.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm

    ŞanlıUrfa Hakkında Genel Bilgiler








    Şanlıurfa'nın Matematiksel Konumu/öncelikle ben urfalıyım ve siz dostlarıma urfa yı biraz olsun tanıtmaya calışacagım...

    Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan
    Şanlıurfa, 37 49' 12"- 40 10' 00" doğu meridyeni ile 36 41' 28"- 37 57'
    50" kuzey paralelleri arasında yer alır. Şanlıurfa’nın en doğu
    ucu olan Ceylanpınar'ın doğusunda yer alan Aşağı Hümera
    Köyü (37 49 12) ile en batıdaki ucu olan Halfeti
    İlçesi (40 10 00 ) arasında 2 derece 30 dakikalık meridyen farkı
    vardır. Bu da, 9 dakika 20 saniyelik bir saat farkı etmektedir. En
    kuzey ucu Siverek ilçesi Bucak Nahiyesi kuzeyindeki
    Çatalpınar köyü, (37 57 50 ) en güney ucu ise
    Akçakale ilçesidir.(36 41 28 ) En kuzey ucu ile en
    güney ucu arası 130 Km'dir. Şanlıurfa‘nın
    yüzölçümü 18.584 km dir. (D.İ.E 1997
    yıllığı) Bu yüzölçümüyle Türkiye
    yüzölçümünün yaklaşık % 3 ünü
    oluşturur. Şanlıurfa bu yüzölçümü ile
    Türkiye’nin 7. büyük şehridir. Şanlıurfa'nın
    ortalama yükseltisi ise 518 m.dir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm

    Şanlıurfa'nın Coğrafi Konumu
    Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde
    Adıyaman, kuzeybatısında Diyarbakır illeri ile çevrilmiştir.
    Güneyinde ise 1921,1926,1929 yıllarında yapılan Ankara Antlaşması
    ve 1930 Halep protokolüyle çizilmiş bulunan Suriye sınırı
    ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.

    Şanlıurfa, coğrafi konumu nedeniyle üzerinde tarih boyunca bir
    çok devlet ve beyliğin hüküm sürdüğü,
    değişik kültürlerin geçiş ve kaynaşma alanı olmuştur.
    İlk ve orta çağda eski uygarlık merkezlerinden olan Mezopotamya
    ve Arap ülkeleri ile Avrupa arasındaki bazı yollar Şanlıurfa
    üzerinden geçmekteydi. Şanlıurfa doğuyu batıya bağlayan bir
    çok tarihi, ticari ve askeri yolların üzerinde yer almış
    olması nedeniyle geçmişte ve günümüzde
    önemli bir il olmuştur.

    Şanlıurfa, Dünya’nın ve Türkiye’nin en
    önemli bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ın
    (Güneydoğu Anadolu Projesi) merkezi durumundadır.

    Şanlıurfa, Güneydoğu Toroslar’ ın orta kısmının güney
    etekleri üzerindedir. İlin kuzeyinde yer alan dağlar ve
    yüksek tepeler genellikle güneye doğru gittikçe
    alçalır. Büyük ovalar Şanlıurfa’nın
    güneyinde yer almaktadır. Sıra tepeler oldukça yaygın olup
    bunların arasında batıdan doğuya doğru sıralanan Suruç, Harran
    ve Viranşehir ovaları bulunmaktadır.

    Batıya doğru kenarları fazla uzanmış bir altıgene benzeyen
    Şanlıurfa’nın yüz ölçümü 18.584
    km’dir. (DİE 1997 yıllığı) Bu, Türkiye yüz
    ölçümünün % 3 üne eş değerdir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm

    Şanlıurfa'nın Jeolojik Yapısı
    Şanlıurfa yapı bakımından üçüncü jeolojik
    zamanın son katı olan Poliosen bölümünün
    karakterini göstermektedir. Eski dünyanın bir
    bölümü ile birlikte oluşmuştur. Kıvrımlar oluşumundan
    önce Anadolu’nun bulunduğu sahada Thitys adı verilen bir
    deniz bulunmaktaydı. Üçüncü Zamanın sonu ve
    dördüncü zamanın başlangıcında gerçekleşen yan
    basınçlar ve patlamalardan pek etkilenmeyen Şanlıurfa,
    üzerinde bulunduğu sert kütle üzerinde biraz
    yükselmiş ve yer yer kıvrılmalara uğramıştır. Şanlıurfa’nın
    kuzeydoğusunda yer alan Siverek, Hilvan, ve Viranşehir sönmüş
    bir yanardağ olan Karacadağ’dan fışkırmış bazalt taşlardan
    oluşmuştur. Şanlıurfa’nın önemli kısmı ise kalker formasyonu
    ile kaplıdır.

    Kaynak: Mehmet Akbıyık, Makale, Uygarlığın Doğduğu Şehir Şanlıurfa , ŞURKAV yayınları, Tisamat Matbaası, 2002
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm

    Şanlıurfa'nın Yeryüzü Şekilleri
    Şanlıurfa, eski kara kütlesi olan S.Arabistan platformunun
    kuzey bölümleri ile Güneydoğu Torosların orta kısmının
    güney etekleri arasında yer almaktadır. Senklinaller ve
    Antiklinaller arasında geniş ovalar bulunur. Şanlıurfa arazisi % 60.4
    dalgalı, % 22 dağlık, % 16.3 ova, % 1.3 plato karakteri
    göstermektedir. Şanlıurfa ‘nın kuzeyinde bir çok
    yükseltiye sahip dağ ve tepeler yer alır. Bu dağlardan en
    önemlisi sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ’dır.
    (Bay tape, Mirinmir Tepe 1938 m) Karacadağ Şanlıurfa’nın en
    yüksek noktasını teşkil eder. Karacadağ’dan güneye
    doğru gidildikçe yükselti azalır. Güney yarısında
    Şanlıurfa’nın en önemli ovaları olan Harran, Suruç,
    Viranşehir ovaları yer alır. Şanlıurfa’nın güney,
    güneybatı, batı, kuzey kesimleri yer yer 600-800 m arasında
    yükseltisi olan tepelerle çevrilidir. Şanlıurfa’nın
    yüzey şekillerinin (Relyef) sade ve basitliliği hemen dikkati
    çeker. Karacadağ’ın püskürttüğü lavlar
    oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bazalt karakterindedir.
    Şanlıurfa’nın büyük bir kısmı kalkerli yapıdan
    oluşmuştur. Bu nedenle karst topoğrafyasına ait yüzey şekilleri
    bulunur. Şanlıurfa’nın etrafında çok sayıda mağara,
    sarnıç, polye, dolin bulunmaktadır. (Kanlı Mağara, Dedenin
    Sarnıcı, Nemrud’un Tahtı vb.)
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:20 pm

    Şanlıurfa ili İlçeleri
    [b][i]
    Akçakale


    AKÇAKALE M.Ö.II. asır ortalarında Asur hakimiyetinde olan
    yöre; M.Ö. 610'da Med ve Persler'in eline geçmiştir.
    Büyük İskender'in M.Ö. 331 yılındaki Asya Seferi'nde
    Makedonya Krallığına katılmış ve İslam dönemine kadar sırayla
    Seleukoslar, Edessa (Osrhoene) Krallığı, Roma, Bizans ve Sasaniler
    arasında el değiştirmiştir. Akçakale 640 yılında Şam ordusunun
    661 yılında Emevîler'in eline geçti. 750 yılında
    Emevîler'in ortadan kaldırılması üzerine Abbasi hakimiyetine
    geçen yöre 1087'de Selçuklular tarafından feth
    edilmiştir. 1144 yılında Urfa'nın Zengiler tarafından fethedilmesi ile
    Musul Atabeyliğine bağlanan bölge daha sonra Eyyubilerle Anadolu
    Selçukluları arasında paylaşılmıştır. 1244 yılında Tatarlar,
    1260'da ise Moğollar tarafından tahrib edilen şehir Türkiye-Suriye
    sınırı çizilmeden önce Tel Ebyâd (Beyaz Tepe) olarak
    biliniyordu. 1921'de sınır tespitinden sonra Akçakale olarak
    tanındı ve 1946 yılında ilçe haline getirildi. 1 bucağı ve 73
    köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre
    nüfusu 78 bin 363' tür. ( İlçe Merkezi : 33 bin 339,
    Köy Nüfusu: 45 bin 24

    [/i][/b]Birecik

    BİRECİK Yakındoğu'nun büyük ticari yollarının
    kavşağında, Fırat nehri kıyısında güzel bir ilçe olan
    Birecik; Asurluların çivi yazılarında Basrip - Busrip adlarıyla
    zikredilmiştir. Arap kavimleri Bireh, Türkler ise
    küçük kale anlamında Birecik demişlerdir. 1923 yılında
    ilçe olmuştur. İl merkezinin 90 Km batısında bulunmaktadır. 1
    bucağı, Ayran ve Mezra isimli 2 kasabası, 63 köyü ve 89
    mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre
    nüfusu 74 bin 290' dır. ( İlçe merkezi 39 bin 968, Köy
    nüfusu ise 34 bin 322' dir. 2001 yılı itibariyle nüfusunun 80
    bin civarında olduğu sanılmaktadır.) 1894 yılında yapılan kazılarda
    Şehrin Paleolitik (Eski taş devri) döneminden beri yerleşim birimi
    olduğu anlaşılmıştır. M.S. 35 yılında Romalıların, Haçlı
    seferleri sırasında (1099) Fransız Kontluğunun eline geçmiştir.
    Daha sonra Artukoğulları'na bağlanan Şehir, 7. yüzyılda Arap
    ordularınca fethedilmiş, çeşitli devletlerin hakimiyetinden
    sonra Moğol istilasına uğramıştır. Dünyada nesli tükenmeye
    yüz tutmuş olan Kelaynak kuşlarının dünya üzerindeki
    ikinci yeridir. GAP çerçevesinde yapılan Birecik Barajı
    ile de ayrı bir önem kazanmıştır. BİRECİK BARAJI Fırat Havzası
    Gelişme Planı içerisinde son kademeyi teşkil edip, Sınır-Fırat
    projesi kapsamında yer alan BİRECİK Barajı ve Hidroelektrik Santralı
    ATATÜRK Barajı'nın takriben 100 km güneyinde ve Birecik
    ilçesinin 8 km kadar kuzeybatısında inşa edilmektedir. Enerji ve
    sulama maksatlı olan bu tesisten yılda 2.5 milyar Kwh elektrik
    üretimi ile 92 700 hektar tarım arazisinin sulanması
    sağlanacaktır. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve Belçika
    firmalarından oluşan konsorsiyuma Birecik Barajı ve Hidroelektrik
    Santralı "Yap-İşlet-Devret" modeliyle ihale edilmiş durumdadır. İnşaat
    süresi 5.5 yıldır. Barajın tipi beton ağırlıklı kum çakıl
    dolgu, Gövde dolgusu 9,4 milyon m3 Temelden yüksekliği 62,5
    m, Normal su kotu 387 m, Göl hacmi 1 milyar 220 milyon m3, Kret
    uzunluğu 2 bin 510 m, Toplam kurulu güç ; 6 x 112 = 672 MW,
    Yıllık enerji üretimi (sulamadan önce) 2 bin 518 GWh/yıldır.
    Fırat nehri üzerinde Keban, Karakaya, ****** Barajı ve
    HES'ten sonra Şanlıurfa'nın Birecik ilçesi yakınlarında yapımına
    Nisan 1996 yılında başlanan ve inşaat süresi 5.5 yıl olan Birecik
    Barajı ve HES, planlanan süreden erken bitirilerek, su tutulmasına
    1.11.1999 tarihinde başlandı. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve
    Belçikalı şirketlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan şirket
    tarafından yapımı üstlenilen Birecik Barajı ve Hidroelektrik
    santrali, 2.3 milyar Alman Markı'na mal oldu. Kurucu gücü 672
    MW, yıllık üretimi 2.516 milyon kilovat saat olan Birecik Barajı
    ve HES'in ilk 2 ünitesi, 2 Aralık 2000 tarihinde devreye alındı.
    Böylece planlanan süreden önce elektrik üretimi
    geçekleşmeye başladı. Şirket tarafından 15 yıl işletildikten
    sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na devredilecek olan Birecik
    Barajı ve HES'te diğer 4 ünite kademeli olarak devreye alınıyor.
    KELAYNAKLAR Dünyada soyu tükenmekte olan bir kuş
    türü olan ve Türkiye'de yalnızca Birecik'te yaşayan
    Kelaynaklar, Şanlıurfa yöresindeki hayvan türlerinin en
    ilgincidir. İbidae soyundan olan kelaynaklar, baş ve gerdanları
    tüysüz olduğundan bu adla anılmaktadır. Birecik'ten başka Fas
    ve Cezayir'de yaşayan Kelaynaklar kış aylarında Etiyopya ve
    Madagaskar'a göç ederler ve Şubat ortasından başlayarak
    Birecik'e gelirler. Kayalık yamaçlarda yuva kurar,yumurtlama
    döneminden sonra Temmuz ayı ortalarında geri dönerler.
    1984'ten bu yana, Birecik'te 12 Nisan tarihinde "KELAYNAK FESTİVALİ"
    düzenlenmektedir
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm

