Misâk-ı Millî ve Lozan Barış Konferansı Belgelerinde Musul Meselesi
Giriş
Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda
genellikle, Irak'tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde
gösterilmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bölge daha çok siyasî
sebepler yüzünden Irak'ın parçası olarak kabul edilmiştir.
Musul, ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti'ne
bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı
sonuna kadar değişik Türk devlet ve beyliklerinin hâkimiyet sahaları
içerisinde yer almış, Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul
görmüştür. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hüküm süren Türk devlet ve
beylikleri sırayla şunlardır: Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve
Safeviler.
Musul, Osmanlı hâkimiyetine ilk olarak Yavuz Sultan Selim'in 1514
tarihli Çaldıran Seferi'yle girmiş, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534-1535
tarihinde gerçekleştirdiği Bağdat Seferi'yle bu hâkimiyet
perçinlenmiştir. Osmanlı hâkimiyeti ile Musul, Süleymaniye, Kerkük ve
Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi olmuştur. XX.
yüzyılın başlarında vilâyetin nüfusu ise 350.000 civarındadır.
İtilaf Devletleri gerek Paris Barış Konferansında gerekse San Remo
görüşmelerinde Musul'u aralarında pazarlık konusu yapmışlardır. 25
Nisan 1920 tarihinde San Remo'da imza edilen Musul petrolleri
konusundaki anlaşma galip devletlerin petrol paylarını tespit
etmekteydi. Buna göre, petrol şirketi devamlı olarak İngiliz
yönetiminde kalacak, ayrıca İngiltere hisselerin %75'ine sahip olacak
ve eski Alman hissesi olan % 25'lik pay ise Fransa'ya devredilecekti.(1)
Musul üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı sonuna kadar
sürmüştür. I. Dünya Savaşı ile İtilaf Devletleri'nin Musul üzerindeki
siyasî emelleri Irak Cephesi'nin açılmasına sebep olmuş, savaşla
birlikte Hindistan'dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra'ya çıkarak
kısa zamanda Bağdat'a kadar ilerlemişlerdi. Osmanlı Devleti Irak
Cephesi'nde önemli başarılar elde etmesine rağmen, savaşın sonuna doğru
diğer cephelerde olduğu gibi, Irak Cephesi'nde de geri çekilmek zorunda
kalmıştır. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali
İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul'da bulunmakta idi.
Öte yandan İngilizler ise süratli bir işgal hareketi ile Musul'a hâkim
olma çabası içerisindeydiler.
Musul meselesi, Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ile başlayıp, 1926
yılı Haziran ayına kadar geçen süre içinde çeşitli safhalardan geçmiş
ve yeni Türk Devleti'nin İngiltere'yle olan ilişkilerinin temel
meselesini oluşturmuştur. Bu mesele zaman zaman Türk-İngiliz
ilişkilerini savaş noktasına4ahi getirmiştir.
Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı Sırasında Musul'un Durumu
Türk Ordusu'nun 1915 yılı Kasım ayında İngilizler'i Kut'ul-Amare'de
yenilgiye uğratmasına rağmen, bu zaferin olumlu neticeleri elde
edilememiş, takviye edilen İngiliz birlikleri bölgede yavaş yavaş
hâkimiyetlerini tesis etmeye başlamışlardı. Bağdat'ın Mart I917'de
İngilizler'in eline geçmesiyle Türk ordusunun kuzeye çekilmesi
hızlanmış, Musul vilâyeti ciddî bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya
kalmıştır.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından birkaç gün önce Musul'da 6. Ordu
Komutanlığı'na getirilen Ali İhsan Paşa, Mütareke'nin imzalanmasına
kadar Musul'un İngilizler'in eline geçmemesi için gayret sarfetmesine
rağmen, bunda başarılı olamamıştır. 25 Ekim'de başlayan İngiliz
taarruzu 30 Ekim'de önemli sayıda Türk birliğinin esir edilmesi ile
sonuçlanmıştı.
