.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ Empty ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ

    Mesaj  AsiRuH Cuma Nis. 10, 2009 9:08 pm

    ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ


    Allah'ın Kuran'da açıkça belirttiği gibi, yüzeysel
    bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah'a
    inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah
    korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili
    ise, Allah'tan korkan bir insanın O'ndan sakınması ve her tavrının
    Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve
    tavırlarında ne de konuşmalarında Allah'tan korktuklarına ya da
    sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu
    tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.
    Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edememeleri
    Toplumun
    genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı yaygındır. Bu yüzden
    çoğu insan Allah'ı, dinin gerçek kaynağında, yani
    Kuran'da bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz.
    Dolayısıyla O'nu gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah bize
    Kendisi'ni, Kuran'da en doğru ve açık bir biçimde
    tanıtmıştır.
    Çoğu insanın Allah
    hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan
    duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah
    hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç
    yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar
    çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya
    eksik olabileceğine ihtimal vermezler. Verseler de doğrusunu
    araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmezler. Bu ise onları
    cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya
    sürükleyebilir. Çünkü Allah'ı tanımamak,
    beraberinde O'nun pek çok sıfatının sonucundan da habersiz
    olmayı getirir.
    Bu tür insanlar
    Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet
    veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla
    düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam
    alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatları
    vardır. Ancak söz konusu kişiler Allah'ın bu sıfatlarının
    kapsamını bilmez; Rabbimizi bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu
    sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan
    yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen
    bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi
    sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler.
    Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü
    düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını
    düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık
    yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın
    cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın
    ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de
    Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
    İnsan
    Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını
    reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle
    büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki,
    cehennem bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en
    kötü mekan olan cehennem, insanın hayal
    gücünün alabileceğinden çok öte bir azap
    kaynağıdır. Dünyada mümkün olan en büyük
    acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
    Bahsettiğimiz
    türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve
    şuursuzlukları nedeniyle Allah'tan korkup sakınmazlar. O'nun
    gücünü ve kudretini, heybet ve azametini gereği gibi
    algılayamaz, O'nun makamından ve büyüklüğünden,
    O'nun gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar.
    Dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmaya ve O'nun emirlerini ellerinden
    gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O'nun
    yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O'nun verdiği
    nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez,
    Allah'a karşı sürekli bir nankörlük içinde
    bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca
    geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde
    geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler.

    İnkarcıların Yanlış Ahiret İnancı
    Cahiliye
    toplumundaki pek çok insan, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir
    edemediği gibi, cennet ve cehennem hakkında da pek çok eksik
    bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişiler dünya hayatından
    istedikleri kadar yararlanıp, Allah'a isyan edip, bunun karşılığında da
    cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra
    affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin
    ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem
    kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın inkarcılar için
    sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah cehennemin
    inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler
    için geriye hiçbir dönüş olmadığını şöyle
    vurgulamaktadır:

    Gerçekten
    cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar
    için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca
    içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
    Kaldı
    ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar
    büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir
    insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi
    mümkün değildir. Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden)
    sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir
    azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir
    damla kaynar suya, biraz açlığa, soğuğa dayanamayan aciz
    insanın, ferah ve umarsız bir şekilde böyle bir azabı göze
    aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir
    göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan,
    rahatlıkla karşılayan bir kimse, baştan beri bahsettiğimiz Allah'ın
    kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.