    Bozova

    BOZOVA 1526 yılında Osmanlıların eline geçmiştir.
    Türkmenler tarafından yaylak, Osmanlılar tarafından ise Bozabad
    olarak adlandırılmış ve son olarak Bozova adıyla 1930 yılında
    ilçe olmuştur. 2 bucağı, 79 köyü ve 99 mezrası vardır.
    Bozova'nın 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 70
    bin 858' dir. (İlçe merkezi 22 bin 878, köy nüfusu ise
    47 bin 980' dir. ) Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda ele
    geçen buluntular şehrin Yontmataş çağında (M.Ö.6000
    - 8000) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermiştir.
    Yöredeki Lidar ve Kurban höyükleri Bozova'nın Bakır
    çağında da (M.Ö.5000 - 3000) bir yerleşme merkezi olduğunu
    meydana çıkarmıştır. Son yıllarda ilçenin adı, Türk
    mühendisleri tarafından öz veriyle gerçekleştirilen
    ****** Barajı ile anılmaya başlanmıştır. ATATÜRK BARAJI VE
    HES GAP'ın (Güneydoğu Anadolu Projesinin) en önemli
    ünitelerinden, mevcut 13 projeden biridir. Türk
    mühendislerinin ve işçilerinin el emeği, göz nuru ve
    alın teri ile meydana getirilen, tüm dünya ülkelerinin
    gözlerinin üzerinde olduğu, dostlarımızı sevindiren,
    düşmanlarımızı çatlatan muhteşem bir projenin ilk
    ünitesidir. Yıllık enerji üretimi ortalama saatte 8 bin 900
    GWh'dır. ****** Barajı ve HES: 67.2 milyar kilovatsaat ve baraj
    gölünden bırakılan Fırat suyu ile 882 bin hektar alan
    sulanmaktadır. Kil çekirdekli kaya dolgu tipinde yapılan
    ****** Barajının temelden yüksekliği 169 m, rezervuar alanı
    817 Km2, işletme kapasitesi 2 bin 400 MW'tır. Türkiye'nin Van ve
    Tuz gölünden sonra 3. büyük gölüdür.
    GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Adıyaman, Batman, Diyarbakır,
    Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerinde
    uygulanan Su Ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesine dayanan Ulaşım,
    Altyapı, Haberleşme, Eğitim, Sanayi, Sağlık gibi sosyal ve ekonomik
    sektör yatırımlarını içine alan çok
    sektörlü ve entegre bir bölge kalkınma projesidir.
    Entegre bölge kalkınma prensibi ile hazırlanmış bir master plan
    çerçevesinde, sektörler arası etkileşimleri,
    kuruluşlar arası koordinasyonu, projeler arası senkronizasyonu dikkate
    alarak, yatırım programlarına esas olacak somut projeler
    bütünü olarak, hangi işin, kim tarafından, ne zaman, ne
    harcama ile gerçekleştirileceğini belirten bir hareket planının
    varlığıyla yürütülmektedir. Dünyanın en
    büyük 9 projesi Tıme Dergisinin 1994 yılında yaptığı
    araştırmaya göre GAP dünyanın en büyük 9
    projesinden biri olarak belirtilmiştir. Ayrıca GAP, 7 harika projeden
    biri olarak kabul edilmektedir. 1. Manş Tüneli , İngiltere -
    Fransa 2. Yangtze Elektrik Santralı - Çin 3. Asma
    Köprü - Hong Kong 4. Narmada Vadisi Projesi - Hindistan 5.
    Akashı Kaıyko Köprüsü - Japonya 6. Büyük Yapay
    Nehir Projesi - Libya 7. Kuala Lumpur İkiz Kuleleri - Malezya 8.
    Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye 9. Hıbernıa Petrol
    Platformu - Kanada Dünyanın 7 harika projesi 1. Metro Sistemi ,
    Los Angeles - Amerika 2. Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye
    3. Büyük Yapay Nehir Projesi - Libya 4. Taıpeı Transit
    Sistemi - Tayvan 5. James Körfezi Kompleksi - Kanada 6. Manş
    Tüneli , İngiltere - Fransa Hong Kong Havaalanı Programı - Hong
    Kong
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm

    Ceylanpınar
    CEYLANPINAR M.Ö. 1500 yıllarında Vaşşuganni adıyla Mitanni
    krallığının başkentliğini yaptı. Asurlular döneminde Riş 'Ayna
    olan adı Süryaniceye Reş Ayna olarak geçmiş, bundan da
    Arapça'ya Ra's el-Ayn (Kaynakbaşı) şeklinde yerleşmiştir. Şehrin
    adı Roma ve Bizans kaynaklarında Resaina ve Resain formlarında
    kullanılmıştır. 383 yılında Bizans imparatoru I.Theodosius tarafından
    bir takım imtiyazlarla birlikte Theodosiopolis ismini de almıştır.
    Araplar ise şehre 'Ayn el-Varda ve Funduk el-Ra's isimlerini
    vermişlerdir. 639 yılında Şam ordusu komutanı İyâd b. Ganem
    tarafından Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirilmiştir. Bizans
    imparatoru I. Ioannes Çimişkes 959 yılında Diyarbakır ve
    Nusaybin'i ele geçirdikten sonra Ceylanpınar'ı da yağma ve
    tahrib etmiştir. Şehir, Suriye seferine giden Timur'un da Ocak 1394
    yılında ikinci kez yağma ve tahribine maruz kalmıştır. 1921 yılında
    Türkiye-Suriye sınırı çiziminden sonra ülkemizde kalan
    kısmına Ceylanlarının çokluğundan dolayı şimdiki adı verilmiş ve
    1981 yılında da ilçe yapılmıştır.İl merkezine 141 km
    uzaklıktadır. 32 köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus
    Sayımına göre nüfusu 69 bin 774' tür. ( İlçe
    merkezi : 45 bin 641, Köy Nüfusu : 24 bin 133 ) CEYLANPINAR
    TARIM İŞLETMESİ: KURULUŞ AMACI VE TARİHÇESİ: İşletme, 1943
    yılında her yıl artan nüfusun beslenebilmesi için gerekli
    hububatın yetiştirilmesi amacıyla boş hazine arazilerinin işlenmesi
    düşüncesiyle kurulmuştur. Kuruluşun 1950 yılına kadar Zirai
    Kombinalara, 1984 yılına kadar Devlet Üretme Çiftlikleri
    (DÜÇ) ne bağlı olarak çalışmıştır. 1984 yılında
    çıkan 233 sayılı K.H.K. ile Tarım İşletmeleri Genel
    Müdürlüğüne (TİGEM) bağlanmıştır. İŞLETMENİN
    GÖREVLERİ: TÜRK Çiftçisine kaliteli ve döl
    kademesi yüksek tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan temin etmek
    gelişen tarım teknolojisini yakından takip ederek değişen
    çiftçi ihtiyaçlarını tam ve zamanında
    karşılamaktır. D.Ü. Çiftliğinin arazi ve hayvan varlıkları
    şöyledir. 1- ARAZİ VARLIĞI Tarla arazisi: 983.241 dekar
    Bahçe arazisi: 46.208 " Mer'a arazisi: 481.080 "
    Kültür dışı arazi: 241.629 " TOPLAM: 1.761.629 dekar 2-
    HAYVAN VARLIĞI a) Sığır sayısı : 1.632 baş b) Koyun sayısı : 26.843 baş
    c) Keçi sayısı : - d) Arı kovanı : 56 e) Ceylan sayısı : 726 baş
    BİTKİSEL ÜRETİM 1- TARLA ZİRAATI: İşletmede ağırlıklı olarak kuru
    tarım yapılmaktadır. Gümüsu ve Beyazkule İşletme
    Amirliklerinde bulunan kuru tarım alanları 949 bin 053 dekar olup,
    bunun her yıl yaklaşık 600 bin 000 dekarında buğday ve mercimek
    ekilmektedir. İşletmede sulu tarım 4 ayrı birimde
    (Gökçayır, Habur, Akrepli ve Bayazkule) sulu ziraat
    yapılmaktadır. Toplam 56 bin 346 dekar sulanmaktadır. Bunun 47 bin 648
    dekarı yağmurlama, 8 bin 698 dekarı da cazibe sulama yöntemleri
    ile sulanmaktadır. 138 adet derin kuyu ve 4 adet terfi pompasından elde
    edilen toplam su varlığı 16 bin 250 lt/sn'dir. 2- BAHÇE
    KÜLTÜRLERİ: İşletme çevreye örnek ve önder
    olmak amacıyla özellikle Antepfıstığı plantasyonları tesis
    etmiştir. Yetiştirdiği çöğür ve aşı kalemleri ile
    bölge çiftçisine büyük hizmetler
    yapmaktadır. Bahçe Şubesi toplam 46 bin 386 dekar sahada
    çalışmalarını sürdürmektedir. 3- TOHUM HAZIRLAMA VE
    DAĞITIMI: İşletmede 3 adet sabit selektör ve 1 adet pamuk Sawgın
    tesisi mevcuttur. Selektörlerin toplam kapasitesi 30 ton/saattir.
    Üretilen yüksek döl kademesindeki buğdaylar buralarda
    elenip ilaçlanarak çiftçisini tohumluk ihtiyacı
    karşılanmaktadır. Aynı şekilde işletmede üretilen kütlü
    pamuklar 3 ton/saat kapasiteli sawgın tesisinde çiğitlerinden
    ayrılıp elyaf hale getirilip tohumluk çiğitler Çukurova
    ve bölge çiftçisine dağıtılmaktadır. HAYVANCILIK 1-
    SIĞIRCILIK: İşletmenin kuruluş yıllarında yerli Sarı Kırmızılar ile
    sığırcılık çalışmaları başlamıştır. Daha sonra 1969-1978
    yıllarında HOLSTEIN (Siyah-Beyaz Alaca) ırkına kademeli olarak
    geçilmiştir. 2- KOYUNCULUK: İşletmede Koyunculuk faaliyetleri
    1995 yıllarında bölge çiftçisinden alınan İvesi ırkı
    koyunlarla başlamış olup, sıkı bir seleksiyonla ana kadro seviyeye
    getirilmiştir. İşletmede koyunculuk yarı entansif ve yarı yerleşik bir
    şekilde sürdürülmektedir. Koyunculuk tesisleri tarla ve
    bahçe ziraatına uygun olmayan kıraç bölgelerde ve
    mer'a olarak kullanılması gereken araziler dikkate alınarak 12 değişik
    mevkide kurulmuştur. 3- CEYLAN ÜRETİMİ: Adını İşletmeye veren
    Ceylan neslinin giderek azalması nedeniyle 1978 yılında ilk olarak
    Çırfı Deresi kenarında 260 da. açık çitle
    çevrilerek bölgede meraklı çiftçilerden satın
    alınarak temin edilen 2 dişi ve 2 erkek ceylanla üretime
    başlanmıştır. 1994-1995 yıllarında ziyaretçilerin daha kolay
    görebilmelerini sağlamak ve 1000'e yaklaşmış olan ceylanların daha
    iyi bakım ve beslenmesi ve hırsızlığın engellenmesi için
    merkezde 800 da. da yeni bir üretme istasyonu yapılmıştır.
    Ülkemizde ceylan üretimine ilgi duyan yetiştiricilere dişi ve
    erkek ceylan satışı yapılarak özel teşebbüsün de ceylan
    sayısını arttırmasına yardımcı olunmaktadır. 4- ARICILIK:
    Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile
    geçmiş yıllarda yürütülen Arıcılık Araştırması
    GAP çiftçisine örnek olması açısından proje
    tamamlanmış olmasına rağmen halen devam ettirilmektedir. 5- SÜT
    ÜRÜNLERİ: İşletmede üretilen koyun
    sütünün tamamı ile inek sütünün bir kısmı
    günde 25 ton süt işleme kapasiteli son derece modern ve
    hijyenik süt fabrikasında işlenerek peynir, tereyağı ve sadeyağ
    üretilmektedir. İŞLETMENİN GAP İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
    a) İşletme yaklaşık 50 yıldır bölgede yaptığı ve elde ettiği
    tarımsal üretim, yetiştirme ve eğitim faaliyetleri ile bilgi ve
    deney birikimine sahiptir. b) Bölgede kuru ve sulu şartlarda
    muhtelif bitkilerin; hayvancılıkta ise nelerin yapılabileceği
    büyük ölçüde açıklığa kavuşmuş ve
    ortaya konulmuştur. c) GAP alanı için gerekecek başta tohum,
    damızlık hayvan, fidan ve fideyi hemen hemen tek başına
    karşılayabilecek üretim seviyesine gelinmiştir. d) Bölge
    için gerekli tarımsal araştırmalar ve bilimsel çalışmalar
    için geniş bir alan ve laboratuar olarak hizmet verebilecek
    haldedir. e) Ürün değerlendirmeye yönelik tarıma dayalı
    sanayi tesislerinin başlangıçları yapılmıştır. Duyulacak
    ihtiyaca göre yenileri yapılabilecektir. f) Bölgedeki teknik
    elemanların, lider çiftçilerin ve diğer
    çiftçilerin tatbikatlarla ilgili eksikliklerini giderici
    bir eğitim kuruluşu olarak kısmen hizmet verilmektedir. Bu
    çalışmalar ilerletilebilir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:22 pm

    Halfeti
    HALFETİ M.Ö.855 yılında Asur kralı III. Salmanassar
    tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlılar
    bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal'a
    Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların
    eline geçtikten sonra Kal'at-ül Rum adı takılmıştır. İI.
    yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla
    adını almıştır. 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu
    tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan
    mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez
    Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler
    tarafından tamir edilen şehre Kal'at-ül Müslimin adı verildi.
    Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir,
    zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954
    yılında ilçe haline getirilmiştir. Halfeti ilçesinin il
    merkezine uzaklığı 120 Km'dir. Yukarı Göklü adlı bir kasabası
    35 köyü ve 34 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus
    sayımına göre ilçenin nüfusu 33 bin 467' dir. (
    İlçe nüfusu 2 bin 608, Köy nüfusu 30 bin 859 )
    Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları
    altında kaldığından ilçenin yeni yerleşim alanı olarak Karaotlak
    bölgesi tesbit edilip ilçe yeniden inşa edildi, Konutlar
    sahiplerine teslim edildi. Ancak halen eski Halfeti'de yaşamını zor
    şartlarda sürdüren vatandaşlar bulunmaktadır ve Devletten
    kendilerinin de yeni Halfeti'ye yerleştirilmelerini istemektedirler.
    Öncelikle de eski ve yeni Halfeti arasında sağlıklı bir ulaşım
    sağlanması için çalışmalar yapılmaktadır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:23 pm

    Hilvan
    HİLVAN Yörenin tarihi geçmişi ile ilgili bilgiler
    bugün için mevcut değildir. Şehirde ilk yerleşmenin
    Osmanlılar döneminde 1820 yılında Hacı Musa adında bir
    Türkmen aşiret reisi tarafından gerçekleştirildiği
    bilinmektedir. Hilvan adının kimler tarafından ne zaman verildiği ve ne
    anlama geldiği belli değildir. Uzun süre Karacurun olarak da
    adlandırılan Hilvan 1927 yılında Urfa'ya bağlanarak ilçe
    yapılmıştır. İl merkezine 56 km uzaklıktadır. 2 bucağı, 57
    köyü ve 109 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus
    sayımına göre nüfusu 38 bin 633' tür. ( İlçe
    Merkezi : 16 bin 205, Köy Nüfusu : 22 bin 428 ).
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm

    Siverek
    SİVEREK TARİH Yörede yapılan arkeolojik kazılar buranın
    M.Ö. 3000 yıllarına ait bir yerleşim bölgesi olduğunu ispat
    eder. Hurri-Mitanni, Hitit, Arâmi, Asur, Keldânî, Med
    ve Pers egemenliğine geçen şehir, M.Ö. 331'de
    Büyük İskender'in istilasına maruz kaldı. M.Ö.305'de
    Seleukoslar'ın eline geçen yöre; Müslümanlar
    tarafından fethedilinceye kadar Edessa (Osrhoene), Roma, Bizans ve
    Sasânî krallıkları arasında el değiştirmiştir. 640 yılında
    Şam ordusunca fethedilen Siverek 660'da Emeviler'in; 750'de ise
    Abbasiler'in eline geçmiştir. 1065 - 1066 yıllarında
    Selçukluların hakimiyetine girdi. Şehir bu tarihte
    Bizanslılar'ın elinde bulunuyordu. İI. yüzyıl sonunda Urfa
    Haçlı Kontluğu, 1182 yılında da Eyyubiler'in hakimiyetine 1451
    yılında Safevi hakimiyetine giren Siverek, 1517'de Osmanlı topraklarına
    katılmıştır. Ermeni ve Süryani kaynaklarında şehrin Sevaverak,
    Sebabarak, Sebabarok, Sevaveragh ve Severags şeklinde isimlerine
    rastlanmıştır. Araplar siyah taşlarının çokluğundan dolayı
    Sûveyda adını verdiler. Osmanlı döneminde Diyarbekir
    vilayetine bağlı bir kaza olan Siverek, 1926 yılında Urfa'ya bağlanarak
    ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFYA Şanlıurfa ilinin kuzeyinde
    yeralan Siverek batısında Adıyaman'ın Kahta ilçesi,batıdan
    kuzeye doğru uzanan ****** Baraj gölü,kuzeyinde ise
    Adıyaman'ın Gerger ilçesi ile Diyarbakırın Çermik ve
    Çüngüş ilçeleri, doğusunda Diyarbakır,
    güney doğusunda ise kısa bir sınır ile Mardin ili , Viranşehir ve
    Hilvan ilçeleri ile komşudur. Siverek ilçe merkezi 37.45
    kuzey enlem ile 39.19 doğu boylamlarının kesiştiği noktalarda
    bulunmaktadır.Siverek ilçe merkezinin denizden yüksekliği
    801 ile 840 metre arasında değişmektedir. Toplam yüz
    ölçümü 4314 Km'dir İl merkezine uzaklığı 91
    km'dir. 6 Bucak, 98 köy ve 375 mezrası vardır. 2000 yılı Genel
    Nüfus Sayımına göre nüfusu 217 bin 88' dir. (
    İlçe Merkezi : 122 bin 453, Köy Nüfusu: 94 bin 635 )
    TÜRKÜLERİ Siverek yöresine ait bir çok
    türkü çalınıp söylenir ancak son zamanlarda
    bunlardan bazıları unutuldu, bazıları da başka yöreler tarafından
    sahiplendi.Çok az bir kısmı günümüze kadar
    gelebilmiştir. Bunlar da bir kaç parçadan fazla değildir.
    25-30 yıl önce radyodan "Şimdi bir Siverek türküsü
    dinleyeceksiniz" anonsu yapılırken, 10-15 yıl sonra aynı
    türküler başka yörelerin (Malatya,Zonguldak vb.) ismiyle
    anons edilmeye başlandı.Maalesef son zamanlarda pek çok değere
    sahip çıkılmadığı gibi müzik de bu sahipsizlikten payını
    almıştır.Buna rağmen bu işe gönül veren Siverek sevdalısı
    insanlar ümitsizliğe düşmeden karınca kararınca bir şeyler
    yapmaktadır. Günümüze kadar gelip bulabildiğimiz
    türkülerimizden bazıları şunlardır. 1-Siverek yaş
    üzümü 2-Cemil 3-Bir cığara iç oğlan 4-Meryemi
    5-Siverek bir ocaktır Başka yörelere mal edilmiş
    türkülerimizden bazı örnekler ise ; 1-Evlerinde makine
    2-Makaram sarıbağlar 3-Kara üzüm habbesi 4-Mektebin pacaları
    (pencereleri) 5-Yallah şoför yallah 6-Gülizar
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm

    Viranşehir
    VİRANŞEHİR Hurri-Mitanni, Hitit, Asur, Arami, Med-Pers ve Keldani
    hakimiyetlerini gören şehir, M.Ö.331'de Makedonya
    imparatorluğuna, M.Ö.163'te de Roma idaresine girdi. Bizans
    imparatorluğunun ilk dönemlerinde Tella (Tepe) olarak biliniyordu,
    sonra imparator Konstantin tarafından bazı şehirlerin adları
    değiştirildi. Buraya da Konstantia ya da Konstantina adı verildi. Şehir
    640 yılında Şam ordusu tarafından fethedilmiş ve Tell-Muzin adını
    almıştır. Sonraki dönemlerde yine Araplar tarafından Tell-Mavzen
    ve Tell-Mavzelath adları da kullanılmıştır. Şehrin adı, Urfalı
    Mateos'un Vakayinamesinde Ermenilerin kullandığı Tılmuz şeklinde
    geçer. 660 yılında Emeviler, 750'de Hamdaniler ve Abbasiler
    arasında el değiştiren Viranşehir, Türkmenler tarafından son kez
    kurulmuş ve Örenşehir adını almıştır. Ancak 1258'de Hülagu ve
    1400 yılında da Timur tarafından yağma ve büyük
    ölçüde tahrip edilerek viran bir hale getirilmiş ve bu
    haliyle Osmanlı dönemine ulaşmıştır. 1517 yılında Osmanlı
    topraklarına katılan şehir 1792'den sonra Mardin'e, 1924 yılında da
    Urfa'ya bağlanarak ilçe haline getirilmiştir. İl merkezine 90 km
    uzaklıktadır. 1 Bucağı, 98 köyü ve 204 mezrası bulunmaktadır.
    2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre nüfusu 186 bin 483'
    tür. ( İlçe Merkezi : 120 bin 147, Köy Nüfusu: 66
    bin 336 )
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm

    Suruç
    SURUÇ TARİH Eski çağların önemli ticaret
    yollarından biri Harran'dan sonra buradan geçiyordu.
    M.Ö.II. yüzyılda Urfa bölgesinde kurulan Osrhoene
    eyaletinin önemli bir şehri idi ve Anthemusia ya da Batnai adını
    taşıyordu. Latin kaynaklarında şehrin adı Sororgiae olarak
    geçer, Araplar tarafından Saruğ, Sarûc ve Serûc
    olarak isimlendirilmiştir. I. Seleukos Nikator tarafından M.Ö. 302
    yılında bölgemizde yeniden kurulan Harran, Birecik ve Urfa ile
    birlikte Suruç da bulunuyordu. 116 yılında Roma imparatoru
    Trajanus tarafından işgal edildi. 639 yılında Şam ordusu tarafından,
    Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirildi. İI. yüzyılda
    sırayla Bizanslılar'ın ve Urfa Haçlı Kontluğu'nun hakimiyetine
    girdi. 1101 yılında ise Artukoğlu Sökmen tarafından tahrip edildi.
    24 Aralık 1144'te Urfa'yı fetheden Musul hükümdarı
    İmadüddin Zengi, Ocak 1145'te de Suruc'u savaşmadan ele
    geçirdi. 1260 yılında Suriye Seferi'ne giderken Harran ve
    Urfa'yı alan Hülagu Han, kendisine karşı direnen ve teslim olmayan
    Suruç halkının tümünü kılıçtan
    geçirdi. 1517'de Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı
    topraklarına katılan Suruç, Osmanlı döneminde Halep
    vilayetinin Urfa sancağına bağlı iken, 1923 yılında Urfa'ya bağlanarak
    ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFİ YAPI Şanlıurfa ilinin
    Güneybatısında yer alan şirin bir ilçedir. İl merkezine
    uzaklığı 45 km'dir. 1 bucağı, 11 Nisan isimli beldesi, 77
    köyü ve 153 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus
    Sayımına göre nüfusu 80 bin 845' tir. ( İlçe Merkezi :
    44 bin 100, Köy Nüfusu : 36 bin 745 ). Rakımı 537m’dir.
    Batısında Birecik, kuzeydoğusunda Şanlıurfa, güneydoğusunda
    Şanlıurfa, güneyinde 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile
    sınırları çizilmiş 72 Km uzunluğundaki Suriye Sınırı ile komşu
    olup; batı, kuzey ve doğudan Güvercik, Cudi ve Devreş Dağları ile
    çevrilidir. Bu dağlar arasında bulunan ve 706 Km2'lik düz
    bir araziye sahip olan Suruç, bugün önemli bir tarım
    merkezi durumundadır. Suruç’ta hakim ovanın dışında,
    doğudan batıya çok yüksek olmayan kıraç dağınık
    tepeler yer almaktadır. Ova toprakları alüvyonlarla kaplı olup
    kalkerli bir yapıya sahiptir. Suruç yöresinde genellikle
    kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Gece ile
    gündüz yaz ile kış ortalama sıcaklığı arasında
    büyük farklar vardır. Yıllık sıcaklık bazen 40 dereceyi aşar.
    En soğuk ay olan Şubat ayında ise sıcaklığın bazen sıfırın altına
    düştüğü görülmüştür. İlçede
    yaygın bitki örtüsü steptir. İlkbahar yağmurları ile
    yeşeren ve yaz sıcaklarında sararan cılız otlar, papatya, gelincik,
    yabani buğday, semizotu, hardal, çiğdem, kekik, deve dikeni,
    meyankökü en çok rastlanan bitkilerdir. Son yıllarda
    ****** Barajı’nda su toplanmaya başlanılmasıyla birlikte
    iklimde hissedilir derecede değişiklikler olmuştur. Önceki yıllara
    göre yörede, yazları nem miktarı artmıştır. Yağış şekli
    değişmiş, yağmur yağışı yoğunluk kazanmıştır. Suruç
    ilçesi; özel coğrafi konumunun elverişliliği sayesinde uzun
    zaman uzak ülkelerle bağlantı kurabilmiştir. İlçe, Ön
    Asya’yı Avrupa’ya bağlayan ticaret yolları üzerinde
    kurulmuş olması dolayısıyla kara ulaşımı bakımından önem arz eder.
    Eski adı İpekyolu olan ve bugün E-24 karayolu denilen transit yol,
    Suruç sınırları içerisinden geçmektedir. Ayrıca,
    İlçe Merkezine 10 km uzaklıktaki Mürşitpınar
    Köyü'nde bulunan ve bölgeyi birbirine bağlayan demiryolu
    üzerindeki istasyon da, Suruç’un bölge
    içerisindeki ticaret ve ulaşımdaki köprü vazifesini
    daha da pekiştirmiştir. KÜLTÜREL YAPI Suruç’ta
    nüfus hayli yoğun olmasına rağmen, ilçede, sosyal yaşantıya
    renk katacak, sosyal tesisler, piknik alanları, spor tesisleri,
    kültürel aktiviteler gibi sosyal hayatımızı etkileyen
    tesisler oldukça sınırlı kalmaktadır. Sıra geceleri, bilge
    sohbetleri, onların hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. İşte
    gönül dostu, dost insanların bu manada sosyal yaşamı
    oldukça canlıdır. İlçede halkımızın dinlenme ve sosyal
    faaliyet gösterdiği yerler şunlardır: Kaymakamlıkça
    yaptırılan Aile Çay Bahçesi, Askeri Gazino, Öğretmen
    Evi, Belediye Aile Çay Bahçesi, Üçpınar
    Piknik Yeri, Büyük Ziyaret Köyü Piknik ve
    Ziyaretgahı, Belediye Konferans Salonu. Suruç’ta
    Gelenekler Suruç’ta günlük hayat oldukça
    renkli ve canlıdır. Suruçluların, sosyal ve günlük
    yaşantılarında başka yerlerde olmayan, özellikler ve motifler
    vardır. Günlük hayat çoğu kez mevsimlere göre
    değişir. İlçe merkezi ile kırsal kesimdeki yaşantı arasında
    farklılıklar gözlenir. Günlük yaşantıyı genel bir
    çerçeve içersinde değil de, temel
    özelliklerine göre ele almak daha doğrudur. Sıra Gezmek-Sıra
    Gecesi Türkiye’de sıra gezme geleneği yalnızca
    yöremizde vardır. Genellikle kış geceleri sıra gezilir. Her gece
    gezilebildiği gibi gün aşırı yada haftanın birkaç gecesinde
    de olabilir. Sıra gezecek arkadaşlar, akran ve çok samimidirler.
    Genelde aynı meslek grubundan aynı esnaftan olurlar. Sıra gezenler
    evlerinin birbirlerine pek uzak olmamasına dikkat ederler.
    Çünkü soğuk ve yağmurlu kış gecelerinde gidiş-geliş
    zor olur. Sıra gezenler genellikle 5 ile 15 kişi olurlar. Yapılacak
    yemek, çiğköfte, tatlı ve meyveler daha önceden