Mütareke'nin yürürlüğe girdiği andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00'de)
itibaren, geri çekilmekte olan Ali İhsan Paşa'nın 6. Ordusu olduğu
yerde durmuştu. Bu sırada 6. Ordu birlikleri batıdan doğuya doğru
Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hattı üzerinde
idi. İngiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altınkopru, Kerkük,
Hanikin hattında bulunuyordu.(2) Yâni Mütareke'nin imzalandığı gün,
Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı
Osmanlı Ordusu'nun elinde idi.
Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde
kalmaları gerektiği hâlde, İngiliz kuvvetleri buna uymamışlardır.
İlerlemeye devam eden İngilizler, l Kasım'da Hamamalil'e girmişler,
buradan Musul'u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul
şehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istemişlerdir.
Ali İhsan Paşa, İngilizler'in bu talebini Sadrazam'a bildirmiş, bir
seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali İhsan Paşa'ya 8 Kasım
tarihli telgrafı ile 15 Kasım günü şehrin boşaltılması talîmâtını
vermiştir. Ali İhsan Paşa, bu talîmâta uygun olarak 10 Kasım'da Musul'u
İngilizlere terk etmiş, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin'e doğru
çekilmiştir.(3)
Misâk-ı Millî'ye Göre Musul'un Durumu
Görüldüğü gibi Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş
kaidelerine aykırı bir şekilde işgal edilmiştir. Burada 31 Ekim günü
saat 12.00 itibariyle her iki tarafın kuvvetlerinin durumu üzerinde
ayrıntılı bir şekilde durmamızın temel sebebi; Misâk-ı Milli'ye göre
güney sınırlarının tesbiti meselesinde Mütareke'nin yürürlüğe girdiği
andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kıstas olarak dikkate
alınmasından dolayıdır.
Bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve 28 Ocak 1920
tarihli gizli oturumda son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı tarafından
kararlaştırılan Misâk-ı Millî'nin birinci maddesi, Türkiye'nin güney
sınırlarını tesbit etmektedir. Misâk'ın birinci maddesinde; "Osmanlı
Devleti'nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu (30 Ekim 1918
günkü Mütareke yapıldığı sırada) düşman ordularının işgali altında
kalan bölgelerin geleceğinin, haklarını serbestçe açıklayacakları rey
sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din,
soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı
saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile
çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslâm çoğunluğunun yerleşmiş
bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun,
hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür" şeklindeki
yaklaşım açıktır. Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul,
Kerkük ve Süleymaniye'nin ve diğer tarafta Hatay bölgesinin Anadolu'nun
ayrılmaz bir parçası olduğu açıktır.
Mütareke anında Türk Ordusu'nun Gayyare'de bulunduğu tüm kaynaklarca
kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancağı 31 Ekim tarihi itibariyle
İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş olarak gösteriliyorsa da(4) Nejat
Kaymaz, General Sedat Doğruer'in eserine dayanarak "Kerkük'ün de
savaşın durması gereken saatten sonra İngilizler'in eline geçmiş
olabileceği" ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret
etmektedir(5). Esâsında bu durumun ihtimal olmayıp kesin bir gerçeği
ifâde ettiğini Mustafa Kemal Paşa'nın tespitlerinden anlamak mümkündür.
Mustafa Kemal Paşa daha Misâk-ı Mîllî ilân edilmeden önce Ankara'ya
gelişinin ertesi günü Ziraat Okulu'nda yaptığı 28 Aralık 1920 tarihli
konuşmasında haksız işgali dile getirerek Musul'un Mütareke anında Türk
Ordusu'nun hâkimiyetinde bulunduğunu ifâde etmiş, İngiliz işgalini
İstanbul'un işgalinde olduğu gibi haksız ve Mütareke hükümlerine
uymayan bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir".(6)
Esâsında İngilizler'in Musul'u işgal etmeleri askerî anlamda bir statü
değişikliğinden başka bir durumu ifâde etmemiştir. Musul'u işgal
etmişler ancak bölgeye hâkim olamamışlardır. Bölgedeki aşiretleri
kontrol altında tutma konusunda ciddî sıkıntıları olmuştur. Kerkük ve
Süleymaniye halkı İngiliz himayesine sıcak bakmamışlar(7), tam aksine
rahatsızlık duymuşlardır. Müslüman kabileler İngilizler'e vergi
vermekte direnmişler, sık sık sokak kavgalarına girmişlerdir. Yöre
halkının ekseriyeti kesinlikle Türk tarafında yer almıştır(8). Musul
halkı, Ankara'da ilk B.M.M.'nın açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele
hareketine destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi
İngilizler'e karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğini düşünmüşlerdir.
