dokusundaki artış ise kızlarda erkeklere göre daha
    fazla oluşur. Ergenlik dönemindeki değişikliklerden bir diğeri de
    hormonlardaki artıştır. Özellikle büyüme hormonu ile eşeysel
    hormonlarda artış olur.
    Ergenlik dönemindeki kızlarda ve erkeklerdeki değişiklikleri kısaca aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.
    Ergenlik dönemindeki kız çocuk: Ergenlik dönemine giren kız
    çocuklarında bazı değişiklikler görülür. Ergenlik dönemindeki kız
    çocuğunda ikincil değişiklikler oluşur. Bu değişiklikler sonucu
    ergenlik dönemindeki kız çocukların vücutlarında keskin çizgiler
    kaybolmaya, kollar, bacaklar ve diğer organları bir kadındaki gibi
    biçimlenmeye başlar. Koltuk altları ve cinsel bölgelerde kıllanma olur.
    Yüzlerde sivilceler oluşabilir, ikincil değişikliklerin yanında meydana
    gelen asıl değişiklikler yumurta hücresinin olgunlaşması ve buna bağlı
    olarak meydana gelen âdet kanamalarının başlamasıdır.
    Ergenlik dönemindeki kızlarda adet kanamalarının başlangıcı genellikle
    10-13 yaşlandır. Âdet kanamaları başlangıcı bazen 15-16 yaşlarına kadar
    gecikebilir. Adet kanaması, döllenmiş yumurtanın kopan rahim içi
    epitel, kan ve akıntılarla dışarı atılması olayıdır. Yumurtalıklarda
    yumurtanın olgunlaşması, olgunlaşan yumurtanın rahime doğru ilerlemesi,
    bu sırada rahim içindeki değişikliklerle, daha sonra döllenmiş
    yumurtanın, adet kanaması ile ayrılması olaylarının tamamına birden
    adet döngüsü denir. Âdet döngüsü normal olarak 28 gündür. Erişkin bir
    kadının yumurtalıklarından her 28 günde bir yumurta olgunlaşarak
    atılır. Yumurta hücrelerine olgunlaştıktan sonra yumurtalıktan atılması
    olayına ovulasyon denir. Ovulasyonla yumurta kanalına (fallop tüpü)
    atılan yumurta hücresi erkek eşey hücreleriyle birleşirse döllenme
    olayı gerçekleşir. Döllenme olayından sonra gelişme rahimde olacağından
    rahim gebelik için hazır duruma gelir. Kan damarları bakımından zengin
    hâle gelen rahimin iç tabakası kalınlaşır.
    Eğer gebelik meydana gelmeyecek olursa kalınlaşan bu yüzey tabakası
    kanama ile birlikte atılır. Âdet kanaması denilen bu olay 45-49
    yaşlarına kadar sürer. Bu nedenle 15-49 yaşlar arasındaki kadınlar
    doğurgan çağdaki kadınlar olarak kabul edilir. Âdet kanamaları gebelik
    oluştuğunda durur. Âdet kanamaları ruhsal gerilimlerde, streste ve bazı
    hastalıklarda düzensizleşebilir. Yolculuk, yorgunluk iklim
    değişiklikleri de adet kanamasının normal seyrini bozabilir. Âdet
    kanamalarındaki düzensizlik kanamanın ilk yıllarında da görülür, ilk
    yıllardaki bu düzensizlik 2-3 yıl kadar sürebilir. Âdet kanamaları 3-5
    gün kadar sürer. Kanamanın başladığı ilk gün yeni adet döngüsünün ilk
    günü kabul edilir.
    Ergenlik dönemindeki erkek çocuk:
    Ergenlik dönemine erkekler kızlara göre daha geç girer. Ancak kızlara
    göre ergenlik dönemi daha uzun bir dönemi kapsar. Ergenlik dönemindeki
    erkeklerde bazı değişiklikler görülür. Bunlar; yüzde sivilcelerin
    meydana gelmesi, sakal ve bıyıkların çıkması, sesin kalınlaşması,
    koltuk altlan ve cinsel bölgelerin kıllanması, boydaki hızlı artış,
    kasların gelişmesi vb.leridir.
    Ergenlik dönemindeki tipik değişikliklerden olan sesin kalınlaşması ses
    tellerinin uzamasından kaynaklanır. Sesin kalınlaşması bazen belirsiz
    bazen de konuşma ahenginde düzensizlik yapacak biçimde olabilir.
    Ergenlik dönemindeki kız ve erkeklerde görülen değişiklikler tablodaki
    gibi özetlenebilir. Ergenlik dönemindeki kız ve erkeklerde ortaya çıkan
    fiziksel, anatomik ve fizyolojik değişikliklerin yanında psikolojik
    değişiklikler de meydana gelir. Bu değişiklikler ilerleyen konularda
    açıklanacaktır.


    Ergenlik dönemindeki kızlarda görülen değişiklikler Ergenlik dönemindeki erkeklerde görülen değişiklikler
    • Boyda uzama meydana gelir.
    • Kiloda artış görülür.
    • Koltuk altı ve cinsel bölgelerde kıllanmalar olur.
    • Vücut hatları biçimlenir ve göğüs belirmeye başlar.
    • Kas gücü zayıf olup kaslardaki artış yavaştır.
    • İlk âdet kanaması görülür.
    • Deri ince ve narindir. • Boyda uzama meydana gelir.
    • Kiloda artış görülür.
    • Koltuk altı ve cinsel bölgelerde kıllanmalar olur.
    • Testis, skrotum ve cinsel organ büyür.
    • Kas gücünde artış olur. Kaslardaki artış kızlara göre daha hızlıdır.
    • Gırtlak gelişerek önde belirgin bir duruma gelir. Buna bağlı olarak ses kalınlaşır.
    • İlk meni gelir.
    • Derinin kalınlaşması kızlara göre daha fazladır.
    5. Ergenlik Döneminde Görülen Sorunlar
    Ergenlik dönemindeki kız ve erkeklerde içinde bulundukları “bulûğ”
    evresinden kaynaklanan birçok sorun görülebilir. Bulûğ çağı için
    “delikanlılık” ifadesi de kullanılır. Delikanlı (adolesan) ifadesi
    birçok bilim adamı tarafından gencin ruhsal durumunda meydana gelen
    önemli değişiklikleri tanımlamak için kullanılmaktadır.
    Bulûğ çağına giren kız ve erkeklerde fiziksel, anatomik ve fizyolojik
    değişikliklerin yanında duygusal değişiklikler de meydana gelmektedir.
    Bu döneme giren ergenlerde yalnız olma isteği, sinirlilik, hayal kurma,
    derslere karşı olan isteksizlik, çevresindekilere karşı kendisini kabul
    ettirmeye yönelik çaba sarf etme gibi durumlar görülür. Ayrıca bu
    dönemdeki ergen, giyime ve dış görünüşüne büyük önem verir. Sık sık
    aynaya bakar saçlarını tarar. Bulûğ çağındaki önemli duygusal
    değişikliklerden birisi de cinsel konulara karşı ilgisinin artmasıdır.
    Bu dönemde bilgi açlığı içerisindeki delikanlılara doğru ve yeterli
    bilgi verilmelidir. Aksi takdirde hatalı ve yanlış bilgi edinerek
    hatalı davranışlara yönelebilirler.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:01 pm