    kararlaştırılır. İlk turda ilk sıradaki ne yaparsa sonuna kadar
    öyle gider. İkinci ve sonraki turlarda değişebilir. Oda Gezme Oda,
    sıra gecelerine çok benzer. Aynı çevrenin arkadaşları
    belirli bir yerde bir oda bulur ve sererler. Sergi için gerekli
    eşya ve malzemeleri ya çarşıdan ortaklaşa alırlar, ya da herkes
    evden bir şeyler getirir. Bir de işleri yapacak, etrafı temizleyecek
    bir adam tutarlar. Odada Cumartesi öğleden sonra ve Pazar
    günleri oturulur. Odaya her gece belirli bir saatte gelinir. Orta
    hizmetini gören adam, daha evvel gelir; temizliği yapar, mangalı
    ya da sobayı yakıp ısıtır. Acı kahveyi hazırlar, nargilelerini
    temizler. Odaya, sahaniye usülü yemek getirilebildiği gibi
    Harefene de yapılarak çeşitli yemekler ya da
    çiğköfte yapılır ve yenir. Odadaki yemekleri yemek
    yapabilenler yapar. Odada oyunlar oynanır, saz çalınıp,
    türküler ve gazeller söylenir. Sohbet edilir, hatıralar
    anlatılır ve kitaplar okunur. Oda genelde her gece açılır.
    Bilhassa yağmurlu ve soğuk kış günlerinin Pazarlarında oda
    alemleri çok güzeldir. İfrata kaçılmamak şartıyla
    odada çeşitli şakalar yapılır. Odaya sürekli gelenler
    arasıra arkadaşlarını da getirebilirler. Pazar günleri hava
    açık ve kıra gitmeye uygunsa oda arkadaşları hep birlikte kıra
    giderler. Bu bir köy olabileceği gibi, bahçe de olabilir.
    Bazı odalar devamlı olur. Yani yaz kış devam eder. Böyle odalarda
    mutfak malzemeleri, yemek takımları ve birlikte bulunur. Kilerde, yağ,
    bulgur, salça, tuz,biber, baharat ve pirinç gibi
    yiyecekler bulunur. Harefene Harefene, akran ve samimi arkadaşlar
    arasında yapılan yaren sohbetleridir. Varlıklılar ve gençler
    harefeneye pek itibar etmezler. Bu bakımdan harefene daha çok
    dar gelirliler arasında yapılır. Harefenede yapılan masrafları
    bölüşmek esastır. Tüm masrafları bir ya da ikişer kişi
    yapar, sonra bölüşülür. Harefene gündüz
    olabileceği gibi gece de eğlenceleriyle yapılabilir.
    Kirvelik-Sağdıçlık Türk toplumunda kirveliğin yeri ve
    önemi çok büyüktür. Yöremizde ise
    kirvelik çük daha başka anlamlar yüklenir, derin
    bağlar kurar. Oğlunu sünnet ettirecek ya da evlendirecek ailenin
    kirvesi yoksa, aile reisi çok iyi düşünerek, ailenin
    kirveliğini yapacak uygun birisini bulur. Seçilen adaya kirvelik
    önerilir. Aday genellikle öneriyi kabul eder. Zira, kirvelik,
    bir onur ve itibar meselesidir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye uygun
    bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine ya da
    delikanlının evlenmesine işrettir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye
    uygun bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine
    ya da delikanlının evlenmesine işarettir. Kirve hediyeyi hoşnutlukla
    alır. Sünnet söz konusu ise, çocuklarının sünnet
    elbiselerini yaptırır; evlenme ise, düğün, süpha, hamam
    yemeği ve diğer törenleri üstlenir. Düğünde damadın
    elbisesini giydirir. Düğünde damadın yanı başında bulunur ve
    süpha ziyafetinde damat ile beraber tahta oturur. Aşçıya,
    davulcuya, berbere, kahveciye ve gereken yerlere damat ile birlikte bol
    bol bahşiş verir. Damadın gerdeğe konulmasında bulunur.
    Düğünden sonra uygun bir hediye ile evli çifte
    ziyarete gider. Kirve, ailenin kirvesidir. Genellikle aileler arasında
    çok sıkı ilişkiler kurulur. Bu ilişki, kan bağı kadar yoğun ve
    güçlüdür. İki aile artık birbirinden kız alıp
    veremez. Kirvenin saygınlığı ve otoritesi tartışılmaz. Kirvelik,
    babadan oğula geçer. Eğer arada çok önemli bir
    problem çıkmaz ise kirvelik bağı asla kopmaz, 5-10 kuşak
    ötelerden gelen kirvelikler vardır. Kirvenin oğlu olmaz ise
    kendisinden sonra kirvelik de noktalanmış olur. Giyim Kuşam
    Suruç’ta geleneksel giyim-kuşam güncelliğini ve
    yaygınlığını korumaktadır. Kadınlarda çarşaf ve ehram,
    erkeklerde ise şalvar en önemli geleneksel giysilerdir. Geleneksel
    Kadın Giyimi Başa, yaşmak denilen ipekli başörtüsü ile
    kara eşarp bağlanır. Eşarp, ağzı üstünde elle tutarak (iki
    parmakla) örtülür. Buna “bürük”
    yada “bürüklenme” denir. Genç kızlar
    çarşafa girmeden önce “fıta” ya girerler.
    “Fıta” da bir çeşit örtüdür.
    Genç kızlar, al fes üstüne puşu takarlar. Genç
    kızların başörtüsüne de “şarpa” denir.
    Üstüne “neçek” yada “yaşmak”
    bağlanan tepelik biçimindeki altınlarla süslü gelin
    başlıklarına da “köfü” denir. Köylerde alına
    puşu bağlanır. Üzerine “yaşmak” bağlanır. Uzun etekli
    entarilerin üstüne zengin kesimlerde kadifeden sırma işlemeli
    ve dize kadar uzanan ceketler giyilir. Köylülerde kadınların
    entarileri ayak topuklarına kadar uzanır; içte dokuma kumaştan
    yakasız gömlek giyilir; ayağa “kalıç” denen
    potin giyilir. Topuksuz ağzı geniş pastal da yaygındır. Bel bağı da
    kadınların bir aksesuarıdır. Genellikle altından olan kadın
    takımlarının başlıcaları şunlardır: ahıtma, bilezik, enselik,
    gümüş kemer, gerdanlık, hızma, halhal, kelep levzik, tepelik,
    üç kor ve maşallah. Bu takılar göğse, ele, boyuna,
    buruna, parmağa, ayak bileğine ve alına takılır. Geleneksel Erkek
    Giyimi Erkek giyiminde önü kapalı, göğsü
    açık entariler, abani, cebeliye, çıta, atla,
    yandı-döndü, ipekli, alaca kutnu gibi değerli kumaşlardan
    yapılır. Açık kalan göğüs, “sıkma” denen
    bir yelek çeşidi ile örülür. Kış aylarında
    yün dokumadan “ “aba” giyilir.
    “arakçın” denen takke işlemeli puşu,
    “cemadan” denen bir örtü, cemadanın
    üstünde sırma işlemeli keçi kılından burma
    “igal” geçirilerek oluşturulan başlıklar,
    bugünde yaygınlığını (özellikle köylerde) korumaktadır.
    Gömlek, şalvar yanında yerli giyimde bel kısmına özel
    kumaştan yapılan “kuşak” sarılır. Erkekler takı olarak
    gömleğin iç kısmında, içinde çeşitli ayetler
    bulunan ve “hamaylı” denilen bir deri takı, pazvent ve
    gümüş yüzük takarlar. Kırsal kesimde ise altın
    yüzük takarlar. Halk Oyunları Suruç mahalli oyunlar
    bakımından oldukça zengindir. Çevrede oynanan oyunlar,
    genelde davul, zurna eşliğinde oynanır.Belirli oyunlar şunlardır:
    Govend, gırani, tek ayak, çiftayak, mışko, simir, terge,
    çeçen kızı, kımıl, çüllür, hasandağı,
    hocaki, seylan, düz çep, kartelki, esmer ve keriboz
    Suruç halk oyunları da Şanlıurfa’nın
    kültürü ile yoğrulmuştur. Tarlalarda erkekler
    çalışır. Kadınlar onların yemeklerini hazırlar, bazen beraber
    çalışırlar. Yine gelinler, gelin adayı, kızlar ve kadınlar
    çobanın yanık kavalının sesine doğru ellerinde süt
    bakraçlarıyla yollara düşerler. Bu oyunlar
    düğünlerde, toplantılarda ve kırlarda oynanır. Kadın , erkek
    ayrı veya karışık olarak el ele tutuşarak beraberce, sakin hareketlerle
    oyun oynarlar. Sadece halay başını çeken “Peşkeş”ler
    çok fazla hareketli görünürler
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm

    Şanlıurfa Kültür
    [b]
    1317 Yarihli Halep Salnamesinde Urfa Sancagı-Makale-Bekir Utan


    TARİHLİ HALEP SALNÂMESİNDE URFA SANCAĞI (1) Bekir UTAN
    Araştırmacı Urfa kazası Dügerlü, Oyumağaç,
    Çaykapu, Bozâbâd, (2) Kabahaydar namlarında 5
    nahiye-i ve nevâhi-i mezkûre 407 Kariyeyi muhtevidir.
    Arazisi umumiyet üzere mahsuldar olmakla arpa, buğday, mercimek
    vesair envâ’ hubûbat hasıl olur. Urfa şehrinde pamuk
    ve iplikden Â’lâmaşlah, beyaz şal, âbâ,
    gâyet dayanıklı beyaz ve kırmızı bez bakıra müteallık her
    nevi evânî seğtiyan, kavesâle imal olunur. Urfa
    kazasında 1 hükmet konağı, 2 kışla, 3 karakolhane, 1 hastahane, 1
    telğrafhane, 58 cami’ ve mescit, 4 tekkiye ve zaviye, 11 kilise
    ve manastır, 1 havra, 31 mektep, 11 medrese ve kütüphane,
    9937 hane, 2052 dükkân, 32 han, 18 fırın, 43 çeşme ve
    sebil, 14 hamam, 51 değirmen, 1 fabrika, 1 çayır, 295 arsa, 261
    bahçe, 3414 bağ, 4 mera vardır. Urfa şehrinin ebniyesi
    kâr-girdir. Urfa şehrinde Ayn-züleyha, Halilürrahman
    namlarında iki su nebeân edip derûn-i şehirden
    geçerek şehrin cenûb cihetinde bürke-i İbrahim
    Aleyhisselam denilen küçük göle akarlar.
    Bozâbâd nâhiyesinden zuhûr eden Kehriz
    çayı dahi Urfa’ya cereyân eyler. Urfa’ya
    nâzır dağın eteğinde bir âtîk kal’â olup
    bu kal’ânın şehre hâkim olan burcu üzerinde
    Nemrud’un Hazreti İbrahim Aleyhisselamı ateşe atmak
    içün yaptığı yekdiğerinden tahminen on adım fasılalı iki
    mancınık amûdî ve üzerlerinde hat ve nakış eseri
    vardır. Urfa kenarında Hazreti İbrahim Aleyhisselamın
    kademnihâde-i âlem-vücud oldukları mağara mevcut ve
    Mevlid Halil namıyla mâruftur. Bir de bu mağaranın yanında bir
    mağara daha olup valideleri Hazreti Sara müşârün ileyhi
    büyütmüştür. (Bürke-i İbrahim Aleyhisselamın)
    etrafı bir mızrak umkunda kazılacak olsa kül zuhur eder. Bu ise
    orasının ateşgede-i Nemrut olduğuna delil gösterilir. Eski zamanda
    Mecûsiler’in en büyük ateşgedesi Urfa’da
    idi. Bu ateşgedenin içinde mabutları olan Şems’i takdisen
    daima ateş yakarlar ve karşısına geçip ibâdet ederler idi.
    Müverrihinden bir takımı Urfa’nın Miladdan 2000 sene evvel
    Babil padişahı Ramis yani Nemrut cânibinden ve bazıları da
    Miladdan 400 yıl mukaddem Selefkeluler tarafından bina idiği zabt ve
    tahrir eylemişlerse de Urfa’nın Hazreti İbrahim Aleyhisselam
    zamanında mevcud ve kütübi mukaddesede mezkûr olmasına
    göre binası pek eski olduğu derkârdır. Urfa bir
    def’â külliyen harab olarak şimdiki heyeti ikinci
    hâl-i mamûriyeti olup ahalisinin asılları
    Diyarbekir’den gelmişlerdir. Urfa’da birinci hal-i
    mâmuriyetinde bir cesim Manastır ile 300 deyr var idi.
    Mezkûr Manastırda Hrıtiyanların zannınca Hazreti İsa
    Aleyhisselamın vechi mübârekelerini silip de sûret-i
    sâadetlerinin mün’akis olduğu mendil mevcud olup
    mezkûr mendili Hülefâ-i Abbâsiye’den
    Mütki Billah (3) 331 sene-i hicriyesinde (4) İstanbul imparatoruna
    bilirsal mükabilinde külliyetli üsera-i İslamiye
    istihlas eylemişlerdir. Urfa’nın Selekeluler tarafından vatan-ı
    aslileri olan Makadonya’nın merkezi bulunan Eydasa’ya (5)
    müşâbehetinden kinaye olarak Eydasa ve bir aralık
    çeşme manasına olan Kalirüha (6) namı verilmişdi. Reha namı
    bunun muhaffefi, Urfa namı da Reha’ nın gâlâtı olsa
    gerektir. Urfa’ya Selefkelulerden mukaddem Antakya dahi denmiş
    ise de muahheren Eydasa, Kalirüha isimleri anı unutturmuştur. Bazı
    tarihlerde Eydasa’dan gâlât olarak Edes
    Urfa’dan galat olarak Rafiya deyu muharrerdir. Şurası da hatırdan
    çıkmasın ki : Urfa’nın en eski adı Ur-el Keldanin (7)
    veyahut Ur’dır. Hatta Tevrat’ta Ur-el Keldanin ve
    İncil’de Ur namı ile mezkûrdır. Ve Ya’kûbiye
    mezhebinin mahall-i zuhûridir. Urfa şehri mürûr
    âsâr ile Selefkelulerin ecza-i hanedanından bazılarına ve
    muahheren Yekar Dinlan hükümdarına makerr-i hükümet
    ve sonra Roma’lılara merkez-i eyalet olmuşdu. Roma’lılar
    zamanında Urfa’da bir çok silah kârhâneleri ve
    debuyeleri var idi. Urfa giderek Sasani’lerin ve Hazreti
    Ömer Radiyallahu Teala Anhu efendimiz zamanı hilâfetlerinde
    Arapların sonra Selçukilerin ve Ehli Salib’in ve muahheren
    Türklerin, İranilerin eline geçtikten sonra 921 tarihinde
    idâre-i âdile-i Osmaniye’ye intikal eyledi. Urfa
    kazasına tabi Harran nâhiyesinde meşhur Harran beldesinin
    harâbezâri bulunur. İş bu Harran’a mukaddimen Hazreti
    İbrahim ile Hazreti Lut Aleyhima Selamın pederleri Hâran hicret
    eylemiş olduğundan Harran denmiştir. İş bu Harran evleri
    Sabîilerin yani Nücûme perestiş eden Babillilerin
    bilâd-ı meşhuresinden olup derûnunda
    Hermes(8) namında bir heykel ve diğer heykeller var idi. Mâmafih
    iş bu Harran’ da bir tepe ve anın üzerinde Sabiilerin bir
    mâbedi mevcud idi. Bu tepeye Tel-İbrahim itlak olunur. Nahiye-i
    mezkûrede rivâyete nazaran Huşeng Şah’ın (9) binası
    olarak bir kale harabası olduğu mervidir. Urfa kazasından Ayniarus,
    Nehr-i Cülab, Belih namında üç nehir çıkıp
    Fırat’a karışırlar. Ve her üçünün
    menba’ı Ayn-i Arus’ tır . Buna da Ayn-i Arus denilmesi
    (Hazreti İbrahim Aleyhisselamın zevce-i muhteremesi Hazreti Sâra)
    ile zifâfhânelerinin orası olmasından ileri gelmiş imiş.
    Halen (Hazreti İbrahim Aleyhisselamın) orada makamı vardır. Direkli
    dağından ve cibâli saireden yağmur yağdığı sırada cereyan eden
    sel suları vaktiyle şehri basar imiş. Şu mahzûrun def’i
    için memlekete bir çâryek mesafede erbâb-ı
    hayr tarafından bir set çekilmiş ve memleketin şimâl
    cihetinden de bir hendek hafr ettirilmiş ki mevsiminde cereyan eden sel
    suları o hendeğe akıp gitmekte ve bahçelerin
    müntehâsında mahv olmakda ve bu hendeğe elyevm Karakoyun
    namı verilmektedir. Üzerinde üç büyük ve bir
    küçük köprü vardır. Bir de Çaykapu,
    Oyumağaç nahyelerinin bazı mahallerinde feth-i
    İslâm’dan evvel yapılmışa benzer kulübe şeklinde
    ebniye-i atîke vardır. Harran nahyesinde Tek dağında bir
    büyük mağara vardır. İşitildiğine göre şimdi
    harâbezâr olan Harran şehri cesîmenin bütün
    enkazı burada kat’ ve nakl olunmuş ve ne kadar gidilse
    nihâyetine varılamaz imiş. Urfa’nın cihet-i
    cenûbiyesinde ve bir buçuk saat mesâfesinde bir dağ
    üzerinde Deyr- Ya’kûb isminde bir manastır harabesi
    olarak bir iki kulübesi vardır. Nemrud ara sıra oraya giderek bir
    müddet kalır imiş. Vechi tesmiyesinde Hazreti Yakup Aleyhisselamın
    buralardan esnâ-i mürûrında bir gece orada beytutet ve
    müsâferet buyurmaları imiş. Urfa’nın Samsat, Harran,
    Beg, Sakıb Sarayı, Yeni Kapı isminde altı kapısı (10) vardır. Bunlardan
    başka iki kapı daha var ise de vaktiyle Cennet mekân Sultan Murat
    Han-ı Rabi’ Hazretleri Bağdat’a gider iken Urfa’ya
    teşriflerinde birinden duhûl ve diğerlerinden hurûc etmiş
    olduğundan dolayı ikisi de kapatılmıştır. NÜFUS İDÂRESİ
    KUYÂDÂTINDAN ÇIKARILAN URFA SANCAĞININ NÜFUS
    CETVELİ KADIN ERKEK TOPLAM İSLÂM 26.113 25.821 51.934 ERMENİ
    KATOLİK 102 53 155 ERMENİ 3.485 4.870 8.355 SÜRYÂNİ 486 609
    1.095 PROTESTAN 208 282 490 ECNEBİ 200 276 476 YAHUDİ 162 175 337
    YABANCI 169 741 910 TOPLAM 30.925 32.817 63.742 SÖZLÜK:
    A’lamaşlah : Başa takılan bir çeşit örtü.
    Âlem- vücud : Dünya alemi. Amkında : Derinliğinde.
    Amûdî : Dik olan, dikine bulunan. Âsâr :
    Asırlar, yüzyıllar. Ateşgede : Ateşe tapanların ateş yaktıkları
    tapınak. Ateşgede-i Nemrut : Nemrud’un taptığı ateş. Atîk :
    Eski. Âtîkâ : Eski, antika değeri taşıyan. Bakıra :
    Bir tür giyecek kumaş. Beytutet : Geceleme. Bilâd :
    Beldeler, şehirler. Bilâdı meşhûre : Meşhur beldeler.
    Bilirsal : Gönderilişle. Bürke-i : Havuz, göl. Canib :
    Taraftar. Cenûb : Güney. Cesîme : Büyük,
    ulu. Cibal : Dağ. Çaryek : Çeyrek Debuye : Depo, ambar.
    Derkâr : Malum, açık, aşikar. Derûn :
    İçinden, iç kısmından. Deyr : Hıristiyan manastırı,
    kilise. Duhûl : İçeriye girme. Ebniye : Binalar, yapılar.
    Ecz : Cüzler, kısımlar. Ehil : Halk, ahali. Ehl-i Salib :
    Haçlılar. Elyevm : Bugün. Enva’ : Çeşitli.
    Erbâb : Sahipler. Esnâ-i Mürûr : Geçiş
    sırasında. Evani Seğtiyan : Bir çeşit deri. Eydasa : Selanik
    vilayetinde şimdi Vavdine Dinlan kasabasıdır. Gâlat :Yanlış,
    bozukluk, hata. Hafr : Kazma, eşme. Hârâbezâr :
    Harabeleri, viraneleri. Heyet : Hal, durum, şekil. Hurûc :
    Çıkma, dışarı çıkma. Hülefâ-i Abbâsiye :
    Abbasi halifelerinden. İstihlas : Kurtarılma, bir şeyi mal edinme.
    İtlak : Adlandırma, isimlendirme. Kadem nihade : Ayak basmış, gelmiş
    olan. Kâr-gir : Taştan yapılmış bina. Kârhâne :
    İşyeri, fabrika. Kariye : Köy. Kat’ : Kesme, kesilme,
    biçme. Kavesale : Kösele. Kinaye : İmalı, üstü
    kapalı. Kuyûdât : Kayıtlar. Külliyen :
    Büsbütün, tamamıyla. Kütüp : Kitaplar.
    Kütübü mukaddes : Kutlu kitaplar. Mâbut :
    Kendisine ibadet edilen. Mahsuldâr : Verimli, bereketli. Makerri
    : Merkez, başşehir. Mâmafih : Bununla beraber. Mamuriyet : Mamur
    olma hali. Maruf : Bilinir. Menbâ : Kaynama yeri. Mervi : Rivayet
    olunan, söylenen. Mezkûr : Zikredilen, adı geçen,
    anılan. Muahheren : Sonradan. Muhaffef : Hafifleştirilmiş Muharrer :
    Yazılmış, yazılı. Muhtevi : İhtiva eder, içine alır. Mukaddem :
    Önce. Mün’akis : Aksetmiş, yansımış. Müntehâ
    : Son, nihayet. Mürûr : Geçmiş, sona ermiş.
    Mürûr âsâr : Geçmiş asırlar.
    Müsâferet : Misafirlik, konukluk. Müşabehet : Benzeme,
    benzeyiş Müşârünileyh : Adı geçen. (Yani Hz.
    İbrahim’i) Müteallik : Bağlı, ait. Müverrihinden :
    Tarihçilerden. Nâzır : Bakan. Nebeân : Kaynayan,
    yerden çıkan. Necm : Yıldız. Nücume perestiş : Yıldızlara
    tapan. Nevahi-i mezkure : Adı geçen bucaklara. Perest : İbadet
    eden, tapan. Saire : Diğer, başka, öteki. Sûret : Surat,
    yüz, çehre. Sûret-i saâdet : Mutlu
    yüzleri. Şimal : Kuzey. Şems : Güneş. Şems-i takdisen :
    Güneşi kutsal sayarak . Tabi : Bağlı. Tahrir : Kaydetme, yazma.
    Takdis : Mukaddes sayma. Tesmiye : İsimlendirme, ad koyma. Teşrif :
    Şereflendirme, gelme. Umkunda : Derinliğinde. Üsera : Esirler.
    Vatan-ı asliye : Esas memleket. Vech : Yüz, çehre. Vechi
    mübarekeleri : Bereketli yüzleri. Vechi tesmiye :
    İsimlendirmesinde ad koyma tarzında. Yekdiğeri : Birbiri. Zifafhane :
    Gelinle güveyin gerdeğe girmesi. Zuhur : Meydana çıkan.
    DİPNOTLAR : 1. Şanlıurfa Halep Vilayetine bağlı bir sancak iken, Halep
    Vilayeti adına hazırlanmış olan Hicri 1317 (Miladi 1897 tarihli) Halep
    Salnamesinin, Şanlıurfa ile ilgili 295-299’ıncı sayfalarının
    aynen çevirisidir. Toplam 355 sayfa olan Salnamenin kitap
    kapağındaki ismi “ Salname-i Vilayet-i Haleb.
    Binüçyüz onyedi sene-i hicriyesine mahsustur.
    Yirmiyedinci defa olarak matbaa-i Vilayette tab olunmuştur.” 2.
    Bozabad : Bugünkü Bozova. 3. 21. Abbasi Halifesi El
    Mütteki-Lillah (940-944) 4. Miladi 943 yılına tekabül eder.
    5. Doğrusu Edessa’dır. 6. Doğrusu Kalirua’dır. 7.
    “Keldaniler’in Ur’u” 8. Eski Yunan
    mitolojisinde bir Tanrı. 9. İran mitolojisinde bir kahraman. 10.
    Osmanlıca metinde beş kapının ismi verilmiştir.
    [/b]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:26 pm