    Dünyada Kendilerine Tanınan Süreye Aldanmaları
    Allah
    dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara süre
    tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara
    uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye
    insanlarının Allah'tan gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir
    başka sebep de budur; yaptıklarının karşılığını o an
    görmemeleri... Çünkü genelde insanlar karşılığını
    hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle
    bir örnek üzerinde düşünelim:
    Büyük
    bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir
    sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine
    getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi
    nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği
    kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet
    içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze
    almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak,
    hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden
    feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi
    kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı
    insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap
    vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük
    çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar
    ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara
    göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
    Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:

    Eğer
    Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek
    olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı,
    ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.
    Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi
    kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
    Bu
    insanlar Allah'ın razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda
    "başlarına taş yağması" gibi bir azap gelmesini bekler, sonra da "nasıl
    olsa bir şey olmuyor" mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu
    sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında
    rastlanır ve Allah onların bu cahilce düşünce yapılarını bize
    şöyle haber verir:

    ...
    Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap
    etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o,
    ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
    İman
    etmeyen ya da yüzeysel bir inancı olan çoğu insan bu sapkın
    bakış açısına sahiptir. Oysa yaptıklarının karşılıksız
    kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin son derece uyanık
    olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba
    bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler:

    Ayetlerimizi
    yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece
    (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. (Araf Suresi, 182)
    Allah'ın
    ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen
    azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir.
    Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir.
    Örneğin kişi Allah'ın razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı
    sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten
    içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez,
    Allah'ın insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye
    bulunduğu ortamı dar etmeye yeter. Allah korkunun bir ceza
    türü olduğunu Kuran'da şöyle bildirir:

    ... Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)
    Hiçbir
    insan, Allah'ın hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken
    üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela
    dolaşmadığından emin olamaz; Allah'ın hiçbir azabından
    güvende olamaz. Allah bu gerçeği ayetinde haber vermiştir:
    O
    ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın
    gelmeyeceğinden güvende miydiler?Ya da o ülkeler halkı,
    kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
    gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın
    tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından,
    hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende
    olmaz. (Araf Suresi, 97-99)

    Aynı uyarı başka ayetlerde şöyle geçer:
    Kara
    tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya
    üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga
    göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
    bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip
    üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak
    nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin
    misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de)
    bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)

    Unutmamak
    gerekir ki, insan acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede
    muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm
    zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç
    alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan
    korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek
    durumundadırlar ki, insan yaratılış olarak buna dayanabilecek
    güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki,
    gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan
    elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere
    bir yaşam sürmektir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ Empty Geri: ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ

    Mesaj  AsiRuH Cuma Nis. 10, 2009 9:09 pm

    Azap Göreceklerin Yalnızca Çok Azgın Kişiler Olduğunu Düşünmeleri
    İnsanların
    birçoğu ölümlerinden sonra Allah'ın, kendilerini
    yaşadıkları hayattan hesaba çekeceğinden ve bu hesabın sonucunda
    cennete ya da cehenneme sevkedileceklerinden haberdar oldukları halde
    ahiretleri için bir hazırlık yapmazlar. Nitekim bu insanların,
    ahiretin varlığına inandıklarını iddia ettikleri halde, iman
    etmeyenlerden pek de farklı bir yaşantıya sahip olmadıkları ve bundan
    da hiçbir tedirginlik duymadıkları görülür. İki
    tarafın da yaşam tarzları, tavır ve davranışları, hırsları, tepkileri
    neredeyse birbirinin aynıdır. Aradaki tek fark birinin
    Müslüman olduğunu iddia etmesi, diğerinin ise böyle bir
    iddiasının olmamasıdır.
    Hem Kuran'a
    inandığını iddia eden hem de iman ettiği kitabın hükümlerine
    uymayan bu insanların rahatlıklarının sebebi, kalplerinin temiz olduğu,
    zaten hiçbir kötülükte bulunmadıkları iddiasında
    olmalarıdır. Dolayısıyla bunun temelinde yatan inanç da,
    kendilerinin cehenneme gidebileceklerine asla ihtimal vermemeleri,
    başka bir deyişle cennete gideceklerini kesin olarak görmeleridir.

    Bu inancın bir özelliği de,
    cehenneme gidecek olan insan modelini kendi mantıklarına göre
    belirlemiş olmaları ve diğer insanları da cennet ehli ilan etmeleridir.