    Bulûğ çağındaki gençlerden bazılarında yaşıtlarına oranla fazla kilo alma, boy kısalığı ve sivilceler görülür. Bu durumdaki gençler
    bulundukları durumdan dolayı ruhsal sıkıntıya düşebilir. Ancak
    bilinmelidir ki bu durumlar geçici olup, zamanla ortadan kalkacağı için
    problem yapılmamalıdır.
    Bulûğ çağı da olarak bilinen ergenlik [delikanlılık] dönemi erken
    ergenlik, tam ergenlik ve geç ergenlik olarak üç ayrı evreye ayrılır.
    Her bir evrede kız ve erkeklerde farklı değişiklikler gözlenir.
    • Erken ergenlik: Ergenliğin erken dönemindeki kızlarda daha öncede
    belirtildiği gibi göğüsler büyür ve daha belirginleşir. Bu durumdan,
    genç kız dikkat çekeceği düşüncesiyle rahatsız olur. Dolayısıyla
    bulunduğu durumdan dolayı bol elbiseler giyer, yürürken veya otururken
    omuzlarını öne eğer. Genç kızın göğüslerinin gelişmesi geciktiği
    takdirde ise endişeye kapılabilir.
    Ergenliğin erken dönemindeki kızlarda ilk adet kanaması yersiz bir
    korku meydana getirebilir. Âdet kanamasından dolayı kendilerinin
    çevreye hoş olmayan koku saçtıkları ve pis oldukları düşüncesine
    kapılabilirler. Eğer genç daha önce bu konuda ailesi ve
    öğretmenlerinden yeterli bilgi alırsa sıkıntılarını daha kolay atlatır.
    Erken ergenlikteki erkeklerde ilk belirtiler testis, skrotum ve cinsel
    organın gelişmesidir, ilk defa meni geldiğinde bu durumun normal
    fizyolojik bir olay olduğu ergen tarafından bilinmelidir. Aksi takdirde
    meninin gelmesi durumunda sıkıntı ve suçluluk duygusuna kapılabilir.
    Menisinin bulaştığı çamaşırlarını, çarşafı ve yatağı saklamaya çalışır.
    Bazı ergenlerde bilgisizlikten kaynaklanan panik daha da büyük boyutta
    olabilir. Bazı ergenlerde ise aksi durum meydana gelebilir. Bunun
    sonucunda da cinsel organının gelişmediği korkusu oluşabilir. Ancak
    ergen zamanla bu durumun ortadan kalkacağını, bunun cinsel güçle hiçbir
    ilgisi olmadığını bilirse problemlerini daha kolay atlatır. Sesin
    kalınlaşması nedeniyle ergen kendi sesini tanıyamaz ve buna bağlı
    sıkıntılar da oluşabilir.
    Ergenlik döneminde görülen sorunların daha kolay atlatılması için
    ergene gerekli eğitim verilmelidir. Gerekli eğitim kişinin ailesi ve
    öğretmenleri tarafından verilmelidir.
    Erken ergenlikte otoriteye (anne, baba, öğretmen vb.) karşı çıkma
    davranışları görülür. Ergende yalnız kalma isteği, çalışmaya karşı
    isteksizlik, çekingenlik, kendi vücuduna ilgi, cinsiyetle fazla uğraş
    gibi sorunlar görülür.
    • Tam ergenlik: Bu dönemdeki kızlarda yüz çizgileri incelerek son
    biçimini alır. Erkeklerde yüz erkek görünümü almaya başlar. Üreme
    organları son biçimini alır. Ergenlik döneminin değişliklerine
    alışıldığı evredir. Tam ergenlikte karşı cinse olan ilgi artar. Anne ve
    babaya karşı ölen bağlılık toplumdaki arkadaş çevresine doğru kayar.
    Grup, önem kazanmaya başlar. Tam ergenlikte bağımsızlığın kazanılması
    uğruna ergenin gözünde aile değer kaybeder. Ergen, arkadaşlarından
    destek arar. Ergende cinsel kimliğin benimsenmesinde kendini yetersiz
    hissetme gibi sorunlar görülebilir.
    Tam ergenlik, fırtına ve stresin yoğun olduğu bir evre olduğundan
    ergenin ailesi ve öğretmenleri tarafından bu durum unutulmayarak uygun
    davranış gösterilmelidir.
    • Geç ergenlik: Geç ergenlik dönemindeki kişiliğin gelişmesi, aile ile
    ilişkilerin düzene girmesi, sosyal ilişkilerin gelişmesi, bağımsızlığın
    ve cinsel olgunluğun kazanılması ile ilgili sorunlar azalır. Bu dönemde
    erkek ve kızlar birbirlerinin vücut tiplerinden çok kişilikleri ile
    ilgilenirler. Birbirlerinin iç dünyalarını, düşüncelerini, duygularını,
    hayat anlayışlarını daha iyi tanımaya çalışırlar. Geleceğe yönelik
    plânlar yaparlar. Sorumluluk yüklenebilirler, Gelecekle ilgili
    seçimlerini yaparlar. Evlenebilir, meslek edinebilir ve vatandaşlık
    haklarını kullanabilirler.
    6. Ergenlik Döneminde Olumlu Tutum Geliştirme
    Ergenlik döneminde önemli ruhsal gerilimler ve sorunlar ortaya
    çıkabilir. Her genç bu dönemde az veya çok bocalama geçirir. Bu
    bocalama dönemi gencin göreceği ilgi ve desteğe göre kısa veya uzun
    sürebilir. Gencin bocalama dönemini hasarsız geçirebilmesi için ana,
    baba ve öğretmenlere birçok görev düşer. Aileler ergenin sorunları
    konusunda bilgilendirilmelidir. Ana baba ve öğretmenler, ergenlik
    çağındaki çocukların olgunlaşmasını sağlayacak ortamı hazırlamalıdır.
    Ergenin, bu dönemde doğru bilgileneceği, kolayca sorunlarını
    tartışabileceği güvenilir bir çevreye ihtiyacı vardır. Bu aşamaca
    uyumlu bir grup arkadaşlığı ile karşı cinsten kişilerle dengeli ve
    uyumlu arkadaşlıklar kurmak çok önemlidir. Dengeli ve uyumlu grup
    arkadaşlığı ile aynı şekilde karşı cinslerle yapılan arkadaşlık
    ergenlik dönemindeki bocalamayı en aza indirir.
    Meslek seçimi ve geleceğe yönelik hedefler genellikle ergenlik
    döneminde yapılır. Bu nedenle ergen kendi yeteneklerini tanımalıdır.
    Kendi yeteneklerini bilen ergen durumuna uygun olan en iyi mesleği
    seçer. Yeteneklerine ve becerisine göre meslek seçen ergen hayatı
    boyunca mutlu ve başarılı olur. Aynı zamanda ergen bütün yeteneğini
    kullanma imkânı bulur. Mesleğinde uyumlu çalışacağından hayatının daha
    sonraki evrelerinde işiyle ilgili problemler en aza iner. Çalışma
    hayatında plânlı olmak, başarıyı artıran önemli bir etkendir. Bu
    nedenle plânlı çalışma ergenin daha başarılı olmasını sağlar.
    Dolayısıyla da doyuma ulaşan ergen daha sağlıklı bir davranış kazanır.
    Ergenlik dönemindeki bir çok sorunun aşılarak olumlu tutum
    geliştirilmesinde hobilerin ve spor yapmanın önemi fazladır. Ergenin
    sinemaya gitmek, kitap okumak, koleksiyon yapmak gibi hobilerle
    uğraşması onun rahatlamasını, stresini atmasını ve birçok olumsuz
    davranışın engellenmesini sağlar. Aynı şekilde ergenin spor yapmasının
    bedensel ve ruhsal gelişimine önemli katkısı vardır. Spor hem bedeni
    geliştirir hem de ergenin stresini atmasına yardımcı olur.
    Ergen sosyal ilişkilerde tutarlı saygılı ve katılımcı olmalıdır. Çünkü
    ergen kendisinin de toplumun bir bireyi olduğu ve bazı
    sorumluluklarının olduğu bilincini taşımalıdır.
    Ergenlik döneminin, kişilerin daha sonraki dönemlerini etkilediği
    unutulmamalıdır. Kişiliğin bu dönemde olgunlaşması, eş ve meslek
    seçiminin ve önemli kararların bu dönemde alınması hayatın sonraki
    dönemlerini etkiler. Ergenlikte geçirilen bazı hastalıklar; daha
    sonraki dönemlerde kişinin sağlığını etkiler. Bu nedenle ergenlik
    döneminin sağlıklı geçirilmesi gerekir.
    Ergenlik döneminde oluşan bedensel ve ruhsal değişimlerin kişiler
    arasında farklılık göstereceği ergene açıklanmalıdır. Buna bağlı olarak
    oluşacak olumsuz davranışlar önlenerek, ergenin sağlıklı bir evre
    geçirmesi sağlanmalıdır.
    Ergenlik dönemi 12-21 yaşlan arasındaki süreyi içine alır. Bu dönem
    daha önceki dönemlerin bir düzene sokulduğu dönemdir. Ergenlik, anî ve
    coşkulu tepkiler gösterilen, tedirginlik, huzursuzluk ile neşe ve
    mutluluğun birbirini izlediği bazen de iç içe yaşandığı bir dönemdir.
    Bu dönemdeki gençlerde genellikle alışılagelmiş davranışlara karşı
    çıkma eğilimi vardır. Özellikle de anne baba ve diğer büyüklerin
    davranışlarını beğenmezler. Ana ve babaya karşı gelme eğilimi vardır.
    Sık sık geleceğe yönelik plânlar yapar. Bağımsız olma ile bir gruba ait
    olma duyguları arasında bocalama vardır. Aile bu dönemde gencin
    sıkıntılarını dikkate alarak anlayışlı, esnek ve sabırlı davranmalıdır.
    Bununla birlikte genç tamamen serbest bırakılmamalıdır. Belirli
    sınırların konulması gerekir. Gencin problemlerinin konuşularak
    anlayışlı bir şekilde çözülmesi sağlıklı bir gelişmeyi sağlar.
    Problemlerin çözülmesi, gençle konuşulması, gencin dinlenilmesi gibi
    hoşgörü ortamlarında sağlanmaz ise gençlerle büyükler arasında kopukluk
    meydana gelir. Bu kopukluğun yerini tutarsız ve dengesiz ilişkiler
    doldurabilir.

    II. RUH SAĞLIĞI
    Eski çağlarda ruh hastaları toplumun dışına itilmekteydi. Hatta
    özellikle batı toplumlarında ruh hastaları, içlerine kötü ruhlar
    girdiği gerekçesiyle cezalandırılmışlardır, içinde bulunduğumuz
    yüzyılın başında ruh sağlığı sorunlarının oluşumu, belirtileri daha iyi
    yorumlanmaya başlamıştır. Ruh hastalarının tedavi edilmesi için çeşitli
    ilâçlar bulunmuştur. Ruh hastalarında bu ilâçların kullanılmasıyla
    başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır.
    Başlangıçta uzun süreli olarak akıl hastanelerine kapatılan hastalar
    daha sonra kısa sürelerde tedavi edilerek topluma kazandırılmaya
    yönelik uygulamalar yapılmıştır. Yakın zamana kadar “deli” olarak kabul
    edilen ruh hastaları için artık “deli” ifadesi kullanılmamaktadır.
    Günümüzde ruh hastaları modern yöntemlerle tedavi edilmekte ve başarılı
    sonuçlar alınmaktadır.
    Ruhsal yönden sağlığını kaybeden kişilerin iş verimi ve çevreleriyle
    olan ilişkileri düzensizdir. Ruh sağlığını kaybeden kişi güvensiz,
    kaygılı ve karamsar bir duruma girer.
    Sağlığın tanımını yaparken sağlığın bedensel, ruhsal ve sosyal
    bakımlardan tam bir iyilik hâli içerisinde olması gerektiğini
    belirtmiştik. Sağlık kavramı içerisinde en kolay tanımlanan ve
    anlaşılabileni, bedensel sağlık kavramıdır. Oysa, sosyal ve ruhsal
    sağlığın tanımlanmasıyla ilgili çeşitli zorluklar vardır. Ruh
    sağlığını, kişinin kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olması, aynı
    zamanda çevresiyle barışık olması şeklinde tanımlayabiliriz:
    Kişilerin çevresiyle uyumlu olması için ruhsal açıdan sağlıklı olması
    gerekir. Kişiler ruhsal açıdan sağlıklı olması için bazı özellikleri
    taşımalıdır. Bunlardan önemli olanlardan bazılarını aşağıdaki gibi
    sıralayabiliriz.
    • Kişi çevresiyle uyumlu ilişkiler içinde olmalıdır:
    • Kişi kendisine güvenmelidir.
    • Kişide korku, kuşku, üzüntü, endişe gibi saplantılar olmamalıdır.
    • Bulunduğu arkadaş çevresinde uyumlu, tutarlı ve güven verici
    olmalıdır. Çevresindeki kişilerle sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı
    ilişkiler kurmalıdır.
    • Kişinin hayatında karşılaştığı çeşitli sorunlar olabilir. Bu sorunlar
    karşısında bocalamamalıdır. Sorunlarını çözmek için çeşitli yollar
    aramalı ve gerçekçi çözüm yolları bulmalıdır. Kesinlikle ümitsizliğe
    düşmemelidir.
    • Kişinin kendi mesleği dışında eğlendirici, dinlendirici çeşitli hobileri olmalıdır.
    Ruh sağlığı ile ilgili kavramlardan önemli olan bazıları ruh bilim
    (psikoloji) ve ruh hekimliği (psikiyatri) dir. Ruh bilim (psikoloji),
    ruh sağlığının genel ilkelerini ve özelliklerini deneysel çalışmalar
    yoluyla inceler. Ruh bilimin inceleme alanında sağlıklı insan ele
    alınır. Ruh hekimliği (psikiyatri) ise tıpta bir uzmanlık alanıdır. Bu
    hekimlik dalı ruh sağlığını bedensel ve sosyal yönleriyle ele alır.
    Kişinin ruhsal hastalıklardan korunmasını, ruhsal sorunların teşhis ve
    tedavisini konu edinir. Psikiyatrinin görevi ise ruhsal yönden tedavi
    edilen hastaların tekrar topluma kazandırılmasını sağlar.
    1. Ruh Sağlığını Etkileyen Faktörler
    Ruh sağlığı etkileyen faktörler kişisel faktörler ve çevresel faktörler
    olmak üzere iki gruba ayrılır. Bunları aşağıdaki gibi açıklayabiliriz.
    a) Ruh sağlığını etkileyen kişisel faktörler
    Ruh sağlığını etkileyen kişisel faktörler arasında önemli olanları;
    • Yaş ve cinsiyet,
    • Kişinin alışkanlıkları,
    • Meslek ve medenî durum,
    • Beden sağlığıdır.
    Yaş ve cinsiyet: Yapılan araştırmalar sonucunda bazı ruhsal sorunların
    belli yaş gruplarında yoğunlaştığı görülmüştür. Çoğunlukla 30-40 ve
    45-50 yaşları ile yaşlılık dönemlerinde ruh sağlığı bozukluklarına daha
    sık rastlanılmıştır. Örneğin, erken bunama gibi rahatsızlıklar 30-40
    yaşlarında görülür. Kadınların menapoz dönemine girdikleri 45-50
    yaşlarında çeşitli ruhsal problemler oluşur. Yaşlılarda ise yaşlılıktan
    dolayı bunama görülebilir.
    Ruhsal durumların ortaya çıkması cinsiyetle de ilgilidir. Ruhsal
    problemlerin ortaya çıkması kadın ve erkekte aynı sıklıkta olmaz.
    Ruhsal problemler kadınlara göre erkeklerde daha fazla görülür. Nedeni
    ise ruh sağlığına etki eden faktörlerin erkeklerde daha kalıcı etki
    bırakmasıdır.
    Kişinin alışkanlıkları: Kişinin alışkanlıkları olumlu ve olumsuz
    yönlerde olmak üzere iki çeşittir. Olumlu alışkanlıklara örnek olarak
    spor yapma, düzenli uyuma, dengeli beslenme, hobiler ve düzenli
    çalışmayı verebiliriz. Bu alışkanlıklar kişinin ruh sağlığını olumlu
    olarak etkiler. Olumsuz alışkanlık dediğimiz kötü alışkanlıklar
    arasında sigara içmek, alkol ve uyuşturucu kullanmak ile kumar oynamayı
    örnek olarak verebiliriz. Saydığımız bu kötü alışkanlıklar hem ruh
    sağlığın hem de beden sağlığını olumsuz olarak etkiler. Yapılan
    araştırmalar, ruh sağlığı bozulan ve kötü alışkanlıkları olan kişilerde
    suç işleme eğiliminin daha fazla olduğunu göstermiştir.
    Meslek ve medenî durum: Kişinin mesleği, sosyal ve ekonomik
    ihtiyaçlarını karşılaması bakımından oldukça önemlidir. Dolayısıyla
    kişinin mesleğini iyi seçmesi ve severek yapması gerekir. Severek ve
    isteyerek mesleğini yapması ruh sağlığını olumlu etkiler. Sevilmeyen ve
    istenilmeyen işlerde çalışmak başarıyı engeller. Bu durum ise kişinin
    ruh sağlığını etkileyerek strese neden olabilir.
    Kişilerin ruh sağlığını medenî durumu da etkiler. Sevgi, saygı ve
    hoşgörü ilkesine dayalı olan evliliklerde kişilerin ruhsal durumları
    daha dengelidir. Sürekli tartışmaların olduğu, sevgi, saygı ve
    hoşgörünün olmadığı evliliklerde bu durum önemli ruhsal sorunların
    temel kaynağı olabilir. Sevgi, saygı ve hoşgörünün olmadığı aile
    ortamından en fazla etkilenen çocuklardır. Çocuklar bu durumdan olumsuz
    yönde etkilendiğinden ilerki yaşlarda davranışlarına bu durumu yansıtır.
    Beden sağlığı: Kişinin ruh sağlığını, bedensel ve sosyal sağlıktan ayrı
    olarak düşünmek yanlıştır. Bu sağlık öğelerinin birinde meydana gelen
    bir olumsuzluk diğerini de olumsuz etkiler. Örneğin, beden sağlığı
    bozularak hastalanan bir kişi bu durumundan etkilenir. Dolaysıyla bu
    durum kişinin ruh sağlığına etki ederek bozulmasına neden olur.
    özellikle uzun süreli yatak hastaları ve tedavisi mümkün olmayan
    hastalıklar kişinin ruh sağlığının bozulmasına yol açar. Aynı şekilde
    kişinin ruh sağlığının bozulduğu durumlarda da beden sağlığı
    etkilenerek bozulabilir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:02 pm