M. Kemal Öke, İngiliz belgelerine dayanarak Musul'daki Arap ve
Kürtler'in, İngiliz himayesindeki Faysal'a değil de Anadolu'ya
dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir"(9).
Musul halkının bu arzuları karşısında Ankara hükümeti duyarsız
kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde
yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve uygulanması gereken
politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut
meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, iskenderun'un
cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi,
Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"(10)
M. Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, ortaya koyduğu bu kararlılığını Lozan
Konferansı'na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle göstermiştir.
İngilizler'in Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve
Türkler'i destekleyen "Sürücü Aşireti"ne saldırmaları üzerine M. Kemal
Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti'ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine
asker gönderilmesini istemiştir"(11). Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay
Özdemir Bey'e verilmiş, Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede
oldukça önemli başarılar elde etmiş ancak daha sonra çekilmek zorunda
kalmıştır. Özdemir Bey'in Revanduz'da kazandığı başarı, bölgedeki halk
ve aşiretlerle üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı'nı Musul'un
kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecektir.
Dönemin Genelkurmay Başkam Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla
El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul'a taarruz için gerekli
hazırlıkların yapılmasını dahi isteyecektir.(12)
Görüldüğü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansı'nın başlamasından
önce Musul'un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler'e
karşı bir harekâtı göze almıştır(13). Ancak Türk Kuvvetleri'nden bir
kısmının Batı Cephesi'ne kaydırılmak zorunda kalınması ve daha sonra
konferansın başlaması, bu isabetli düşüncenin gerçekleşmesine engel
olacaktır.
Gerek Mütareke hükümlerine göre, gerekse Mütareke hattını esas alan
Misâk-ı Millîye göre Musul vilâyeti Türk sınırları içerisindedir.
Musul'un Misâk-ı Millîye dahil olması tarihî ve askerî bir hakikatin
ifâdesinden başka bir şey değildir.
Lozan Konferansı'nda Musul Meselesi
Lozan Konferansı'nda üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu
"Musul Meselesi" olmuştur(14). Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan
Musul, müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için de
gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun
emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve
iktisadî öneme sahip bir bölgedir(15). Türkiye için ise asgari vatan
sınırlarını ifâde eden Misâk-ı Millînin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Lozan görüşmelerine, Dışişleri Vekili olan Yusuf Kemal Bey'in
istifa(16) etmesi üzerine O'nun yerine seçilen İsmet Paşa heyet başkanı
olarak katılmıştır. Maliye Vekili Hasan Bey ve Sağlık Vekili Rıza Nur
Bey de heyet üyesi olarak Lozan görüşmelerinde Ankara Hükümeti'ni
temsil etmişlerdir.
İsmet Paşa'nın gerek T.B.M.M.'de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca'da
trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının
Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurguladığı
görülmektedir.(17)
Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı'nın 23 Ocak 1923
tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî,
etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde
ilmî ve aklî delillere dayanmak suretiyle izah etti.
İsmet Paşa'nın bu konuşması incelendiğinde Musul'un bir Türk toprağı
olarak telakkî edilmesindeki gerekçelerin yanı sıra İngiltere'nin
ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü görülür. Esasında Türk
tezinin dayandığı temel nokta etnografik sebeplerdir. Musul vilâyetinde
yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş veTürk-Kürt ayrımı
yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin
Anadolu'dan ayrılamayacağı belirtilmiştir.