    Onlara göre cehennemlik olan
    insanlar, çoğunlukla televizyonda seyrettikleri ve gazetelerde
    okudukları katiller, hırsızlar, teröristler ve insanlara zarar
    verme peşinde koşan dengesiz kişilerdir. Bunun dışında kalanlar ise
    hemen her günahlarının affedileceğini sandıkları, halkın arasında
    çoğunluğu oluşturan sıradan insanlardır. Kendi aralarında
    belirledikleri bu ölçüler, adam
    öldürmediklerine, hırsızlık yapmadıklarına ve terörist
    olmadıklarına göre, kendilerinin cennet halkından oldukları
    zannını doğurur. İşte kendilerini Müslüman kabul ettikleri
    halde her türlü günahı işleyebilmelerinin, ibadet
    etmemelerinin, Kuran'ı yaşamamalarının ve Allah'ın sınırlarından uzak
    bir hayat sürebilmelerinin ve bundan da hiçbir korku ve
    tedirginlik duymamalarının altında yatan sebep budur; bunların
    hiçbirinin cehenneme gitmek için bir sebep teşkil
    etmediği zannına kapılmaları... Oysa bu kendilerini ateş
    çukuruna sürükleyen korkunç bir yanılgıdır.
    İçlerinde
    Allah korkusu taşımayan cahiliye insanlarının Müslümanlık
    adına türettikleri kurallar, Kuran'ın hükümlerinden
    çok farklıdır. Örneğin Kuran'a göre çok
    önemli olan ve Allah'ın uyulmasını kesin emrettiği bir konu, kendi
    yüzeysel mantıklarına göre o kadar da fazla önemi
    olmayan, üzerinde durulmayacak bir konu olarak değerlendirilir.
    Böylece kendi uydurdukları dinin ölçüleri
    kendilerine, Allah korkusundan tamamen uzak bir hayat modeli sunar.
    Allah bir ayetinde bu insanların bozuk mantığına şöyle dikkat
    çekmiştir:

    De ki:
    "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve
    gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran
    ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri
    evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir.
    Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız?
    (Yunus Suresi, 31)
    Bütün
    ömrü boyunca kendi bildiği dini uygulayan ve böylece
    gerçek dinin hiçbir hükmünü yerine
    getirmeyen üstelik de bu şekilde cennete gireceklerini iddia eden
    bu tür kişiler büyük bir aldanış içinde
    yaşantılarını korkup sakınmaksızın geçirirler. Fakat her ne
    kadar kendilerini kandırsalar da vicdanları her fırsatta kendilerine
    gerçeği hatırlatır. Kuran'ın gerçekleriyle karşılaşıp
    koskoca bir ömrü günahlarla ve yanlışlarla
    geçirdiklerini öğrenmek istemedikleri için
    kendilerine gerçek dini anlatan kişileri de kesinlikle dinlemek
    istemezler. Bu konu üzerinde düşünmemek için
    bilinçli olarak başka konularla dikkatlerini dağıtırlar. Başka
    bir deyişle, korkmalarına sebep olacak bir konu geçtiğinde ya da
    akıllarına bir düşünce geldiğinde bunu hemen örtbas
    ederek eski rahatlıklarına, gafletlerine geri dönmek isterler.
    Allah'ı, O'nun tehdidini, O'nun azabını akıllarına getirmekten, diğer
    bir deyişle Allah korkusundan sürekli bir kaçış
    içindedirler. Halbuki bu çok büyük bir
    akılsızlıktır. Çünkü bu kaçış onları
    kendilerini bekleyen korkunç sondan kurtaramayacaktır.