    b) Ruh sağlığını etkileyen çevresel faktörler
    Ruh sağlığını etkileyen çevresel faktörleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. Bunlar;
    • Ailesel faktörler,
    • Sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler,
    • Özel zorlayıcı durumlardır.
    • Ailesel faktörler: Kişinin temel özelliklerinin ilk belirlendiği yer
    ailesidir. Aile içindeki sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı ilişkiler
    ruhsal gelişimi önemli ölçüde etkiler. Aile içindeki sağlam ve tutarlı
    ilişkiler kişinin karşılaştığı birçok problemi kolayca aşmasını sağlar.
    • Sosyal, kültürel ve ekonomik fakförler : Kişiliğin gelişmesinde
    ailenin önemini yukarıda açıklamıştık. Nasıl ki bireyin kişiliği ailede
    oluşuyorsa ailelerin kişiliğinin oluşması, bulunduğu ortamın sosyal
    kültürel ve ekonomik faktörlerinden etkilenmesiyle olur. Kişilik
    oluşurken sosyal çevredeki gelenek ve göreneklerden etkilenerek
    şekillenir. Sosyal çevrenin kurallarına uyulduğunda ruh sağlığı bu
    durumdan olumlu etkilenir. Sosyal çevrenin kurallarına uyulmadığı zaman
    kişide antisosyal davranışlar gözlenir. Sosyal çevresiyle uyumlu olan
    kişi, toplumun da kuralları olduğu bilincine vardığından yeni değer
    yargılan gelişir. Böylece toplum içindeki zorluklara daha kolay göğüs
    gerer.
    Kişilerin ruhsal yapısına etkili olan etmenlerden bir diğeri ise
    kültürel ve ekonomik faktörlerdir. Kişinin kültürel ve ekonomik
    durumlarının iyi olması ruh sağlığını olumlu etkiler. Ancak kültürel ve
    ekonomik etmenlerin iyi olması ruh sağlığının da kesin iyi olacağı
    anlamını taşımamalıdır. Kültürel ve ekonomik durumu iyi olan
    toplumların değişik kesimlerinde ruhsal bozukluklar ortaya çıkabilir.
    Ekonomik durumları nedeniyle farklı kültürlere sahip ortamlarda çalışan
    kişilerde, bulundukları ortamın kültür ve ekonomisine uyum
    sağlayamadığında çeşitli ruhsal sorunlar ortaya çıkar. Örneğin,
    çalışmak için Almanya’ya giden ilk dönemdeki işçilerimizde bu durum
    gözlenmiştir. Bu işçilerimizden bulundukları ortamın şartlarına uyum
    sağlayamayanlardan bazılarında ruhsal problemler gözlenmiştir. Uyum
    sağlayamayanların bir kısmı ise geri dönmüşlerdir.
    Özel zorlayıcı durumlar: Savaş, göçler, doğal afetler ve kazalar gibi
    bazı durumlar kişileri normalin dışında etkileyerek strese neden
    olabilir. Özellikle de daha önceden ruhsal problemleri olan kişiler bu
    durumlardan daha fazla etkilenir.
    Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı gibi ruh sağlığı
    kişisel ve çevresel faktörlerden çabucak etkilenir. Ruh sağlığının
    olumlu olarak etkilendiği davranışları özet olarak aşağıdaki gibi
    sıralayabiliriz:
    • Kişi, kendini tanımalıdır. Buna bağlı olarak olumlu ve olumsuz
    yönlerinin olacağını kabul etmeli ve olumlu davranışlarını
    geliştirirken olumsuz olanları azaltmaya çalışmalıdır.
    • Kişi, kendi özelliklerini, yaşadığı ortamın gerçeklerini de göz ardı etmeden korumalıdır.
    • Kişi, evinde, okulunda ve is yerinde çalışarak yaşadığı toplumun ve kendisinin gelişmesine katkıda bulunmalıdır.
    • Kişi, çevresindeki farklı görüşlere sahip kişilere karşı anlayış ve
    hoşgörü ile yaklaşıp iş birliği yapabilme yeteneğine sahip olmalıdır.
    • Kişi, hayatında zor durumlar ve başarısızlıklarla karşılaşabilir. Bu
    durumlara karşı mücadele etme gücünü kendinde bulmalıdır.
    • Kişi, yeni durumlara gerçekçi değerlendirmeler yaparak uyum sağlayabilmelidir.
    2. Ruh Sağlığının Korunması
    Ruh sağlığının korunması, ancak beden sağlığının da korunmasıyla
    sağlanabilir. Çünkü ruh ve beden sağlığından herhangi birisi
    bozulduğunda diğeri de bu durumdan etkilenerek bozulur. Ruh sağlığını
    korumak için öncelikle beden sağlığının korunması gerekir. Ruh
    sağlığını korumak için yapılması gerekenlerden bazıları ise aşağıdaki
    gibidir:
    • Kişiler kendisinin ve çevresindekilerin ruh sağlığını düşünerek okulda, ailede ve toplum içinde tutarlı davranmalıdır.
    • Kişinin günlük hayatındaki belli nedenlere bağlı kaygıların ve
    üzüntülerin, her zaman ruhî bozukluk belirtisi olmayacağı bilinmelidir.
    • İnsan hayatının herhangi bir döneminde üstesinden gelemeyeceği ruhsal
    problemleri olabilir. Ancak bu problemlerin yardımla, zaman içerisinde
    atlatılabileceği kabullenilmelidir. Okul hayatı boyunca karşılaştığı
    problemlerde sınıf öğretmeninden, rehber öğretmenden, okul
    yöneticilerinden veya sağlık personelinden yardım istemelidir. Bu
    kişiler dışındakilerden yardım istemek kişiyi daha büyük ruhsal
    sorunlara itebilir.
    • Kişi kendisinin de toplumda bir yeri olduğunu bilmelidir. Toplumda
    bir yeri olduğunu bilen kişi güçlükler karşısında yılmadan,
    karamsarlığa kapılmadan ve sorumluluklarına uygun davranışlarda
    bulunmalıdır. Bu davranışlar ruh sağlığını olumlu etkiler.
    • Kişi yeteneklerini bilmeli, verimli uğraşlar edinmeli, başarılarından
    mutlu olmalıdır. Böylece hem yararlı işler yapılır hem de ruh sağlığı
    korunmuş olur. Kişinin verimli uğraşları olması boş zamanı
    doldurduğundan sıkıntı ve stresi önler.
    • Kişinin geleceğe yönelik hedef ve tasarıları olmalıdır. Hedefine
    ulaşmak için çaba göstermelidir. Böylece kendisini boşlukta hissetmez.
    Yaşamak için bir amacı olur. Hayatta hiçbir amacı olmayan kişilerin
    çeşitli ruhsal problemleri olur.
    • Kişi başarısızlıktan yılmamalı, yeni durumlara uyum sağlamalıdır.
    Bulunduğu yeni durumlara uyum sağlayamayan ve başarısızlık karşısında
    pes eden kişilerin ruhsal durumları olumsuz etkilenir. Ruh sağlığının
    korunmasında uygulanan sağlık hizmetleri üç [1, 2 ve 3] basamaklıdır.
    • Kişinin ruhen dinlenmesi, sağlıklı ve uzun yaşayabilmesi açısından
    oldukça önemlidir. Çeşitli hobileri olan, yeterince tatil yapan kişiler
    bedenen olduğu kadar ruhen de dinlenmiş olurlar. Bu durum ise onların
    sağlıklı olmalarına katkıda bulunur.
    Birincil koruyucu ruh sağlığı hizmetleri: Ruh sağlığını korumada
    birinci basamak uygulamaları, rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olan
    etmenleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu basamaktaki hizmetlerde
    ruhsal rahatsızlığın fazla görüldüğü kişilere yönelik tedbirler alınır.
    Birincil koruma halk eğitim merkezleri, okul aile birlikleri,
    mediko-sosyal merkezler ve rehberlik danışma merkezlerince yapılır.
    ikincil koruyucu ruh sağlığı hizmetleri: Bu basamakta ruhsal
    rahatsızlığı olanların ayakta tedavisi yapılır. Tedavi ilâçla veya
    psikoterapi ile yapılır. Psikoterapide hekim ile hasta karşılıklı
    olarak görüşerek problemlerin çözümüne gidilir.
    İkincil korumada okullardaki rehberlik hizmetleri ruhsal problemi olan
    öğrencilerin problemlerinin büyümeden önlenmesi bakımından oldukça
    yararlıdır.
    Üçüncül koruyucu ruh sağlığı hizmetleri: Bu basamakta ruh sağlığı
    bozulan kişilerin tekrar topluma kazandırılmasına yönelik hizmet
    verilir. Ruhsal rahatsızlık sonucunda çeşitli yeteneklerini kaybeden
    kişiler, tekrar topluma kazandırılmaya çalışılır. Bu basamaktaki
    hizmetler rehabilitasyon merkezlerinde psikiyatri ve ruh sağlığı
    kliniklerinde verilir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:03 pm