İsmet Paşa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul'u meydana getiren unsurları şu şekilde gösterilmiştir18)
Türk.........................................146.9 60
Kürt.........................................263.8 30
Arap .........................................43.210
Gayri Müslim..............................31.000
TOPLAM..................................503.000
İngiliz Heyeti'nin verdiği rakamlar ise şu şekildedir:
Türk..........................................65.8 95
Kürt........................................452.72 0
Arap.......................................185.763
Hıristiyan .................................62.225
Yahudi .....................................16.865
TOPLAM.................................785.468
Giriş
Musul Bölgesi, I. Dünya Savaşı sonlarına kadar Batılı kaynaklarda
genellikle, Irak'tan ayrı olarak, yukarı "El-Cezire" bölgesi içinde
gösterilmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bölge daha çok siyasî
sebepler yüzünden Irak'ın parçası olarak kabul edilmiştir.
Musul, ilk olarak 1055-1056 yıllarında Selçuklu Devleti'ne
bağlanmıştır. Bu tarihten itibaren Türkleşen Musul, I. Dünya Savaşı
sonuna kadar değişik Türk devlet ve beyliklerinin hâkimiyet sahaları
içerisinde yer almış, Türkler tarafından bir vatan toprağı olarak kabul
görmüştür. Osmanlı Devleti öncesinde bölgede hüküm süren Türk devlet ve
beylikleri sırayla şunlardır: Zengiler, Timurlular, Akkoyunlular ve
Safeviler.
Musul, Osmanlı hâkimiyetine ilk olarak Yavuz Sultan Selim'in 1514
tarihli Çaldıran Seferi'yle girmiş, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1534-1535
tarihinde gerçekleştirdiği Bağdat Seferi'yle bu hâkimiyet
perçinlenmiştir. Osmanlı hâkimiyeti ile Musul, Süleymaniye, Kerkük ve
Musul sancaklarından meydana gelen bir vilâyetin merkezi olmuştur. XX.
yüzyılın başlarında vilâyetin nüfusu ise 350.000 civarındadır.
İtilaf Devletleri gerek Paris Barış Konferansında gerekse San Remo
görüşmelerinde Musul'u aralarında pazarlık konusu yapmışlardır. 25
Nisan 1920 tarihinde San Remo'da imza edilen Musul petrolleri
konusundaki anlaşma galip devletlerin petrol paylarını tespit
etmekteydi. Buna göre, petrol şirketi devamlı olarak İngiliz
yönetiminde kalacak, ayrıca İngiltere hisselerin %75'ine sahip olacak
ve eski Alman hissesi olan % 25'lik pay ise Fransa'ya devredilecekti.(1)
Musul üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı sonuna kadar
sürmüştür. I. Dünya Savaşı ile İtilaf Devletleri'nin Musul üzerindeki
siyasî emelleri Irak Cephesi'nin açılmasına sebep olmuş, savaşla
birlikte Hindistan'dan gönderilen İngiliz kuvvetleri Basra'ya çıkarak
kısa zamanda Bağdat'a kadar ilerlemişlerdi. Osmanlı Devleti Irak
Cephesi'nde önemli başarılar elde etmesine rağmen, savaşın sonuna doğru
diğer cephelerde olduğu gibi, Irak Cephesi'nde de geri çekilmek zorunda
kalmıştır. 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Ali
İhsan (Sabis) Paşa 6. Ordu Kumandanı olarak Musul'da bulunmakta idi.
Öte yandan İngilizler ise süratli bir işgal hareketi ile Musul'a hâkim
olma çabası içerisindeydiler.
Musul meselesi, Mondros Mütarekesi'nin imzalanması ile başlayıp, 1926
yılı Haziran ayına kadar geçen süre içinde çeşitli safhalardan geçmiş
ve yeni Türk Devleti'nin İngiltere'yle olan ilişkilerinin temel
meselesini oluşturmuştur. Bu mesele zaman zaman Türk-İngiliz
ilişkilerini savaş noktasına4ahi getirmiştir.
Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı Sırasında Musul'un Durumu
Türk Ordusu'nun 1915 yılı Kasım ayında İngilizler'i Kut'ul-Amare'de
yenilgiye uğratmasına rağmen, bu zaferin olumlu neticeleri elde
edilememiş, takviye edilen İngiliz birlikleri bölgede yavaş yavaş
hâkimiyetlerini tesis etmeye başlamışlardı. Bağdat'ın Mart I917'de
İngilizler'in eline geçmesiyle Türk ordusunun kuzeye çekilmesi
hızlanmış, Musul vilâyeti ciddî bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya
kalmıştır.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından birkaç gün önce Musul'da 6. Ordu
Komutanlığı'na getirilen Ali İhsan Paşa, Mütareke'nin imzalanmasına
kadar Musul'un İngilizler'in eline geçmemesi için gayret sarfetmesine
rağmen, bunda başarılı olamamıştır. 25 Ekim'de başlayan İngiliz
taarruzu 30 Ekim'de önemli sayıda Türk birliğinin esir edilmesi ile
sonuçlanmıştı.
Mütareke'nin yürürlüğe girdiği andan (31 Ekim 1918 günü, saat 12.00'de)
itibaren, geri çekilmekte olan Ali İhsan Paşa'nın 6. Ordusu olduğu
yerde durmuştu. Bu sırada 6. Ordu birlikleri batıdan doğuya doğru
Rakka, Miyadin, Telâfer, Dibeke, Çemçemal, Süleymaniye hattı üzerinde
idi. İngiliz kuvvetleri ise EI-Hazar, Gayyare, Altınkopru, Kerkük,
Hanikin hattında bulunuyordu.(2) Yâni Mütareke'nin imzalandığı gün,
Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilâyetinin büyük bir kısmı
Osmanlı Ordusu'nun elinde idi.
Mütareke hükümlerine göre bölgede bulunan bütün kuvvetlerin yerlerinde
kalmaları gerektiği hâlde, İngiliz kuvvetleri buna uymamışlardır.
İlerlemeye devam eden İngilizler, l Kasım'da Hamamalil'e girmişler,
buradan Musul'u işgal edeceklerini söyleyerek Türk kuvvetlerinin Musul
şehrinden 5 km. kuzeye çekilmelerini istemişlerdir.
Ali İhsan Paşa, İngilizler'in bu talebini Sadrazam'a bildirmiş, bir
seri telgraf görüşmeleri sonucunda Sadrazam, Ali İhsan Paşa'ya 8 Kasım
tarihli telgrafı ile 15 Kasım günü şehrin boşaltılması talîmâtını
vermiştir. Ali İhsan Paşa, bu talîmâta uygun olarak 10 Kasım'da Musul'u
İngilizlere terk etmiş, ordu karargahı ile birlikte Nusaybin'e doğru
çekilmiştir.(3)
Misâk-ı Millî'ye Göre Musul'un Durumu
Görüldüğü gibi Musul, Mütareke hükümlerine ve uluslararası savaş
kaidelerine aykırı bir şekilde işgal edilmiştir. Burada 31 Ekim günü
saat 12.00 itibariyle her iki tarafın kuvvetlerinin durumu üzerinde
ayrıntılı bir şekilde durmamızın temel sebebi; Misâk-ı Milli'ye göre
güney sınırlarının tesbiti meselesinde Mütareke'nin yürürlüğe girdiği
andaki ordumuzun fiili durumunun temel bir kıstas olarak dikkate
alınmasından dolayıdır.
Bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve 28 Ocak 1920
tarihli gizli oturumda son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı tarafından
kararlaştırılan Misâk-ı Millî'nin birinci maddesi, Türkiye'nin güney
sınırlarını tesbit etmektedir. Misâk'ın birinci maddesinde; "Osmanlı
Devleti'nin özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu (30 Ekim 1918
günkü Mütareke yapıldığı sırada) düşman ordularının işgali altında
kalan bölgelerin geleceğinin, haklarını serbestçe açıklayacakları rey
sonucu belirlenmesi gerekir; söz konusu mütareke çizgisi içinde din,
soy ve amaç birliği bakımlarından birbirlerine bağlı olan, karşılıklı
saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile
çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı-İslâm çoğunluğunun yerleşmiş
bulunduğu kesimlerin tümü ister bir eylem, ister bir hükümle olsun,
hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür" şeklindeki
yaklaşım açıktır. Buna göre mütareke hattı esas alındığında Musul,
Kerkük ve Süleymaniye'nin ve diğer tarafta Hatay bölgesinin Anadolu'nun
ayrılmaz bir parçası olduğu açıktır.