    "Allah Nasıl Olsa Affeder" Şeklindeki Düşünceleri

    Onların
    ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü
    kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın
    geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar...
    (Araf Suresi, 169)
    Ayette de dikkat
    çekildiği gibi, insanların bir kısmı Allah'ın isteklerine uygun
    bir hayat sürmemelerine rağmen yine de Allah'ın kendilerini
    affedeceği düşüncesindedirler. Kuşkusuz bunun en temel sebebi
    Allah'ın sıfatlarını, adaletini takdir edememeleri ve olayları Kuran
    mantığından uzak bir şekilde değerlendirmeleridir. Elbette ki Allah
    affedecidir ve kullarının günahlarını bağışlayıcıdır. Fakat bunun
    şartının ne olduğunu Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
    Allah'ın
    (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle
    kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe
    edenlerin(kidir). İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul eder.
    Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne
    kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm
    çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne
    de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri
    için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)

    Ancak
    Allah korkusundan uzak olan insanlar gizli-açık sürekli
    uyarılmalarına, hakkı bilmelerine rağmen "nasıl olsa Allah affeder"
    gibi çarpık bir mantıkla günahları üzerinde ısrarlı
    davranırlar. Oysa bu, şeytanın insanları aldatmaya çalıştığı
    konulardan biridir. Şeytan böyle bir kandırmaca ile insanları her
    türlü günaha ve sahtekarlığa peşi sıra
    sürükler.
    Dahası Allah bir başka ayette, "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ifadesiyle insanlardan hiç kimsenin böyle bir garantisinin olmadığını açıkça belirtmiştir.

    Kendilerini Cennete Layık Görmeleri
    Kuşkusuz
    Kuran'dan uzak çarpık bir din anlayışının doğurduğu ahiret
    inancı da çarpık olacaktır. Nitekim cahiliye insanlarının
    büyük bir bölümünün ortak özelliği
    kendilerini cennet ehli olarak görmeleridir. Birçoğunun
    öldükten sonra, yaptıklarından sorguya çekileceğine
    pek kanaati yoktur. Kendilerince böyle bir ihtimal olsa bile, yine
    de iyi bir sonuçla karşılaşacaklarını düşünür ve
    böylece kendilerini kandırıp rahatlatırlar.
    Allah
    bu garip kendinden eminliğe Kuran'da bir bağ sahibinden örnek
    vererek dikkat çekmiştir. Ayetlerde bildirildiğine göre,
    Allah'tan korkmayan bağ sahibi malca zengin olmasından kaynaklanan,
    kendinden son derece emin bir şımarıklık içindedir.
    Bahçesinin verimli olması ve
    görünümünün güzelliği onun kendine olan
    güveninin temel dayanağıdır.
    Bağlarının
    güzelliğini ve bereketini gördüğünde
    güçlü olmak için Allah'a ihtiyacı olmadığı
    zannına kapılmış ve şöyle demiştir:

    Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): "Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum" dedi.

    "Kıyamet-saati'nin
    kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime
    döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı
    bir sonuç bulacağım." (Kehf Suresi, 35-36)
    İşte
    bu bağ sahibi, aslında, ahireti ve hesap gününü
    akıllarından çıkararak her türlü taşkınlığı ve sınır
    tanımazlığı işleyen, daha sonra da sonsuza kadar yok olma ya da "bir
    ihtimal" cehenneme gidip yanma düşüncesinin dehşeti
    karşısında, nasılsa cennete gideceği avuntusuyla kendisini kandıran
    günümüz insanına da bir örnektir. İşine gelmediği
    anda kıyamet saatini inkar eden, işine gelince de cennetlik olduğunu
    düşünen bu şuursuz zihniyete sahip olanların elbette ki
    içlerinde Allah korkusu bulunduğuna dair hiçbir belirti
    yoktur.