    İNSAN VÜCUDUNDA YOLCULUK
    DENETLEYİCİ ve DÜZENLEYİCİ SİSTEMLER
    Gelişmiş yapıda
    olan bitki ve hayvanların vücudunda, doku ve organ farklılaşması
    bulunur. Doku ve organların görevleri farklı farklı olup çalışmaları
    birbirine bağlıdır. Bu nedenle vücuttaki doku ve organların
    çalışmasının birbiriyle uyumlu olmasını sağlayan yapılara
    denetleyici ve düzenleyici sistemler denir. Denetleyici ve düzenleyici sistemler çalışma, şekil ve hızına göre 2 çeşittir.

    A. SİNİR SİSTEMİ
    Organların çalışmasını hızlı,
    etkili ve elektriksel yollarla düzenleyen yapılardan oluşur. Sinir
    sistemi sinir telleri yardımıyla tüm vücuttaki olayları denetler ve
    düzenler. Özelliğine göre 2 kısımdan oluşur.

    1. Merkezi Sinir Sistemi
    Sinir sisteminin yönetici ve denetleyici kısmıdır. Kafatası ve omurga içindeki sinirsel organlardan oluşur.
    a. Beyin : Kafatası
    içerisindeki en büyük sinirsel organdır. Yüzeyi girintili çıkıntılı
    olup iki yarım küreden oluşur. Beyinle kafatası arasında bulunan 3
    katlı zar beyni sarsıntılardan ve darbelerden korur. Yapısında
    milyarlarca sinir hücresi ağ şeklinde bulunur. Beyin yardımıyla insan
    vücudunda;
    – Duyu organlarından gelen uyarılar değerlendirilir.
    – Problem ve olaylar düşünülür, çözülür.
    – Öğrenme faaliyeti ve hafıza olgusu sağlanır.
    – Acıkma, susama, uyku, uyanıklık düzenlenir.
    – Kan basıncı ve vücut sıcaklığı düzenlenir.
    – Hormonların salgılanma zamanı belirlenir.

    b. Beyincik : Yapısı beyne benzer
    ve küçüktür. İki yarım küreden oluşur. Kafatasının arka alt tarafında
    bulunur. Beyin, iç kulak ve iskelet kaslarıyla bağlantılıdır. Beyincik
    yardımıyla insan vücudunda;
    – Kol ve bacaklardaki kasların birbiriyle uyumlu çalışması sağlanır.
    – Kol ve bacaklardaki kasların çalışma derecesi düzenlenir.
    – Aktif hareketin dengeli olması sağlanır.

    c. Omurilik soğanı : Yüzeyi düz olup soğana benzer bir şekle sahiptir. Boynun üst kısmında bulunur. İstem dışı çalışan iç organları yönetir.
    Omurilik soğanı yardımıyla insan vücudunda;
    – Solunum sisteminin çalışması düzenlenir.
    – Dolaşım sisteminin çalışması düzenlenir.
    – Boşaltım sisteminin çalışması düzenlenir.
    – Sindirim sisteminin çalışması düzenlenir.

    d. Omurilik : rtdaki omurga
    içerisinde bulunur. Yüzeyi düz olup sinir kordonunundan oluşur.
    Kafatası organları ile vücut organları arasındaki bağlantıyı sağlar.
    Omurilik yardımıyla insan vücudunda;
    – Beyinle organlar arasında bilgi iletimi sağlanır.
    – Refkles davranışlarının oluşması düzenlenir.

    Refleks : Vücuda yapılan ani ve
    güçlü etkilere karşı vücudun aynı şekilde tepki göstermesidir. İstemsiz
    olarak yapılır. Vücudu koruyucu özelliğe sahiptir. Kazanılma şekline
    göre 2 çeşidi bulunur.
    · Doğuştan kazanılan (kalıtsal) refleks : Genlerle ilgili olup nesilden nesile aktarılır. Her insanda aynı şekilde bulunur.
    – Doğan çocuğun emme hareketi
    – İğne batan parmağın çekilmesi
    – Gürültülü sesten ürkme
    – Göz bebeğinin büyüyüp küçülmesi
    · Sonradan kazanılan (şartlı) refleks : Doğumdan sonra deneyimlerle ve öğrenme sonucu kazanılır. Nesilden nesile aktarılmaz.
    – Limon görünce ağzının sulanması
    – Örgü örme, dans etme, yüzme davranışları
    – Bisiklet ve araba sürme davranışları

    2. Çevresel Sinir Sistemi
    Vücudu ağaç kökü şeklinde saran sinir liflerinden oluşur. Merkezi sinir sistemi ve vücut organları arasındaki sinirsel iletimi sağlar.

    Sinirlerin Yapı ve Özellikleri
    Sinir dokusunu oluşturun hücrelere nöron denir. Milyarlarca nöron insan vücudunu ağ
    gibi sararak yönetimi sağlarlar. Nöronlar görevleri için aşırı
    farklılaşmış olup bölünme yetenekleri yoktur. Çalışmaları sırasında bol
    miktarda enerji harcarlar. Nöronların şekilleri benzer olup 3 kısımdan
    oluşurlar.
    Dendrit : sa ve çok sayıda olan uzantılardır. Çevreden aldıkları uyarıları aksona taşırlar.
    Akson : Uzun ve bir tanedir. Dendritten aldığı uyarıları hedefi olan organa doğru taşır.
    Gövde : Nöronun çekirdek ve organellerinin bulunduğu sitoplazma kısmıdır. Hücredeki hayatsal olayları gerçekleştirir.
    Miyelin kılıf : Bazı nöronlarda, aksonların çevresiyle yalıtımını sağlayarak uyartıların daha hızlı taşınmasını sağlar.
    Uyarı : Nöronları etkileyen çevresel değişmelerdir.
    Uyartımpuls) : Uyarılar
    etkisiyle nöronlarda oluşan elektiriksel ve kimyasal değişmelerdir.
    İnsan vücudunda görev ve taşınan bilginin farklılığına göre 3 çeşit
    sinir hücresi kullanılır.
    · Duyu nöronu : Uyarıları duyu organlarından merkezi sinir sistemine taşır.
    · Motor nöron : Merkezi sinir sisteminden organlara doğru emir taşır.
    · Ara nöron : Merkezi sinir sistemini oluşturur.
    Uyarı
    ve emirler sinirler üzerinde uyartılar şeklinde taşınırlar. Taşınma
    hızları sabit olup oluşma miktarları değişebilir. Uyartılar nöronlar
    üzerinde iyonlar yardımıyla elektriksel; Nöronlar arasında hormonlar
    yardımıyla kimyasal olarak taşınır. Nöronlar birbirine bağlandığı
    bölgelere
    sinaps denir. Sinapslar bir nöronun aksonuyla diğerinin dendriti arasında kurulur. Uyartılar sinapslar üzerinde salgılanan özel hormonlarla taşınır. Böylece uyartının hangi yolu takip ederek hangi organa ulaşacağı belirlenir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:04 pm

    B. HORMON SİSTEMİ
    Organların çalışmalarını
    yavaş, zayıf ve uzun süreli olarak etkileyen sistemdir. Organların
    çalışmasını ürettiği hormonlar yardımıyla düzenler. Üzerinde özel mesaj
    taşıyan protein ve yağ yapılı maddelere
    hormon denir. Hormonlar özel salgı
    bezlerinde üretilirler. İhtiyaç anında belli miktarda salgılanıp kanla
    tüm vücuda yayılırlar. Hormonlar belirli orgaların çalışmasını bir süre
    etkiler. Hormonların az ya da aşırı miktarda salgılanması hastalık
    oluşmasına etkide bulunur. Her bir hormonun yapı ve etkisi birbirinden
    farklıdır. İnsanda hormon üreten organlar ve görevleri birbirinden
    farklıdır.

    1. Hipofiz Bezi
    Beynin alt kısmında bulunan küçük bir
    bezdir. Sinir sistemi ile hormonal sistem arasındaki bağlantıyı sağlar.
    Çok çeşitli hormonları salgılar ve vücudu yönetir. Hipofiz bezi
    yardımıyla insan vücudunda;
    – Diğer salgı bezlerinin çalışması yönetilir.
    – Yaşa uygun büyüme ve gelişme sağlanır.
    – Vücutta tutulacak su miktarı belirlenir.
    – Damarlardaki kan basıncının kontrolü sağlanır.
    – Doğum öncesi süt bezlerinin gelişmesi sağlanır.
    – Sperm ve yumurta üretiminin düzenlenmesi sağlanır.

    2. Epifiz Bezi
    Beyin yarım kürelerinin arasında bulunur. Çalışması ışık miktarından etkilenir. Epifiz bezi yardımıyla canlılarda;
    –Ergenlik dönemine kadar eşeysel gelişme önlenir.
    –Günlük uyku, uyanıklık peryodu düzenlenir.
    –Hayvanların mevsimsel üreme davranışları düzenlenir.

    3. Tiroit Bezi
    rtlağın sağında ve solunda bulunur. İki parçalı olup iki çeşit hormon salgılar. Tiroit bezi yardımıyla insan vücudunda;
    · Tiroksin hormonu salgılanır. Bu hormon hücrelerdeki enerji üretim hızını etkiler. Besin ve oksijen kullanımını artırır.
    · Kalsitonin hormonu salgılanır. Bu hormon kandaki kalsiyum ve fosfat miktarını düzenler. Kemiklerin sertleşmesini sağlar.

