.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:09 pm

    Dünya ahiretin tarlasıdır


    İÇİNDEKİLER :

    1- Dünya ahiretin tarlasıdır
    2- Dünya sevgisi günahların başıdır
    3- Gafletten kurtulmak nasıl olur
    4- Dünya iş ve kazanç yeridir
    5- İnsanlar huzura niçin kavuşamıyor
    6- İnsan niçin yaratıldı
    7- Herkesin çektiği, kendi cezası
    8- Eşit yaratılmayışın sebebi


    Sual: Dünya nedir?
    CEVAP
    Ölümden önce olan her şeye dünya denir. Bunlardan, ölümden sonra faydası olanlar, dünyadan sayılmaz, ahiretten sayılır. Çünkü dünya, ahiret için tarladır. Ahirete yaramayan dünyalıklar, zararlıdır. Dünya, dine uygun kullanılırsa, ahirette faydalı olurlar. Hem dünya lezzetine, hem de ahiret nimetlerine kavuşulur. İyilik, kötülük, malda değildir. Malı kullanandadır. O halde, kötü olan dünya, Allahü teâlânın razı olmadığı, ahireti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demektir.

    Rabbini unutup, nefsine düşkün olan, yolda hayvanın, palanı ile, yemi ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helak olur. İnsan da ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünya ziynetlerine aldanır, ahiret hazırlığı yapmazsa, ebedi felakete sürüklenir. Dünyaya düşkünlük ahirete hazırlanmaya mani olur.

    Dünya ile ahiret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse ibadetini yapmaz ve geçiminde Allahü teâlânın emrini gözetmezse, dünyaya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bu kimseden soğutur.

    Dünya, ahiretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyen, böylece bir tohumdan kat kat meyve kazanmaktan mahrum kalan, ne kadar zavallıdır. Kardeşin kardeşten, ananın evladından kaçacağı o gün için, hazırlanmayan, dünyada da, ahirette de aldanmış, zarar etmiş olacaktır. Akıllı kimse, bu dünyayı fırsat bilir. Bu kısa zamanda, tohum ekerek, yani Allahü teâlânın beğendiği işi yaparak, kat kat fazla meyveleri toplar. Cenab-ı Hak, bu kısa zamanda yapılacak, hayırlı işlere ve ibadetlere sonsuz nimetler ihsan edecektir.

    Marifetname' deki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Dünya iki gündür: Biri sevinç, biri üzüntü günüdür. Bunlar geçicidir. Öyle ise geçici olanı bırakın da daimi olan nimetlerine kavuşmak için çalışın.)

    (Dünya için, dünyada kalacağın kadar, ahiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehennem ateşine dayanacağın kadar günah işle!)

    (Dünya bir köprüdür hemen geçin, yalnız tamiri ile uğraşmayın, yolunuza devam edin!)
    (Arzusu ahiret olup, ahiret için çalışana, Allahü teâlâ dünyayı hizmetçi yapar.)

    (Yalnız dünya için çalışana, yalnız nasibi gelir, işleri karışık, üzüntüsü çok olur.)
    (Ahiretin sonsuz olduğuna inananın, yalnız bu dünyaya sarılması, çok şaşılacak şeydir.)

    (Dünya sizin için yaratıldı. Siz de ahiret için yaratıldınız! Ahirette ise, Cennet ve Cehennemden başka yer yoktur.)

    (Dünyaya düşkün olmak, insanın ahiretine zarar verir. Ahiretini seven dünyada haramlardan sakınır. Bu böyle olunca, siz bakiyi fâni üzerine tercih ediniz!)

    Dünyanın tatlı şeyleri ve geçici nimetleri ancak, dinimize uymaya yardımcı oldukları zaman, faydalı ve helal olurlar. Dünya kazancı, ahiret kazancı ile birlikte olduğu zaman işe yarar. Ahireti kazanmaya yardımcı olmayan dünya zevkleri, şekerle kaplanmış zehir gibidirler. Dünya zevkleri, bedene, nefse tatlı gelen şeylerdir. Halbuki insan yalnız bunun için yaratılmadı.

    Gerçek zevk yeri
    Ahiret ise ruha mahsus olan hakiki zevk ve lezzetlerin de yeridir. Dünya ile ahiret, birbirinin zıddı, tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebep olur. Yani birinde zevk aramak, ötekinde elem çekmeye sebep olur. O halde, dünyada nimetleri, lezzetleri çok olanlar, bunlara gereken şükrü yapmazlarsa, ahirette çok korkacak, çok acı çekecektir. Dünyada tehlikelerden sakındığı, çalıştığı halde çok acı çeken mümin, ahirette çok lezzete kavuşacaktır.

    Dünyanın ömrü, ahiretin sonsuzluğu yanında, denize nispetle bir damla kadar bile değildir. Buna rağmen Allahü teâlâ, merhamet ederek, sevdiklerine sonsuz nimetlere kavuşmaları için, dünyada birkaç gün sıkıntı çektiriyor. Akıllı kimse; kendi işinde ve dünyasında hiç üzülmeyen, emellerini kısa tutup, sabaha bile çıkamayacağını düşünen, ibadetine kuvvet verecek ve doğru yolda yürüyecek miktardan fazla geçim derdi olmayandır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Dünya hayatı, ancak oyun ve boş şeyle meşgul olmaktır. Ahiret ve nimetleri daimi olduğundan daha hayırlıdır. Bunların farkını anlamaz mısınız?) [Enam 32]

    (Yanınızdaki dünyalıklar geçici, Allah katındaki hazine ve rahmetler ise daimidir.) [Nahl 96]
    (Dünyayı ahirete tercih edersiniz, Halbuki ahiret hayırlı olup nimetleri daimidir.) [Ala 16, 17]

    İbni Mesud hazretleri buyuruyor ki:
    Dünyada herkes misafirdir. Yanındaki şeyler emanettir. Misafirin gitmekten, emanetin ise geri alınmaktan başka çaresi yoktur.

    Bu dünya, haramları terk eden için nimet, ibadet eden için ganimet, ibretle bakan için hikmet, manasını anlayan için selamet yeridir.

    İlimler doğru yerde kullanılmazsa
    İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) buyuruyor ki:
    Yavrum! Bu, pek kötü olduğunu anladığın dünya, nedir biliyor musun? Dünya, seni, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler demektir. Kadın, çocuk, mal, rütbe, mevki düşüncesi, Allahü teâlâyı unutturacak kadar aşırı olursa, dünya olur. Çalgılar, oyunlar, (Malayani) ile, yani faydasız, boş şeylerle vakit geçirmek, [kumarlar, kötü arkadaş, kötü filmler, mecmua ve romanlar], hep bunun için dünya demektir. Ahirete faydası olmayan ilimler, dersler de, hep dünyadır. Hesap, hendese [yani matematik ve geometri], astronomi, mantık, eğer Allahü teâlânın gösterdiği yerlerde kullanılmazsa [yani kâfirlerle mücadele ve onlardan üstün olmak için ve insanlara hizmet etmek için kullanılmazsa] bunlarla uğraşmak, boşuna vakit öldürmek olur ve dünya olur. Bu bilgileri bütün derinliği ile, incelikleri ile okumak, yalnız başına işe yarasaydı, eski Yunan felsefecileri [ve son zamanlardaki Avrupa'nın, Amerika'nın fen adamları, mütehassısları] saadet yolunu bulur, ahiretteki ebedi azaptan kurtulurlardı.

    Dünyayı ahirete tercih
    Akıllı, ahiretin sonsuz kazancını dünyanın geçici kârı ile değiştirmez. Bütün iyiliklerin, dinin emirlerine uymak ve yerine getirmekte olduğunu bilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Ahiret, dünyaya tercih edilince, La ilahe illallah sözü, Allahü teâlânın gazabından korur. Dünya kârını, ahirete tercih eden, La ilahe illallah dediği zaman, Allahü teâlâ, "Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin" buyurur.) [Beyheki]

    İlmi, mala ve mevkiye alet etmek uygun değildir. İlim bunu yasakladığı halde, bildiği halde ilme uymamak büyük vebaldir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Din bilgilerini dünya menfaati için öğrenenlere, ilmini paraya değişenlere kıyamette ateşten gömlek giydirilir.) [Deylemi]

    Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim elbette zararlı olur. Halbuki, dünyaya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. O halde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi Onun sevmediği yolda harcetmek, çok çirkin bir iştir. Onun kıymet verdiğini kötülemek demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]


    En son sedat tarafından Çarş. Nis. 29, 2009 8:25 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:10 pm

    İbadetin faydası kime?

    İÇİNDEKİLER :

    1- İbadetin faydası kime
    2- Dine uymanın faydası
    3- Duanın faydası
    4- Gençlikte yapılan ibadetler
    5- İbadetlerin hikmetleri
    6- İbadetlerin kabul olma şartları
    7- Günahkârın ibadeti
    8- Kabahat gizli olmalı
    9- En kıymetli ibadet
    10- Önemlinin de önemlisi
    11- Ameller yedi türlüdür
    12- İlim, amel, ihlas
    13- Neşe ile ibadet yapmak için
    14- İki kat sevap alanlar

    Sual: Allah'ın bizim ibadetimize ihtiyacı yok. İbadet yapan, boşuna sıkıntı çekiyor veya Ben içki içersem, zina edersem Allah' a ne zararı olur ki diyenlere nasıl cevap vermeli?
    CEVAP
    Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
    Bazıları, ibadetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emir olunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır.

    Her insanın yaptığı ibadetin faydası, yalnız kendisinedir. Böyle olduğu Fatır suresinin 18. âyet-i kerimesinde açıkça haber verilmektedir.

    Böyle yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastaya doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Evet doktora zararı olmaz, fakat kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur, uymazsa ölür gider.

    Sual: Bazı kimseler, "Allah'ın affı sonsuzdur, bizi de affeder" diyerek ibadet etmiyorlar. İbadet etmeyen Cehenneme gitmez mi?
    CEVAP
    İmanlı ölen günahkârlar, geç de olsa Cennete girer. Ancak ibadet etmeyen, günaha devam eden kimselerin imanlı ölmeleri çok zordur. İbadetler imanı muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir. Bunun için ibadetleri bırakmamalıdır.

    Sual: "Allah acır, affeder" diyerek ibadet etmemek ve günah işlemek uygun mudur?
    CEVAP
    Şeyh Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:
    Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve Razzak olduğu halde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene mahsul vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu halde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor.
    Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Tembelliğin ilacı da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, rahmeti her şeyi kuşatmıştır, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. O halde, Allahü teâlânın bildirdiği sebeplere yapışmamız gerekir.

    Allah' ın azabı çok şiddetlidir
    Bazı kimseler, hırsızların, hainlerin, ırz düşmanlarının, hatta gayri Müslimlerin bile affa kavuşacağını bildirip, azap âyetlerinden hiç bahsetmiyorlar. Allah' ın azabından bahsetmemek yanlıştır.

    İslamiyet, ifrat ve tefritten [aşırılıklardan] uzak bir dindir. Allah' ın rahmetini de azabını da bildirmek gerekir. Çünkü Allahü teâlâ Kur' an-ı kerimde kendi bildiriyor. Bunu gizlemek, örtbas etmek ihanet olur. Ahirette kâfire af ve merhametin zerresi yoktur. Ebedi azap içinde kalacaklardır. Cennete girme şartı Müslüman olmaktır. Müslüman da havf ve reca arasında olmalıdır. Havf, Allah' tan korkmak, reca da Allah' ın rahmetini ümit etmek demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Havf ve reca arasındaki mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi]

    Hep Allah' ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru olmadığı gibi, hep Allah' ın rahmetinden bahsedip azabından hiç bahsetmemek de Kur' an-ı kerime aykırıdır. Mümin yaşarken havfı, ölürken recası daha fazla olmalıdır! Allahü teâlânın rahmeti çoktur. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
    (Ey günahta haddi aşanlar, Allah' ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları affeder. O, gafururrahimdir, affı, merhameti çoktur.) [Zümer 53]

    (Kötülük edip, nefsine zulmeden, mağfiret dilerse, Allah' ı gafururrahim bulur.) [Nisa 110]

    İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
    (Hak teâlâ buyurdu: Kulun günahı göklere kadar yükselse, tevbe ederse affederim.) [Tirmizi]
    (Allahü teâlâ, kullarına bu kadının çocuğuna olan merhametinden daha merhametlidir.) [Buhari]

    Allahü teâlânın rahmeti böyle çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Elbette azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7]
    (Allah' ın kahrı da pek şiddetlidir.) [Nisa 84]

    (Kullarıma haber ver! Gafururrahim olduğum gibi, azabım da çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50]
    (O gün gerçek hükümranlık Rahmanındır. Kâfirler için de pek çetin gündür.) [Furkan 26]

    (Allah' a ve Resulüne itaat edip Allah' tan korkup sakınanlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Nur 52]
    (İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe 82]
    (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) [Müminun 60]

    Bu âyette bildirilenlerin hırsız mı, zani mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (Bunlar, namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerini yerine getirdikleri halde acaba ibadetlerimiz kabul olmadı mı diye korkan kimselerdir.) [Tirmizi]

    Kaderin suçu yok
    (Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur, suç kaderimde değil mi?) diyenler çıkıyor.

    Şunu iyi bilmeli ki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah
    işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir.

    Allahü teâlâ, ezeli ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine tesir etmez.

    Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz.

    Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi? Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levh-i mahfuz denilen kaderimiz, sanki takvime benzemektedir.

    İşte Allahü teâlânın da ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu.
    (İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. (Müslim)

    Cennetliklerin ibadet yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde Cennetlik olana iman ve ibadet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek amel işler) buyuruldu. (Ebu Davud)

    Cehennemlik kimse, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibadet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibadet yapması, Cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir.
    Cennetlik ve Cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, ibadet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir.

    Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı.

    Ebüssüud efendi buyuruyor ki:
    Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari]

    Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir.

    İlim bulunan yerde
    Ehl-i sünnet itikadını ve ilm-i halini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Böyle kimselerin duaları zaten kabul olmaz ki, küfürden korunabilsinler. Hadis-i şerifte (İlim bulunan yerde müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz) buyuruldu.

    Ölmemek için, yiyip, içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her zaman toplanırlar. İlmihal kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle müslüman kaldılar. İslamiyet'in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler.

    Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim!
    Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse, kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimali çoktur. Onun için iyi kimselerle beraber olmaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Allahü teâlâ, bir kula hayır murad ettiği zaman, dinini kayıran kimseler yanında çalışmayı nasip eder. Şerri murad edilen kul da, dinini kayırmayan kötülerin yanında çalışır.) [Deylemi]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:11 pm

    Sual: Allah'ın emirleri kaç türlüdür?
    CEVAP
    Allahü teâlânın emirleri iki türlüdür: Emr-i tekvini ve Emr-i teklifi veya Emr-i teşrii.
    Emr-i tekvini, yaratmasını dilediği şeylere (Ol!) demesidir. Ol deyince, hemen var olur. Hiçbir kimse, bu şeyin var olmasına mani olamaz. Her şeyin yaratılması için, belli şeyleri sebep yapmıştır. Belli maddeleri, belli maddelerin yaratılmalarına sebep yaptığı gibi, insanın maddi ve manevi gücü, çeşitli enerjiler de, birçok şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir kuluna bir şey ihsan etmek, iyilik vermek isterse o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur. Sebep tesir ettiği zaman, O da dilerse, (Ol!) derse, o şey var olur. O dilemezse, hiçbir şey var olmaz. Hikmetini, yaratmasını sebeplerle örtmüş, gizlemiştir. Çok kimse, yalnız sebepleri görmekte sebepler arkasındaki hikmeti, Onun yaratmasını anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı da, onun felaketine sebep olmaktadır.

    Emr-i teklifi, insanlara, yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirlerdir. Bu emirlerin yapılması, insanın iradesine, dilemesine bağlıdır. İnsanı iradesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilemiş olduğu şeyi yaratan, yine Odur. İnsan diledikten sonra, O da dilerse, yaratır. Dilemezse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler, özellikler veren, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasında üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmak, başkasını Ona şerik, ortak yapmak olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyamette hiç affetmeyeceğini, Ona sonsuz ve çok acı azaplar yapacağını bildirmiştir. İnsan, Onun emrini yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet ederek diliyor ve yaratıyor. Kendisine inanmayanlar, karşı gelenler bir kötülük yapmak isteyince O da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar, yalvaranlar, bir kötülük yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve yaratmıyor. Bunun için düşmanlarının her istedikleri hasıl olduğundan daha da azıp kuduruyorlar.

    Şunlara şaşılır
    Hz. Ebu Zer, (Ya Resulallah, Musa aleyhisselama inen kitapta neler vardı?) diye sorunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (İbret verici bilgiler var idi. Mesela biri şöyle: Şunlara şaşılır:
    1- Ölümün geleceğine inanıp da [vurdumduymaz görünene, hiç ölmeyecekmiş gibi] sevinene,
    2- Cehenneme inanıp da gülüp oynayana,
    3- Kadere inanıp da [hadiseleri değiştirecekmiş gibi] telaşlanana,
    4- Fani dünyanın kararsızlığını, vefasızlığını görüp de, ona bel bağlayana,
    5- Kıyamete, hesaba inanıp da hayırlı işler yapmayana şaşılır.) [Beyheki]

    Hz. Âdem'in öğüdü
    Sual: Âdem aleyhisselamın oğullarına öğüdü varmış. Bunlar ne idi?
    CEVAP
    Âdem aleyhisselamın, oğlu Hz. Şit'e vasiyeti söyle idi:
    1- Çocuklarına söyle, tamahkâr olmasınlar, dünyaya bel bağlamasınlar. Ben dünyaya değil, Cennete bağlandım. Fakat Allahü teâlâ beni oradan çıkardı.

    2- Çocukların, hanımlarının heva ve heveslerine uymasınlar. Ben annenizin sözüne uyup yasak meyveden yedim. Sonra pişman oldum.

    3- Çocukların, yapacakları işlerin neticesine baksınlar. Ben yaptığım işin akıbetine bakmadığım için, malum musibete uğradım.

    4- Çocuklarına söyle, kalblerine korku veren şeyi terk etsinler, şüpheli şeylerden kaçınsınlar. Ben yasak edilen meyveyi yerken kalbime korku düşmüştü.

    5- Çocukların, işlerini istişare ile yapsın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım.