Mütareke anında Türk Ordusu'nun Gayyare'de bulunduğu tüm kaynaklarca
kabul edilmektedir. Sadece Kerkük sancağı 31 Ekim tarihi itibariyle
İngiliz kuvvetlerinin eline geçmiş olarak gösteriliyorsa da(4) Nejat
Kaymaz, General Sedat Doğruer'in eserine dayanarak "Kerkük'ün de
savaşın durması gereken saatten sonra İngilizler'in eline geçmiş
olabileceği" ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğuna işaret
etmektedir(5). Esâsında bu durumun ihtimal olmayıp kesin bir gerçeği
ifâde ettiğini Mustafa Kemal Paşa'nın tespitlerinden anlamak mümkündür.
Mustafa Kemal Paşa daha Misâk-ı Mîllî ilân edilmeden önce Ankara'ya
gelişinin ertesi günü Ziraat Okulu'nda yaptığı 28 Aralık 1920 tarihli
konuşmasında haksız işgali dile getirerek Musul'un Mütareke anında Türk
Ordusu'nun hâkimiyetinde bulunduğunu ifâde etmiş, İngiliz işgalini
İstanbul'un işgalinde olduğu gibi haksız ve Mütareke hükümlerine
uymayan bir teşebbüs olarak değerlendirmiştir".(6)
Esâsında İngilizler'in Musul'u işgal etmeleri askerî anlamda bir statü
değişikliğinden başka bir durumu ifâde etmemiştir. Musul'u işgal
etmişler ancak bölgeye hâkim olamamışlardır. Bölgedeki aşiretleri
kontrol altında tutma konusunda ciddî sıkıntıları olmuştur. Kerkük ve
Süleymaniye halkı İngiliz himayesine sıcak bakmamışlar(7), tam aksine
rahatsızlık duymuşlardır. Müslüman kabileler İngilizler'e vergi
vermekte direnmişler, sık sık sokak kavgalarına girmişlerdir. Yöre
halkının ekseriyeti kesinlikle Türk tarafında yer almıştır(8). Musul
halkı, Ankara'da ilk B.M.M.'nın açılmasıyla güçlenen Millî Mücâdele
hareketine destek vermiştir. Hatta bölgede bulunan Araplar dahi
İngilizler'e karşı Mustafa Kemal Paşa ile işbirliğini düşünmüşlerdir.
M. Kemal Öke, İngiliz belgelerine dayanarak Musul'daki Arap ve
Kürtler'in, İngiliz himayesindeki Faysal'a değil de Anadolu'ya
dayanmayı tercih ettiklerini ifâde etmektedir"(9).
Musul halkının bu arzuları karşısında Ankara hükümeti duyarsız
kalmamıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın 1 Mayıs 1920 tarihinde B.M.M.'nde
yaptığı konuşma, Musul konusundaki düşüncesini ve uygulanması gereken
politikayı açık bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut
meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz, iskenderun'un
cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi,
Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur dedik!"(10)
M. Kemal Paşa ve Ankara hükümeti, ortaya koyduğu bu kararlılığını Lozan
Konferansı'na kadar olan süre içinde çeşitli vesilelerle göstermiştir.