    4. Böbrek Üstü Bezi
    Vücudun arka tarafında bel hizasında
    bir çift olarak bulunur. Böbreğin üzerinde bağımsız olarak çalışır. İki
    çeşit hormon salgılar. Böbrek üstü bezi yardımıyla insan vücudunda;
    · Adrenalin hormonu salgılanır. Bu hormon korku, çoşku, heyecan, öfke anlarında metabolizmanın hızlanmasını sağlar.
    · Aldosteron hormonu salgılanır. Bu hormon kandaki mineral oranını ayarlar. Fazlasının idrara geçmesini sağlar.

    5. Pankreas Bezi
    Hem hormon hem de sindirim enzimi üretebilen karma bir bezdir. Midenin hemen altında
    bulunur. İki çeşit hormon salgılar ve kan şekeri seviyesinin sabit
    değerde kalmasını sağlar. Pankreas yardımıyla insan vücudunda;
    · Glukagon hormonu salgılanır. Bu hormon hücrelerde depolanmış glikojenin eritilerek kana geçmesini ve kan şekerinin artmasını sağlar.
    · İnsülin hormonu salgılanır. Bu hormon kandaki şekerin hücrelere geçerek depolanmasını ve kan şekerinin azalmasını sağlar.

    6. Eşey Bezleri
    Cinsiyetle ilgili olup erkeklerde testis, dişilerde yumurtalık
    şeklinde bulunur. Bazı eşey karakterlerinin oluşması ve üreme
    faaliyetinin yapılmasını sağlar. Eşey bezleri yardımıyla insan
    vücudunda;
    – Sperm ve yumurta hücrelerinin üretimi sağlanır.
    – Erkek ve dişilerde ilgili cinsiyet karakterlerinin oluşması sağlanır.

    DUYU ORGANLARI
    Canlıların yaşadığı doğada
    ışık, ısı, nem, yağış, basınç gibi çevre şartları zamanla değişir. Bu
    değişmeleri algılayarak yaşamını düzenleyen canlılar ortama uyum
    sağlarlar. Çevredeki değişmelerin canlılara ulaşmasına
    uyarıdenir. Uyarıları alarak sinirlere aktaran organlara duyu organlarıdenir. Vücuttaki duyu organları
    kendilerine yapılan ışık, basınç, ses, koku, tat gibi uyarıları alarak
    sinirleri etkiler. İnsan vücudunda 5 çeşit duyu organı kullanılır.

    A. GÖZ
    Cisimleri görmeyi sağlayan duyu
    organıdır. Cisimlerden gelen ışığı algılayarak beyne iletir. Böylece
    cisimlerin uzaklığı, şekli, rengi, büyüklüğü algılanır. Göz evinde
    bulunan gözün çevresinde koruyucu organlar bulunur. Kaşlar terin göze
    ulaşmasını önler, kirpikler tozların göze ulaşmasını önler, göz
    kapakları gözün dış kısmını temizler, göz yaşı gözün dış kısmını yıkar.
    Göz yuvarlağı ortadan kesildiğinde, üç tabakadan oluştuğu ve görme yapılarını taşıdığı görülür.

    1. Sert Tabaka
    Bağ dokudan oluşur ve beyazdır. Sık
    dizilimde hücrelerden oluşur. Göze yuvarlak şeklini ve direnç
    kazandırır. Böylece gözdeki iç ve dış basıncı dengeler. Gözün ön
    tarafındaki saydam tabakayı oluşturur.
    Saydam tabaka (kornea) : İnce ve esnek olup ışığın
    kırılarak göze girmesini sağlar. ince kenarlı mercek gibi davranır ve
    göze gelen ışığı göz bebeğinde toplar.

    2. Damar Tabaka
    Orta tabakadır. Bol miktarda kan
    damarı taşır. göz yapılarının beslenmesini sağlar. Göz boşluğuna bakan
    yüzeyi siyah maddelerle kaplıdır. Böylece göz içinin karanlık odaya
    dönüşmesini sağlar. Karanlık oda göze giren ışığın yansımasını önler.
    Bu tabaka farklılaşarak iris, göz bebeği, mercek ve mercek kaslarını
    oluşturur.
    İris : Düz kaslardan oluşan renkli yapıdır. Göze siyah, kahverengi, yeşil, mavi gibi özel renkleri kazandırır. Işık miktarına göre kasılır. Göze girecek ışığı ayarlar.
    Göz bebeği : İrisin ortasındaki açıklıktır. Işığın merceğe ulaşmasını sağlar.
    Mercek : Canlı, esnek ve ince kenarlıdır. İncelip kalınlaşarak gözün uzak ve yakına uyumunu sağlar.
    Mercek kasları : Bakılan mesafelere göre merceğin şeklini değiştirir.

    3. Ağ Tabaka (Retina)
    En içte bulunan tabakadır. Ağ şeklinde
    göz içini astarlamıştır. Üzerinde ışığı alan duyu almaçları bulunur.
    Işığın kırılmaları sonucu oluşan görüntüyü alarak göz sinirine aktarır.
    Farklılaşmasıyla sarı benek ve kör nokta oluşur.
    Sarı benek : Görme düzleminin tam
    karşısında bulunur. Üzerinde yoğun olarak da duyu almacı taşır.
    Görüntünün en net olarak algılandığı yerdir.
    Kör nokta : Üzerinde almaç taşımadığı için görüntü alınmasında etkili değildir.

    Görme Olayı
    Cisim ® Işık ışınları ® Kornea ® Göz bebeği ® Mercek ® tabaka ®
    Sarı benek ® Ters görüntü ® Almaç ® Sinirler ® Beyin ® Değerlendirme

    Göz Kusurları
    Gözün normal görüşünü etkileyen yapısal ve işlevsel bozukluklarına göz kusurları denir. Görüntünün bulanık ya da bazı renklerin alınamaması şeklinde etkili olur.
    · Miyopluk
    : Göz yuvarlağının uzaması ve merceğin kırığının artmasıyla oluşabilir.
    Uzağın bulanık, yakının net görülmesini sağlar. Kalın kenarlı mercekle
    düzeltilir.

    · Hipermetropluk
    : Göz yuvarlağının kısalması ve merceğin kırılıcığının azalmasıyla
    oluşabilir. Uzağın net, yakının bulanık görülmesini sağlar. İnce
    kenarlı mercekle düzeltilir.

    · Astigmatlık
    : Işığı kıran kornea ve merceğin pürüzlenmesiyle oluşur. Yakının ve
    uzağın bulanık görülmesini sağlar. Silindirik mercekle düzeltilir.

    · Presbitlik
    : Merceğin esnekliğini kaybetmesiyle oluşur. Uzağın net, yakının
    bulanık görülmesini sağlar. İnce kenarlı mercekle düzeltilir.

    · Kataraktlık : Merceğin saydamlığını kaybetmesiyle oluşur. Cisimlerin eksik görülmesine neden olur. Ameliyatla düzeltilebilir.
    · Şaşılık : Göz yuvarlağını hareket ettiren kasların bozulmasıyla oluşur. ameliyatla düzeltilebilir.
    · Renk körlüğü : Kalıtsaldır. Nesilden nesile aktarılır. Kırmızı ve yeşil renkler algılanamaz. Tedaviside yoktur.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:04 pm

    B. KULAK
    Sesleri algılayan işitme duyu
    organıdır. ses, maddelerin titreşmesi sonucu oluşur. Hava
    moleküllerinin üzerinde çevreye yayılır. Kulak, ses titreşmelerinin
    yönünü, derecesini ve özelliğini algılayarak sinirlere aktarır. Kulak
    dıştan içe doğru 3 farklı kısımdan oluşur.

    1. Dış kulak
    Ses titreşmelerini alarak kulak zarına taşır. Kulak kepçesi ve kulak yolundan oluşur.
    Kulak kepçesi : Sesi toplar ve kulak yoluna verir.
    Kulak yolu : Havadaki toz ve mikropların kulak içine girmesini önler.

    2. Orta Kulak
    Ses titreşmelerini düzenleyerek oval pencere zarına aktarır. kulak zarı, kulak kemikleri ve östaki borusundan oluşur.
    Kulak zarı : İnce ve esnektir. Ses dalgaları etkisiyle titreşerek uyarıları çekiç kemiğine aktarır.
    Çekiç - örs - üzengi kemikleri : Çevresinde kaslar bulunan özel kemiklerdir. Ses titreşimlerinin derecesini ayarlar. Fazlaysa azaltır, azsa yükseltirler.
    Östaki borusu : İşitmeyle ilgisi
    yoktur. Orta kulağı ağız boşluğuna bağlar. Çok gürültülü ses ve
    basınçlarda kulak zarının iç ve dış kısmındaki hava basıncını dengeler.

    3. İç Kulak
    Uyarıların sinirlere aktarıldığı yerdir. salyangoz, dalız, oval pencere ve yarım daire kanallarından oluşur.
    Dalız : İçi sıvı dolu yoldur. Ses titreşimlerini sıvı dalgası şeklinde salyangoza iletir.
    Salyangoz : İki buçuk kez kıvrımlı
    olup, kıvrımların sonundaki almaç ve sinirler titreşimleri algılarlar.
    Son kısmında esnek zar ve duyu almaçlarının bulunduğu yere korti organı
    denir. Korti organı ses titreşimlerini alarak duyu sinirlerine aktarır.
    Yarım daire kanalları : İşitmeyle
    ilgisi yoktur. Birbirine dik olan 3 yarım kanaldan oluşur. Kanalları
    yardımıyla vücudun duruşunu beyinciğe bildirir. Böylece dengeye
    yardımcı olur.

    C. DİL
    Yenilen besinlerin tadı
    algılar. Yapısında çizgili kaslar bulunur. İstemsiz ve istemli olarak
    çalışabilir. Üzerinde kabartılar şeklinde tat tomurcukları bulunur. Bu
    tomurcukların üzerinde çok sayıda duyu almacı ve sinir bulunur. Dil
    üzerinde 4 çeşit almaç bulunur. Bu almaçlar tatlı, tuzlu, ekşi ve acıyı
    algılar.
    Bu almaçlar dilin her tarafında
    bulunmakla beraber bazı kısımlarda yoğunlaşmıştır. Bu nedenle dilin ucu
    tatlıyı, arkası acıyı, ön yan tuzluyu ve arka yan kısımlar ekşiyi daha
    iyi algılar. Almaçların çalışabilmesi için tat moleküllerinin tükürükte
    erimesi gereklidir.

    D. BURUN
    Koku alma duyu organıdır. Nefesle
    alınan havadaki koku taneciklerini algılar. İçerisinde kıllar, mukus
    tabakası, kemik kıvrımlar ve kılcal damar tabakası bulunur.Burun alınan
    havanın temizlenmesini, ısıtılmasını, nemlendirilmesini ve kokusunun
    alınmasını sağlar.
    Uçucu olan koku maddeleri burun içindeki mukus sıvısında
    eriyerek almaç ve sinirleri uyarır. Buradaki almaçlar aşırı ve uzun
    süreli uyarımlardan dolayı koruyucu olarak yorulma özelliğine sahiptir.

    E. DERİ
    Vücut çevresini örten ince, esnek ve canlı bir dokudur. Hücreleri sık dizilimli olup çok farklı görevleri yapabilir. İki tabakadan oluşur.
    · Üst deri : Derinin en dış kısmıdır. Dış ortamla etkileşim halindedir. İki kısımdan oluşur.
    Ölü kısım (Korun) : Protein tabakasından oluşur. Yabancı maddelerin vücuda girmesini önler.
    Canlı kısım (Malpigi) : Deriye özel renk kazandırır. Ölü tabakanın sürekli olarak yenilenmesini sağlar.
    · Alt deri : Derinin beslenmesini, uyarıları almasını, kılların oluşmasını sağlayan kısımdır.