    Sual: Bir kimse, yaptığı ibadetlere güvense, mahzuru olur mu?
    CEVAP
    Bir kimsenin ameli, yani ibadeti ne kadar çok olursa olsun, ameline güvenmemeli, Allahü teâlânın ihsanını istemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Hiçbir kişiyi ameli Cennete koyamaz.) [Buhari]

    (Bir kimse, doğduğundan itibaren ölene kadar yere kapanıp Allah' a ibadet etse, kıyamette yine zelil olur.) [İ.Ahmed]

    (Kıyamette üç kitab çıkartılır. Birinde o kimsenin güzel amelleri, diğerinde günahları, üçüncüsünde de Allah'ın verdiği nimetler yazılıdır. Hak teâlâ ona verdiği her nimeti sorar ve: "Ey nimet, değer ölçün kadar bu adamın güzel amellerinden al", buyurur. Nimet, kendi değeri kadar ameli almaya çalışır, fakat yetmez. Hak teâlâya der ki: "Bu adamın iyi amellerinden hakkımı alamadım." Geriye o adam, suçları ve aldığı nimetlerle kalır, güzel amelleri tükenmiş olur. Hak teâlâ bu kula ihsan ederse ona, "Ey kulum, senin iyi amellerini kat kat artırdım, suçlarını da affettim, nimetlerimi de sana bağışladım" buyurur.) [Bezzar]

    Sual: Dedikoduya sebep olmamak için, kötülerden ibadeti gizlemek gerekir mi?
    CEVAP
    Fitneye, dedikoduya sebep olmamak için, kötü kimselerden ibadetini gizlemek iyi olur. Böyle kimselerin yanında açıktan ibadet yapmak emr-i maruf olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Bir zaman gelir ki, şimdi aranızda münafıkların gizlendiği [ibadet yapar göründüğü] gibi, o zaman da müminler gizlenir. [İbadetleri gizli yapar.]) [İbni Sünni]

    Sual: Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti nedir?
    CEVAP
    Muhammed bin Alyan hazretleri buyurdu ki:
    (Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti, ibadet yapmaktan lezzet alması ve günahlardan sakınmasıdır.)
    Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
    (Günahtan nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.) [Taberani]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:11 pm

    Haramlardan kimler kaçar

    İÇİNDEKİLER :

    1- Haramlardan kimler kaçar
    2- Haramdan kurtulmanın en kısa yolu
    3- Günahtan kaçmak sevaptan önce gelir
    4- Günah günahı çeker
    5- Büyük ve küçük günah sayısı
    6- Mekruh işlemek günah mıdır?
    7- Vacip olan işler
    8- Günah işlemenin insana zararı
    9- Günahı önemsiz saymak ne demek
    10- Günah işleyene kâfir denmez
    11- Günahkâra şefaat
    12- Kulun vazifesi ibadet etmektir
    13- Rızkınızı güzel yoldan arayın
    14- Kalb ile işlenen günahlar
    15- Ya hep ya hiç mantığı
    16- Günahta ısrar nedir
    17- Ne düşünmeli ki günahtan uzaklaşılsın
    18- Kelime-i tevhidin fazileti
    19- Çeşitli sual ve cevaplar

    Haramlardan kimler kaçar
    Sual: Haramlardan kimler nasıl kaçar?
    CEVAP
    Farzları herkes yapabilir, ama haramlardan herkes kaçamaz. Ancak salih kullar kaçar. Dinimizde günah işlememek, ibadet etmekten daha kıymetlidir. Hadis-i şerifte, (Bir zerre günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruldu. Bid'at işlemek ise, büyük günahlardan daha tehlikelidir. Bu bakımdan dine hizmet etmek niyetiyle bid'at işlemeyi mubah görmemeli.

    Bir haramdan kaçmak, milyonlarca nafile namaz kılmaktan evladır. Haram işleyerek farz, mekruh işleyerek sünnet yapılmaz. Günahtan kaçmak ibadet yapmaktan önce gelir. (U. Besair)

    Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir tehir veya terk edilir, yapılmaz. Mesela bir kadının hacca gitmesi farzdır yani emirdir, ama yanında mahremi yoksa gitmesi haram olur. Avret yerini açmadan, necaseti temizlemek mümkün olmazsa, namazı, öyle kılar. Çünkü, temizlemek emirdir, açmak ise yasaktır.

    Ey Oğul İlmihali' nde diyor ki:
    Haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur.

    Burada sanki ibadet etmek haramdan kaçmaktan önce geliyor sanılabilir. Ama öyle değildir. Yine haramdan kaçmak önce gelmektedir.

    Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
    "Teberri etmedikçe, tevelli olmaz. Yani uzaklaşmadıkça, dostluk olmaz. Farzları herkes yapabilir; ama haramlardan herkes kaçamaz. Ancak salihler kaçar. İyi olan da, kötü olan da, iyilik yapabilir. Kötülük yapmamak ise, ancak Allah adamlarının özelliğidir. Sıddıklar günah işlemez."

    Farzları yapmamanın günahı, haram işlemek günahından daha çoktur meselesine gelince, haramların terkinde sadece tasdik yani bunlar haramdır diye inanmak ve kaçınmak vardır, amel yoktur. Farzlar da ise tasdik ile beraber ameli de yapmak vardır. Amel terk edildiği için günahı daha fazladır. Başka bir ifadeyle, farzları yapmayan ameli terk ettiği için, haramları işlemekten daha büyük günaha girer. Haram işi yapmayan mesela içki içmeyen; namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi ameli gerektiren işleri yapmıyor. İçki içen sadece bir haram işlemiş olur. Namaz kılmayan ise, çok ameli terk etmiştir.

    Bir namazda 12 farz var. Beş vakit namazda 60 farz var. Namaz kılmayan, günde 60 kere büyük günah işliyor. Artık bu insanı düşünün, ne kadar iyilik yaparsa yapsın, ne kadar ibadet ederse etsin hepsinin sevabı azalıp yok olur. Borçtan kurtulur ise de sevap olarak eline bir şey geçmez. O halde, kim ne kadar çok büyük günah işlerse işlesin, ama namazı terk etmesin.

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Haramlardan tamamen kaçınabilmek için, mubahların fazlasından kaçınmalı! Mubahları gerektiği kadar kullanmalı! Bir insan, mubah [İslamiyet' in izin verdiği] şeylerden her istediğini yapar, taşkınca mubah işlerse, şüpheli şeyleri yapmaya başlar. Şüpheliler ise, haram olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvan gibi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, bir gün uçuruma düşebilir. Takvayı tam yapabilmek için mubahları gerektiği kadar kullanmalı, zaruret miktarını aşmamalı! Bu kadarını da, kulluk vazifelerini yapabilmek için kullanmaya, niyet etmelidir. Mubahların fazlasından kaçınabilmek büyük nimettir. Hiç olmazsa, haramlardan kaçınmalı, mubahların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmaya çalışmalı! Mubahlar lüzumundan fazla işlendiğinde, pişman olup tevbe etmeli! Bu işleri, haram işlemeye başlangıç bilmeli! Allahü teâlâya sığınmalı ve yalvarmalı! Bu pişmanlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubahların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin zararından korur. Çünkü (Günahkârın, boynunu bükmesi, ibadet edenin göğsünü kabartmasından daha iyidir) buyurmuşlardır. (m.76)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:12 pm

    Ölümü hatırlamanın fazileti

    İÇİNDEKİLER :

    1- Ölümü HatırLamanın FaziLeti
    2- Kendini Hesaba Çekmek
    3- Herkes Hesaba HazirLanmaLidir
    4- KaLbi Karartan İsLer.
    5- HediyeLerin Hazirsa.
    6- İpek böcügi gibi oLmamaLi.
    7- Dünya ahiret saadetinin Başı Nedir?
    8- AmeL Defteri ve Karne
    9- Ölmek FeLaket DegiLdir.


    Sual: Ölümü hatırlamanın fazileti nedir? Ölüm nedir, ölümden korkmalı mıdır?
    CEVAP
    Her müslüman, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Akıllı kimse, kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)

    Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Yanında ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder) buyuruyor. Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma 8)

    Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan kimse, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Bir kimseye sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, tıraş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüm için hazırlık yapmaktadır.

    Ebu Süleyman Darani hazretleri, saliha bir hanıma, (Ölümü sever misin?) dedi. O da (Hayır sevmem) dedi. Sebebini sorunca, (Birisine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahü teâlânın huzuruna çıkmayı sevebilirim?) dedi.

    Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler.

    Hz. Mevlana da Azrail aleyhisselama, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) demiştir. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini şiddetli şekilde arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar.

    Hz. Huzeyfe ölüm döşeğinde iken, (Dost ani bir baskınla geldi, pişmanlık fayda vermez. Ya Rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölüm yolunu bana kolaylaştır) diye dua etmiştir. Müslümanlar da böyle dua etmelidir.

    Her zaman, iyi ve kötü hallerde de ölümü hatırlamanın fazileti çoktur. Çünkü dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü ana ana dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünyanın külfeti, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir.

    Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Ölümü anmak, günahlardan korur.) [İbni Ebiddünya]
    (Ölümü anmak sadaka vermek gibi sevaptır.) [Deylemi]

    (Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.) [Deylemi]
    (Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.) [İbni Lâl]

    (En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.) [Taberani]

    (Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen, lüzumsuz işten, israftan kaçar kanaatkâr olur.) [İ. Hibban]

    (Allah' tan utanan, ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez, zinadan kaçar, dilini, gözünü ve kulağını haramlardan sakınır, öldükten sonra çürüyeceğini düşünür.) [Taberani]

    (Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan [Allahü teâlânın rızasına mani olan her şeyden] alıkoyar.) [İbni Ebiddünya]

    (Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyheki]

    "Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur. Ölümü unutup günahlara dalan kimse kabri de Cehennem çukuru olur." (Süfyan-ı Sevri)

    Bir zatı çok övdüler. Orada bulunan Resulullah efendimiz, (O kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. (Ölümden söz ettiğini duymadık) dediler. (Ölümü anmayan değerli olmaz) buyurdu. (İ.Ebiddünya)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:12 pm

    Tevbe istiğfarın önemi

    İÇİNDEKİLER
    1- Tevbe etmenin önemi
    2- Tevbe edilen günah affedilir
    3- Tevbe istiğfar nasıl yapılır
    4- Pişmanlığın fazileti
    5- Allah tevbe edeni sever
    6- Son nefeste tevbe
    7- Fasık ve günah
    8- Bir damlacık gözyaşı
    9- İbadetlerimizi kusurlu bilmeli
    10- Sitemsiz affediş
    11- Yetmiş istiğfar
    12- Tevbem kabul oldu mu?
    13- Tevbeyi geciktirmek
    14- Çok mühim tembih



    Tevbe etmenin önemi
    Sual: İnsanlık hâli bir günah işleyince ne yapmak gerekir?
    CEVAP
    Günah işleyince, hemen [kalb ile] tevbe ve [dil ile] istiğfar etmelidir! Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı; tevbe, istiğfar ve pişmanlık ile ve Allahü teâlâya sığınarak kolayca giderilebilir. Fakat, bu alçak dünya için gelen karartı, leke, kalbi büsbütün karartır. Bunu temizlemek çok güç olur. (Dünyaya düşkün olmak, günahların başıdır) hadis-i şerifi bunu göstermektedir. (Beyheki)

    Günah işleyen biri, pişman olur, abdest alıp namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse, Allahü teâlâ, o günahı elbette affeder. Çünkü, âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
    (Biri günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istiğfar ederse, Allahü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur.) [Nisa 110]

    M.Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
    Dertlerin, belaların gitmesi için, istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Beyheki'nin bildirdiği hadis-i şerifte, (İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu. (c.2, m.80)

    İstiğfar, insanı her murada, afiyete kavuşturur. Şifa için; tevbe etmeli, istiğfarı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, istiğfar okuyanların imdadına yetişir. (Hud 52, Fevâid-i Osmaniyye)

    İstiğfar, günahın affını istemek, Estağfirullah demektir. Estağfirullah, günahlarımı affet Allah' ım, demektir. İstiğfar etmek, günahların affına sebep olan iyilikleri yapmaktır. Mesela Kur'an-ı kerim okumak, sadaka vermek ve diğer hayır hasenatta bulunmaktır. Tevbe, haram işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermektir.
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Tevbe, günahtan sonra o günahı bir daha yapmamaktır.) [İ.Ahmed]
    (Sükutu tefekkür, bakışı ibret olup çok istiğfar eden kurtuldu.) [Deylemi]

    (Rızka kavuşan çok hamd etsin! Rızkı azalan istiğfar etsin!) [Hatib]
    (Günahınız çok olup göklere ulaşsa, tevbe edince, Allahü teâlâ tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
    (Günah kalbde bir iz bırakır, tevbe ve istiğfar edilince, o leke kaybolur, kalb cilalanır.) [Tirmizi]

    Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek de büyük günahtır. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek lazımdır.

    Hz. Huzeyfe, çoluk çocuğunu geçindirmekte çok sıkıntı çekiyordu. Hâlini arz edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (Ey Huzeyfe, neden istiğfar etmiyorsun? Ben günde yüz defa istiğfar ederim.) [Nesai]

    Hasan-ı Basri hazretlerine birisi kıtlıktan şikayet etti. Başka birisi fakirlikten, diğer birisi de çocuğunun olmadığından şikayette bulundu. Hepsine de istiğfar etmesini tavsiye etti. Daha başka insanlar da çeşitli konularda sual ettiler. Onlara da istiğfar etmelerini tavsiye etti. Sebebini sorduklarında, Nuh suresi 10,11 ve 12. âyet-i kerimelerini okudu. Nasr suresinde Allahü teâlânın tevbeleri kabul edeceği bildirilmektedir. Şartlarına uygun yapılan tevbeyi muhakkak kabul eder.

    Sıkıntıdan kurtulmak için
    Belalardan, sıkıntılardan kurtulmak için, istiğfar okumak çok faydalıdır. Her zaman yüz defa (Estağfirullâhel'azim ellezi lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh) demeli ve manasını düşünerek söylemelidir!
    Manası, (Kendisinden başka ilah bulunmayan hay, kayyum ve azim olan Allah' a istiğfar eder ve günahlarıma pişman olup Ona sığınırım) demektir.

    [Azim, zatı ve sıfatları kemalde, yani büyüklükte benzeri olmayan demektir.
    Hay, ezeli ve ebedi bir hayatla diri olan,
    Kayyum, zatı ile kâim olan, yarattığı her şeyi varlıkta durduran demektir.]

    Yukarıda bildirilen istiğfarı ikindi namazından, tesbihlerden ve duadan sonra yüz defa okumalıdır! Ehl-i sünnet itikadında olmak, kul haklarını ve kazaya kalan farzlarını ödemek ve haramlardan vazgeçmek şartı ile Cuma günü sabah namazından önce, yukarıdaki istiğfarı okuyanın bütün günahları affolur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Kıyamette, amel defterinde çok istiğfar bulunanlara, müjdeler olsun!) [Beyheki]

    (İstiğfara devam eden, her türlü sıkıntı ve üzüntüden uzaklaşır, geçim darlığından kurtulur, ferahlığa çıkar, ummadığı yerden rızka kavuşur.) [Nesai]

    (Derdiniz, günahlardır, devası da istiğfardır.) [Hakim]
    (Kalblerin cilası istiğfardır.) [Beyheki]

    Allahü teâlâ buyuruyor ki:
    (İstiğfar edeni affederim. Kendisini affetmeye kadir olduğumu bilenin günahlarını affederim.) [Tirmizi]

    Sual: Bazen kadınlarla toplanıyoruz. Çeşitli dedikodular ediliyor, en azından boş şeyler konuşuluyor. Bu günahlardan kurtulmak için bir dua var mıdır?
    CEVAP
    Yapılan günahlar için tevbe-istiğfar etmek gerekir. Hak sahipleri ile de helalleşmek gerekir. Ayrıca Allahü teâlâyı anmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Bir yerde toplanıp lüzumsuz şeyler konuşanlar, kalkarken, "Sübhanekallahümme ve bihamdike eşhedü en la ilahe illa ente estağfiruke ve etubü ileyke" okurlarsa, orada işledikleri günahlar affolur.) [Tirmizi]

    İyi amelin önemi
    Sual: Büyük günah işleyen kimse, tevbeden başka ne yapması gerekir?
    CEVAP
    İyi amel işlemesi gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
    (Biz iyi amellerde bulunanların mükafatlarını elbette zayi etmeyiz.) [Kehf 30]
    (Allah ihsan edenleri sever.) [Al-i İmran 134]

    (Asra yemin olsun ki, insanlar ziyandadır; ancak iman edip salih amel işleyenler müstesnadır.) [Asr 1-3]

    Görüldüğü gibi imanlı olmak şartı ile iyi amelin önemi çok büyüktür. Günah işleyen kimse tevbe etmeli, iyi amellerde bulunmalıdır! Bilhassa yakın ana-babaya ve yakın akrabaya iyilik etmenin sevabı daha büyüktür. Bir kimse sual etti:
    - Ya Resulallah, büyük bir günah işledim. Tevbem kabul olur mu, ne yapmam gerekir?
    Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    - Annen var mı?
    - Hayır yok.
    - Teyzen var mı?
    - Evet var.
    - Öyle ise ona iyilik et! (Tirmizi)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:12 pm

    Şehid ve Gazi kime denir?

    İÇİNDEKİLER :

    1- Şehid olmanın önemi
    2- Herkes şehid olabilir mi?
    3- Günahkâr da şehid olur
    4- Kadınların şehid olması
    5- Şehid edilen bazı zatlar
    6- Çeşitli sual ve cevaplar
    7- Gaziliğin fazileti
    8- Hak din yalnız İslam' dır
    9- Diyalogcuyu sollayan kişi
    10- Allah'ın azabı çok şiddetlidir
    11- Cennete ancak Müslüman girer
    12- Ehl-i kitapla iman birliğimiz yok

    Şehid olmanın önemi
    Sual: Herkes şehid olabilir mi? Şehid olmanın faydası ne?
    CEVAP
    Şehid, kendisine şahitlik yapılmış, Cennetlik olduğuna şahitlik edilmiş anlamındadır. Şahit manası da vardır. Çünkü Allah katında, ölü değil diridir. Şehid olmak için Müslüman olmak şarttır. Gayri müslim nasıl ölürse ölsün veya öldürülsün şehid olmaz. Hayzlı veya cünüp ölmek şehidliğe mani değildir.
    Eshab-ı kiramdan Hanzala cünüp olarak şehid olmuştur. [Gusledecek kadar dahi vakit bulamamış, gazaya katılmıştı.]

    Şehid olmak büyük nimettir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Şehid kabir azabından emindir.) [İbni Mace, Beyheki, imam-ı Ahmed]

    (Deniz savaşında şehid olanların, bütün günahları, hatta kul hakları da affolur.) [İbni Mace]

    (Şehid, yakınlarından 70 kişiye şefaat eder.) [Beyheki]

    (Şehid, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyametin dehşeti, hesab, mizan, sırat onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider.) [Beyheki]

    (Karada şehid olanın borçları ve emanetleri hariç, bütün günahları affolur. Denizde, suda boğularak ölen şehidin ise, borç ve emanetleri de dahil bütün günahları affolur.) [Ebu Nuaym]

    Şehid, kanının ilk damlasında günahları affolur. Kabir azabından ve Kıyamet korkusundan emindir.
    Şehidin, kul haklarından başka bütün günahları affolur. Kul haklarını da, Allahü teâlâ Kıyamette helalleştirecektir. Suda boğularak ölen şehidlerin kul borçları da affedilir. Hak sahipleri, bu şehidden haklarını istedikleri zaman, Allahü teâlâ, (Ondaki haklarınızı benden isteyin) buyuracak, hak sahiplerine alacaklarını fazla fazla verecektir. Şehid de, sorgusuz sualsiz Cennete gidecektir.

    Aşağıda yazının tamamına yakını İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ül muhtar kitabından alınmıştır. Müslüman olmak şartı ile aşağıdaki 37 maddede bildirilen kimseler şehid olarak ölür. Hepsi de hadis-i şerif ile bildirilmiştir:
    1- Kendinin, komşusunun, can, mal ve namusunu müdafaa ederken öldürülen,
    2- Haksız olarak hapsedilip ölen,

    3- Mülci ikrah ile öldürülen, mesela bu içkiyi iç denilse onu içmesi caiz olur. Caiz olacağını bilmediği için, içmeyip öldürülürse, şehid olur.

