ALLAH KORKUSUNDAKİ EKSİKLİĞİN NEDENLERİ
Allah'ın Kuran'da açıkça belirttiği gibi, yüzeysel
bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah'a
inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah
korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili
ise, Allah'tan korkan bir insanın O'ndan sakınması ve her tavrının
Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve
tavırlarında ne de konuşmalarında Allah'tan korktuklarına ya da
sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu
tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.
Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edememeleri
Toplumun
genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı yaygındır. Bu yüzden
çoğu insan Allah'ı, dinin gerçek kaynağında, yani
Kuran'da bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz.
Dolayısıyla O'nu gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah bize
Kendisi'ni, Kuran'da en doğru ve açık bir biçimde
tanıtmıştır.
Çoğu insanın Allah
hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan
duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah
hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç
yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar
çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya
eksik olabileceğine ihtimal vermezler. Verseler de doğrusunu
araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmezler. Bu ise onları
cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya
sürükleyebilir. Çünkü Allah'ı tanımamak,
beraberinde O'nun pek çok sıfatının sonucundan da habersiz
olmayı getirir.
Bu tür insanlar
Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet
veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla
düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam
alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatları
vardır. Ancak söz konusu kişiler Allah'ın bu sıfatlarının
kapsamını bilmez; Rabbimizi bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu
sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan
yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen
bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi
sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler.
Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü
düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını
düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık
yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın
cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın
ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de
Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
İnsan
Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını
reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle
büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki,
cehennem bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en
kötü mekan olan cehennem, insanın hayal
gücünün alabileceğinden çok öte bir azap
kaynağıdır. Dünyada mümkün olan en büyük
acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bahsettiğimiz
türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve
şuursuzlukları nedeniyle Allah'tan korkup sakınmazlar. O'nun
gücünü ve kudretini, heybet ve azametini gereği gibi
algılayamaz, O'nun makamından ve büyüklüğünden,
O'nun gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar.
Dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmaya ve O'nun emirlerini ellerinden
gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O'nun
yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O'nun verdiği
nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez,
Allah'a karşı sürekli bir nankörlük içinde
bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca
geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde
geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler.
İnkarcıların Yanlış Ahiret İnancı
Cahiliye
toplumundaki pek çok insan, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir
edemediği gibi, cennet ve cehennem hakkında da pek çok eksik
bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişiler dünya hayatından
istedikleri kadar yararlanıp, Allah'a isyan edip, bunun karşılığında da
cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra
affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin
ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem
kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın inkarcılar için
sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah cehennemin
inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler
için geriye hiçbir dönüş olmadığını şöyle
vurgulamaktadır:
Gerçekten
cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar
için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca
içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Kaldı
ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar
büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir
insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi
mümkün değildir. Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden)
sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir
azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir
damla kaynar suya, biraz açlığa, soğuğa dayanamayan aciz
insanın, ferah ve umarsız bir şekilde böyle bir azabı göze
aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir
göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan,
rahatlıkla karşılayan bir kimse, baştan beri bahsettiğimiz Allah'ın
kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.
Dünyada Kendilerine Tanınan Süreye Aldanmaları
Allah
dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara süre
tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara
uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye
insanlarının Allah'tan gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir
başka sebep de budur; yaptıklarının karşılığını o an
görmemeleri... Çünkü genelde insanlar karşılığını
hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle
bir örnek üzerinde düşünelim:
Büyük
bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir
sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine
getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi
nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği
kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet
içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze
almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak,
hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden
feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi
kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı
insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap
vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük
çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar
ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara
göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:
Eğer
Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek
olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı,
ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.
Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi
kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Bu
insanlar Allah'ın razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda
"başlarına taş yağması" gibi bir azap gelmesini bekler, sonra da "nasıl
olsa bir şey olmuyor" mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu
sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında
rastlanır ve Allah onların bu cahilce düşünce yapılarını bize
şöyle haber verir:
...
Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap
etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o,
ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
İman
etmeyen ya da yüzeysel bir inancı olan çoğu insan bu sapkın
bakış açısına sahiptir. Oysa yaptıklarının karşılıksız
kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin son derece uyanık
olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba
bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler:
Ayetlerimizi
yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece
(günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. (Araf Suresi, 182)
Allah'ın
ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen
azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir.
Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir.
Örneğin kişi Allah'ın razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı
sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten
içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez,
Allah'ın insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye
bulunduğu ortamı dar etmeye yeter. Allah korkunun bir ceza
türü olduğunu Kuran'da şöyle bildirir:
... Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)
Hiçbir
insan, Allah'ın hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken
üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela
dolaşmadığından emin olamaz; Allah'ın hiçbir azabından
güvende olamaz. Allah bu gerçeği ayetinde haber vermiştir:
O
ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler?Ya da o ülkeler halkı,
kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın
tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından,
hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende
olmaz. (Araf Suresi, 97-99)
Aynı uyarı başka ayetlerde şöyle geçer:
Kara
tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya
üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga
göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip
üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak
nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin
misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de)
bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)
Unutmamak
gerekir ki, insan acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede
muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm
zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç
alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan
korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek
durumundadırlar ki, insan yaratılış olarak buna dayanabilecek
güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki,
gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan
elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere
bir yaşam sürmektir.
Allah'ın Kuran'da açıkça belirttiği gibi, yüzeysel
bir inanca sahip olan insanlar, kendilerine sorulduğunda Allah'a
inandıklarını söyledikleri halde içlerinde samimi bir Allah
korkusu taşımazlar. Bunun en gözle görülür delili
ise, Allah'tan korkan bir insanın O'ndan sakınması ve her tavrının
Kuran ahlakına uygun olması gerekirken, bu insanların ne hal ve
tavırlarında ne de konuşmalarında Allah'tan korktuklarına ya da
sakındıklarına dair bir alamet görülmemesidir. Bu
tutumlarının altında yatan belli başlı nedenler vardır.
Allah'ı Gereği Gibi Takdir Edememeleri
Toplumun
genelinde kulaktan dolma bir din anlayışı yaygındır. Bu yüzden
çoğu insan Allah'ı, dinin gerçek kaynağında, yani
Kuran'da bildirilen sıfatlarıyla, özellikleriyle tanımaz.
Dolayısıyla O'nu gereği gibi de takdir edemez. Oysa Allah bize
Kendisi'ni, Kuran'da en doğru ve açık bir biçimde
tanıtmıştır.
Çoğu insanın Allah
hakkında bildikleri ailelerinden, akrabalarından ya da sağdan soldan
duyduklarından ibarettir. Bunun bir sonucu olarak da herkesin Allah
hakkındaki düşüncesi farklı farklıdır. İşin ilginç
yanı insanların büyük bir kısmı, o güne kadar
çevrelerinden duyduklarının ve öğrendiklerinin yanlış veya
eksik olabileceğine ihtimal vermezler. Verseler de doğrusunu
araştırmayı ve öğrenmeyi önemli görmezler. Bu ise onları
cehennemle sonlanabilecek büyük bir yanılgıya
sürükleyebilir. Çünkü Allah'ı tanımamak,
beraberinde O'nun pek çok sıfatının sonucundan da habersiz
olmayı getirir.
Bu tür insanlar
Allah'ı genelde affeden, yardım eden, rızık veren, lutfeden, nimet
veren, koruyan, merhametli olan gibi sıfatlarıyla
düşünüp kendilerini rahatlatırlar. Oysa Allah'ın intikam
alan, azap veren, cezası şiddetli olan, kahredici olan sıfatları
vardır. Ancak söz konusu kişiler Allah'ın bu sıfatlarının
kapsamını bilmez; Rabbimizi bu sıfatlarıyla düşünemezler. Bu
sıfatların kendi hareket, davranış ve konuşmalarına bakacak olan
yönlerini akıllarına getirmezler. Allah'ın bazı sıfatlarını ismen
bilseler bile, tam olarak ne anlama geldiklerinden, bu sıfatların kendi
sonsuz hayatlarına nasıl yansıyıp, etki edeceklerinden habersizdirler.