    DESTEK ve HAREKET SİSTEMLERİ
    İnsanların yer ve yönlerini değiştirmelerine hareket
    denir. Hareketi sağlayan organlar hareket sistemini oluşturur. Destek
    ve hareket sisteminin oluşmasında kemikler, kaslar ve eklemler
    kullanılır.

    1. İskelet
    Kemiklerin birleşmesiyle oluşan yapıya
    iskelet denir. İnsan iskeletinde 210 civarında kemik bulunur. İskeleti
    oluşturan kemikler eklemlerle birbirine bağlanırlar. İskelet insan
    vücudunda;
    – Genel şeklini kazandırır.
    – Aktif hareketi sağlar.
    – İç organlara desteklik sağlar.
    – Merkezi sinir sistemini dış etkilerden korur.
    – Kan hücrelerini üretir ve mineral depolar.
    İnsan iskeleti özelliğine göre 3 kısımdan oluşur.

    a. Baş iskeleti : Kafatası
    kemiklerini oluşturur. Beyin ve beyinciği dış etkilerden korur. Çene
    kemikleriyle beslenmeyi sağlar. Yapısında yüz, elmacık, burun, çene ve
    şakak kemikleri bulunur.

    b. Gövde iskeleti : Vücudun karın ve göğüs kısımlarını oluşturur. İç organları tutar. Kalp ve akciğeri korur. Yapısında omurga, kaburga, kürek, köprücük, göğüs kemikleri bulunur.

    c. Üye iskeleti : Kol ve bacakların
    oluşmasını sağlar. Aktif hareket ve ellerin oluşmasında etkili olur.
    Uyluk, kaval, baldır, pazu, dirsek, parmak kemiklerinden oluşur.
    Şekil ve büyüklüğüne göre 4 çeşit kemik bulunur.
    · Kısa kemik : Eni boyuna yakın olan kemiklerdir. El ve ayaklardaki parmak ve bilek kemikleri bu gruba girer.
    · Uzun kemik : Boyu eninden uzun olan kemiklerdir. Kol ve bacaklarda bulunur.
    · Yassı kemikler : Yüzeyi geniş, levha şeklindeki kemiklerdir. Kafatası, kaburga, kürek, köprücük, çene kemiği bu gruba girer.
    · Düzensiz şekilli kemikler : Belli bir şekle sahip olmayan omurlar bu gruba girer.

    Kemiğin Yapısı
    Kemiklerin enine kesilmesi durumunda farklı
    yapı ve özelliklerdeki kısımlardan oluştuğu görülür. Yapısında kemik
    zarı, sert kemik dokular, süngersi kemik doku, kemik kıkırdağı, sarı
    ilik ve kırmızı ilik bulunur.
    Kemik zarı (periost) : Kemiğin dışında bulunur. Kemiğin beslenmesini, büyümesini, (kalınlaşmasını) ve onarılmasını sağlar.
    Kemik kıkırdağı : Kemiğin uç kısmında bulunur. Kemiğin boyuna uzaması ve eklemlerin oluşmasını sağlar.
    Sert kemik dokusu : Mineral oranı fazla olan sıkı dizilimli kısımdır. Kemiğe direnç ve şekil kazandırır.
    Süngersi kemik dokusu : Kemik içerisinde oyuk şeklinde boşluklar oluşturur.
    Sarı ilik : Yağ depolanmasında etkili olur.
    rmızı ilik : Alyuvar, akyuvar ve kan pulcuklarının üretilmesini sağlar.

    2. Eklemler
    İskeleti oluşturan kemiklerin birbirine bağlanmasını sağlayan yapılara
    eklem denir. Kemiklerin hareket yeteneğine göre 3 çeşidi bulunur.
    a. Oynamaz eklemler : Bağladığı kemiklerin hareket etme yeteneği yoktur. kemikleri tamamen birleştirmiştir, Kafatası ve kalçada bulunur.
    b. Yarı oynar eklemler : Kemiklerin kısıtlı ve dar açıda hareket etmesini sağlar. Omurgadaki eklemler gibi.
    c. Oynar eklemler : Kemiklerin farklı şekil ve açıda hareketine imkan sağlar. Kol ve bacaklardaki eklemler bu gruba girer.

    3. Kaslar
    Uzayıp
    kısalma şeklinde, şeklini değiştirebilen hücrelerden oluşurlar.
    Yapısında, kas dokunun hücreleri demet şeklinde bulunur. Kasların
    kasılıp gevşemesi sinirlerin uyarılarıyla gerçekleşir. Çalışmaları
    sırasında bol miktarda enerji harcarlar. İnsan vücudundaki kaslar;
    – Aktif hareketi sağlar.
    – Bazı iç organlara hareket yeteneği kazandırır.
    – Kalbin çalışmasını sağlar.
    – Konuşmanın gerçekleşmesini sağlar.
    – Yedek enerji depolanmasını sağlar.
    Kasların kasılması sırasında
    kısalma, şişme, sertleşme ve kalınlaşma gerçekleşir. Kol ve
    bacaklardaki kemiklerin çalışması sırasında ön ve arkada birbirine zıt
    çalışan kaslar bulunur. Bu zıt (açıcı ve bükücü) kasların kasılıp
    gevşemesiyle kol ve bacaklardaki bükülme ve gerilmeler gerçekleşebilir.

    BESİNLER ve SİNDİRİM SİSTEMİ
    A. BESİNLERİN ÖZELLİKLERİ
    Canlıların temel
    özelliklerinden birisi de beslenmedir. Besin maddelerinin üretilerek ya
    da dışarıdan alınarak vücutta kullanılmasıyla gerçekleşir. Beslenmede
    kullanılan maddelere besinler denir.
    Besinler canlı vücudunun
    büyümesinde, onarılmasında ve yaşamın düzenlenmesinde etkili olur.
    Üretici canlılar kendi besinlerini yaparken, tüketici olanlar dışarıdan
    hazır olarak alırlar. Tüketici canlıların kullandığı besinler 2 grupta
    bulunur.
    a. Bitkisel besinler : Bitkilerin vücudunu oluşturan yaprak, meyve, tohum, kök gibi kısımlardır.
    b. Hayvansal besinler : Hayvanların
    vücudu ve faaliyetiyle oluşurlar. Et, süt, yumurta, bal, yoğurt, peynir
    bu gruba girer. Kimyasal yapılarına ve özelliklerine göre besin
    maddeleri 2 alt grupta incelenir.
    Organik besinler : Canlı hücrelerde, biyolojik reaksiyonlar sonucu üretilirler. Protein, yağ, şeker, vitamin gibi.
    İnorganik besinler : Toprak üzerinde ve içinde doğal olarak bulunurlar. Su, mineraller gibi.
    Besin maddeleri canlı vücudunda kullanıldığı görevlere göre 3 grupta incelenir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:07 pm

    1. Karbonhidratlar (Şekerler)
    C, H, O elementlerinin birleşmesiyle oluşur. Fotosentez sonucu ilk oluşan organik besindir. Değiştirilerek
    diğer organik besinlerin oluşmasını sağlarlar. Enerji üretiminde ilk
    önce kullanılır. Daha çok bitkisel besinlerde bulunur. Atom sayısı ve
    özelliğine göre hücrelerde farklı şekerler bulunabilir.
    Glikoz şekeri : Kimyasal yapısı C6H12O6 dır.
    Fotosentez sonucu üretilir. Şekerlerin yapıtaşıdır. Solunum ve sentez
    olaylarında kullanılır. İnsan ve hayvanlarda kan şekerini oluşturur.
    Fehling (benedikt) çözeltisi ile kırmızı renk verir.
    Glikojen şekeri : Şekerin insan ve hayvanlardaki depo şeklidir. Binlerce glikozun birleşmesinden oluşur. Kan şekeri azaldığında eritilerek kana verilir.
    Nişasta şekeri : Şekerin
    bitkilerdeki depo şeklidir. Binlerce glikozun birleşmesinden oluşur.
    Hücrelerdeki lökoplast organelinde üretilir. Tohum ve meyvelerde bol
    bulunur. Nişasta iyot çözeltisi ile mavi renk verir.
    Selüloz şekeri : Bitkilerde,hücre çeperinin oluşması
    sağlar. Hücrede yapısal görev yapar. Çok sert yapılıdır. Hücrelere
    desteklik sağlar. İnsan ve hayvanların çoğu tarafından sindirilemez.
    Odunun % 50’si, pamuğun %95’i selülozdan oluşur.

    2. Yağlar (Lipidler)
    C, H, O elemetlerinin birleşmesiyle oluşur. Şekerlerin golgide değiştirilmesiyle
    üretilir. İki tane yapı taşı bulunur. Bunlar yağ asidi ve gliseroldür.
    bir yağ molekülü 3 yağ asidi ve 1 gliserolün birleşmesinden oluşur.
    Sindirilmesi zor olup şekerlerden sonra enerji verici olarak kullanılır.
    Çoğunlukla yedek besin olarak depolanır. Bitkisel yağlar sıvı ve
    hayvansal yağlar katıdır. Yağ molekülleri beyaz kağıt üzerine saydam
    leke bırakır. Canlılarda bulunan yağlar;
    – Hücre zarını oluşturur.
    – Hormonların yapısına katılır.
    – Vücudun ısı yalıtımını sağlar.
    – Göçmen kuşlar ve kış uykusuna yatan canlıların enerji ihtiyacını karşılar.

    3. Proteinler
    C, H, O, N elementlerinin birleşmesiyle oluşur. En küçük yapı
    taşlarına amino asit denir. Hücrelerde 20 çeşit amino asit bulunur.
    Amino asitler farklı sayı, sıra ve çeşitte kullanılarak değişik tipte
    proteinin yapılmasını sağlarlar. Proteinler ribozomlarda üretilir.
    Proteinler nitrik asit ile sarı renk verir. Canlılarda bulunan
    proteinler;
    – Hücre zarı, hormon ve antikorların yapılmasını sağlar.
    – Enzimlerin, kasların, tırnağın, kılların yapılmasını sağlar.
    – Uzun süreli açlıklarda en son enerji vericidir.

    4. Vitaminler
    Hücrelerdeki biyolojik olayların
    düzenlenmesinde görev yapar. Çoğu bitkiler tarafından üretilir. B ve C
    vitaminleri suda, A, D, E, ve K vitaminleri yağda erirler. Yağda eriyen
    vitaminler vücutta depolanabilir.
    Sindirilmeden kana karışırlar,
    enerji vermezler. Eksiklerinde metabolik hastalıklar oluşur. (A
    vitamini - Gece körlüğü, B vitamini - Beriberi, C vitamini -Skorbit, D
    vitamini - Raşitizm, E vitamini - Üreme bozukluğu, K vitamini - Kanın
    pıhtılaşmaması) Canlılarda bulunan vitaminler;
    – Vücut direncini artırır.
    – Kemiğin sertleşmesini, kanın pıhtılaşmasını, sağlar.
    – Büyüme, gelişme, üreme davranışlarını etkiler.