    4- Hırsızın, gaspçının, kapkaççının, yol kesicinin, eşkıyanın, yan kesicinin öldürdüğü kimse,
    5- Yüksekten veya attan düşüp ölen, başına taş veya başka şey düşerek ölen,

    6- Aslan, kurt gibi yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanarak ölen,
    7- Akrep ve yılan gibi zehirli hayvan sokmasından ölen,

    8- Suda boğulan,
    9- Yangında ölen,

    10- Gurbette garip iken ölen,
    11- Depremde, duvar ve enkaz altında kalarak ölen,

    12- Sara, sari hastalıklar, ateşli hastalıklar verem, kanser, kolera, veba, şiddetli öksürük, ishal ve diğer iç hastalıkları sebebiyle ölen, [Ameliyat edilirken ölen]

    13- Soğukta gusledip ölen.

    14- Hamile, lohusa ve doğumda ölen kadın, [Bir hadis-i şerif meali:
    (Müslüman kadın, hamilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar Allah yolundaki mücahid gibi olup ölürse şehid olur.) [Taberani]

    15- Cuma günü veya gecesi ölen,
    16- Aşkını gizleyip iffetini korurken ölen,

    17- Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparken öldürülen şehiddir. Doğru imanı ve namaz kılmayı meydana çıkaranlar, dinini öğrenmek, öğretmek ve yaymakta iken ölen,

    18- Allah rızası için müezzinlik yaparken ölen,
    19- Deniz tutup kusarak ölen,

    20- Beş vakit namazı doğru olarak kılan. İki hadis-i şerif meali:
    (5 vakit namazı doğru kılana, her gün için bin şehid sevabı verilir.) [Tergib-i Hadimi]
    (Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime [Ehl-i sünnete] yapışan ve beş vakit namazı cemaatle kılanın amel defterine her gün yüz şehid sevabı yazılır.) [İ. Nasiruddin]

    21- Kuşluk namazı kılan,
    22- Yolculukta da vitir namazını terk etmeyen,

    23- Her ay üç gün oruç tutan,
    24- Abdestli iken ölen, abdestli yatıp ölen,

    25- Namazda iken ölen,
    26- Günde yirmi kere ölümü düşünen,

    27- Dine uygun ticaret yapan,
    28- Gıda maddelerini ucuza satan,

    29- Helal kazanıp çoluk çocuğunun din bilgisi öğrenmeleri ve ibadet yapmaları için çalışan,
    30- Altmış yaşını geçen salih kimse,
    31- Günde 25 kere "Allahümme barik li filmevt ve fi-ma bad-el-mevt" okuyan,

    32- Müdara eden, yani insanlarla iyi geçinen, dinini koruyabilmek için dünyalık veren. Bir hadis-i şerif meali: (Müdara eden, şehid olarak ölür.) [Deylemi]

    33- Ölüm hastalığında, kırk kere "La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü min-ez-zâlimin" okuyan,
    34- Günde yüz defa salevat-ı şerife okuyan,
    35- Her gece Yasin okuyan, sabah akşam Haşr suresinin sonunu okuyan,

    36- Allah yolunda şehid olarak ölmeyi isteyen. [Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
    (Sıdk ile ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse de, şehid olur.) [Müslim]
    (Şehidlerin çoğu, yatakta ölür. Savaşta öldürülenin niyetini ancak Allah bilir.) [İ.Ahmed]
    (İhlasla şehidliği arzu eden, şehid olmasa da, şehidlik sevabına kavuşur.) [Müslim]

    37- Günah işlerken zulmen öldürülen.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:13 pm

    İÇİNDEKİLER :

    1- Sigara çok zararlı bir maddedir
    2- Tütün içmek haram mı?
    3- Sigara haram değildir
    4- Ceffel kalem konuşanlar
    5- Sigara hakkında sual cevaplar

    Sigara çok zararlı bir maddedir
    Tütünün etkili maddesi olan nikotinin, bir damladan az miktarı insanı öldürür. Bir sigara içinde bulunan nikotin, deri altına şırınga edilirse, iki insanı öldürür. Tütün dumanında nikotinden başka birçok şiddetli zehirler vardır. Mesela bir sigara dumanında, bir miligram siyan asidi, % 5 karbon monoksit, amonyak, % 1,5 kükürtlü hidrojen mevcuttur.

    Sigara yanarken nikotinin % 25i harap olur. % 30u dumanla havaya gider. % 45i de sigara içinden ağza doğru çekiliyor ise de, bunun üçte ikisi sigaranın soğuk kısmında sıvı halde kalıp, ağza, sigaradaki nikotinin, ancak % 15i dahil olur. Ağza giren nikotinin mühim bir kısmı, tükürük ile mideye gidip mide ifrazını azaltarak iştahı keser. Nikotin, ağız ve mide zarlarında kana karışır. Kanla dolaşan nikotin, böbrek üstü bezlerini tahriş ederek adrenalin ifrazı artıp tansiyon yükselir ve derideki damarlar sıkışarak, renk solar, ishal yapar. Safra yollarını daralttığından safrası ve karaciğeri zayıf olan, fazla tütüne dayanamaz.

    45 yaşın altındaki genç erkeklerden, kroner kalb hastalıklarından ölenlerin % 80i sigara tiryakisidir. Sigara içenlerde akciğer kanseri, içmeyenlere nispetle 15 kat fazladır. Akciğer kanserine yakalanan hastaların % 94' ünün sigara tiryakisi olduğu ortaya çıkmıştır. Sigara içmeyen kadınlarda kısırlık % 3,8 iken, sigara içenlerde bu oran % 41' dir. Günde bir paket sigara içilen evlerdeki çocukların da, günde 5er adet sigara içmiş gibi olduğu tespit edilmiştir. Sigaradan bir nefes çekip üfleyen kimse, dumanla beraber çevreye 70 mg yanmış madde ve 25 mg karbonmonoksit vererek etrafındakileri zehirlemektedir.

    Bacaklarında damar tıkanıklığı olan kişilerin % 90ının sigara içenlerden olduğu ilmi bir gerçektir. Sigara içenle, sigara ile kirlenmiş havayı teneffüs eden arasında, gördüğü zarar bakımından fark azdır. Sigara içilen yerde duran, % 70 sigaranın zararından etkilenir. Gerek hamilelik öncesinde, gerekse hamile ve emzikli iken sigara ve alkole devam eden ana babalar, çocukların hayatlarına kastetmiş sayılırlar. O halde ilk fırsatta sigarayı bıkmaya çalışmalıdır.

    Sigarayı bırakmak için
    1- Sigarayı bırakmaya kesin karar verip bu işte iradeyi sonuna kadar kullanmak gerekir.

    2- Sigarayı birden bırakınız! Zira birden bırakmanın daha başarılı olduğunu tecrübeler göstermiştir. Birden bırakamayan da yavaş yavaş bırakmalıdır.

    3- İlk iş olarak sigara içen ve sizi sigaraya iten arkadaşlardan ve onlarla işbirliği yaptığınız çevreden uzaklaşınız! (Kahvehane, oyun yerleri vs.)

    4- Sigara içen ve sigarayı hatırlatan her şeyden uzak durun! (Sigara paketi, kibrit gibi)

    5- Sizde sigara arzusu uyandıran yiyecek ve içeceklerden uzak durunuz. Genellikle sebze, meyve ve sulu yiyecekleri tercih edin.

    6- Bilhassa sigara arzusu arttığı hallerde bir bardak su içiniz!

    7- Planlı, disiplinli ve faal bir yaşama şeklini benimseyiniz!

    8- Sizi strese sokacak konulardan ve tartışmalardan uzak durunuz!

    9- Boş zamanlarınızı faydalı çalışmalarla ve açık havada yürüyüşlerle değerlendiriniz.

    10- Mümkünse birkaç arkadaşla, grup halinde bırakın!

    11- Sigarayı bıraktıktan sonra, her geçen günün sağlığınıza getirdiklerini hatırlayarak kendinize olan güveni pekiştirmelisiniz!

    12- Bu arada kilo almaktan korkulursa, şekerli, tuzlu, unlu, nişastalı ve fazla yağlı yiyeceklerden uzak durmalıdır.

    13- Sinirlerin güçlenmesi ve fizik mukavemetin artması bakımından B vitaminince zengin gıdalar tercih edilmelidir!

    14- Gece hayatından uzak durmalıdır!

    15- "Bir tane sigaradan ne çıkar" gibi aldatıcı tekliflere kanmayınız! Zira, bu tek sigaranın bu yoldaki bütün emeklerinizi boşa çıkarabileceğini unutmayın!

    16- Şimdi bazı ilaçlar çıkmıştır. Sigarayı bırakmakta büyük rolleri vardır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:13 pm

    İÇİNDEKİLER

    1- Vesvese kötü bir hastalıktır
    2- Kötü düşünceler nereden geliyor
    3- Şeytanla bir âlimin münazarası
    4- İman ve vesvese
    5- Şeytanın saldırı yolları
    6- Şeytanın hileleri ve itirafları
    7- İblisin meleklere sorduğu sualler
    8- Kalbe gelen düşünceler
    9- Namazdan sonraki vesvese
    10- Şüpheli gıdaları yemek
    11- Kalb dönektir


    Vesvese kötü bir hastalıktır
    Sual: Abdestte, namazda, temizlikte ve niyette vesvese eden, bunlardan nasıl kurtulur?
    CEVAP
    Vesvese, şeytanın verdiği zararlı olan şüphedir. Vesvese etmek günahtır. Günah işlememek için vesveseye hiç itibar etmemelidir. İki hadis-i şerif meali:
    (Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederken ve necaset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakının.) [Tirmizi]

    (Bir zaman gelecek, insanlar temizlikte fazla titiz hareket edecek, [vesvese ederek] dinde haddi aşacaklardır.) [Ebu Davud]

    Vesvese, suyu israf etmeye, namazı geciktirmeye, cemaati, hatta namaz vaktini kaçırmaya, vakti, ömrü zayi etmeye sebep olur. Başkalarının elbisesinin, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, Müslümanlara su-i zan haramdır. Üstelik kendini ihtiyatlı sanıp, kibirli olur. O işin uzmanı bir kimse bile ona nasihat etse, asla kabul etmez. Kendi yaptığının daha doğru olduğunu kabul eder. Başkalarını küçümser.

    Vesvese, ibadetleri mekruh olmakla bırakmaz, ruhi bunalımlara yol açar.

    Guslün, abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Önce vesvese edilen yerlerin doğrusunu öğrenmeli. Bunları bilip, yerine getirince, şüphe kalmaz. Doğru yaptım diye inanmak ihtiyat, şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, azimetle değil, ruhsat ile amel etmelidir!

    Haramlardan, şüpheli şeylerden, hatta mubahların fazlasından kaçmak azimettir. Günah olmayan, caiz olan işleri yapmak ruhsattır.

    İmam-ı Rabbani hazretleri, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor.

    İmam-ı Şarani hazretleri de, (İhtiyaç halinde ruhsatla amel etmeli) buyuruyor. Üç hadis-i şerif meali:
    (Allahü teâlânın verdiği kolaylıklardan, ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]
    (Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]
    (Allahü teâlâ, azimeti sevdiği gibi, ruhsatla amel edilmesini de sever.) [Beyheki]

    Dinimiz, kolaylık dinidir. Mesela, abdest aldığını bilip sonra bozulduğunda şüphe etse de, abdesti var demektir. Abdest aldıktan sonra, kuru yer kalmıştır zannıyla yeniden abdest alınmaz, alınırsa mekruh olur. Abdest aldıktan sonra, iç çamaşırında yaşlık görüp, idrar mı, su mu diye şüphe eden, abdestten önce çamaşırına su serpmeli! Sonra orada bir yaşlık görürse, (Bu benim serptiğim su) demeli. Hatta o yaşlık idrar bile olsa, onun idrar olduğu kesin olarak bilinmediği için yıkamak gerekmez.

    Vesveseden kurtuluş çaresi, hangi meselede vesvese ediliyorsa dinimizin o konudaki hükmünü öğrenmek ve iyi bilmektir. İyi bilen kesinlikle vesvese etmez. Mesela mesh etmek, ıslak el ile yavaşça saçların üstüne sürmektir. Ama vesveseli bunu bilmediği için, başını ezecek gibi mesh eder veya avucuna su doldurup, saçlarını iyice ıslatır. Abdest alırken şuraya el değmedi galiba, şurası yıkanmadı diyerek tekrar tekrar yıkar. Halbuki, bir yer yıkanmasa bile, yıkanmadığı bilinmeyince yani kasten yıkamayı terk etmediği için abdesti sahih olur. Bu kadarını bilmek bile vesveseyi önler.

    Vesveseden kurtulmak için kendi kendine, (Buranın kuru kaldığına yemin eder misin?) diye sormalı. Yemin edemiyorsa orası yıkanmıştır, tekrar yıkamak gerekmez. Her vesvese için de aynı soruyu sorabilir. (Ya, yemin edecek kadar emin olsam zaten vesvese etmem) demek de vesvesedir, yemin edemiyorsa bunun vesvese olduğunu anlamalıdır.

    Abdestten sonra, (Acaba başımı mesh ettim mi) veya (Abdestim var mı) diye şüphe etmek, namaz kıldıktan sonra "Elbisem temiz mi idi" veya "İftitah tekbirini almış mıydım?" gibi şüpheler vaki olsa da, yeniden abdest alınmaz, elbise yıkanmaz, namaz da iade edilmez.

    İbadetlerimizi eksik yapmakla, hâşâ Allahü teâlânın bir kaybı, fazla yapmakla da bir kazancı olmaz. Bunun için, dinin emrine uyularak noksan veya fazla yapılmış olsa mahzuru olmaz. Mesela sabahın farzını kılarken (iki mi, bir mi kıldım?) diye şüphe eden, bir rekat kıldığını zannederek bir rekat daha kılsa ve kıldığı üç rekat olsa, namazı sahih olur. Fakat kasten üç kılsa namazı sahih olmaz. Bir kimse de dört kıldım zannıyla üç rekat kılsa, kıldığı namaz sahih olur. Bir kimse de, araştırıp kıbleden başka istikamete namaz kılsa, namazı sahihtir, ama araştırmadan kıbleye isabet etse bile sahih olmaz. Demek ki, dinin emrine uyulunca kıbleden başka yöne de kılınsa, 4 rekat yerine 5 rekat da kılınsa sahih olur. O halde, kuru yer kalsa da önemi yok. Kuru yer kalmadığını sanmak yeter. Zaten hiç kimse kasten kuru yer bırakmaz.

    Vesvese, dua ve zikir ile de azalıp yok olur. Bunun için, vesvese gelince, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istiğfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! Şeytanın vesvesesinden kurtulmak için, her gün şu duayı da okumak iyidir:
    (Ya Allah-ür-rakib-ül-hafiz-ür-rahim. Ya Allah-ül-hayy-ül-halim-ülazim-ür-rauf-ül-kerim. Ya Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kaimü alâ külli nefsin bima kesebet, hul beyni ve beyne adüvvi!)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:14 pm

    AHLAK BİLGİLERİ

    İÇİNDEKİLER :

    1- Acelecilik
    2- Affedici olmak
    3- Ahiret kardeşi seçerken
    4- Alay etmek
    5- Ayıplanmak korkusu
    6- Az iyiliğe çok sevap
    7- Cimrilik
    8- Cömertlik
    9- Cübn (Korkaklık)

    BUNLAR MADDELERDEN SADECE BİRKAC TANESİDİR, İCERİK DAHA GENİSTİR..


    Acelecilik

    Sual: Her işte acelecilik uygunsuz mu? Uygun olduğu durumlar var mı?
    CEVAP
    İnsanın fıtratında acelecilik vardır. Bu husus Kur'an-ı kerimde de bildiriliyor:
    (İnsan aceleci [tabiatta] yaratılmıştır.) [Enbiya 37]
    (İnsan pek acelecidir.) [İsra 11]

    Acele işe şeytan karışır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Acele şeytandan, teenni Rahmandandır.) [Tirmizi]
    (Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder.) [Beyheki] [Teenni, acelenin zıddıdır.]

    O halde, işlerde acele etmemeli ve hemen karar vermemelidir! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Nefsin istediği bir şey hatıra gelince şeytan, "Fırsatı kaçırma, hemen yap!" der. Onun için kalbe gelen şeyi yapmadan önce, bu işten Allahü teâlâ razı olur mu, sevap mıdır, günah mıdır diye düşünmelidir! Günah değil ise yapmalıdır! Böylece teenni edilmiş, yani acele edilmemiş olur.

    Yalnız 5 yerde acele gerekir:
    1- Misafir gelince yemek vermekte

    2- Günah işleyince, hemen tevbe etmekte

    3- Namazı vakti girince, hemen kılmakta

    4- Çocuklara din bilgilerini ve namaz kılmayı öğrettikten sonra, büluğa erince dengi çıkınca, bunlar hemen evlendirilmelidir! Kızın küfvü [dengi] bulununca, hemen evlendirmelidir! Eşiat-ül-lemeat' daki hadis-i şerifte, (Ya Ali, üç şeyi geciktirme! Namazı vakti girince hemen kıl, cenaze namazını hemen kıl! Dul veya kızı, küfvü isteyince, hemen ver!) buyuruldu. O halde, namazını kılan, günahlardan sakınan ve nafakasını helalden kazanan biri bulununca, hemen onunla evlendirmeli! Eğer evlendirilmezse, fitneye sebep olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Dinini, ahlakını beğendiğiniz bir kimse, kızınıza talip olursa, hemen evlendirin! Eğer evlendirmezseniz, fitne ve fesada sebep olursunuz.) [Tirmizi]

    5- Defin işini de acele yapmalıdır!
    İbadetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Ölmeden önce tevbe ediniz. Hayırlı işleri yapmaya mani çıkmadan önce acele ediniz. Allahü teâlâyı çok hatırlayınız. Zekat ve sadaka vermekte acele ediniz. Böylece Rabbinizin rızıklarına ve yardımına kavuşunuz!) [İbni Mace]

    (En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.) [Taberani]

    (Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.) [Beyheki]

    (Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayatın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan gençliğin kıymetini, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.) [Hakim]

    Zekatını vermeyen ve malını ahiret yolunda sarf etmeyen kimse, fakir olunca çok pişman olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Tesvif eden helak olur.) [Berika]
    [Tesvif, hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.]

    İfrat ve Tefrit zararlı
    Tembellik, bir işi geciktirmek, sonraya bırakmak nasıl kötü ise, acele etmek de kötüdür. Bunun biri ifrat, diğeri tefrittir. Dinimiz orta yolu, aşırılıklardan uzak olmayı emretmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Aşırı giden helak olur.) [Müslim]
    Bir kimse, müsrif olursa buna ifrat denebilir. Bir kimse de cimrilik ederse, buna da tefrit denebilir. Dinimiz, her iki aşırılığı da yasaklamıştır. Furkan suresinin 67. âyet-i kerimesinde, israf edenlerle cimrilik edenler kötülenmiş, ikisinin ortası olanlar övülmüştür.

    Acele eden fütura düşer. Yani gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir.