Ya da Allah'ın birçok sıfatını tek yönlü
düşünüp, bu sıfatların kendilerini de kapsayacağını
düşünmezler. Örneğin kendilerine bir haksızlık
yapıldığında Allah'ın sonsuz adaletiyle ahirette bu haksızlığın
cezasını vereceğini düşünürler. Fakat Allah'ın
ayetlerine gereği gibi inanıp yerine getirmezlerse kendilerinin de
Allah'ın azabı ile karşılık göreceklerini düşünmezler.
İnsan
Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır ama bu yaratılış amacını
reddederse, mutlaka karşılığını görür. İşte böyle
büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki,
cehennem bu adaleti yerine getirmek için vardır. Yaratılmış en
kötü mekan olan cehennem, insanın hayal
gücünün alabileceğinden çok öte bir azap
kaynağıdır. Dünyada mümkün olan en büyük
acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bahsettiğimiz
türden insanlar, vicdanlarına uymamalarından kaynaklanan gaflet ve
şuursuzlukları nedeniyle Allah'tan korkup sakınmazlar. O'nun
gücünü ve kudretini, heybet ve azametini gereği gibi
algılayamaz, O'nun makamından ve büyüklüğünden,
O'nun gazabına maruz kalmaktan içleri titreyerek korkmazlar.
Dolayısıyla Allah'ın rızasını kazanmaya ve O'nun emirlerini ellerinden
gelenin en fazlasıyla yerine getirmeye çalışmazlar. O'nun
yasaklarına uymaz, sınırsızca bir yaşam sürerler. O'nun verdiği
nimetler karşısında gereken saygı ve şükrü yerine getirmez,
Allah'a karşı sürekli bir nankörlük içinde
bulunurlar. Sonuçta ise bu dünyada korkusuzca
geçirdikleri yaşamlarının bedelini, korku ve azap içinde
geçirecekleri sonsuz hayatlarıyla öderler.
İnkarcıların Yanlış Ahiret İnancı
Cahiliye
toplumundaki pek çok insan, Allah'ı gereği gibi tanıyıp takdir
edemediği gibi, cennet ve cehennem hakkında da pek çok eksik
bilgiye ve batıl inanışa sahiptir. Bu kişiler dünya hayatından
istedikleri kadar yararlanıp, Allah'a isyan edip, bunun karşılığında da
cehennemde kısa bir süre kalacaklarını, daha sonra
affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin
ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem
kendilerine yapılan uyarıları dinlemeyen azgın inkarcılar için
sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah cehennemin
inkarcılar için yaratıldığını ve inkarda direnen kişiler
için geriye hiçbir dönüş olmadığını şöyle
vurgulamaktadır:
Gerçekten
cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar
için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca
içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Kaldı
ki cehennem, insanın hayal gücünün alamayacağı kadar
büyük acıları yaşatan bir yerdir. Şuurlu hiçbir
insanın cehennem azabı gibi bir azabı göze alabilmesi
mümkün değildir. Cehennem, Allah'ın Kahhar (kahreden)
sıfatının en şiddetli tecelli ettiği ve dünyadaki hiçbir
azapla kıyaslanamayacak azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Bir
damla kaynar suya, biraz açlığa, soğuğa dayanamayan aciz
insanın, ferah ve umarsız bir şekilde böyle bir azabı göze
aldığını söylemesi, ancak şuurunun tam kapalı olduğunun bir
göstergesi olabilir. Kendince Allah'ın azabını hafife alan,
rahatlıkla karşılayan bir kimse, baştan beri bahsettiğimiz Allah'ın
kadrini gereği gibi takdir edemeyen kimsedir.