    5. Su (H2O)
    H, O elementlerinden oluşur. Hücrelerin ortalama % 70’ini su molekülleri oluşturur. Su molekülleri kararlı,
    akıcı ve taşıyıcı özelliğe sahiptir. Vücuttaki kimyasal olaylar için
    enzimlerin çalışma ortamını oluşturur. Vücutta bulunan suyla;
    – Besin ve artıkların taşınması sağlanır.
    – Büyük yapılı besinlerin sindirimi sağlanır.
    – Fotosentezle besin yapılır.
    – Vücut sıcaklığının düzenlenmesi sağlanır.

    6. Mineraller (Madensel Tuzlar)
    Doğada
    maden şeklinde ve toprakta karışım halinde bulunur. Canlılarda 20 - 25
    çeşidi (Demir, sodyum, kalsiyum, magnezyum, potasyum gibi) kullanılır.
    Sindirilmez ve enerji vermezler. Vücutta bulunan minerallerle;
    – Klorofilin, hemoglobinin, kemiklerin oluşması sağlanır.
    – Kasların, sinirlerin, enzimlerin çalışması sağlanır.

    B. SİNDİRİM SİSTEMİNİN ÖZELLİKLERİ
    Besin maddeleri hücrelerin sitoplazmalarında
    kullanılır. Büyük yapılı besinlerin hücre zarından geçmesi için
    parçalanması gereklidir. Bu olaya sindirim denir. Sindirim olayı hücre
    içinde yapılıyorsa hücre içi; hücre ve vücut dışında yapılıyorsa hücre
    dışı sindirim denir.
    İnsanlarda büyük yapılı besinlerin parçalanması için özel
    organlardan oluşan sindirim kanalı kullanılır. Besinlerin diş ve
    kaslarla parçalanmasına mekanik sindirim; enzimler yardımıyla
    parçalanmasına da kimyasal sindirim denir.
    Bitkisel ve hayvansal kaynaklı
    yiyecek ve içeceklerde bulunan protein, yağ ve şekerler sindirime
    uğrarlar. İnsanların sindirim kanalı ağız - yutak - yemek borusu - mide
    - ince borusu - kalın bağırsak - yardımcı organlardan oluşur.
    a. Ağız : Sindirim kanalının başlangıcıdır. Besinlerin vücuda alınmasını sağlar. Ağızda dişler, tükürük bezleri ve dil bulunur.
    Dişler : Vücudun en sert yapısı olup katı besinlerin mekaniksel sindirimini sağlar. Böylece besinlerin yutulmasını ve daha kolay hazmedilmesi sağlanır.
    Ağızda besinlerin parçalanmasını
    sağlayan kesici dişler (8) köpek dişleri (4) ve azı dişleri (20)
    bulunur. Bir diş dıştan içe doğru mine tabakası, fildişi tabakası ve
    diş özü tabakası kısımlarından oluşur.
    Tükürük bezleri : Kaygan, eritici ve sindirici özelliğe
    sahip tükürüğü salgılar. Ağızda 3 çifti bulunur. Tükürük besinlerin
    ıslatılmasında, yumuşatılmasında ve kayganlaştırılmasında görev yapar.
    Dil : Çizgili kas taşıyan
    hareketli bir organdır. Kısmen istemli ve kısmen istemsiz olarak
    çalışır. Besinlerin ağız içinde çevrilmesinde ve yutulmasında etkili
    olur.
    b. Yutak : Nefes borusu ve yemek borusunun giriş kısmında
    bulunur. Yapısındaki kaslı kapakçık yardımıyla solunan havanın soluk
    borusuna, yutulan lokmaların yemek borusuna geçmesini sağlar.
    c. Yemek borusu : İnce, uzun, boru
    şeklinde olan düz kaslardan oluşmuş bir yapıdır. Yutulan besinlerin
    yavaş ve ritimsel olarak mideye taşınmasını sağlar.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:08 pm

    d. Mide : Karın boşluğunun sol alt
    kısmında bulunur. sindirim kanalının geçiş kısmıdır. Duvarlarında çok
    sayıda düz kas ve salgı bezi bulunur. Mideye ulaşan besinler burada bir
    süre depolanır, karıştırılır ve mikropları öldürülür. Besinlerde
    bulunan proteinlerin bir kısmı sindirilir.

    e. İnce bağırsak : Sindirim
    kanalının ince ve uzun olan kısmıdır. Duvarlarında düz kaslar bulunur
    ve ritimsel olarak çalışır. Burası besinlerin tamamen sindirilip
    emilmesinde iş görür. Pankreas ve kendi salgı bezlerinden gelen
    enzimler protein, yağ ve şekerleri kimyasal olarak sindirir. İç
    yüzeyinde bulunan kılsı villuslar sindirilen besinlerin kana
    geçirilmesini sağlar.

    f. Kalın bağırsak : Sindirim
    kanalının son kısmıdır. Sindirim artıklarının bir süre depolanmasını ve
    zaman zaman atılmasını sağlar. Depolama sırasında gerekli su ve
    mineraller emilebilir. Bu kısımda bulunan yararlı vitamin bakterileri B
    ve K vitaminlerinin üretilmesini sağlar.

    g. Yardımcı organlar : İnce
    bağırsaktaki sindirimin tamamlanabilmesi için sindirime yardımcı olan
    sıvılar üretirler. Karaciğer ve pankreas bu özelliğe sahiptir.
    Pankreas : Ürettiği özsuyu içerisinde protein sindirici tripsin, Yağ sindirici lipaz ve şeker sindirici amilaz enzimleri bulunur.
    Karaciğer : Ürettiği safra özsuyu ince bağırsaktaki yağların mekanik sindirimini sağlar.

    DOLAŞIM SİSTEMİ
    Bütün organ ve sistemler arasında
    madde iletimini sağlayan yapılara dolaşım sistemi denir. Dolaşım
    sistemi besin, gaz, hormon, artık, antikor gibi maddeleri ilgili
    hücrelere taşır.

    A. DOLAŞIM SİSTEMİNİN KISIMLARI
    Dolaşım sistemini kalp, damarlar ve kan dokusu oluşturur.

    1. Kalp
    Göğüs
    boşluğunda bulunan çizgili kaslardan oluşmuş bir organdır. İstemsiz,
    hızlı, güçlü ve uzun süreli olarak çalışır. Böylece kan sıvısının
    damarlarda akmasını sağlar. Kalp, kulakçık ve karıncık olmak üzere 2
    kısımdan oluşur.
    Kulakçık : Kan sıvısını kalbe doğru çeken kısmıdır. Sol kısmı vücut toplar damarına, sağ kısmı akciğer toplar damarına bağlıdır.
    Karıncık : Kan sıvısını organlara
    doğru pompalayan kısımdır. Sol kısmı vücut atar damarıyla, sağ kısmı
    akciğer atardamarıyla bağlantılıdır.
    Kalbin sağ tarafında kirli kan (CO2 oranı fazla) ve sol tarafında da temiz kan
    (O
    2 oranı fazla) bulunur.
    Kalbin çevresinde koruyucu olan perikard adlı
    kaygan zar bulunur. Bu zar kalbi dış etkilerden korur. Kalp üzerinde
    bulunan damarlara koroner damarlar denir. Bu damarlar kalbin hızlı bir
    şekilde beslenmesini sağlar.
    Kalbin kulakçık ve karıncıkları art
    arda ritimsel olarak kasılıp gevşerler. Kulakçıklar kasılırken
    karıncıklar gevşer ve kan sıvısı kulakçıktan karıncığa doğru akar.
    Karıncıklar kasılırken kulakçıklar gevşer ve kan sıvısı organlara doğru
    pompalanır. Kalbin kulakçık ve karıncıklarının kasılması dakikada
    ortalama olarak 70 - 80 kez gerçekleşir. kasılma hızı hormon ve
    sinirler etkisiyle artırılıp azaltılabilir.

    2. Damarlar
    İçerisinde kan sıvısının dolaştığı boru şeklindeki yapılara damar denir. Özellik ve görevine göre 3 çeşidi bulunur.
    a. Atar damarlar : Kalpten organlara kan götüren damarlardır.
    Vücut ve organ atar damarlarında temiz kan, akciğer atar damarında
    kirli kan bulunur. Yapısında kalın düz kas tabakası bulunur. Kan
    basıncı ve akış hızı yüksektir.
    b. Toplar damarlar : Organlardan kalbe kan getiren damarlardır.
    Organ toplar damarlarında kirli
    kan, akciğer toplar damarında temiz kan bulunur. Yapısında ince düz kas
    tabakası bulunur. Kan basıncı ve akşı hızı düşüktür.
    c. Kılcal damarlar : Atar damarlar
    ile toplar damarlar arasında bulunur. Kanın atar damardan toplar damara
    geçmesini sağlar. Yapısında kas dokusu bulunmaz. Kan basıncı normal ve
    kanın akış hızı en düşüktür.
    Kalbin çalışması sırasında
    damarlarda oluşturduğu sarsıntılara nabız denir. Kanın damarlarda
    akarken oluşturduğu basınca tansiyon denir. Nabız ve tansiyon
    arttığında damarlardaki kanın akış hızıda artar. Kalpten çıkan kirli ve
    temiz kanın dolaşma mesafesi ve özelliğine göre 2 çeşit dolaşım
    kullanılır.
    · Küçük
    kan dolaşımı : Kalpten çıkan kirli kanın akciğerlerde temizlenmesini
    sağlar. Kalbin sağ karıncığından başlar ve sol kulakçığında biter.

    · Büyük
    kan dolaşımı : Kalpten çıkan temiz kanın vücut organlarına ulaşmasını
    sağlar. Kalbin sol karıncığından başlayıp sağ kulakçığında biter.


    3. Kan Sıvısı
    Başlı
    başına bir doku olup, sıvı ve akıcıdır. Su oranı çok yüksektir.
    Yapısında hücrelerin ihtiyacı olan maddelerle, metabolizma sonucu
    oluşan zararlı maddeler bulunur. Kan sıvısında; su, mineral, oksijen,
    karbondioksit ve kan hücreleri bulunur. Kanın yapısında özel görevler
    yapan kan hücreleri taşınır.
    a. Alyuvarlar : Kırmızı renkli ve kanda en fazla bulunan hücrelerdir. Oksijen ve karbondioksitin taşınmasında görev yapar.
    b. Akyuvarlar : Beyaz renkli ve kanda en az bulunan hücrelerdir. Mikropların yok edilerek bağışıklığın sağlanmasında görev yapar.
    c. Kan pulcukları : Hücre parçaları olup üzerinde pıhtılaşma proteinlerini taşır. Kesilen ve zedelenen damarların onarılmasında görev yaparlar.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:08 pm

    B. KAN GRUPLARI
    Kan gruplarının oluşumunda
    alyuvarlar üzerindeki özel protein çeşitleri ve kandaki antikor
    çeşitleri etkili olur. Alyuvarlar üzerinde A, B ve Rh tipinde 3 çeşit
    proteinin bulunma durumuna göre farklı kan grupları oluşur.
    Alyuvar üzerinde;
    A proteinleri varsa
    B proteinleri varsa
    A, B proteinleri varsa
    A, B proteinleri yoksa
    Rh proteinleri varsa
    Rh proteinleri yoksa
    ®
    ®
    ®
    ®
    ®
    ®
    A grubu,
    B grubu,
    AB grubu,
    O grubu,
    Rh+ grubu,
    Rh– grubu,
    Ayrıca, kan sıvısında yabancı proteinleri çökelten özel antikorlar bulunur. Bunlar A antikoru, B antikoru ve Rh antikorudur.
    A grubunda – B antikoru, B grubunda – A antikoru, 0 grubunda – A, B antikoru, Rh
    – grubunda – Rh antikoru bulunur.