İngilizler'in Ocak 1921'de Erbil ve Revanduz arasında bulunan ve
Türkler'i destekleyen "Sürücü Aşireti"ne saldırmaları üzerine M. Kemal
Paşa, Millî Müdâfaa Vekâleti'ne çektiği telgrafla Revanduz bölgesine
asker gönderilmesini istemiştir"(11). Bu görev Kaymakam ve Milis Yarbay
Özdemir Bey'e verilmiş, Özdemir Bey, kuvvetleriyle başlangıçta bölgede
oldukça önemli başarılar elde etmiş ancak daha sonra çekilmek zorunda
kalmıştır. Özdemir Bey'in Revanduz'da kazandığı başarı, bölgedeki halk
ve aşiretlerle üzerindeki nüfuzu Türk Genelkurmayı'nı Musul'un
kurtarılması için bâzı askerî tedbirlerin alınmasına sevk edecektir.
Dönemin Genelkurmay Başkam Fevzi Paşa 7 Eylül 1922 tarihli yazıyla
El-Cezire Cephesi Kumandanlığından, Musul'a taarruz için gerekli
hazırlıkların yapılmasını dahi isteyecektir.(12)
Görüldüğü gibi Ankara Hükümeti, daha Lozan Konferansı'nın başlamasından
önce Musul'un gerekirse silah yoluyla kurtarılması için İngilizler'e
karşı bir harekâtı göze almıştır(13). Ancak Türk Kuvvetleri'nden bir
kısmının Batı Cephesi'ne kaydırılmak zorunda kalınması ve daha sonra
konferansın başlaması, bu isabetli düşüncenin gerçekleşmesine engel
olacaktır.
Gerek Mütareke hükümlerine göre, gerekse Mütareke hattını esas alan
Misâk-ı Millîye göre Musul vilâyeti Türk sınırları içerisindedir.
Musul'un Misâk-ı Millîye dahil olması tarihî ve askerî bir hakikatin
ifâdesinden başka bir şey değildir.
Lozan Konferansı'nda Musul Meselesi
Lozan Konferansı'nda üzerinde çetin tartışmaların meydana geldiği konu
"Musul Meselesi" olmuştur(14). Türkiye için hayatî bir öneme sahip olan
Musul, müzakerelere ve müttefiklerine hâkim olan İngiltere için de
gerek zengin "petrol kaynakları" ve gerekse "Hindistan yolunun
emniyeti" bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve
iktisadî öneme sahip bir bölgedir(15). Türkiye için ise asgari vatan
sınırlarını ifâde eden Misâk-ı Millînin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Lozan görüşmelerine, Dışişleri Vekili olan Yusuf Kemal Bey'in
istifa(16) etmesi üzerine O'nun yerine seçilen İsmet Paşa heyet başkanı
olarak katılmıştır. Maliye Vekili Hasan Bey ve Sağlık Vekili Rıza Nur
Bey de heyet üyesi olarak Lozan görüşmelerinde Ankara Hükümeti'ni
temsil etmişlerdir.
İsmet Paşa'nın gerek T.B.M.M.'de yaptığı konuşmada gerekse Sapanca'da
trende iken gazetecilere verdiği demecinde Türk heyetinin amacının
Misâk-ı Millîyi gerçekleştirmek olduğunu ısrarla vurguladığı
görülmektedir.(17)
Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı'nın 23 Ocak 1923
tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî,
etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde
ilmî ve aklî delillere dayanmak suretiyle izah etti.
İsmet Paşa'nın bu konuşması incelendiğinde Musul'un bir Türk toprağı
olarak telakkî edilmesindeki gerekçelerin yanı sıra İngiltere'nin
ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü görülür. Esasında Türk
tezinin dayandığı temel nokta etnografik sebeplerdir. Musul vilâyetinde
yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş veTürk-Kürt ayrımı
yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin
Anadolu'dan ayrılamayacağı belirtilmiştir.
İsmet Paşa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul'u meydana getiren unsurları şu şekilde gösterilmiştir18)
Türk.........................................146.9 60
Kürt.........................................263.8 30
Arap .........................................43.210
Gayri Müslim..............................31.000
TOPLAM..................................503.000
İngiliz Heyeti'nin verdiği rakamlar ise şu şekildedir:
Türk..........................................65.8 95
Kürt........................................452.72 0
Arap.......................................185.763
Hıristiyan .................................62.225
Yahudi .....................................16.865
TOPLAM.................................785.468