Dünyada Kendilerine Tanınan Süreye Aldanmaları
Allah
dünyadaki imtihan ortamının bir gereği olarak insanlara süre
tanır. Yaptıkları hataları düzeltmeleri için onlara
uyarılar gönderir ve çeşitli fırsatlar verir. İşte cahiliye
insanlarının Allah'tan gereği gibi korkmamalarının altında yatan bir
başka sebep de budur; yaptıklarının karşılığını o an
görmemeleri... Çünkü genelde insanlar karşılığını
hemen akabinde alacakları konularda son derece hassastırlar. Şöyle
bir örnek üzerinde düşünelim:
Büyük
bir şirkette iyi bir maaşla çalışan bir kişiye önemli bir
sorumluluk verilse ve bu sorumluluğu başarılı şekilde yerine
getirmediği takdirde şirketteki işine son verilecek olsa acaba bu kişi
nasıl bir gayret ve dikkat içinde olur? Sonucunda uğrayabileceği
kaybı bildiği halde bu işte herhangi bir gevşeklik ya da rehavet
içinde bulunabilir mi? Elbette ki hayır. Bu kaybı asla göze
almak istemeyecektir. Bunun için elinden gelen herşeyi yapacak,
hatta gerektiğinde kendi rahatından, uykusundan, diğer işlerinden
feragat edecek ama o işi başaracaktır. Çünkü bu kişi
kendisini sıkıntıya sokacak bir sondan korkmaktadır. Peki ama aynı
insanlar acaba bunların hepsinden daha gerçek olan Allah'a hesap
vermeleri konusunda aynı korkuyu yaşarlar mı? Büyük
çoğunluğu yaşamaz. Çünkü bu insanlar
ölümü ve ahireti o kadar yakın görmezler, onlara
göre içinde yaşadıkları hayat daha gerçektir.
Oysa bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanır:
Eğer
Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek
olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı,
ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir.
Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi
kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)
Bu
insanlar Allah'ın razı olmayacağı bir şey yaptıklarında, o anda
"başlarına taş yağması" gibi bir azap gelmesini bekler, sonra da "nasıl
olsa bir şey olmuyor" mantığı ile taşkınlıklarına devam ederler. Bu
sapkın mantığa her dönemde yaşayan cahiliye toplumu insanlarında
rastlanır ve Allah onların bu cahilce düşünce yapılarını bize
şöyle haber verir:
...
Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap
etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o,
ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
İman
etmeyen ya da yüzeysel bir inancı olan çoğu insan bu sapkın
bakış açısına sahiptir. Oysa yaptıklarının karşılıksız
kalacağını ve bundan dolayı da kendilerinin son derece uyanık
olduklarını düşünen bu insanlar, aslında bu azaba
bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş sürüklenmektedirler:
Ayetlerimizi
yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece
(günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. (Araf Suresi, 182)
Allah'ın
ayetlerde bahsettiği, açıkça görülebilen
azaplar olabileceği gibi gizli azaplar da her an insanı kuşatabilir.
Öyle ki bu azap insanı daha dünyadayken de kuşatabilir.
Örneğin kişi Allah'ın razı olmadığı bir tavrı ya da ahlakı
sürdürürken, amansız bir hastalık kendisini içten
içe sarıyor olabilir. Mutlaka fiziksel olması da gerekmez,
Allah'ın insanın kalbine vereceği bir korku, sıkıntı bile o kişiye
bulunduğu ortamı dar etmeye yeter. Allah korkunun bir ceza
türü olduğunu Kuran'da şöyle bildirir:
... Böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl Suresi, 112)
Hiçbir
insan, Allah'ın hoşnut olmadığı bir hareket tarzı içindeyken
üzerinde kendisine ansızın isabet edebilecek bir bela
dolaşmadığından emin olamaz; Allah'ın hiçbir azabından
güvende olamaz. Allah bu gerçeği ayetinde haber vermiştir:
O
ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler?Ya da o ülkeler halkı,
kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın
tuzağından güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından,
hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende
olmaz. (Araf Suresi, 97-99)
Aynı uyarı başka ayetlerde şöyle geçer:
Kara
tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya
üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga
göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil
bulamazsınız. Veya sizi bir kere daha ona (denize) gönderip
üzerinize kırıp geçiren bir fırtına salarak
nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı emin
misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de)
bulamazsınız. (İsra Suresi, 68-69)
Unutmamak
gerekir ki, insan acizlik içinde olan, Allah'a sonsuz derecede
muhtaç bir varlıktır. İmtihan ortamı içinde tüm
zorluk ve sıkıntıları ancak Allah'a dayanarak ve O'ndan güç
alarak göğüsleyebilir. Ama aczini kabul etmeyen ve Allah'tan
korkmayanlar, gizli açık tüm bu azap ve belalarla baş etmek
durumundadırlar ki, insan yaratılış olarak buna dayanabilecek
güçte değildir. Bu yüzden gerek dünyadaki,
gerekse ahiretteki bela ve azaplardan kurtulmanın tek yolu Allah'tan
elinden geldiği kadar korkmak ve bu bilinçli tavır üzere
bir yaşam sürmektir.