    Namaz kılarken acele eden, tadil-i erkanı terk edebilir. Hızlı okurken tecvide uymayabilir, yanlış okuyabilir. Onun için ağırbaşlı olmalı, düşünerek hareket etmelidir. Salihlerin vasfı Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
    (Onlar Allah' a ve ahirete inanırlar, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde birbirleriyle yarış ederler. İşte bunlar salihlerdendir.) [A.İmran 114]

    Böyle hayırlı işlerin haricinde acelecilik uygun değildir. Düşünerek hareket etmek ve hayırlı işlerde sebat göstermek gerekir.
    Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Yavaş, yumuşak davranmak, Allah' ın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya' la]

    İftarda acele etmeli
    İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

    Namaz borcu varsa acele kaza etmeli
    Farz namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günahtır. Acele kaza etmek gerekir. Zaruri işler haricinde kaza etmeyi geciktirmek de büyük günahtır. Nafile zaruri iş olmadığı için, nafile kılarak, terk edilen kazayı geciktirmek dört mezhepte de haramdır. [Nafileleri kılarken kazaya da niyet etmeli. Hem sünnet sevabı alınmış olur, hem de namaz borcu ödenmiş olur.] Düşman karşısında, bir farz namazı kılmak mümkün iken terk etmek, 700 büyük günah işlemek gibidir. (Umdet-ül islâm)

    Tevbe edilen günahlar affedilir
    İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
    (Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanmam. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
    Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder. Tevbede acele etmeli.

    Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez
    Cenaze olduğu zaman, Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri okumayarak sünnet terk edilmektedir. Cenaze sebebiyle sünneti terk etmek uygun değildir. Cenaze namazını acele kılmak müstehaptır. Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez. Cemaat çok olsun diye, cenaze namazını vakit namazlarından sonraya bırakmak mekruhtur. Cemaatın çok olması için, cenazeyi saatlerce bekletip, sonra acele ederek Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri terk etmek pek yanlıştır. Özürsüz bir sünneti terk etmemeli, ortadan kaldırmamalıdır.

    Şeytanla bir münazara
    Şeytan, abid ve âlim Salih efendiye der ki:
    - Salih efendi, ne kadar çok ibadet ediyorsun? Sanki Allah' ın ibadete ihtiyacı mı var?
    - Evet, Allahü teâlâ, her ihtiyaçtan münezzehtir. Hiç kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur. Ancak bizim ibadete ihtiyacımız vardır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Salih amelin faydası, bunu yapanadır) buyuruluyor. (Fussilet 46)

    - Salih efendi, çok ibadet etmek için acele ediyorsun. Acele işlerde hayır olmaz. İşlerini önce bir yoluna koy, bir rahata kavuş, ondan sonra bol bol ibadet edersin. Dünyanı kazanmadan ahiretini nasıl kazanacaksın?
    - Ecel benim elimde değil... Sonra bugünün işini yarına bırakırsam, yarının işini ne zaman yaparım? Hadis-i şerifte, (Yarın yaparım diyenler, helak oldu) buyuruluyor. İbadetler vakitlidir. Her ibadeti zamanında yapmak gerekir.

    - Evet Salih efendi, hayırlı işte acele etmek gerekir. Hayırlı iş olan ibadetleri acele yap ki kısa zamanda daha çok ibadet etmiş olursun.
    - Cenab-ı Hak, çok ibadeti değil, ihlaslı ibadeti kabul eder. Hatasız yapılan az iş, hatalı yapılan çok işten hayırlıdır.

    - Ne mutlu sana Salih efendi, demek az da olsa hatasız ibadet ediyorsun. Toplumda düzgün ibadet yapamayan çok kimse vardır. İbadetinle bunlara örnek olmak için onların göreceği yerlerde ibadet etsen, daha çok sevap kazanırsın. Örnek olmamakla emr-i marufu terk etmiş olursun.
    - Allahü teâlânın beni görmesi kâfidir. İnsanların da görmesini istersem, ibadete riya karıştırmış olurum. Riya ile yapılan amel kabul olmaz.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:14 pm

    Dünya sevgisi günahların başıdır
    Sual: Bir hadis-i şerifte, "Dünyaya, burada kalacağınız kadar, ahirete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!" buyuruluyor. Ne kadar büyük olursa olsun, bir sayının sonsuzun yanındaki değeri sıfır kabul edildiğine göre, dünya için hiç çalışmamak gerekmez mi?
    CEVAP
    Dinimiz, dünyaya da, ahirete de çalışmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen (Dünyadan da nasibini unutma!) buyuruluyor. (Kasas 7)

    Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
    (Dünyanızı ıslaha, düzeltmeye çalışınız! Yarın ölecekmiş gibi de ahiret için amel ediniz!) [Deylemi]

    (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışınız!) [İbni Asakir]

    (Sizin hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyen ve insanlara yük olmayandır.) [Deylemi]

    Dünya binektir
    İmam-ı Maverdi hazretleri buyuruyor ki:
    Dünya çalışma yeridir. Hadis-i şerifte, (Dünya ne güzel binektir. Ona binin ki, sizi ahirete kavuştursun!) buyuruluyor. Dünya mutlak manada kötü değildir. Ahiret azığını hazırlayanlar için servet yurdudur. İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi ne zamana kadar daha dünyayı takip edeceğim) dediği zaman Allahü teâlâ buyurdu ki:
    (Ya İbrahim, böyle konuşma! Çoluk çocuğunun nafakası için çalışmak dünya talebi değil ki ondan şikayet edilsin!) [Edeb-üd-dünya]

    Dünya bir alet, bir vasıtadır. Bu vasıtayı iyi yolda kullanan kazanır, kötü yolda kullanan kaybeder. Mesela size yeni, güzel bir araba veriyorlar. (Bu araba ile, şu kadar zamanda şu karşıdaki köprüyü geçerseniz, kurtuluşa ereceksiniz) deniyor. Siz de, arabaya bakıp (Ne kadar da güzelmiş) diyerek onu sevmekle meşgul olur, verilen zaman içinde karşıya geçmezseniz, düşman gelir, sizi kıskıvrak yakalar, köprüyü geçemezsiniz. Bu vasıta, yolcuları sahile çıkaran bir gemi de olabilir. Bu vasıtaya zamanında binip gitmeyen kurtulamaz. Dinimiz bu vasıtayı, kötülememiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Dünya, ahiretin tarlasıdır.) [Deylemi]
    (Dünya, ahiretin köprüsüdür.) [Deylemi]

    (Allah rızasını kazanmak, ahiret azığını temin etmek için, dünya ne güzel yerdir. Allah rızasını kazanmayan, ahiret azığını temin etmeyen için de, dünya ne kötü yerdir. Bir kimse, "Allah dünyayı rezil etsin!" derse, dünya da ona, "Hangimiz Rabbimize asi oluyorsa, Allah onu rezil etsin!" der.) [Hakim, İbni Lal]

    (Dünyaya sövmeyin; çünkü mümin için ne güzel bir binektir. Hayra onunla erişilir, şerden onunla kurtulunur.) [Deylemi, İbni Neccar]

    Dünya sevgisi
    Dinimiz, bu bineğin sevgisini kötülemiştir. Yani "Binek ne güzelmiş" diyerek, onunla meşgul olup hedefe varmamak kötülenmiştir. Nitekim hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.) [Beyheki, İbni Ebiddünya]

    Demek ki, bineği sevmekle meşgul olmayıp, binip bir an önce saadet diyarına gitmeye çalışmalıdır!
    Bizi maksadımıza ulaştıran bineğin iyi, sağlam olması istenir. Onun için Allahü teâlânın bize verdiği akıl, sağlık, mal gibi nimetleri yerinde kullanmalıdır! Cenab-ı Hak, dünya saadetini de istememizi emrediyor. (Ey Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de iyilik, güzellik ver!) diye dua etmemizi istiyor. (Bekara 201)

    Hadis-i kudside de buyuruldu ki:
    (Hak teâlâ buyurdu ki, "Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet eden de senin hizmetçin olsun.") [Ebu Nuaym]

    Dünyanın faydasız işlerinden uzak durmak, ahirete yarayacak işler yapmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Dünyaya meyledenin emeli uzun olur, sonunu getiremez, bitmez tükenmez ihtiyaca düşer; öyle bir meşgale kaplar ki mihnetinden kendini kurtaramaz.) [Deylemi]

    (Ahireti isteyip onun için çalışan, geçim sıkıntısı çekmez, zengin olarak sabahlar, zengin olarak akşamlar. Dünyayı talep edip onun için koşan geçim darlığı çeker, fakir olarak sabahlar, fakir olarak akşamlar.) [İbni Neccar]

    (Ahiret işi sana kolay gelir, dünya işi zor gelirse, bil ki sen iyi hâl üzeresin. Ahiret işi zor, dünya işi kolay gelirse, bil ki durumun kötüdür.) [Beyheki]

    (Allahü teâlâ, ahiret için çalışana dünyayı verir, fakat dünya için çalışana, ahireti vermez.) [Deylemi]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:15 pm

    Gafletten kurtulmak nasıl olur
    Sual: Gaflet nedir? Gafletten kurtulmak nasıl olur?
    CEVAP
    Dini kelimelerin sözlük manasına değil, ıstılah manasına bakmak gerekir. Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun, Allahü teâlâyı hatırlamak ise gafletten kurtulmak olur. Dinin emirlerini gözeterek yapılan bütün işler, alış verişler, yiyip içmeler, gafletten kurtulmak ve Allahü teâlâyı hatırlamak demektir.

    Evine, camiye rastgele sağ ayakla giren kimse, gafletle girdiği için sevap alamaz. Sünnet olduğunu düşünerek sağ ayakla girerse sevap alır. Bunun için gafleti yenmeye çalışmalıdır! Kur'an-ı kerimde mealen (Gafillerden olma) buyuruluyor. (Araf 205)

    Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
    (Gaflet üzere uyuyan, Kıyamette öyle dirilir. O halde kendinizi Allahü teâlâyı anarak uyumaya alıştırın!) [Deylemi]

    (Gafiller arasında Allahü teâlâyı anan, kuru çalılar arasındaki yeşil ağaç gibidir.) [Ebu Nuaym]

    (Gafil olduğu halde, gafletinden habersiz kimseye şaşılır. Şu kişiye de şaşılır ki ölüm onun peşinde iken, o dünyanın peşinde koşar. Rabbi kendinden hoşnut olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene de şaşılır.) [Ebu Nuaym]

    Gafletin sonu pişmanlıktır. Gaflet, nimeti yok eder, hizmetleri engeller. Gaflet uykusunun sonu, sonsuz pişmanlık olabilir. Salihlerden biri, hocasını rüyada görüp sual eder:
    - Kıyamette en büyük pişmanlık nedir?
    Hocası buyurur ki:
    - Gafletin neticesi olan pişmanlık...

    Zünnun-i Mısri hazretlerini rüyada görüp sual ederler:
    - Vefatından sonra sana ne yaptılar?
    - Allahü teâlâ bana buyurdu ki:
    (Beni sevdiğini söylerdin; fakat benden gafil olurdun. Bu ise yalancılıktır.)

    Zünnun-i Mısri hazretlerine böyle denirse, bizlere ne söylenmez? Yine rüyada görülen birçok kimse, dünyada gaflet içinde yaşadığını söyler. Bunun için hadis-i şerifte (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyurulmaktadır. Ölmeden önce uyanmak gerekir. İş işten geçtikten sonra uyanmak faydasızdır.

    Azrail aleyhisselamla kardeş gibi görüşen Yakub aleyhisselam dedi ki:
    - Senden bir ricada bulunacağım. Ecelim yaklaşınca bana önceden haber ver!
    - Sana iki-üç haberci gönderirim.
    Bir müddet sonra Azrail aleyhisselam yine gelir. Yakub aleyhisselam sual eder:
    - Ziyaretime mi geldin?
    - Hayır, canını almaya geldim.
    - Nasıl olur, hani bana iki-üç haberci gönderecektin?
    - Sana üç haberci gelmedi mi? Saçların siyahken ağarmadı mı? Vücudun kuvvetli iken zayıflamadı mı? Dimdik dururken şimdi belin bükülmedi mi?

    Haberci istiyorsak çoktur. Her gün çeşitli sebeplerle ölenlere veya mezarlara bakmak kâfidir. Muhakkak olacak şeyi oldu bilmek gerekir! Ölüm muhakkaktır. Azrail aleyhisselam geldiği zaman, hazırım diyebilmelidir.

    Şakik-i Belhi hazretleri buyuruyor ki:
    (İnsanlar üç şey söylerler. Fiilleriyle ona muhalefet ederler.
    1- Biz kuluz derler, fakat şef gibi yaşarlar.
    2- Allah bizim rızkımıza kefildir derler. Fakat kalblerini rızık kazanmakla meşgul ederler.
    3- Elbet biz de öleceğiz derler. Fakat hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılırlar.)

    Adamın biri çuvalı kaybeder, arar bulamaz. Namaza durunca hatırlar. Kölesi adama, (Sen namaz kılmıyor, çuval mı arıyordun?) der. Adam köleyi ikazından dolayı azat eder. Her işi gafletten uzak yapmaya çalışmalıdır!


    Gaflete sebep olanlar
    İnsanların gaflete, hatta günaha, isyana, küfre dalması çeşitli sebepler yüzünden olur. Bunlar insandan insana değişmekle beraber, cehalet, kibir, dostunu düşmanını tasnif edememesi genel olup, bunların başında gelir. İnsanın gafletine sebep olan çok şey varsa da üçü önemlidir:
    1- İnsanı tanımamak, yaratılış gayesini bilmemek
    2- İşlerin sebeplerle yaratıldığını bilmemek
    3- Ölümü unutmak.

    1- İnsanı tanımamak, yaratılış gayesini bilmemek
    İnsan, niçin yaratıldığını ve başına gelecekleri bilip unutmasa, gaflete düşebilir veya kibirlenebilir mi? Rabbine isyan edebilir mi? Demek ki insan yaratılış gayesini düşünmüyor. Eğer insanlar istenildiği gibi düşünebilseydi, Kur' an-ı kerimde sık sık, (Hiç düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilir miydi?

    Bir insan bir alet, bir makine yapınca, bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarif namesi hazırlanır. Tarif name ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa, elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmayıp (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) buyurmuştur. Ne yapması gerektiğini, Peygamberleri vasıtası ile kitaplar göndererek bildirmiştir.

    Ne olduğunu, kim olduğunu, saadet ve felaketinin nelerde olduğunu bilmeyen, öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olamaz. Allahü teâlâ, (Ben cin ve insanları ancak [beni tanısınlar] bana kulluk, ibadet etsinler diye yarattım) buyuruyor. (Zariyat 56)
    O halde insan kul olduğunu bilip, kulluk görevlerini yerine getirmelidir.

    2- İşlerin sebeplerle yaratıldığını bilmemek
    Allahü teâlâ her şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Kudretini sebepler arkasında gizlemiştir. Âdet-i ilahi böyledir. Ancak bu âdetini bazen bozar, sebepsiz de yaratır. Bunu sevdiklerinin hatırı için yapar. İnsan çalışır kazanır, benim malım der, ben kazandım der. Bunun gibi kendisindeki her nimete, her başarıya (benim) der, (benim başarım, benim kabiliyetim, benim ilmim...vs) der ve nankör olur.

    Dertlerin, belaların gelmesine sebep günah işlemektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Size gelen musibet, kendi ellerinizle işlediğiniz [günahlar] yüzündendir.) [Şura 30]

    (Sana gelen her iyilik, Allah' ın [bir ihsanı, bir nimeti olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir. [Hepsini yaratan Allahü teâlâdır.]) [Nisa 79]
    Peygamberlere ve diğer büyük zatlara ise bela, onların derecelerinin yükselmesi için gelir.

    Tevekkülü ihmal etmemeli. Tevekkül, dinimizin bildirdiği sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. (Bir işe başladığın zaman, Allah' a tevekkül et, Ona güven) âyeti, tevekkül ile beraber azmederek çalışmak gerektiğini gösteriyor. (Al-i imran 159)

    3- Ölümü unutmak
    Dünya hayatı rüya gibidir. Ölünce rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Ölmeden önce uyanmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir) buyurdu. O halde, (Nasihat olarak ölüm yeter) hadis-i şerifini düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır.

    Genelde çok yaşamayı istemek, dünya zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak, sıhhat ve gençliğe aldanmaktan ileri gelir. Böyle kimsenin kalbi katı olur, ibadetleri vaktinde yapmaz, tevbeyi geciktirir, nasihat tesir etmez, ölümü unutur, hatırına bile gelmez. Hep dünya malına ve makamına kavuşmak için ömrünü harcar. Ahireti unutur, dünyanın faydasız zevk ve sefasını düşünür. Bunlardan kurtulmak için ölümün her an gelebileceğini düşünmeli, sıhhatin, gençliğin ölüme mani olmadığını unutmamalı.


    Çok kıymetli nasihatler
    Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
    Fırsat ganimettir. Ömrün tamamını faydasız işlerle telef etmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere harcamalı! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile kılmalı, teheccüd namazını elden kaçırmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü düşünmeli, ahiret hallerini gözetmeli, fani dünyanın haram olan işlerinden yüz çevirip, baki olan ahiret işlerine dönmeli. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, diğer vakitlerde, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır. Sözün kısası, Allah' tan gayrı şeylerin sevgisinden korunmalı ve bedeni dinin hükümlerine uymakla süslemeli, onunla meşgul olmalıdır. İş budur, bundan gayrısı hiçtir.

    Abdül Kuddüs hazretleri de buyuruyor ki:
    Vaktin kıymetini bil! Gece gündüz ilim öğrenmeye çalış! Her zaman abdestli bulun! Beş vakit namazı, sünnetleri ile ve tadil-i erkan ile, huzur ve huşu ile kılmaya çalış! Bunları yapınca, dünyada ve ahirette, sayısız nimetlere kavuşursun. İlim öğrenmek, ibadet içindir. Kıyamette, işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibadet de, ihlas elde etmek içindir. İhlas da, hakiki mabud ve kayıtsız, şartsız var olan sevgiliyi [Allahü teâlâyı] sevmek içindir.

    İbrahim-i Edhem hazretleri buyuruyor ki:
    1- Günah işleyeceksen, Allah' ın verdiği rızkı yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan edilir mi?
    2- Günah işleyeceğin zaman, mülkünden çık! Onun mülkünde Ona isyan edilir mi?
    3- Günah işlerken Onun görmediği bir yerde işle! Onun mülkünde, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah işlenir mi?
    4- Can alıcı melek, ruhunu almaya gelince, bir müddet izin isteyebilir veya o meleği kovabilir misin? O zaman hemen tevbe et! Çünkü o melek ani gelir.
    5- Mezarda, melekler, sual sorunca, (beni imtihan etmeyin) diyerek onları kovabilir misin? Öyle ise, şimdiden onlara cevap hazırla!
    6- Kıyamette (Günahkârlar Cehenneme) dendiği zaman, ben gitmem diyebilir misin?

    Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyin! Kabul eder, veririm) buyuruyor. Ama verilmeyenler de oluyor. Çünkü Ona dua eder, ama itaat etmezler. Peygamberini tanır, Ona uymazlar. Kur'anı okur, gösterdiği yolda gitmezler. Nimetlerinden faydalanır ama şükretmezler. Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilir, hazırlıkta bulunmazlar. Cehennemi, asiler için yarattığını bilir, ondan sakınmazlar. Ecdadının ne olduklarını görür, ibret almazlar. Kendi ayıplarına bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırlar. Böyle kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına şükretsin! Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Ölmek felaket değil, öldükten sonra başa gelecekleri düşünmemek felakettir. Mezhepsizlik ilhaddır. Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlara müjdeler olsun.

    İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki:
    Bu zamanınız fırsattır. Fırsat da, büyük nimettir. Sıhhat ile ve üzüntüsüz geçen vakitler, bulunmaz ganimettir. Her saati Allahü teâlâyı zikretmek ile geçirmelidir. Resulullahın bildirdiğine uygun olan her iş, hatta alış-veriş bile zikir olur. O halde, her hareketin, her duruşun, Resulullahın bildirdiğine uygun olması gerekir. Böylece, hepsi zikir olur. Zikir demek, gafletten uzaklaşmak, yani, Allahü teâlâyı hatırlamaktır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlanın emrini ve yasağını gözetince, emir ve yasakların sahibini unutmaktan kurtulur ve daima zikretmiş olur.
    Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
    (Yemeği Allah' ın zikri ile [İbadet ederek ve Allah yolunda çalışarak] eritin. Yer yemez yatmayın; kalbiniz katılaşır.) [Ebu Nuaym]

    Haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçarak helal kazanmalıdır. Ahir zamanda bunlara dikkat eden az bulunur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Ahir zamanda, helal para ile kendisine itimat edilen arkadaş az bulunur.) [İ. Asakir]

    Dine hizmet çok sevaptır. Bunu herkes gücü nispetinde yapar. Öğrendiği güzel bir sözü başkasına duyurmak bile sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Duyduğu hak sözü, bir müslüman kardeşine söylemek ne güzel hediyedir.) [Taberani]
    (Allah indinde en iyi kul, insanlara en çok nasihat edendir.) [İ. Ahmed]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:15 pm

    Dünya iş ve kazanç yeridir
    Sual: Boş vaktim çok. Vakitlerimi tavla ve satranç gibi oyunlarla geçiriyorum. Bazen onlardan çay içiyor, bazen de onlara içiriyorum. Mahzuru var mıdır?
    CEVAP
    İnsan, dünyaya oyun ve eğlence için gelmemiştir. Dünya iş ve kazanç yeridir. Peygamber efendimiz, (Dünya ahiretin tarlasıdır) buyurmaktadır. (Deylemi)

    Burada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Boş vakit fırsat ve ganimettir. Faydalı iş yapmadan vakit geçirmek, vakti öldürmek olur. Dünyada yapılan her işin, her nefesin hesabı kıyamette muhakkak sorulacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Kıyamette, herkes ömrünü ve gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.) [Tirmizi]

    Ömür, ilim, mal ve beden, Allahü teâlânın kullarına verdiği bir sermayedir. Bu sermayeyi Allahü teâlânın bildirdiği yerlerde harcamalıdır. Vakit geçtikten sonra pişmanlığın faydası olmaz. Onun için gençliğin, malın, sağlığın kıymetini bilmeli, dünyada ahireti kazanacak işler yapmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil! İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce hayatın kıymetini bil!) [Ebu Nuaym]

    Peygamber efendimiz, tavla oynayan bir grup insana buyurdu ki:
    (Oyunla meşgul olan el ve kalblere, boş ve bâtıl sözlere yazıklar olsun!) [Beyheki]

    Böyle oyunları parasız oynamak da uygun değildir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Satranç ve dama oynayan, ellerini domuz kanına bulaştırmış gibi olur.) [Müslim]

    (Tavla oynadıktan sonra kalkıp namaz kılan, irin ve domuz kanı ile abdest alıp namaz kılana benzer.) [İ. Ahmed]

    (Satranç, tavla ve benzeri haram olan oyunları oynayanlara rastladığınız zaman, selam vermeyin! Selamlarını da almayın!) [Deylemi]

    Yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması olan fıkhi hüküm ise şöyledir:
    (Tavla, satranç,14 taş gibi oyunları oynamak tahrimen mekruhtur. Devamlı oynanırsa haram olur. Eğer bir farzı yapmaya mani olursa yahut para için oynanırsa yine haram olur.) [R.Muhtar c.5, s.253]

    Parasız olarak ara sıra oynamak harama yakın mekruh, devamlı oynanırsa haramdır. Çayına da oynamak kumar olduğu için yine haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Bir kimsenin boş şeylerle vakit geçirmesi, Allahü teâlânın onu sevmediğinin alametidir.) [Mektubat-ı Rabbani]

    İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:
    (Satranç ve dama oynayan Allah ve Resulüne âsi olmuş sayılır.) [U. Kübrâ]

    İmam-ı Gazali hazretleri ve İmam-ı Şafii hazretleri, ara sıra satranç oynamanın mubah, devamlı oynamanın ise tenzihi mekruh olduğunu bildirdi. İmam-ı Şafii hazretleri, (Satranç oynamak, din ve mürüvvet sahiplerinin âdeti değildir) buyurdu. (İhya)

    Bu yazılardan anlaşıldığına göre, Hanefilerin satranç dahil bütün oyunları oynamaları doğru değildir. Şafiilerin ise, ara sıra yalnız satranç oynamaları caizdir.

    Dine uymak
    Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
    (Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına tâbi olmalarını, böylece felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve sonsuz saadete kavuşmaları için gereken faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti.

    Saadete kavuşmak isteyen, dine uymaya mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, dine uymayan arzularını terk etmesi gerekir. Dine uymazsa, sahibinin, yaradanının gadabına, azabına düçar olur.

    Dine uyan kul, mesut, rahat olur. Sahibi onu sever. Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safa süren, mahsul almaktan mahrum kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici zevklerle, nefsin arzularını yapmakla geçiren de, ebedi nimetlerden, sonsuz zevklerden mahrum olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabul edeceği bir şey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan geçici ve zararlı lezzetleri tercih etmez.

    Dine uymak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri (Akaid)e uygun iman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha sonra, yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak gerekir. Bunları yapmaya (İbadet) etmek denir. Haramlardan sakınmaya (Takva) denir.) [c.2, m.11]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:16 pm

    İnsanlar huzura niçin kavuşamıyor
    Sual: Niçin insanlar tam bir huzura kavuşamıyor?
    CEVAP
    Dünyada, dertsiz, sıkıntısız insan yoktur. Dünya, mümin için huzur yeri değildir. Azap yeri de değildir. Esas huzur ve azap yeri, ahirettir. Dünya, ahiretin tarlasıdır. Yani dünya kazanç yeridir. Dünyada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Her nimet, bir külfet karşılığıdır. Külfet de sıkıntısız olmaz. Fakire göre, zenginin sıkıntısı daha çok olur. Zengin, arabası ile giderken, benzini biter, arızalanır, tekeri patlar. Yedek parça ve tamirci arar. Bütün bunlar birer sıkıntıdır. Zenginin borçları, alacakları da olur. Alacaklarını toplamak, borçlarını ödemek için devamlı sıkıntı içindedir. Malı çok olanın, sıkıntısı da çok olur.

    Mümin, diğer insanlara göre daha çok sıkıntı çeker. Çünkü müslüman, komşularının ve diğer insanların eziyetlerine katlanır. Bunlar da birer sıkıntıdır. Helal kazanmak ve ebedi yurduna azık hazırlamak için yorulur. Bunlar da birer sıkıntıdır. Müslüman için asıl huzur Cennettedir. Çünkü dünya, mümin için sıkıntı yeridir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Dünya müminin zindanı ve kıtlık yıllarıdır. Dünyadan ayrılınca zindandan ve kıtlıktan kurtulmuş olur.) [Hakim]

    Dünyada, müminden bela, sıkıntı eksik olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Mümin, kertenkele deliğine girse de, ona eza edecek biri musallat olur.) [Beyheki]

    Sıkıntılar, musibetler, günahlara kefaret olur. Sıkıntı istememeli; fakat sıkıntılardan da şikayet etmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Belayı nimet, rahatı musibet saymayan, kâmil mümin değildir.) [Taberani]

    Dünyanın faydasız eğlenceleri, tatlı sanılan şeyleri, ahiret azabıdır. Ahiret için çalışırken çekilen sıkıntılar ise, ahiretin en tatlı meyvesidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Dünyanın tatlılığı, ahiretin acılığıdır. Dünyanın acılığı ise, ahiretin tatlılığıdır.) [Hakim]

    Okul, iş hayatı için bir vasıtadır. İmtihanları başarı ile verip okuldan mezun olmak gerekir. Vasıtaya gaye gibi sarılmak, hep okulda kalmayı istemek akıl kârı değildir. Diploma almadan hayata atılmak da iyi değildir. Okula gitmekten gaye, diploma sahibi olmaktır. İşte dünya, bir okul gibidir. İman sahibi olmak da diploma almak gibidir. Talebenin maksadı, okulu başarı ile bitirip hayata atılmaktır. Müminin gayesi de, dünyadan iman ile ahirete gitmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Dünyasını seven, ahiretine, ahiretini seven dünyasına zarar verir. Devamlı olanı, geçici olana tercih edin!) [Hakim]

    Sıkıntılar, müminin günahlarının affına ve ahirette derecesinin yükselmesine sebep olacağı için bir nimettir.

    Yunus Emre diyor ki:
    Bir söz diyeyim sana, dinle canın var ise
    Tamahkâr olma sakın, aklın sana yâr ise

    Gördün yârin eğridir, neyin varsa ver kurtul
    Büyüklerden öğüttür, işittiğin var ise.

    Baktın yârin sadıktır, köle ol kapısında
    Çıkar ciğerin yedir, eğer çâren var ise.

    Ekmek yiyip tuz basmak, nâmertlerin işidir
    Ekmek onu komaya, tuzun hakkı var ise

    Kötülük etme asla, herkes sana ilenir
    Senden sonra söylenir, ne dirliğin var ise

    Sözünden de bellidir, miskin Yunus delidir,
    Ayıplaman yârenler eksikliği var ise.

    Yaralılar ve yarasızlar
    İnsanların çoğu, kendilerini anlamadıklarından söz ederler. (Beni anlamıyorlar) derler. Dertsiz insan olmaz. Elbette birinin derdi ötekini pek ilgilendirmez. Derdini anlatır, fakat ötekiler, acı veya tatlı bir şey istemediği için hoşlanmazlar ve onun derdine çare aramaya bile lüzum görmezler. Onun için demişler ki:
    Yara sızlar, yara sızlar,
    Ok değmiş yara sızlar.
    Yaralının hâlinden,
    Ne bilsin yarasızlar.

    Bir divan şairi de diyor ki:
    Âsude olan hâl-i dil-efgârı ne bilsin
    Handân-ı tarab girye-künân zârı ne bilsin
    Yani, huzur ve mutluluk içinde gülen, inleyerek göz yaşı döken gönlü yaralının hâlini ne bilsin?
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:16 pm

    İnsan niçin yaratıldı
    Sual: İnsan niçin yaratıldı, vazifesi nedir?
    CEVAP
    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyf sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı.

    Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur. Candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya candan sarılmamız gerekir. (73. Mektub)

    Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki, hepimizin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz. Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur.

    Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir şey söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm denilebilsin. Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatte onların değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. (266. mektub)

    [Bugün bile, Allahü teâlâyı inkâr eden, İslamiyet' i beğenmeyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen cemiyetlerin, Allahü teâlânın emirlerinden çoğunu benimsedikleri göze çarpıyor. Bütün insanların, din ahlakından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülüyor. Fen aletleri, medeni vasıtalar, akıllara hayret verecek şekilde, ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıktaki sıkıntının azalmadığı, arttığı, ibretle görülüyor.]

    Sizi boş yere mi yarattık?
    Sual: Bir arkadaş Hiçbir şey kendiliğinden olamayacağı için Allah' a inanıyorum, ama dinlere, Peygamberlere, ahirete inanmıyorum diyor. Buna ahiretin varlığını nasıl inandırabilirim?
    CEVAP
    Arkadaş sözünde samimi değildir. Çünkü Nasreddin Hocanın, doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun dediği gibi, Ben öğrenciyim ama, öğretmene, derse, imtihana inanmam denir mi? Ben kanuna inanırım ama, savcıya, mahkemeye inanmam denir mi?

    İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanlar, bir karıncayı, bir kuşu, bir arpa tanesini yaratamaz. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.

    Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makineyi yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bir âyet meali:
    (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 115]

    Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini Peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır.

    Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmesi için âlimler bunları açıklamıştır. Bu, doktor ve eczacının ilacı hastaya verirken, aç karnına-tok karnına, sabah akşam birer tane, suyla iç, sütle içme gibi tarifine benzetilebilir. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı bildirilmiştir:
    (Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

    Allahü teâlâ, Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir, buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allah'a bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
    (Akıllı kimse, Allah'a ve Peygamberine inanan ve ibadetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

    Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyene, kendisini ebedi tehlikeye atana akıllı denebilir mi? Kur'an-ı kerimin çok yerinde, (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyurulmuştur. (Tirmizi)

    Her insanın yaptığı ibadetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Kim, [ibadetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

    (Benim ibadetime Allah'ın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz. diyerek, perhiz yapmıyor. Evet doktora zararı olmaz, ama kendine zarar vermektedir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah'ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçanlar da, Cehenneme gider.


    Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki:
    (Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına tabi olmalarını, böylece felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve sonsuz saadete kavuşmaları için gereken faydalı şeyleri yapmalarını emretti. Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Saadete kavuşmak isteyen, dine uymaya mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, dine uymayan arzularını terk etmesi gerekir. Dine uymazsa, sahibinin, yaradanının gadabına, azabına düçar olur. Dine uyan kul, mesut, rahat olur. Sahibi onu sever.

    Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk ve safa süren, mahsul almaktan mahrum kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici zevklerle, nefsin arzularını yapmakla geçiren de, ebedi nimetlerden, sonsuz zevklerden mahrum olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabul edeceği bir şey değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan geçici ve zararlı lezzetleri tercih etmez. Dine uymak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri Akaide uygun iman etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha sonra, yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak gerekir. Bunları yapmaya İbadet etmek denir. Haramlardan sakınmaya Takva denir.) [c.2, m.11]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:16 pm

    Herkesin çektiği, kendi cezası
    Sual: Allah, dünyada yaşayan bir çok dinsiz kimseye niçin iman nimetini vermiyor?
    CEVAP
    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızk, hidayet, irşat ve selamet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir.

    [Kullarının küfürlerini, günahlarını yüzlerine vurmuyor. Kendisine karşı gelenlerin, inkâr edenlerin, günah işleyenlerin rızklarını kesmiyor. Dünya için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor].

    Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır.

    [Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile, kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar. Beyt:
    Hâşâ, zulmetmez kuluna, Hüdası,
    herkesin çektiği, kendi cezası!]

    Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.

    [Bunun gibi, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı halde, elmayı kızartınca tatlılaştırır; biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir. Allahü teâlâ, bütün insanlara çok acıdığı için ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden daha çok acıdığı için, dünyanın her tarafındaki, her insanın, her ailenin, her cemiyetin ve milletin, her zamanda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri lazım geleceğini, dünyada ve ahirette rahat etmeleri ve seadet-i ebediyyeye kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lazım geldiğini, İslamiyet ile bildirdi.]

    İnsanların, Allahü teâlâdan gelen nimetlere nail olmamaları, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren, elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, Nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, nimetler içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda nimet olarak görülenler, hakikatte azap ve felaket tohumlarıdır. Mekr-i ilahi ile, istidrac olarak, yani Allahü teâlânın aldatarak, nimet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. O kimseleri harap etmek için ve daha ziyade azıp, sapıtmaları içindir. Nitekim, Müminun suresinin ellialtıncı âyetinde mealen, (Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. Peygamberime inanmadıkları ve din-i İslamı beğenmedikleri için, onlara mükafat mı ediyoruz, diyorlar? Hayır, öyle değildir. Aldanıyorlar. Bunların nimet olmayıp, musibet olduğunu anlamıyorlar) buyurulmuştur. O halde, Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep haraplıktır, felakettir. [Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. Onu bir an evvel helake sürükler.] Allahü teâlâ, bizleri, böyle olmaktan korusun! (C1, m.164)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:17 pm

    Eşit yaratılmayışın sebebi
    Sual: Bazıları, "İnsanlar, her bakımdan eşit yaratılsaydı, daha iyi olmaz mıydı?" diyorlar. Eşit yaratılmayışın sebebi nedir?
    CEVAP
    İnsanın yaratılış gayesi bilinmeyince, dünyadaki hadiselerin sebebi anlaşılamaz. Allahü teâlâ, dünya ve ahireti, sevgil kulu ve Resulü Muhammed aleyhisselam için yaratmıştır. Diğer canlı ve cansız varlıkları da insanoğlunun istifadesi için yaratmıştır.

    Dünya zevk için yaratılmadı. Ahiret ise, ebedi mükafat ve ceza yeridir. Dünya, ahiretin imtihan yeridir. Herkes her bakımdan eşit olsa imtihanın manası kalmaz, iyi ile kötü ayrılmazdı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakla çeşitli sıkıntılar çekilecek, itaat edenle, isyan eden, birbirinden ayrılacaktır.

    İnsan cansız varlık gibi, ot veya hayvan gibi değil, kulluk, imtihan için yaratılmıştır.İnsan, ihtiyaçsız yaratılsaydı, imtihan ve dünya manasız olurdu. İnsanların, hayvanların ve kainattaki canlı, cansız diğer yaratıkların hareketleri, akılları durdurucu sistemleri incelenince, her şeye gücü yeten Rabbimizin dünyayı maksatsız yarattığı düşünülemez.

    Yaratılış gayesi
    Kâinatta herşeyin yaratılış gayesi aynı değildir. Mesela erkeğe niçin süt vermediği sual edilemez. Çünkü erkek, süt vermek için yaratılmamıştır.

    İnsan da bu dünyada yalnız zevk, sefa için değil imtihan için yaratılmıştır. İmtihana girecek talebenin, oyunla, eğlence ile meşgul olmayıp, ders çalışması, yerine göre az uyuması, imtihanı kazanabilmesi için çeşitli sıkıntılara katlanması gerekir. (Maksat imtihanı kazanmak olduğuna göre, imtihanı kazanmış olarak yaratılan Peygamberler niçin sıkıntı çekmiştir?) denebilir.

    İmam-ı Rabbani hazretleri bunun çeşitli sebeplerini anlatmaktadır. Bunlardan biri şöyle:
    (İnsanlar, dünyada, birkaç gün dert çekmeselerdi, Cennetin sonsuz lezzetlerinin kıymetini anlamazlar, ebedi sıhhat ve afiyet nimetlerinin kıymetini bilmezlerdi. Açlık çekmiyen yemeğin lezzetini anlamaz. Acı çekmiyen rahatlığın kıymetini bilmez.)

    Herkes, her bakımdan eşit yaratılsaydı, büyük bir felaket olur, cemiyet olmazdı. İnsanlar, boy, renk, şekil, zenginlik, sıhhat, kuvvet, güzellik, ahlak gibi her hususta eşit olunca, bir fabrikadan çıkmış gibi eşit, yani insanlar tıpatıp birbirinin aynı olurdu. Aynı olmazsa eşitlik olmaz. İnsanlar böyle eşit, yani bir birbirinin aynı olunca milyarlarca insanı birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Kadın, kocasını, koca, kadınını tanıyamaz, insan, hanımı ile kızını ayrıt edemez, hayat felç olur. Sırf bu şekil benzerliği bakımından, yüzlerce, binlerce problem ortaya çıkar. Diğer sahadaki eşitlikler görülmeden, yaşanmadan hayat söner.

    İyi, kötü ile bilinir
    Herkes bilgi ve kültür bakımından da eşit olunca, gazeteye, kitaba, filme ihtiyaç kalmaz. Güreş, koşu, yüzme gibi sporlar ve yarışlar olmaz. Çünkü, herkes aynı kabiliyettedir.

    İyinin kıymeti, kötü ile bilinir. Herkes iyi olunca, iyinin kıymeti kalmaz. Çirkinlik olmayınca, güzellik anlaşılmaz.