    Allah'ı Sevdiğini Söylemeyi Yeterli Sanmaları
    İnsanların
    Allah'tan sakınmamalarının ve gereği gibi korkmamalarının altında yatan
    bir başka sebep de, Allah'ı sevdiklerini söylemeleri fakat bu
    konuda samimi davranmamalarıdır. Çünkü gerçek
    sevgi beraberinde saygıyı ve Allah'ın beğenmediği şeylerden sakınmayı
    da getirir. Fakat ilginç olan, bu insanların yaşamlarına ve
    hareket tarzlarına bakıldığında buna dair hiçbir alamet
    görülmemesidir. Çünkü samimi olarak Allah'ı
    seven bir insan herşeyden önce O'nun sınırlarına son derece
    titizlik gösterecek, O'nun sevip beğendiği şeyleri sevecek,
    beğenmediği, kınadığı, sakındırdığı şeylerden şiddetle sakınacaktır. Bu
    sevgisini, ölene dek yaşamının tüm detaylarında O'nun
    rızasını arayarak, O'na olan derin saygısı, güveni, boyun
    eğiciliği ve sadakatiyle gösterecektir. Yoksa bunun dışında sadece
    sözlü olarak sevgi iddiasında bulunmak, fakat buna rağmen
    Allah'ın sınırlarını aşarak pervasızca bir yaşam sürmek, kuşkusuz
    samimiyetten son derece uzak bir tavır olacaktır. Ve elbette ki bu
    samimiyetsizlik karşılıksız kalmayacak, çok büyük bir
    hüsrana uğrayacaktır.
    Şu nokta
    çok önemlidir: Allah'ın hükümleri son derece
    açıkken ve cehennemin varlığı kesin bir gerçekken, bir
    insanın sadece sözlü bir sevgi ifadesini yeterli
    görmesi, kendini temize çıkarıp vicdanını rahatlatmaktan
    başka bir amaç taşımaz. Bu ise Kuran mantığı ve ruhuyla taban
    tabana zıt bir tutumdur.

    Cahiliye Korkusu ile Korkmaları
    Allah
    insanın her türlü halini, kusurlarını, aklından
    geçenleri, dualarını bilmektedir. O halde yapılması gereken şey
    Allah'a samimiyetle yönelip O'nu dost edinmektir. Allah'a karşı
    duyulması gereken içli korku, insanı teslimiyetli ve güzel
    ahlaklı hale getirerek onu Allah'ın sevgisini kazanmaya, Allah'a
    yakınlaşmaya teşvik eder.
    Cahiliye
    insanlarının korkuları ise daha farklıdır. Onların duydukları korkular
    geçicidir. Bir sıkıntıyla karşılaştıkları zaman Allah'ın azabını
    hatırlar, onunla karşılaşmaktan korkarlar. Ama Allah bir deneme olarak
    onları kurtardığında tekrar eski inkarlarına geri dönerler.
    Kuran'da bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir:

    Karada
    ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz
    zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu
    yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona
    çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan
    dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla)
    gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na
    'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua
    etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan,
    muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları
    kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa
    koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi
    aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra
    dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber
    vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)
    Görüldüğü
    gibi, cahiliye insanlarının korkuları onlara bir fayda sağlamaz. İman
    edenlerin aksine, karşılaştıkları olaylardan öğüt alıp
    düşünmezler. Nitekim Allah ancak "içi titreyerek
    korkan"ların öğüt alabileceklerini Kuran'da şöyle
    bildirmiştir:

    Allah'tan
    'İçi titreyerek korkan' öğüt
    alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan
    kaçınır. (Ala Suresi, 10-11)
    İşte
    cahiliye insanları yukarıdaki ayetlerde bildirilen ikinci gruptandır.
    Yani Allah'a karşı derin ve içli bir korku duymadıkları
    için karşılaştıkları olaylar onları doğruya ulaştırmaz. Allah
    Kuran'da bu insanların tutumunu daha pek çok ayetiyle haber
    vermiştir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

    De
    ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun
    içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine
    de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"

    De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"

    "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"

    De
    ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve
    yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi
    korunmuyor."

    "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?"

    Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)


    ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ Allah_Korkusu7

      Forum Saati Cuma Mayıs 31, 2024 4:36 am