    Yaralanma, ameliyat, hastalanma durumlarında vücuttaki kan sıvısı yeterli olmadığı için vericiden kan nakli yapılır. 2 çeşidi kullanılır.
    · İdeal kan nakli : Herkesin kendi grubundan kan alıp vermesidir.
    A
    « A, B « B, AB « AB, O « O, Rh+ « Rh+, Rh– « Rh– şeklinde yapılır.

    · Zorunlu kan nakli : Kendi grubundan kan bulunmadığı zamanlarda yapılır.


    KROPLAR ve BAĞIŞIKLIK OLAYI
    Vücudu oluşturan organ ve sistemlerin çalışmasının
    bozulmasına hastalanma denir. Soğuk hava, zehirler, besinler, kimyasal
    maddeler ve mikroplar hastalanmaya neden olabilirler. Vücutta hastalık
    oluşturan bir hücreli mikroorganizmalara mikrop denir. Mikroplar iç
    parazit olarak yaşarlar. Yaşama ve çoğalmaları için insan vücudunu
    kullanırlar. Mikroplar vücuda besinlerle ağızdan, havayla burundan, kan
    nakli ile ve yaralanmalarla deriden bulaşabilir. Vücuda sızan mikroplar
    kan yoluyla yaşayabilecekleri hedef organa taşınarak yerleşirler. Her
    mikrop çeşidi kendisine has olan organa yerleşir.
    Nezle mikrobu - Burun, Kuduz mikrobu - Beyin, Hepatit mikrobu - Karaciğer, Verem mikrobu - Akciğer, Kızamık mikrobu - Deri, Zatürre mikrobu ® Akciğere yerleşir.

    Organlara yerleşen mikroplar hücreleri parçalanarak ve besinleri kullanılarak
    hızla çoğalırlar. Böylece vücutta hastalık belirtileri ortaya çıkar.
    Vücuda sızan mikroplar virüs, bakteri, protist ve mantar kökenli
    olabilir. Mikroplara karşı vücudu koruyan ve sızan mikropları yok eden
    yapılara bağışıklık sistemi denir. Mikroplara karşı bağışıklık 2
    şekilde gerçekleşir.
    – Mikropların vücuda sızmasını önleme
    – Organlardaki mikropları parçalayarak yok etme
    Vücuda sızan mikropların yok edilmesinde akyuvar ve antikorlar kullanılır.
    Akyuvarlar hareketli olup mikropları
    yakalayarak sindirir. Antikorlar, özel proteinler olup mikrop ve
    toksinleri etkisiz hale getirir. Mikropların ürettiği zararlı maddelere
    toksin denir. Toksinlere karşı etkili olan antikorlara da antitoksin
    denir. Vücutta, kazanılma şekline göre 2 çeşit bağışıklık kullanılır.

    1. Doğuştan Kazanılan (Doğal) Bağışıklık
    Kalıtsal olup bütün insanlarda benzer şekilde bulunur.
    – Deri üzerindeki ölü tabaka mikropları geçirmez.
    – Midedeki asitli sıvı besinlerdeki mikropları geçirmez.
    – Burundaki mukus havadaki mikropları tutar.
    – Ağızdaki tükürük giren mikropları tutar.
    – Anne kanından bebeğe geçen antikorlar bir süre kullanılır.
    – Kandaki akyuvarlar sızan mikropları yok eder.
    2. Sonradan Kazanılan Bağışıklık
    Farklı şekillerde karşılaşılan mikroplara karşı vücudun antikor üretmesi ve kullanmasıdır. 4 şekilde gerçekleşir.
    a. Hastalığın geçirilmesi :
    Hastalanan vücut mikropları tanıyarak antikor üretme yeteneği kazanır.
    Üretilen antikorlar bitse bile vücut sürekli antikorları yeniler.
    b. Vücuda yavaş yavaş sızan
    mikropların tanınması : İster istemez vücuda yavaş yavaş sızan
    mikroplar hastalanmadan tanınarak antikor üretme yeteneği kazanılır.
    c. Aşı
    olunması : Aşı içesinde zayıflatılmış olan mikroplar bulunur. Bu sıvı
    vücut kuvvetli iken uygulanır ve vücudun mikropları tanıyarak antikor
    üretme yeteneği kazanması sağlanır. Mikroplara karşı vücudu korur.
    d. Serum alınması : İçerisinde
    başka canlılara ait antikor bulunan özel sıvılara serum denir. Serum
    hasta insanların tedavi olması için uygulanır. Kullanılan antikorlar
    başka canlılardan alındığı için etkisi kısa sürelidir.
    Hastalıklara karşı bağışıklık kazanma süresine göre 2 çeşit bağışıklık kazanılır.
    · Aktif
    bağışıklık : Mikroplara karşı uzun süreli olarak bağışıklık kazanılır.
    Vücut antikor üretme yeteneği kazanmıştır. Sonradan kazanılan
    bağışıklıktaki a, b ve c seçeneklerindeki durumlar bu bağışıklığı
    sağlar.

    · Pasif
    bağışıklık : Mikroplara karşı kısa süreli olarak bağışıklık kazanılır.
    Vücutta başka canlılara ait antikorlar kullanılır ve kendisi üretmez.
    Serum kullanılması ile bu durum sağlanır.


    SOLUNUM ve BOŞALTIM SİSTEMLERİ
    A. SOLUNUM SİSTEMİ
    Hava ile kan arasında gaz
    değişimini sağlayan organlara solunum sistemi denir. İnsanlar akciğerli
    solunum sistemini kullanırlar. Solunum sistemi kanal şeklinde olup
    farklı organlardan oluşur.
    a. Burun : Havanın vücuda girdiği
    organdır. Yapısında kıllar, mukus bezi, nemli deri, kılcal damarlar,
    kıvrımlı kemik kanalları (sinüs) bulunur. Alınan havanın
    temizlenmesini, ısıtılmasını, nemlendirilmesini ve kokusunun alınmasını
    sağlar.
    b. Yutak : Yapısındaki kapakçık yardımıyla solunan havanın nefes borusuna geçmesini sağlar.
    c. Nefes borusu : Havanın
    akciğerlere taşınmasını sağlar. Yapısındaki kıkırdak halkalar soluk
    borusunun sürekli açık kalmasını, kaslar borunun çapının
    değiştirilmesini, mukuslu siller de yabancı maddelerin tutulmasını
    sağlarlar.
    Soluk borusunun başlangıç
    kısmına gırtlak denir. Gırtlağın yapısında kıkırdaklar, ses telleri ve
    kaslar bulunur. Nefes verilirken konuşma sesinin oluşmasını sağlar.
    d. Bronşlar : Solunan havanın sağ ve sol akciğerlere taşınmasını sağlar. Havanın akciğer içinde yayılmasını da bronşçuklar sağlar.
    e. Akciğer : Havanın kana geçmesini
    ve kanın temizlenmesi sağlar. Akciğerde gaz değişimini sağlayan balon
    şeklindeki birimlere alveol (hava kesesi) denir. Alveoller,
    kılcallardaki kirli kan ile akciğerlerdeki temiz hava arasında yoğunluk
    farkına göre difüzyonla gaz değişiminin yapılmasını sağlarlar.
    Akciğerler göğüs boşluğunda sağlı
    sollu 2 kısımdan oluşur. Sağ akciğer 3, sol akciğer 2 parçalıdır.
    Akciğerin yapısında kas, kıkırdak, kemik gibi yapılar bulunmaz. Tamamen
    epitel dokunun zarlarından oluşur.
    f. Diyafram ve kaburga kasları : Solunumun yapılmasına yardımcı olan yapılardır. Kasılıp gevşeyerek iç basıncı değiştirerek akciğerin çalışmasını sağlarlar.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Akraba Evliliğinin Sakıncaları Empty Geri: Akraba Evliliğinin Sakıncaları

    Mesaj  AsiRuH Perş. Ekim 09, 2008 12:09 pm

    Nefes Alma Olayı
    – Omurilik soğanı akciğerin çalışması için uyartı gönderir.
    – Akciğer çevresindeki diyafram ve kaburga kasları kasılır.
    – Göğüs boşluğu öne ve alta doğru genişler.
    – Akciğerler büyür.
    – İç basınç düşer.
    – Dışarıdan temiz hava çekilir.
    – Alveollerde gaz değişimi yapılır.
    Nefes verilmesi sırasında, nefes almadaki olayların tersi yapılır.

    B. BOŞALTIM SİSTEMİ
    Besin maddelerinin hücrelerdeki metabolik olaylarda kullanılması
    sonucu oluşan ürünlere artık denir. Vücuttaki suyun fazlası, tuzun
    fazlası, minerallerin fazlası, vitaminlerin fazlası, asitler, gazlar,
    amonyak, üre ve ürik asitler, ilaçlar artık özelliğinde olup hormonal
    düzenleme sonucunda boşaltımla dışarı atılabilir.
    Artıklar dolaşım sıvısı olan kanda
    bulunur. Kan boşaltım sistemi organlarında süzülerek artıkları
    ayıklanır. Boşaltım sistemi farklı organlardan oluşur.
    Böbrek atar damarı : Yapısında bol artık bulunan kirlenmiş kanı organlardan böbreğe doğru getirir.
    Böbrek toplar damarı : Böbrekte temizlenmiş olan kanı kalbe doğru taşır.
    Böbrek : Kanı süzerek artıkları ayıklar ve sulandırarak idrarı oluşturur. Kanın bileşimini belirli sınırlar içerisinde düzenler.
    İdrar kanalı : Artıklı sıvıyı (idrar) idrar kesesine taşır.
    İdrar kesesi (Mesane) : Gün boyu oluşan idrarı depolayarak belli zamanlarda dışarıya atar.
    Böbrek, boyuna kesildiğinde 3 kısımdan oluştuğu görülür. Dış kısmında kabuk, iç kısmında havuzcuk bulunur.
    · Kabuk kısmı : Kanın süzülmesini sağlayarak artıkların kan sıvısından ayrılmasını sağlar.
    · Öz kısmı : Süzüntüde bulunan yararlı maddelerin tekrar kana geri alınmasını sağlar.
    · Havuzcuk : Artıkların toplandığı idrarın oluştuğu kısımdır.
    Bundan başka deri, akciğer
    ve karaciğer boşaltım yapılmasına yardımcı olur. Deri terleyerek,
    akciğer solunum yaparak ve karaciğer zehirli maddeleri etkisiz hale
    getirerek boşaltıma yardımcı olur.

      Forum Saati Çarş. Mayıs 08, 2024 2:30 am