    Bir kimse, okuyup her bakımdan mükemmel bir insan olmak ister. Herkes aynı olursa, kim kimden üstün olacaktır?

    Her hususta eşitliğin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Onun için Allahü teâlâ, her şeyi hikmetli ve adaletli yaratmıştır. Adalet olunca işler düzgün yürür. Mesela beş parmağın beşi de aynı olsaydı, baş parmak diğerlerinin arasında olsaydı, bugünkü kadar verimli iş yapılamaz, büyük eksiklik olurdu.
    Adaletli yaratılmak, eşit yaratılmakla mukayese bile edilmez. Aynı ana-babadan, zekaları, kabiliyetleri farklı çocukların yaratılması, milyarlarca insanın birbirine benzememesi, Yaratıcının kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir.

    Eğer herkes, Allahü teâlânın emrine uyup, hakkına razı olur, imtihanı kazanmaya çalışırsa, dünya ve ahiret saadetine kavuşur.

    Adalet, eşitlik ve hürriyet
    Sual: Her işte eşitlik, her zaman tarafsızlık ve sınırsız hürriyet düşüncesi uygun mudur?
    CEVAP
    Bazı kimseler tarafından sık sık istismar edilen kelimelerden biri de eşitliktir. Her zaman, her işte eşitlik, bazen zulüm olur. Çünkü iyi ile kötü, âlim ile cahil, sağlam ile sakat ve bunlar gibi farklı şeylerin eşit olmasını istemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

    Adalet, çok zaman eşitlikten farklıdır. Mesela bir patron, 1.5 metre boyundaki işçisine, elbise yaptırmak için 3 metre kumaş alsa, aynı kumaştan 2 metre boyundaki işçisine 4 metre kumaş alması gerekir. Her iki işçi de aynı kumaştan giyeceği için adaletli iş yapılmış olur. Fakat her birine 500 bin lira verilse, kısa olan işçi, uzun olandan daha kıymetli kumaş alır. Patron, eşit para verdiği için uzun olan, daha kalitesiz kumaşı almak zorunda kalmıştır. Patronun, her bir işçiye yetecek kadar aynı kumaştan alması adalet, ikinci misalde olduğu gibi her birine aynı miktar para vermesi eşitlik olur.

    Görüldüğü gibi, her ikisine de aynı parayı vermek eşitlik ise de, bu para ile uzun işçinin diğerinden daha kalitesiz kumaş alması, bir nevi haksızlık olmuştur. Aynı kumaştan birine az, diğerine çok verilip eşitsizlik yapılmasına rağmen, ikisi de aynı kumaştan elbiseye sahip oldukları için adaletle hareket edilmiş olunuyor.

    Adalete bir misal
    Boyu, yaşı ve tahsili aynı olan ve aynı zamanda işe giren işçiden birisine 7.5 milyon, diğerine ise, 10 milyon lira aylık veren patron, bunun sebebini şöyle açıklar:
    (10 milyon lira alan işçi, günde 500 parça, 7.5 milyon alan ise, 300 parça imal ediyor. Eğer, 10 milyon lira verdiğimiz işçi hakkını alıyorsa, 7.5 milyon verdiğimiz işçinin, yaptığı işe göre, 5 milyon alması gerekir. Şayet yaptığı işe göre, 7.5 milyon verdiğimiz işçi, hakkını alıyorsa, 10 milyon alana, 12. 5 milyon vermemiz gerekir.)

    Misalde görüldüğü gibi, çok iş yapanla az iş yapana, testiyi dolduranla, kırana eşit muamele edeceğiz diye, eşit maaş vermek adaletsizlik olur.

    Israrla tarafsızlıktan bahsedenler, kendileri tarafsız davranmayı asla istemezler. Başkalarının tarafsız olmasını isterler. Bunlara göre, iyiye iyi, kötüye kötü derseniz tarafsız olamazsınız. İyiyi övmemek, kötüyü tenkit etmemek tarafsızlık değildir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olmayı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz.

    Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür; bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunanı tarafsız olmamakla suçlar. Yıkıcının fikrinde olmadığınız müddetçe bütün işleriniz tarafsızlığa aykırıdır.

    Hürriyet nedir?
    Hürriyet, başıboşluk, her istediğini yapabilmek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hapse atmak hürriyete zıt değildir. Umumun hürriyetine mani olan birkaç caninin esir olması, hürriyetsizlik değildir. Sadece başkalarına değil, kendine bile zararlı olmak hürriyet değildir.

    Uyuşturucu madde gibi, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, hürriyetsizlik olarak vasıflandırılamaz. Trafiğin düzgün olması için, çeşitli kaide koyarak, soldan gitmeyi yasaklamak hürriyetsizlik değildir.

    Suç işleyene ceza vermek, onu affetmeyip cezasını çekmesini istemek hürriyetsizlik değildir.

    Kafesteki yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir hürriyet ise de, insanlık için bir felakettir.

    Bir caninin serbest bırakılması, onun için özgürlük ise de, millet için hürriyet düşmanlığıdır. Netice olarak, her işte eşitlik, her yerde tarafsızlık ve sınırsız hürriyet diyerek milletin hakkı zedelenmemelidir!
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:18 pm

    Dine uymanın faydası
    Sual: Bilmeden İslamiyet' e uygun yaşayan, dünyada faydasını görür mü?
    CEVAP
    Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, rahat ve saadet menbaı olan dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Diğer dinler, kötü insanlar tarafından değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet' e uygun yaşarsa, dünyada hiç sıkıntı çekmez. Rahat ve neşe içinde yaşar. Şimdi Avrupa' da ve Amerika' da İslamiyet' e uygun çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere ahirette hiç sevap ve mükafat verilmez. Böyle çalışan, eğer müslüman ise, ahirette de sonsuz saadete kavuşacaktır.

    İslam ahlakı ile yaşamak
    Ateist genç diyor ki:
    Din insanları uyuşturur, tembel yapar, sağlıklı düşünemez, çalışmayı, ilerlemeyi engeller, binlerce yasak ve emirlerle insanı köle haline getirir. Kısaca yaşamı zindan eder. Hiçbir kayda ve şarta yani bir kurala bağlanmayan ise, huzur içinde yaşar.
    CEVAP
    Bu sözlerin hiçbir ilmi değeri yoktur. Kuralsız yaşamak insanlara mahsus değildir. Emir ve yasaksız toplum hayal edilemediği gibi, beraber yaşayan iki kişiye bile kurallar gerekir. Birisi uyurken ötekinin gürültülü şekilde çalışması uygun olur mu? Kuralsız toplum olmaz. Kuralsız oyun bile olmaz. Yolda yürümekte bile kural gerekir. Trafikteki kurallar olmasa ne olur? Elbette kargaşa olur.

    İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir.

    İslamiyet' in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal edilince, içine prospektüsü [tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette bilir. Kur' an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14)

    İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah' ın yarattığı nimetlerden fayda görür. Branşında uzman olan bilim adamı, incelediği zaman İslamiyet' in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur. Yabancı bir bilim adamı diyor ki: Namazdaki hareketler beden için çok faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, [Bağnaz olmayan] doktorlar bunu reçetelerine yazacaklardır.
    Oruç, zekat, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür. Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da kurallarda değil, kendisindedir.

    Kurallara uyabilmek için beden ve ruh sağlığı çok önemlidir. Rahat, huzur buna bağlıdır. Bunun önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Halbuki bu 1400 küsur yıldır İslam ahlakının temeli olup, emir ve tavsiyelerin başında yer almaktadır. Bir hadis-i şerifte İslami bilgilerin beden ve ahlak bilgisi olarak ikiye ayrıldığı, bu ilimler içinde bedeni koruyan sağlık bilgisi ile ruhu koruyan din ahlak bilgisinin önemi bildirilmektedir. Demek ki her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak İslamiyet' in emridir. Hatta İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. İslamiyet' te ruh temizliği esastır. Yalancı, hilekâr, insanları aldatan, haksızlık eden, insanlara yardım etmeyen, büyüklenen, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibadet ederse etsin, hakiki bir Müslüman sayılmaz.

    Mükemmel insan
    Yukarıdaki yazımızda, bir ateistin bile, inanmadığı halde, İslam' ın güzel ahlakına uygun yaşadığında, dünyada rahata kavuşacağını bildirmiştik. Şimdi mükemmel insanı bildiriyoruz.

    Mükemmel insan nasıl olur? Bazı vasıfları şöyledir:

    Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmaz, kızsa da zararlı iş yapmaz. Büyüklenmez, son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Vakarlı, kibar, ağır başlı, haysiyetlidir. Ailesini ve vatanını sever. Ana babasına, hocasına, âmirine karşı saygılıdır. Kumar oynamaz, uyuşturucu kullanmaz, sarhoş olmaz, yalan söylemez, hırsızlık, gasp yapmaz, kimsenin hakkına tecavüz etmez. Hiç kimsenin canına, malına, ırzına dokunmaz. Hasetçi değildir. Başkasının zararına sevinmez. Onlara karşı kin beslemez. Üç günden fazla dargın durmaz, küsmez. Yumuşaktır, fakat pasif değildir. Cömerttir, cimri değildir. Dedikodu etmez, suizanda bulunmaz. Sözünde durur kimseyle alay etmez, onlara zulmetmez. Hainlik etmez. Sahtekâr değildir. Fitne çıkarmaz, özür dileyeni affeder. Vaktini boş geçirmez. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur.

    Yukarıdaki emir ve yasaklar sadece İslamiyette vardır. Müslüman, bu emir ve yasaklara uyduğu ölçüde mükemmel insandır. Tam uyabilirse mükemmelliği de tam olur. Allahü teâlânın evliya kulları böyledir. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan, seven ve uygulayan bir kimse, dünya ve ahirette mutlu olur. Eğer bütün insanlar, İslam ahlakı üzere yaşasalar, dünyada ne kötülük, ne hile, ne savaş, ne şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, mükemmel bir insan olmaya gayret etmek lazımdır.

    Yukarıdaki hususlar İslamiyet' in emirleridir. Yerimizin müsaadesi ölçüsünde birkaçını alalım. İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Ahlakınızı güzelleştiriniz.) [İbni Lal]
    (Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]

    (Ben güzel ahlakı bildirmek için gönderildim.) [Beyheki]

    (Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]

    (Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]
    (En faziletli mümin ahlakı en güzel olandır.) [Tirmizi]

    (Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]

    (Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]
    (En iyi kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]

    (Yumuşak huylu kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]
    (Halka kolaylık, yumuşaklık gösteren Müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [İ. Ahmed]

    Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sorunca, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari)

    Güzel ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:
    Her binanın bir temeli vardır. İslam' ın temeli de güzel ahlaktır. Güzel ahlak; güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir. Güzel ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır. Güzel ahlak, Yaratandan dolayı, yaratılanları hoş görüp, onların eziyetlerine sabırdır. Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalı. Kısacası Müslüman, hasreti çekilen insan demektir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:18 pm

    Duanın faydası
    Sual: Dua ve duanın faydaları nedir?
    CEVAP
    Dua, Allah' a yalvararak muradını istemektir. Allahü teâlâ, dua edeni sever, dua etmeyene gazap eder. Dua müminin silahı, dinin temel direklerinden biridir. Yerleri, gökleri aydınlatan nurdur. Dua, gelmiş olan belaları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mani olur. Allahü teâlâ, (Bana halis kalb ile dua ediniz! Böyle duaları kabul ederim) buyurdu. Bunun için, dua etmek, namaz, oruç gibi ibadettir. Yine (Bana ibadet yapmak istemeyenleri, zelil ve hakir yapar, Cehenneme atarım) buyuruyor. (Mümin 60)

    Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratmakta, nimetlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def için ve faydalı şeyleri vermek için de, dua etmeyi sebep yapmıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Dua, ibadetin aslı ve özüdür. Allah katında duadan makbul bir şey yoktur. Dua 70 türlü kazayı önler. Ömrün bereketini artırır.) [Tirmizi]

    (Dua eden, üç şeyden hâli değildir: Ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, yahut ahirette mükafatını bulur.) [Deylemi]

    (Rabbiniz, elbette haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman, onların ellerini boş çevirmekten haya eder.) [Ebu Davud]

    (Dua, müminin silahıdır.) [İbni Ebiddünya]
    (Allahü teâlâ dua etmeyene gazap eder.) [İbni Mace]
    (Dua belayı önler.) [Deylemi]

    Duanın yapılması mukadderata bağlıdır. Takdirde dua varsa elbette yapılır. Duanın belayı önlemesi kaza ve kaderdendir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.) [Şir'a]

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Dua, kazayı, belayı defeder. Hadis-i şerifte (Kaza, ancak ve yalnız dua ile durdurulur) buyuruldu. (Tirmizi)

    Allahü teâlâ, dua edenleri, sıhhat ve selamet isteyenleri sever.
    Dua edip de duası kabul edilmeyenlere, kıyamet günü Allahü teâlâ, (Bu senin falan zamanda ettiğin duadır. O duanın yerine sana şu sevapları veriyorum) buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki, o kimse, (Keşke dünyada hiçbir duam kabul olmasaydı da, bugün onların karşılıklarını görseydim) diyecektir. (Tenbih-ül Gafilin)

    Duaya inanmayanlar
    Sual: "Dua ile bir şey olmaz" diyenlere ne cevap vermek gerekir?
    CEVAP
    Duaya inanmayan kimseler, acaba Allah' a inanıyorlar mı? İnanmıyorlarsa, dua konusunda bir şey söylemek uygun olmaz. Eğer Allah' a inanıyorlarsa, duanın önemine de inanmaları gerekir. Çünkü Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ, (Dua edin, kabul edeyim) buyuruyor. (Mümin 60)

    Şartlarına uygun edilen dua, kabul olur. Dua ile çok şeyler olur. Meşhur bir menkıbeyi bildirelim!

    Horasanda hırsızlardan birkaçı kaçar. Hiratlı bir demirci, gece evine dönerken, zaptiyelerce yakınında yakalanan hırsızlarla beraber tutuklanarak hapsedilir. Demirci, zindanda namaz kılıp, (Ya Rabbi, bu işte suçum olmadığını, ancak sen bilirsin. Beni buradan, ancak sen kurtarırsın) diye dua eder. Adil bir vali olan Abdullah bin Tahir, o gece bir rüya görür. Kuvvetli dört kimsenin, tahtını, tersine çevirirken uyanır. Hemen abdest alıp, iki rekat namaz kılar. Tekrar uyur. Yine o dört kişi, tahtını yıkmak üzere iken uyanır. Kendisinde, bir mazlumun âhı bulunduğunu anlar, zindan müdürünü çağırtıp der ki:
    - Zindanda bir mazlum mu var?
    - Bilmem ama, biri, dua edip gözyaşı döküyor.
    Dua eden mahkumu çağırıp hâlini sorunca mesele anlaşılır. Vali, özür dileyip der ki:
    - Şu parayı al ve herhangi bir arzun, bir işin olunca da bana gel.
    Demirci, minnetsiz konuşur:
    - Hakkımı helal ettim, ancak ihtiyacımı görmek için gelmem.
    - Niçin?
    - Benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileğimi başkasına arzetmem kulluğa yakışır mı?


    Amel defteri kapanmaz
    Sual: Bazı kimseler, ölmüş olan birinin amel defteri kapandığına göre, onun için dua etmenin, sadaka vermenin, kurban kesmenin, Fatiha okumanın veya dua etmenin bir faydası olmadığını söylüyorlar. İnsan ölünce amel defteri kapanır mı?
    CEVAP
    Her gün dinin bir emrini tenkit ederek, sorgulayarak Müslümanları dinimizden soğutmaya çalışıyorlar. Bir kimse ölünce amel defteri kapanmaz. Yani ona sevap gönderilmezse sevap alamaz. Gönderen olursa alır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Bir mümin vefat edince her ameli kesilir. Yalnız üç amelinin sevabı, amel defterine yazılmaya devam eder. Bunlar, sadaka-i cariyelerinin, faydalı kitaplarının ve salih çocuklarının kendisi için ettikleri dua ve istiğfarların sevaplarıdır.) [Ebuşşeyh]

    Bu hadis-i şerif amel defterinin kapanmadığını gösteriyor. Burada bildirilen üç amel nedir?
    Sadaka-i cariye, devam eden hayır hasenat demektir. Cami, çeşme yol yapmak, ağaç dikmek, mektep yapmak, su kanalları yapmak gibi, insanlara faydası dokunan bütün işlerdir. Bunlar ise sayılmayacak kadar çoktur.

    Faydalı eser bırakmak, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir. Fıkıh kitabı, tefsir kitabı, ilmihal kitabı, tıp kitabı, fizik, kimya kitabı faydalı kitaplardandır. Kasetler, CD ler, filmler faydalı olmak şartı ile hepsi sadaka-i cariye hükmündedir. Faydalı bir radyo, faydalı televizyon, faydalı gazete, faydalı dergi, faydalı bir internet sitesi gibi her çeşit yayın, sadaka-i cariyeye dahildir.

    Salih çocukların duası ve istiğfarları, birer sadaka-i cariyedir. Yani ana babanın defterine hep sevap yazılmasına sebep olurlar. Çocuklar, ölmüş ana babaları için, kurban keserse, Fatiha okursa, sadaka verirse, yemek yedirirse, yahut dua ederse ana babasının günahları affolur, amel defterlerine sevap yazılır. Mesela İbrahim aleyhisselam (Ey Rabbimiz, [Kıyamette] hesaba çekildiği gün, beni, ana-babamı ve bütün müminleri mağfiret et) diye dua etmiştir. (İbrahim 41)

    Bu âyet-i kerimede bir müminin duası ile diğer müminlerin günahları affediliyor ki, böyle dua edilmesi emredilmiştir. Duanın fazileti hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
    (Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.) [Deylemi]
    (Defnedilen kardeşiniz, şimdi sorguya çekiliyor, ona dua edin!) [Ebu Davud]
    (Cenaze namazında, üç saf cemaat bulunan mümin, Cennete girer.) [Tirmizi]

    Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi, ölenlerin ameli kesildiği halde, sağlığında iyi veya kötü bir eser bırakanların amelleri kesilmiyor. Salih evlat bırakanların da kesilmiyor. Salih evlat ana babasına dua eder, onlar için sadaka verir, kurban keser. Bu sevaplar ölen kişinin amel defterine yazılır. Hiç kimsesi olmayan günahkâr ölülerin hâlleri zordur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Ölünün mezardaki hâli, imdat diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulurken, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, ana babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Ona bir dua gelince, dünyaya ve dünyada olanların hepsine kavuşmaktan daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşayanların duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.) [Deylemi]

    Bu durumları iyi bilen Mazher-i Can-ı Cânân hazretleri, bir kabrin yanına oturmuştu. (Bu mezarda Cehennem ateşi var. Hadis-i şerifte (Kendisi için veya başka müslüman için 70 bin kelime-i tevhid okuyanın günahları affolur) buyuruluyor. Ruhuna (Hatm-i tehlil) sevabı bağışlayacağım. İnşallah affolur) buyurdu. Hatm-i tehlilin sevabını bağışladıktan sonra, (Elhamdülillah bu günahkâr kadın, Kelime-i tehlil sayesinde azaptan kurtuldu) buyurdu. (Makamat-ı Mazheriyye)

    Hiç kimse, işlediği kötülüğün günahını başkasına veremez. Fakat mümin ibadetlerinin sevabını ölü diri herkese hediye edebilir. Kendi sevabından da hiç eksilme olmaz. (Hidaye)

    Müslüman ölüler için dua etmek, Kur' an okumak çok faydalıdır. Bir hadis-i şerifte, (Ölülerinize [Müslüman ölülere] Yasin okuyun) buyuruldu. (İ.Ahmed)


    Sual: İmanla ölmek için bir dua var mıdır?
    CEVAP
    Doğru itikada sahip olup haramlardan kaçan ve ibadetleri yapan kimse, iman ile ölür. Namaz kılan kimse şu duayı okuması iyi olur.
    (Ya hayyü ya kayyum ya zel celal-i vel ikram. Allahümme inni eselüke en tuhyiye kalbi bi nuri marifetike ebeden ya Allah, ya Allah, ya Allah celle celalüh)
    (Bu duayı sabah namazının sünneti ile farzı arasında okuyan imanla ruhunu teslim eder.) [Tirmizi]

    Hanefi mezhebinde, sünneti ile farz arasında hiçbir şey okunmaz. Bu dua, namazdan sonra, dua ederken okunur. (Ey Oğul İlmihâli)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:18 pm

    Gençlikte yapılan ibadetler
    Sual: Gençlikte yapılan ibadetler, fazilet bakımından ihtiyarlıkta yapılandan farklı mıdır?
    CEVAP
    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    (Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zamandır. Böyle bir çağda yapılan az bir amele, pek çok sevap verilir.

    İhtiyarlıkta dünya şevkleri azalıp güç, kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkanı ve ümitleri kalmadığı zamanda, pişmanlıktan, ah etmekten başka bir şey olmaz.

    Çok kimselere bu pişmanlık zamanı da, nasip olmaz. Bu pişmanlık da tevbe demektir ve yine büyük nimettir. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır.

    Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, halsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, güç, kuvvet yerinde iken, hangi özürle, hangi sebeple bugünün işi yarına bırakılabilir?

    Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyen, helak oldu, ziyan etti) buyurdu. Gençlik zamanında insanı üç din düşmanı olan nefs, şeytan ve kötü insanlar aldatmaya uğraşmaktadır. Bunlar karşısında, az bir ibadet pek kıymetli olur. İhtiyarlıkta yapılan, bundan kat kat fazla ibadetlerin bu kadar kıymeti olmaz.

    Gençlikte, nefsin arzuları, insanı kapladığı gibi, ilim öğrenilecek, ibadet yapılacak en kârlı zaman da gençliktir.

    Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, dinin bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok kıymetli olur.

    [Hele başka maniler de araya katılırsa, bunları dinlemeyip, yapılan ibadetin sevabı o kadar çoktur ki, ancak Allahü teâlâ bilir].

    Çünkü, maniler karşısında, ibadet yapma güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. Bunun için insanların yüksekleri, meleklerin yükseklerinden daha üstün olmuştur. Çünkü insan, maniler arasında ibadet eder. Melekler ise, mani olmadan emre itaat ediyor.

    Gençlik arzuları, Allah' ın düşmanı olan nefsin ve şeytanın sevdiği şeylerdir. Dine uygun şeyler ise, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir. Allah' ın düşmanlarını sevindirip, bütün nimetleri veren, hakiki sahibi gadaba getirmek, akıllı insanların yapacağı şey değildir. Allahü teâlâ, hepimizi nefse, şeytana ve din düşmanlarının sözlerine ve yazılarına aldanmaktan muhafaza buyursun.) [Müj. Mektublar]

    Dünya işleri yarına bırakılır, bugün ahiret işleri yapılırsa, güzel olur. Fakat bunun aksi yapmak, çok çirkin olur. Gençlikte insanı, üç din düşmanı olan, nefs, şeytan ve kötü arkadaş aldatmaya çalışır. Bunlar karşısında, az bir ibadet pek kıymetli olur.

    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Allah katında en sevgili olan, tevbe eden gençlerdir.) [R.Nasıhin]
    (Tevbe eden bir gencin cenazesi kabristana getirilince, Allahü teâlâ, "Ey Melekler, bu kabristandan azabı kaldırın! Buraya tevbe eden bir genç getirildi. Onun olduğu yerdekilere azap etmeye haya ederim" buyurur ve bütün kabristandakilerden kırk gün, azap kalkar.) [R. Nasıhin]

    Tevbe eden genç
    Beni İsrail zamanında bir genç, kötü işler yapar, tevbe eder, tevbesinde durmazdı. Çok günah işlese de, çok tevbe ettiği için, tevfîk-i ilahi imdadına yetişti. Büyük bir günah işledikten sonra pişman oldu. Sahraya çıkıp yüzünü, gözünü topraklara sürerek dedi ki: "Ya ilahi, ne kadar tevbe ettiysem tevbemi bozdum. Beni günahtan korumazsan yine tevbemi bozar, ebedi felakete düçar olurum. O zaman halim nice olur?"
    Şöyle bir ses duydu:
    "Ey kulum, sen günahından vazgeçtiğin için, sana rahmetle muamele ediyorum. Tevbeni kabul edip, kötü amellerini lütuf ve keremimle affettim." [R. Nasıhin]

    Allahü teâlâ, çok merhametli olup, kullarına çok acıdığı için, bir günde ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izin vermiştir. O halde, gençlik zamanında, sıhhatin, gücün kuvvetin, malın ve rahatlığın bir arada iken, bu zamanı değerlendirmek gerekir. Sonsuz saadete kavuşturacak sebeplere yapışmalı, iyi işler yapmalı, bugünün işini yarına bırakmamalıdır. Ömrün en iyi zamanı olan gençlik günlerinde, işlerin en iyisi sahibin, yaratanın emirlerini yapmak, Ona ibadet etmek, İslamiyet' in yasak ettiği haramlardan sakınmaktır. Günde bir saat tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak, sayılamayacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şüpheli olana uzanmak ne kadar kötüdür. (M.Rabbani)

    Gençliğin kıymeti
    Sual: Gençlikteki ibadetle ihtiyarlıktaki ibadet arasında fark var mıdır?
    CEVAP
    Evet çok fark vardır. Gençlikte ibadet daha kıymetlidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, İslamiyet' in bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok üstün ve kıymetli olur. (3/35)

    Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
    Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. En şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı [Allahü teâlâyı tanımayı], hayâl olan ömrün sonuna bırakanlara yazıklar olsun. En şerefli olan zamanları, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf etmemeliyiz. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyenler, aldandı) buyurdu. (1/65)

    Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
    (Allahü teâlâ, ibadet eden genci, meleklerine gösterip, Bakın bu genç, benim için şehvetini bırakıyor. O benim nazarımda kıymetli bir melek gibidir. buyurur.) [Deylemi]

    (Bir genç, ilim ve ibadet içerisinde yetişir, olgunlaşırsa, Allahü teâlâ, Kıyamet günü ona yetmiş iki sıddık sevabı kadar sevap verir.) [Taberani]

    (Cömert ve güzel ahlaklı bir genç, Allah katında kendisini ibadete vermiş cimri ve kötü huylu bir ihtiyardan daha üstündür.) [Deylemi]

    (Allahü teâlâ, Kıyamette, şu yedi kişiyi, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde, Arşın altında gölgelendirir. Yani onu kendi himayesine alır:
    1- Adaletli hükümdar,
    2- Rabbine ibadet ederek yetişen genç,
    3- Gönlü [namaz için, ibadet için] mescitlere bağlı olan,
    4- Allah için birbirini seven, o sevgi ile bir araya gelip, o sevgiyle birbirinden ayrılan iki kişi,
    5- Güzel ve mevki sahibi bir kadın, davet edince, ben Allah' tan korkarım diye red eden,
    6- Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli veren,
    7- Tenhada Allah' ı zikredip de gözleri yaşla dolan.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]

    (Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil!
    1- İhtiyarlıktan önce gençliğin,
    2- Hastalıktan önce sağlığın,
    3- Meşguliyetten önce boş vaktin,
    4- Fakirlikten önce zenginliğin,
    5- Ölümden önce hayatın kıymetini bil!) [Ebu Nuaym, Hakim]

    Genç kime denir?
    Sual: Bir insana kaç yaşına kadar genç denir?
    CEVAP
    30 yaşından küçüklere genç,
    30-50 yaş arasındakilere yetişkin,
    50-70 yaş arasındakilere ihtiyar,
    70 yaşından yukarı olana piri fani denir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:19 pm

    İbadetlerin hikmetleri
    Sual: Bazıları "Allah' ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. İşlediğimiz günahların da ona zararı olmaz" diyorlar. Dinimizin emir ve yasaklarının hikmeti nedir?
    CEVAP
    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Peygamberlerin bildirdikleri hükümler, hep rahmettir, iyiliktir. Yoksa, bu emirler, zındıkların sandıkları gibi, işkence değildir. Bunların sık sık söyledikleri (Kullarına zor ve yorucu şeyler emredip de bunları yaparsanız, Cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? Bir şey emretmemeli idi. Merhamet ve iyilik böyle olur) gibi lafları, ne kadar ahmakçadır. Bunlar, hiç düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükretmek yani, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinimizin hükümleri, bütün nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen, Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermektedir. O halde dinimizin hükümleri, aklın istediği bir şeydir.

    Bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri, yapmakla olur. Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın haramları olmasaydı, nefsleri, keyfleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helak olurlardı. Ülkelerin mamurluğu, insanların rahatı, yani medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı.

    Dinden uzaklaşmak
    [Bugün bile, Allahü teâlâyı inkâr eden, İslamiyet' i beğenmeyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen yabancıların, Allahü teâlânın emirlerinden çoğunu benimsedikleri göze çarpıyor. Bütün insanların, din ahlakından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülüyor. Fen aletleri, medeni vasıtalar, akıllara hayret verecek şekilde, ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıktaki sıkıntının azalmadığı, arttığı, ibretle görülüyor.]

    Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki, hepimizin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz. Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur.

    Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir şey söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm denilebilsin. Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatte onların değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. (Müj.Mektublar, m. 266)

    Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyif sürmek için yaratılmadı. Kulluk, vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur. Candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya candan sarılmamız gerekir. (m.73)


    Kuralsız din olur mu?
    Sual: Bir ateist, "Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın belli şekilleri vardır. Kâbe etrafında dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek tam bir şekilciliktir" diyor. Çağa ayak uydurularak Müslümanlıktaki bu şekilcilik atılamaz mı? Dinde yeni gelişmelere uyulsa, düşünce sınırlandırılmasa, herkesin görüşüne uygun bir çözüm getirilemez mi?
    CEVAP
    Ateistin şekilcilikten maksadı, dini kurallardır. Kuralsız bir din olamayacağı gibi, kuralsız bir dernek bile olmaz. Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kural vardır. Mesela kale olmasa nasıl oynanır? Kuralsız, düzensiz hayat olmaz. Dünyanın dönüşü, Ay' ın ve yıldızların hareketleri belli bir kurallar içindedir. Kurallara tam uyana saat gibi çalışıyor deriz.

    İnsan ve hayvanların vücudu nasıl bir kurallar zinciri içinde ise, İslamiyet' te de belli kurallar vardır. Kuralsız ibadet olmaz. Namazların vakti, rekat sayısı, kıyam, rüku ve secdelerin nasıl yapılacağı, her yerde nelerin okunacağı bir kural halinde bildirilmiştir. Vakit girmeden namaz kılınamaz. Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki veya dört rekat kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid' at çıkarmış olur, diğer ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu bozacağı bir kural halinde bildirilmiştir.

    Haccın nasıl yapılacağı, tavafta nasıl dönüleceği, şeytanın ne zaman ve nasıl taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne zaman kesileceği ve ihrama bürünen hacıların, ihramlı iken neler yapamayacağı bir kural halinde bildirilmiştir. Zekatta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir kural halinde bildirilmiştir.

    Kimlerin kimlerle evleneceği veya evlenemeyeceği bir kural halinde bildirilmiştir. Mesela bir kimse mahremleri ile evlenemediği gibi, başkasının nikahlısı ile de evlenemez. Evlenirse, bir anarşi çıkar.
    Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kural halinde bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz toplum olmaz. Bir köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması gerekir. Bir yerde iki reis, iki âmir olamaz. Bir âyet meali:
    (Allah' tan başka bir ilah olsaydı, kâinattaki nizam bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]

    Ateiste verilen bu cevaptan sonra, şimdi soruyu sorana gelelim. Bu da, (Dinin bildirdiği şekilciliği dinden çıkaralım) diyor. Yani, dini kuralları kendimiz koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım demek istiyor. Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim yapmışsa, yine aynı kimseler değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, yine aynı meclisin değiştirmesi gerekir. Herkese bu değiştirme hakkını vermiyorlar. Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik şekillere de din denmez, felsefe denir. Felsefi düşünceler, hiçbir zaman kesinlik taşımaz. Din bilgisi ise kesindir, tartışılmaz. Kur' an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Allah' a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
    (Allah' a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]
    (De ki, ey insanlar, ben, Allah' ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]

    (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah' a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: Müminler, "İşittik, itaat ettik" derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur 51]

    (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:19 pm

    İbadetlerin kabul olma şartları
    Sual: Namazın ve diğer ibadetlerin kabul olması için belli bir şart var mıdır?
    CEVAP
    Namazın ve bütün ibadetlerin kabul olmaları için, önce insanın düzgün itikada [yani ehl-i sünnet itikadına] sahip olması ve ibadetlerin sahih olmaları, sonra ihlas ile yapılmaları ve helale harama dikkat etmek şarttır.

    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
    (Üzerinde haramdan cilbab bulunan kimsenin ibadetlerini Allahü teâlâ kabul etmez.) [Bezzar]

    (Yalnız bir lirası haramdan olan on lira ile alınmış elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.) [İ. Ahmed]

    Hz. Musa Tur' a giderken, yolda, namaz kılıp ağlayarak dua eden bir zata rastladı, münacâtında mezkur zatın affı için cenab-ı Hakka niyaz ettiğinde, Cenab-ı Hak, (Ya Musa! Ben o zatın namazını ve duasını kabul etmem. Zira, üstüne giymiş olduğu elbisenin bedelinde haram vardır) buyurdu. (İslam Ahlakı)

    Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla kumar işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek edinmek isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal kazanç yollarını aramalıdır.

    Duanın kabul edilmesi için bazı şartlar vardır. Bunlardan birisi haram lokmadan sakınmaktır.
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani]

    Sad bin Ebi Vakkas hazretleri dedi ki:
    - Ya Resulallah, dua buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin!
    Cevabında buyurdu ki:
    - Duanızın kabul olması için helal lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul olunur? [Şir' a]

    Haramdan sevap beklemek
    Haramdan sadaka verse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, amin dese, ikisi de imanlarını kaybeder. Başka biri de âmin dese, o da kâfir olur. (Birgivi şerhi)

    Haram olduğu bilinen belli mal ile cami veya başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevap beklemek küfürdür. (Redd-ül Muhtar)

    Sual: İbadetlerimin kabul olmadığını sanıp gevşek davranmak uygun mudur?
    CEVAP
    İbadet yapmak kulluk vazifesidir. Bir kul ibadetlerinin kabul olmayacağını zannetse de ibadet yapmaya mecburdur. İbadet ederek, ibadetteki kusurlarına istiğfar edip ağlamalıdır! Bu istiğfar ve yalvarış belki ibadetlerin kabul olmasına sebep olur. İbadetler düzgün yapılınca, belki kibre, ucba sebep olur ve böylece kişi yine tehlikeye girer. Sonra ibadetlerin hepsi kabul olsa da, sayısız nimetlerin hangisinin şükrünü eda edebilir? İbadetlerine güvenmek de doğru değildir. İbadet kulun vazifesidir. Kul, vazifesinde gevşeklik göstermemelidir! (Hadika)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:20 pm

    Günahkârın ibadeti
    Sual: (Zani, zina ederken; içki içen, içkiyi içerken; hırsız, hırsızlık yaparken mümin değildir) hadis-i şerifi, günah işleyenlerin kâfir olacaklarını göstermiyor mu?
    CEVAP
    Hayır, kâfir olacaklarını göstermiyor. Âlimler, bunların kâmil mümin olmadıklarını gösterdiğini bildirdiler. Bunların imanları zayıftır, küfre düşmeleri kolay olur. (Fuhuş söz söyleyen, komşusu zararından emin olmayan, komşusu aç iken tok olan mümin değildir) hadis-i şerifleri de böyledir. (Şu günahı işleyen Cennete giremez, Cehennemliktir, mümin değildir) demek, (O günahtan tevbe edilmezse, af veya şefaate uğramazsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez) demektir. Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir.

    Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işleyen kâfir olmaz. Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre sürüklenir. Onun için her günahtan kaçmalıdır.
    İbadet yapmayan ve günah işleyen müslümana kâfir dememelidir.

    İman vücuttaki baş gibidir
    Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamaları olmadan hadis-i şeriflerden, âyet-i kerimelerden hüküm çıkarmak çok yanlış olur. Mesela, (Bir mümini kasten öldüren Cehennemdedir) meâlindeki âyet-i kerimeyi İslam âlimleri, (Bir mümini, mümin olduğu için öldüren Cehennemliktir) şeklinde açıklamışlardır.

    (İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası ise şudur:
    İnsanda iman, vücuttaki baş gibi; el, kol gibi uzuvlar da ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif edilirken, bütün azaları ile tarif edilir. İşte bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli, ayağı kesik kimseye, (yaşayan ölü) dedikleri gibi, büyük günah işleyene de, kâmil mümin değil manasına"mümin değildir" buyurulmuştur. [İhya]

    İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
    İbadetler, imandan parça değildir. Fakat ibadetler, imanın kemalini artırır. İmam-ı a' zam hazretleri, "İman artmaz ve azalmaz" buyurdu. Çünkü iman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan inanışa, iman denmez, zan ve vehim denir. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. (c.2, m.67)

    İmanla ölen günahkâr müslüman, cezasını çektikten sonra Cennete gider. Ancak, bir kimse, (Cennete gitmek için amel şart değildir) diyerek ibadet etmezse, işlediği günahlar kalbini karartır ve imanı gidebilir.

    Allahü teâlânın var ve bir olduğunu ve Peygamber efendimiz ile bildirdiği ahkamı tasdik eden bir mümin, bu ahkama uymakta kusur ederek günah işlerse elbette üzülür. Günah işlemekle kâfir olmaz.
    Allah' ı ve Peygamberi tanımayan ve yaptığı iyi işleri, Allah' ın emri olduğu için değil de, başka sebeple yapan bir kimse, Allah' a kul olmayı bile kabul etmiyor. Bu ikisine karşı Allahü teâlânın muamelesi, elbette bir olmaz. Çünkü birisi suçlu ise de müslümandır. Diğeri iyi iş yapmış olsa da kâfirdir. (Hadika)

    Sual: İbadeti terk eden imansız mıdır?
    CEVAP
    Mutezile ile bazı bid'at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve gerekirken imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz.

    İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
    Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki Rad suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının, günah işleyenlerin ebedi Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer.

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Günahı çok olan bir mümin, tevbe etmeden ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (Mektubat-ı Rabbani)

    Sual: Haram yiyenin namazı ve diğer ibadetleri kabul olur mu? İçki içen kırk gün namaz kılmamalı mı?
    CEVAP
    Sahih olmakla kabul olmak ayrı şeydir. Her çeşit günahı işleyen kimsenin kıldığı namaz sahih olabilir; fakat kabul olmaz. Yani ahirette ona, "Niçin namaz kılmadın?" diye sual edilmez. Şartlarına uygun kılmışsa, namaz borcundan ve namaz kılmamak gibi büyük günahtan kurtulur. Fakat namazdan hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Duanın kabul olması için helal ye! Bir lokma haram yiyenin, kırk gün ibadetleri kabul olmaz.) [Taberani]

    (On dirhemlik elbisenin bir dirhemlik kısmı haram kazançtan gelse, o elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.) [İ.Ahmed]

    (Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Hakim]

    Sarhoş iken kılınan namazlar sahih olsa da, kabul olmaz, yani sevabı olmaz.
    Tekrar edelim, (Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, fakat namaza ait büyük sevaptan mahrum kalır. Namaza devam ederse, günahları bırakması kolaylaşır. Şu halde içki içen de namaza devam etmelidir.

    Sual: Günah işlemekten fazla korkmamak gerekir. Hiç kimse, ibadeti sebebi ile Cennete girmez diyorlar. Bu hususta bilgi verir misiniz?
    CEVAP
    Evet insan, yalnız ibadeti ile Cennete girmez. Çünkü yaptığımız bütün ibadetler kabul olsa bile, bir gözümüzün şükrünün karşılığı bile değildir. Cennete, Allahü teâlânın lutfu ve ihsanı ile girilir. Lutüf ve ihsana kavuşmak için, iman etmek ve salih amel işlemek gerekir.

    Bir insan ne kadar çok ibadet ederse etsin, ibadeti sebebiyle kendini mutlaka Cennetlik olarak bilmemelidir. Kulun vazifesi ibadet etmektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Ben cin ve insanları yalnız bana ibadet etmeleri için yarattım.) [Zariyat 56]
    (Rabbinden korkup da kendini kötülükten alıkoyan kimse, elbette Cennete gider.) [Naziat 40,41]
    (İman edip, salih amel işleyen [ibadet yapan ve haramlardan kaçan] Cennete girer.) [Kehf 107]

    Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
    (Birbirinize selam verin! Birbirinize yiyecek ikram edin! Akrabanızın haklarını gözetin! Gece, herkes uyurken namaz kılın! Bunları yaparak, selametle Cennete girin!) [Tirmizi]

    Cennete götürecek bir ameli soran zata, (Ortak koşmadan Allah' a ibadet eder, farz olan namazı kılar, farz olan zekatı verir, Ramazanda oruç tutarsın) buyurdu. O zat, (Allah' a yemin ederim ki bundan fazlasını yapmam) dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
    (Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen buna baksın!) [Buhari]

    İnanmakla ve söylemekle iman hasıl oluyor, ibadet etmekle kemale gelip cilalanıyor. İmam-ı a'zam hazretleri, (İman, dil ile söylemek ve kalb ile inanmaktır) buyurmuştur.

    Farzları terk etmek büyük günahtır. Bu günahlardan kurtulmak için ibadetleri yapmak gerekir. İbadet yapmadan Cennete girmek için dua etmek günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
    (Akıllı, nefsine uymaz, ibadet eder. Ahmak ise nefsine uyar, [ibadet etmez, günah işler] sonra da Allah' ın rahmetini bekler.) [Tirmizi]

    İbadet etmeyip günah işleyenin ahmak olduğu bildirilmektedir.
    Günahlar zehirdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (İyi biliniz ki, derdiniz günahlardır, devası da istiğfardır.) [Deylemi]
    (Cehennem zebanileri, günah işleyen hafızlara, puta tapanlardan daha çok azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılan günahtan daha kötüdür.) [Taberani]

    Bir kimse, günahı sebebiyle kendini Cehennemlik olarak görmemelidir. Çünkü Allahü teâlânın affı, rahmeti o kimsenin günahlarından daha büyüktür.

    Bu bakımdan Allahü teâlânın rahmetinden ümit kesmemeli, ibadetim çok diye azabından emin olmamalıdır. Yani, korku ile ümit arasında olmalı, günahlardan kaçarak ibadete devam etmelidir. (Berika)

    İmam-ı Rabbani hazretleri, sonsuz kurtuluşa erişmek için ilim, amel ve ihlasın şart olduğunu bildirir. Bunlardan birisi olmazsa, diğerlerinin kıymeti olmaz. Yani ilimsiz amel, ihlaslı da olsa kıymetli olmaz. Çünkü ilmi olmadığı için yaptığı kötü bir şeyi Allah rızasına uygun zanneder. İlimle işlenen amelde ihlas yoksa, yine o ibadet kıymetsizdir. İlim ve ihlas olsa, amel olmazsa, zaten ortada yapılan bir şey yoktur. İlim ve ihlasla yapılan amel, imanın parlayıp kuvvetlenmesine sebep olur.

    Genel olarak Allahü teâlânın emrine uyup yasak ettiklerinden kaçan, Cennetlik; Allah' a isyan eden, kâfir olan ise Cehennemlik demektir. Her şey neticesi ile ölçülür. Bu bakımdan, kâfir bir kimse, ömrünün sonunda imana kavuşursa Cennetlik olur, mümin de maazallah sapıtıp kâfir olabilir. Fakat bu çok azdır. Genel olarak insan nasıl yaşarsa öyle ölür. Yani mümin olarak yaşayan mümin olarak, kâfir olarak yaşayan kâfir olarak ölür.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:20 pm

    Kabahat gizli olmalı
    Sual: (İbadet de gizli, kabahat de gizli) diye söylenen atasözü yanlış değil mi? İbadet gizli olsaydı, Allah camide namaz kılınmasını emreder miydi? Kabahati gizli işlemek caiz mi de böyle söylenmiştir?
    CEVAP
    Atasözlerinin hepsi doğrudur. Fakat son asırda çıkarılanlar arasında yanlış olanlar olabilir. Atasözlerinin birçoğu hadis-i şerif mealleridir. Bahsettiğiniz atasözü, Kur' an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı değildir. İbadetin gizli olması nafile ibadetler içindir. Atalarımız elbette farz ibadetleri kasdetmez. Çünkü atalarımız dine aykırı konuşmazlar.

    İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
    Farzlar yapılırken araya riya karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun için, zekatı, aşikâre vermek gerekir. Bu suretle insan iftiradan kurtulur. Nafile olan sadakayı gizli vermeli ki, kabul olma ihtimali fazla olur. (2/82)

    Kur' an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
    (Gizli sadaka daha iyidir.) [Bekara 271]
    (Rabbinizi gizli, sessiz çağırın.) [Araf 55]
    (Rabbini, içinden zikret!) [Araf 205]

    Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Sağ elin verdiğini sol el duymayacak şekilde gizli sadaka veren, Allahü teâlânın himayesine kavuşur.) [Buhari]

    (Sadakayı gizli vermek iyilik hazinesidir.) [Taberani]
    (Farzlar hariç, evde kılınan namaz, mescidimde kılınandan üstündür.) [İ. Abidin]

    (Farzlar hariç, namazı evde kılın, evde kılınan namaz daha hayırlıdır.) [Buhari]
    (Tenhada kılınan nafile namazın sevabı, insanların yanında kılınandan 25 kat daha fazladır.) [İ. Ahmed]

    (Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikirden yetmiş kat daha kıymetlidir.) [Beyheki]
    (Allah' ı gizlice zikredin!) [İbni Mübarek]

    Demek ki, nafile ibadetleri gizli yapmak daha iyidir. Bunun için, ibadet de gizli olmalı denmiştir.
    Kabahatin gizli olmasına gelince; kabahat gizli de, açık da işlenmez. Bir âyet-i kerime meali:
    (Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!) [Enam 120]

    Fakat gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ayrıca günahtır. İbni Âbidin hazretleri, (Günahını açığa vurmak ayrıca günah olur. Gizli yapılan günahı başkalarına anlatmak da günahtır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
    (Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamette, o günahı herkesten saklar.) [Müslim]

    (Bir günaha düşen, Allah' ın örtüsünü, onun üzerinde bulundursun!) [Müslim]

    Günahtan el çekemeyen kimse, kötü örnek olmamak için günahını gizlemelidir. Oruç tutmayan kimse, orucunu gizli yemelidir. Açıktan yemesi ayrıca günah olur. İşte atalarımızın, (Kabahat de gizlidir) demeleri bu sebeptendir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları Empty Geri: MERAK edilen SORUlar ve CEVAPları

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Nis. 29, 2009 8:21 pm

    En kıymetli ibadet
    Sual: En kıymetli ibadet hangisidir?
    CEVAP
    Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zaman ve kişinin durumuna da bağlıdır. Onun için (En kıymetli amel şudur) diye kesin bir şey söylenemez.

    Peygamber efendimiz, En kıymetli ameli, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha üstün olabilir. Aşağıdaki hadis-i şerifler, bu durum göz önüne alınarak değerlendirilmelidir.

    Cihadın önemi
    Bir kimseyi ebedi felaketten kurtarıp, sonsuz nimetlere kavuşmasına sebep olmak ise hepsinden daha kıymetlidir. Bu bakımdan İslamiyet' in başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani]
    (Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad ediniz!) [Hakim]

    (Cihadı terk eden millet, mutlaka genel bir belaya maruz kalır.) [Taberani]
    (İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ.Ahmed]

    (Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.) [Müslim]
    (En faziletli cihad, canı, malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesai]

    (Fi-sebilillah cihad edin, böyle cihad, Cennet kapılarını açmaktır. Cihad edenin sıkıntıları gider.) [Hakim]

    (Allahü teâlâ, [savaş aleti olan] bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku atanı.) [Hatib]

    (En üstün amel, cihaddır. En üstün cihad, farzları ifa etmektir.) [Taberani]
    (En üstün cihad, nefsle yapılandır.) [İ.Neccar]
    (En üstün cihad, zalim hükümdara söylenen hak sözdür.) [Beyheki]


    Emr-i marufun kıymeti
    Emr-i maruf cihaddan daha önemlidir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
    (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa [cihada] verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi]

    İbni Âbidin hazretleri ise, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyurmaktadır. (Redd-ül Muhtar)

    [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere "Maruf", bunlara uymayan şeylere de "Münker" denir. Müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen şeylere de "Münker" denir.]

    Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emr-i maruf) ve (Nehy-i münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrı müslimlere ve sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.) [Hakim]


    İlmin kıymeti
    İslamiyet ilim dinidir. İlmin önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (İlim, öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib]
    (İlim, İslam' ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh]

    (İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Bana mirasçı olan da, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi]

    (İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.) [Deylemi]
    (En üstün ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Ebuşşeyh]

    İbni Âbidin hazretleri de, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyuruyor. (R. Muhtar)

    Peygamber efendimiz, (En üstün amel, Allah' ı tanımaktır) buyurunca, (Ya Resulallah, biz amelden sorduk, siz ilimden bahsettiniz) dediler. Cevaben (İlimle yapılan az amel fayda verir, ilimsiz çok amel faydasızdır) buyurdu. (Deylemi)
    (En üstün ihsan, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına da öğretmektir.) [İbni Asakir]
    (En üstün sadaka, ilim öğrenip öğretmektir.) [İbni Mace]


    Namazın kıymeti
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (En kıymetli amel, vaktinin evvelinde kılınan namazdır.) [İ.Ahmed]
    (Namaz, imanın direğidir.) [Deylemi]

    (Allahü teâlâ buyurdu ki: "Namazlarını vaktinde doğru olarak eda eden kulumu, azap etmeden, hesap sormadan Cennete koyacağıma söz verdim") [Hakim]

    (En üstün amel, vaktinin başında kılınan namazdır.) [İ.Ahmed]
    (Amellerin en iyisi gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır.) [Berika]

    (En üstün namaz, Cuma günü cemaatle kılınan sabah namazıdır.) [Beyheki]
    (En üstün amel, namazdan sonra [mümin] ana babaya iyiliktir.) [Müslim]

    (En üstün amel, namazdan sonra zekattır.) [Taberani]
    (En üstün nafile namaz, teheccüd namazıdır.) [Müslim]


    Tefekkürün kıymeti
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Allah' ın yarattıkları hakkında bir saat tefekkür etmek, bir gece ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh]

    (Allah' ın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh]

    (Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten kıymetlidir.) [Kimya-i Saadet]


    İhlasın kıymeti
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Allahü teâlâ, ancak ihlaslı amelleri kabul eder.) [Nesai]
    (İhlaslı amel, az da olsa kâfi gelir.) [Dare Kutni]

    (Dünyada yalnız Allah için ihlasla yapılan şeyler kıymetlidir.) [Berika]
    (İbadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.) [Ebu Davud] (Yani sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, buğzettiklerine de yalnız Allah için buğzetmektir.)


    Allah' ı anmanın kıymeti
    Zikrin, yani Allahı anmanın önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Amellerin en kıymetlisi, en temizi, derecenizi en fazla yükselten, altın ve gümüş vermekten daha kıymetlisi Allah' ı anmaktır.) [Beyheki]

    (Allah' ın azabından kurtulmak için, Allah' ı anmak kadar kıymetli amel yoktur.) [Taberani]
    (En üstün amel, imandır. En üstün iman, Allah' ı hep yanında bilmektir.) [Taberani]

    (En üstün amel, zikirdir, en üstün zikir ise La ilahe illallah demektir.) [Taberani]
    (En üstün tesbih "Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber" dir.) [Müslim]

    (Altın vermekten de üstün amel, Allah' ı anmaktır.) [Beyheki]
    (En üstün amel, Allah' a hüsnü zandır.) [Begavi]

    (Müminin en hayırlı zamanı, Allah' ı andığı zamandır.) [Deylemi]
    (En hayırlı zikir, gizli yapılandır.) [Ahmed]


    İyiliğin kıymeti
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Amellerin kıymetlisi, mümin kardeşini sevindirmek, onun borcunu ödemek veya ona yemek yedirmektir.) [İbni Adiy]

    (En kıymetli amel, elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir.) [Taberani]
    (Kim bir mümini ferahlandırır, sevindirirse, Allahü teâlâ onu kıyamette sevindirir.) [İ. Mübarek]

    (En üstün amel, bir müminin aybını örtmek, borcunu ödemek, yemek yedirmek veya bir sıkıntısını gidermek suretiyle onu sevindirmektir.) [Taberani]

    (En üstün amel, vermeyene vermek, zulmedeni affetmektir.) [Hakim]
    (Amellerin en iyisi yemek yedirmektir) [Berika]


    Diğer kıymetli ameller
    Kıymetli amel çoktur. Bazılarını bildirelim. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (Amellerin en hayırlısı, farzlardır, en kötüsü de bid'atlerdir.) [Beyheki]
    (İbadetin kıymetlisi, zahmetli olanıdır.) [M. Felah]

    (Amellerin kıymetlisi az da olsa devamlı yapılandır.) [Müslim]
    (En üstün amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl]

    (Hac yolunda ölene, kıyamete kadar hac sevabı yazılır.) [Ebu Ya' la]
    (Ramazan oruç tutup ölen, Cennete girer.) [Deylemi]
    (Amellerin en iyisi selam vermeyi yaymaktır.) [Berika]

    (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) [Berika]

    (En üstün dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi]
    (En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani]

    (En üstün sadaka, sağlıklı, mala tamahı çok, zenginliği umup fakirlikten korkarken verilen sadakadır.) [Müslim]

    (En üstün sadaka, su vermektir.) [Nesai]
    (En üstün sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki]

    (En üstün sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani]
    (En üstün sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi]

    (En üstün sadaka, gizli verilendir.) [Taberani]
    (En üstün ibadet, duadır.) [Hakim]

    (En üstün ibadet Kur'an okumaktır.) [İbni Kani]
    (En üstün amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Beyheki]

    (En üstün amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hakim]
    (En üstün kazanç, el emeği ile kazanılandır.) [Ahmed]

    (En iyi isim, Abdullah ve Abdurrahmandır.) [Müslim]
    (En üstün söz, doğru olan sözdür.) [Buhari]

    (En üstün yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.) [Taberani]
    (En üstün oruç, Davud' un orucudur. Bir gün tutar bir gün yerdi.) [Müslim]

    (En üstün iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym]
    (En üstün huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni Mübarek]

    (En üstün amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani]

    (En üstün yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani]
    (En üstün söz, "Sübhanallahi ve bihamdihi" demektir.) [Müslim]

    (En üstün ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki]
    (En iyi hazine saliha kadındır.) [Hakim]

    (İşlerin en iyisi vasat [orta] olanıdır. Din ifrat ve tefrit arasındadır.) [Beyheki]
    (En iyi tedavilerden biri hacamattır.) [Ebu Davud]


    En üstün Müslümanlar
    Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
    (İmanı en üstün olan; sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.) [Deylemi]
    (En üstün mümin, Allah' ı çok anandır.) [Tirmizi]

    (En üstün mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi]
    (En üstün mümin, görülünce Allah' ın hatırlandığı kişidir.) [Hakim]

    (En üstün mümin, orada değilken aranıp sorulmayan, orada iken de, itibar görmeyendir.) [E.Nuaym]

    (En üstün müminler, dinleri uğruna yurdunu terk eden gariplerdir.) [İ.Mace]
    (En üstün mümin, az yiyip bedeni hafif olandır.) [Deylemi]

    (En üstün mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani]

    (En üstün mümin, herkesin elinden dilinden selamette olduğu kişidir.) [Müslim]
    (En iyi mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi]

    (En iyi mümin, kadın ve kızlarına karşı en iyi davranandır.) [Beyheki]
    (En iyi mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.) [Tirmizi]

    (En hayırlınız, Kur' anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari]
    (En iyiniz, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki]

    (En iyiniz, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai]
    (En iyiniz, hanımlara en iyi davranandır.) [Tirmizi]

    (En iyi arkadaş, Allah' ı andığında yardım eden, unuttuğunda sana hatırlatandır.) [Hakim]
    (En iyi arkadaş; sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti hatırlatandır.) [Hakim]

    (Müminlerin en iyisi, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.) [Kudai]

    (Kadınların iyisi namusunu koruyan, şehveti fazla olsa da, gözü dışarıda olmayan, kocasına kanaat edendir.) [Deylemi]

    (En hayırlınız, çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olandır. Ben çoluk çocuğuma en hayırlı olanınızım. Kadınlara ancak şerefli kimseler değer verir, şerefsizler hor görür.) [İ.Asakir]

    (Kadınların en iyisi, çok doğuran, kendisini kocasına sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içinde olandır, en kötüsü de, açılıp saçılan, böbürlenendir.) [Beyheki]

    (En hayırlınız, ahlakı en güzel olanlardır.) [Buhari]
    (En hayırlınız, en cömert olandır.) [Ebu Ya' la]

    (En hayırlınız yemek yedirendir.) [Hakim]
    (İnsanların en iyisi, insanlara en çok faydası dokunandır.) [Dare Kutni]

    (Hırsızların en kötüsü namazından çalandır. Rükudan, secdeden çalar.) [Tadil-i erkana riayet etmez]) [Taberani]

    (İnsanların en kötüsü, iki yüzlü olandır.) [Buhari]
    (İnsanların en kötüsü, şerrinden korkulduğu için yanına varılamayan kimsedir.) [Buhari]

    (İnsanların en iyisi, geç kızan, tez yatışandır. En kötüsü de, tez kızan, geç yatışandır.) [Tirmizi]
    (Âlimlerin en iyisi merhametli olandır.) [E.Nuaym]

    (Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar]
    (Herkes hata eder. Hata edenlerin en iyisi tevbe edendir.) [Tirmizi]
    (En hayırlınız, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir.) [Hatib]

      Forum Saati C.tesi Nis. 27, 2024 10:50 am