    Urfa Ağzı-(şive)Makale-Mustafa Acar
    URFA AĞZI Mustafa ACAR Şanlıurfa Kız Meslek Lisesi Edebiyat
    Öğretmeni Muharrem Ergin dilin tanımını şöyle yapıyor: "Dil,
    insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları
    içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren,
    koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir kurum; seslerden
    örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda
    atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir." Dilin
    canlı bir varlık olması, o dilin içinde belirli değişikliklerin
    oluşmasına sebep olur. Bu sebepten dolayı çeşitli coğrafik
    bölgelerde aynı dili konuşan kişiler arasında belirgin
    farklılıklar ortaya çıkar. Urfa Ağzı Azeri şivesi dil sahasına
    giren ağızlardandır. Buna binaen Türkiye Türkçesi yazı
    diliyle epeyce farklılıklar gösterir. Urfa Ağzı, kendi
    özelliklerini günümüzde de koruyabiliyor mu
    sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap hayır olacaktır. Televizyon
    kanalları, radyo vb. iletişim araçlarının çoğaldığı
    günümüzde medyanın da etkisiyle dilde hızlı bir şekilde
    değişim meydana gelmektedir. Biz bu değişim içinde Urfa Ağzını,
    yaşları 50 ve daha yukarı olan neslin kullandığı haliyle incelemeye
    çalışacağız. Neden bu yaş grubunu seçtiğimize gelince;
    yeni yetişen nesil, Urfa ağzıyla konuşmayı sevmemekte ve bunu kompleks
    haline getirmektedir. ılk çalışma olarak Urfa Ağzı
    Transkripsiyon Alfabesini çıkarma ihtiyacını hissettik. Yazı
    Dili Urfa Ağzı a a - ‘ (Arap alfabesindeki ayn harfi ) b b c c
    ç ç d d e e - é (Kapalı e) f f g g ğ - - g (Arap
    Alfabesindeki ğayın harfi) h h - h (ha) (h'nin altına bir nokta
    koyulacak) - h (hı) ı ı i i j j k k - k (kaf) l l m m n n - ng o o
    ö ö p p r r s s ş ş t t u u ö ö v v y y z z Bu
    alfabeye baktığımızda gözümüze ilk çarpan ayrılık
    (ayın) sesinin Urfa ağzında varlığıdır. Bu ses Arapçadan
    dilimize girmiş kelimelerde belirgin bir şekildedir. ‘erıza =
    arıza , be‘zı = bazı , ‘esker = asker , ‘ekaza =
    (baston) , ‘eriş = (asma) , ‘etebe = (kapı eşiği) é
    işaretiyle gösterdiğimiz “kapalı e” ler yazı dilimizde
    söyleniş olarak varlığını sürdürmekte fakat alfabemizde
    bulunmamaktadır. éşik = eşik , véran = viran , él
    = (yabancı) Urfa ağzında ğ sesi yoktur. Bunun yerine Arapçadaki
    gayın sesi mevcuttur. Bu ses kalın ünlülerle söylenir.
    Yumuşak ünlülerle bu sesin yerini yazı dilimizdeki g sesi
    alır. agız = ağız bagçı = bağcı agla = ağla deg- = değ- igit =
    yiğit degil = değil Ha sesi Arapçadan giren kelimelerde bulunur
    ve boğaz sesi olarak telaffuz edilir. Hek = Hak heyat = hayat hemam =
    hamam hesret = hasret Hı sesi ise Urfa ağzında kelime sonlarındaki ka
    sesinin bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Ayrıca Arapçadan
    dilimize giren kelimelerde de bu ses kullanılır. Fıstıh = fıstık barmah
    = parmak ahmah = akmak Yazı dilimizdeki kalın ünlülerle
    söylenen ka sesi Urfa ağzında ince ünlülerle de ka
    (Arapçadaki kaf) şeklinde telaffuza girer. kerbigit = (fakir,
    yoksul) kerı = (yaşlı kadın) kenne = (cam) Yazı dilimizde olmayan fakat
    bazı ağızlarda karşımıza çıkan “nazal n” dediğimiz
    Osmanlı alfabesindeki Kâf-ı nunÎ Urfa ağzında bazı
    kelimelerde ng harf grubuyla söylenir. yengi = yeni beng = ben
    (ciltte oluşan küçük siyah nokta) Yaptığımız bu
    açıklamalara göre Urfa Ağzı Alfabesini ünlü ve
    ünsüz harfler diye sınıflandırırsak; ÜNLÜ HARFLER:
    KALIN ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı a a ı ı o o u u ıNCE
    ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı e e - é i i ö ö
    ö ö ÜNSÜZ HARFLER Yazı dili Urfa Ağzı - ‘ b b
    c c ç ç d d f f g g ğ - - g (gayın) h h - ha - hı j j k k
    - k l l m m n n - ng p p r r s s ş ş t t v v y y z z Tablosuyla
    karşılaşırız. Bu tabloları incelediğimizde ince ünlü
    harflerde kapalı e dediğimiz é sesi fazla olduğundan
    ünlü ses sayısı Urfa Ağzında dokuzdur. Ünsüz
    seslerde ise (ayın), g (ğayın), h (ha), h (hı), k (kaf), ng
    (kâf-ı nuni) harflerinin fazla olduğu ve ğ harfinin ise
    bulunmadığını görüyoruz. Buna göre Urfa Ağzı Alfabesi 9
    harf ünlü 26 harfi de ünsüz olmak üzere toplam
    35'dir. Urfa ağzında büyük ses uyumu yaygındır. ısim ve
    sıfatlardaki ilk hecelerin sesli harfleri kalınsa, diğer hecelerdekiler
    de kalın, ince ise diğerleri de incedir: Alma, havla, zalım, zulum,
    bayaz, dellek (Elma, helva, zalim, zulüm, beyaz, tellak) gibi
    kelimeler birer örnek teşkil ederler. Fiillerdeki (mek, mak)
    mastar ekleri ister kalın, ister ince olsun Urfa ağzında (mah) olarak
    yerleşmiştir: Gelmah, getmah, yatmah, kahmah (gelmek, gitmek, yatmak,
    kalkmak) gibi.. Bunlardan başka Urfa ağzını simgeleyen bazı hususları
    da şöyle sıralayabiliriz: - Ci ve cü ekleri çi, cı;
    demirci (demirçi), kömürcü
    (kömürçı), kahveci (kahveçi) olur. - Cu eki
    çı; kuyumcu (kuyımçı), oduncu (odınçı) şeklinde
    söylenir. - Bazı kelimelerin başındaki (b) harfi (p) olarak
    okunur. Bozuk (pozıh), bakır (pakır) gibi. - (d) harfi (t) şeklinde
    söylenir. Dükkân (tüken), döken (töken),
    diken (tiken) v.s. - Bazen baştaki (p) harfi (b) gibi değerlenir. Pişen
    (bişen), poyraz (boyraz), patlıcan (balcan) v.s. - Genel yazı dilinin
    yalnızca ikinci tekil (n) sesleri (y) sesine dönüşür.
    Baban (babay), amcan (amcay-emmiy), yengen (yengey). - (g) sesi kelime
    başlarında (k) gibi okunur. Gömlek (köynek), gölge
    (kölge), keçi (geçi), kişi (gişi) şekline
    dönüşür. - Kelime başlarındaki (y) sesi çoğu
    zaman düşer. Yüksek (üskek), yürek (ürek),
    yüzük (üzik), yüzen (üzen) v.s. - Sessiz
    harfler arasında yer değiştirmeler de olur. Ekşi (eşki), ağrı (arğı),
    sofra (sırfa), çıplak (çılpah) v.s. Aynı zamanda folklor
    zenginliğimizin de bir ifadesi olan Urfa ağzı ile söylenmiş bazı
    kelimeleri hatırlatalım: Ağbatı: Darısı Arahçın: Takke,
    külah Behteniz: Maydanoz Bayah: Demin, biraz önce Bibi: Hala
    Bürük: Yüz örtüsü Cemel: Duvar
    Çındır: Sinir Çizo: Zayıf, sıska, kısa
    Çörten: Yağmur oluğu Deleme: Topaç Gedemeç:
    Eşik, papuçluk Hapan: Çok acıkmış Harhut: Bozuk Has:
    Marul Kabala: Götürü Kerip: Yabancı, yerli değil
    Kınıfır: Karanfil Mibar: Turfanda Pehkem: Kuvvetli Sapkana:
    Hiçbir zaman, şimdiye kadar Serinç: Sarnıç
    Siyrınçah: Kaygan Suhra: Angarya Taka: Pencere Teberik: Hatıra
    eşya Tetirbe: Çıkmaz sokak Tırrêfe: Alıngan
    Üsküre: Büyük tas Yanfırı: Eğri, çarpık
    Zahar: Galiba Zerzembe: Kiler Zuvah: Sokak
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm

    Şanlıurfa Kültür Tarihine Kısa Bir Bakış
    1992 yılında Balıklıgöl yakınında bulunan ve
    “Balıklıgöl Heykeli” olarak adlandırılan heykelin
    13.500 yıllık olduğu ve dünyanın en eski heykeli olduğu
    anlaşılmıştır.
    ****** Barajı göl alanı altında kalan
    Nevali Çoli ve Şanlıurfa’nın Göbeklitepe
    bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, 11.500 yıl öncesine
    ait taş kabartmaların ve heykellerin dünyanın en eski plastik
    sanat eserleri olduğu kabul edilmektedir. (1)
    13.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Urfa,
    birçok milletlerin hakimiyetinde kalmış, birçok
    medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunun tabii bir sonucu olarak da
    köklü bir kültür yapısı oluşmuştur. Bu kadar uzun
    bir tarih içinde oluşan Urfa kültür yapısını
    incelemek, elbetteki başlı başına ayrı bir çalışma konusudur.
    Biz, bir fikir vermesi bakımından Urfa kültür tarihini
    özetlemeye çalışacağız.
    Kültür; “gelenek halindeki her türlü yaşayış,
    fikir ve sanat varlıklarının toplamı”dır(2). Bir başka ifade ile
    kültür, “bir milletin kimliğidir”, halk arasında
    doğar, yüzyıllar boyu içinde toplumsal, tarihsel ve
    evrensel değerlerle beslenerek oluşur. Kültür yüzyıllar
    içinde oluştuğuna göre, tarih içinde Urfa’da
    hakimiyet kurmuş devletlerden bahsetmemiz yerinde olacaktır.
    Urfa’da hakimiyet kurmuş devletleri tarih sırasına göre
    şöyle sıralayabiliriz; Urfa; milattan önce Ebla, Akkad,
    Sümer, Babil, Hurri-Mitanniler, Arâmîler, Assur,
    Keldâni, Med, Pers, Makedonya Krallığı, İskender, Seleukos
    Krallığı, Parth Krallığı dönemlerini geçirmiştir. Milattan
    sonra Edessa Krallığı, Roma, Bizans, Sâsâni Krallığı
    dönemi geçirmiştir.

    Akkadlar, Akkadca (Doğu sami dili MÖ XXIII yy dan sonra),
    Sümerler’in yazı ve konuşma dili Sümerce (MÖ
    4.000-3.000) (yazı dili)(3), Asurlular (Asur dili), Babilliler (Babil
    Dili), Arâmîler (Arâmîce, Aramca)(4) Latince,
    Farsça, Süryanice, Nebatice (Aramice’nin
    özellikle Arapça’ya yakın kolu) bu dönemlerde
    yazı ve konuşma dilleri olarak sayılabilir. Putperestlik, Sabiilik
    (Yıldızlara tapan) ve milattan sonra da Hıristiyanlık(5) dini bu
    bölgede hüküm sürmüştür.

    Halife Hz. Ömer zamanında İyad b. Ganem Urfa’yı 639
    tarihinde fethetmiştir.(6) Böylece Urfa 639-661 dönemi
    içinde İslam dinine mensup Arapların hakimiyetinde kalmıştır.
    “Bölge ve şehirde oturan halk bu tarihte İslamiyet’i
    kabul eder. VII yüzyıl ortalarına doğru Urfa’nın
    İslamlaşması ile kültürel yaşam formasyonu büyük
    ölçüde değişir”.(7)

    Urfa İslamiyet’le beraber önceleri Emevi daha sonraları da
    Abbasi kültürlerinin benzer uygarlıklarında yoğrulur.
    (Emeviler dönemi 661-750) Özellikle “Abbasi
    hükümdarı Halife Harun-el Reşid döneminde Batı’da
    Ortaçağın karanlık dünyası yaşanırken, Doğuda Bağdat,
    Diyarbekir, Harput ve Mardin yanında, Harran ve Urfa’da ilimde
    sanatta ve ticarette çok ileriye gitmiştir” (8) (Abbasiler
    dönemi:750-990), Arapların hakimiyeti ile bölgede İslamiyet
    dini, dil olarak da Arapça bölgede hüküm
    sürmüştür.
    Daha sonra Nûmeyrîler, Mervânîler, Bizans,
    Ermeni Philaretos dönemine rastlamaktayız. Urfa’da
    1087’den sonra Büyük Selçuklular dönemi
    başlamıştır. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmeleri
    Selçuklular’ın eline geçmesinden çok
    önceleri olmuştur. Kültür tarihi açısından
    önem arz ettiğinden bu konuya değinmek isteriz.
    “Selçuklu Devleti kurularak, özellikle batı
    yönünde fetihlerin başlaması ve dolaysıyla Anadolu’nun
    tamamen fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinden
    çok önceki zamanlarda (M.S. IV.yy sonlarına doğru)
    Anadolu’ya ilk Türk girişi, Hun Türkleri tarafından
    gerçekleştirilmiştir.”(9) “Kursık ve Basık
    adlarındaki iki başbuğun komutasındaki Hun atlı kuvvetleri, Erzurum
    üzerinden hareketle Karasu ve Fırat havzalarından Malatya’ya
    ulaştılar. Daha sonra bu kuvvetler, Çukurova’yı istila ile
    Orta-doğunun en sağlam surlarına sahip olan Urfa ve Antakya kalelerini
    başarısız bir kuşatmada bulundular” (10) “Hun
    Türklerinden sonra Sabar Türkleri (MS 508) Anadolu’ya
    girmişlerdir…. Hun ve Sabar Türklerinden sonra
    Anadolu’ya Üçüncü Türk girişi
    Türklerin VIII yüzyıldan itibaren özellikle Abbasiler
    devrinde, Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya
    getirilerek Bizanslılara karşı gazalarda bulunan gaziler arasında ,
    çok sayıda Müslüman Türkler vardır”(11)
    Buna göre;Türklerin Anadolu’ya gelişleri
    1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’nden çok
    önceleri başlamıştır. ”Anadolu’nun kaderini tayin eden
    Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu Sultanı Alparslan’a
    karşı savaşan Bizans hükümdarı Romanos Diogenes’in
    bayrağı altındaki Peçenek ve Uz (Hıristiyan Oğuz)
    Türklerinin bulunması sadece; Anadolu’da Türkmenlerden
    önce de Türk soyunun bulunduğunu gösterir” (12),
    “Türklerin Anadolu’ya akın akın girmelerinin temel
    sebebi; yaşadıkları yerlerde Moğol baskılarının artmasındandır. Yine
    fazlaca artan nüfusun, verimi sınırlı olan yurtlarında
    barınamamaları sonucunu yaratmış ve bu sonucun tabii seyri olarak da
    büyük Anadolu’ya Türk göçü
    doğmuştur. Tarihi kaynakların verdikleri bilgilere göre, bu
    büyük göç sırasında on binlerce Türkmen
    ailesi, kendilerine yurt aramak için Anadolu yollarına
    düşmüşlerdir. İslam Tarihçisi Zekeriya
    Kazvini’nin vermiş olduğu rakamlara göre 3 milyona yakın
    Oğuz Türk’ü Anadolu kapılarından yeni yurtlarına
    giriyorlardı.”(13)

    “Horasan’da Büyük Selçuklu Saltanatının
    kurulması ile başlayan büyük göçün
    Anadolu’ya getirdiği unsurlar yalnız göçebe unsurlar
    değildi. Anadolu’ya gelen Türkler arasında; Orta
    Asya’da çok eski zamanlardan beri köy hayatına, hatta
    şehir hayatına geçmiş her çeşit halk
    mevcuttu”(14)“Bununla beraber Türkmenler, Malazgirt
    zaferine kadar bu ülkede emniyetle oturamamışlardı”(15)

    26 Ağustos 1071 tarihinde Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın
    Bizans imparatoru Romanos Diogens‘e karşı kazandığı Malazgirt
    zaferi ile Anadolu kapıları ebediyen Türklere açılmış oldu.
    Yenilen imparatorla bir anlaşma yapıldı ve serbest bırakıldı. Bu
    anlaşmanın bir maddesi de “Malazgirt, Urfa, Antakya civarı ve
    Menbic (Halep ile Suruç arası) yöresi Türklere
    verilecekti. Fakat Romanos Diogenes’in yenilgisi üzerine
    Bizans tahtını ele geçiren yeni imparatorun onu Sivas
    dolaylarında yakalatıp gözüne mil çektirmesiyle bu
    anlaşma da çiğnenmiş oldu.

    “Malazgirt Zaferi Türk ve dünya tarihinin
    dönüm noktalarından birisini oluşturan önemli bir
    olaydır. …Türkler bu kez bir istila ve yağma amacıyla
    değil, artık fethettikleri bölge ve yörelerde yerleşmeye
    başlamışlardır. Bu zaferden sonra Anadolu’da çeşitli
    Türk devletleri kurulmuş ve bu devletler Anadolu’nun bir
    Türk yurdu haline gelmesinde önemli tarihi rollerini
    oynamışlardır.”(16)

    Malazgirt Zaferi’nden 16 yıl sonra 1087 yılında Urfa,
    Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın
    komutanlarından Emir Bozan tarafından alındı. Melikşah, Emir
    Bozan’ı Urfa’ya vali olarak tayin etti. Böylece
    Türklerin ilk olarak Urfa’ya girmeleri 1087 yılında
    gerçekleşti (17) “Urfa Selçuklu döneminde
    yeniden eski uygarlığına kavuştu, hanlar, mescitler, medreseler
    açıldı, Ünlü Türk filozofu Farabi’nin ders
    gördüğü Harran (Okulu) Üniversitesi bu devirde daha
    da genişletildi.”(18)

    Büyük Selçuklu hakimiyetinden sonra Urfa, Ermeni
    Thoros, Urfa Haçlı Kontluğu, Musul Atabeyleri (Zengiler),
    Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Artuklular, İlhanlılar,
    Memlüklüler, Timur, Döğer aşireti dönemi,
    Akkoyunlular, Karakoyunlular, Memlüklüler, Dulkadıroğulları
    ve Safeviler’in hakimiyetinde kaldı.

    1517 yılında Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı idaresine
    geçti. 406 sene Osmanlı hakimiyetinde kalan Urfa 1923 yılında
    Türkiye Cumhuriyetinin bir vilayeti oldu.

    Halife Hz.Ömer döneminde (639) Urfanın fethi ile
    günümüzden yaklaşık 1400 sene önce İslam Urfa ve
    havalisine gelmiş, islami kültür Emeviler ve Abbasiler
    döneminde zirve dönemini yaşamıştır. Büyük
    Selçuklu (1087) Zengiler, Artuklular, İlhanlılar,
    Memlüklüler, Dögerler, Akkoyunlular, Karakoyunlular,
    Dulkadıroğulları, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
    olmak üzere, yaklaşık 900 senedir Urfa’ya Türk-İslam
    kültürü hakim olmuştur.

    “İl gider töre kalır” sözünde olduğu gibi
    toprak değişse bile kültür, bir milletin varlığıyla birlikte
    devam eder. Urfa’ya gelen Müslüman Türkler,
    merhamet, iyilik, yardımseverlik, müsamaha,
    dürüstlük, kardeşlik, ahlak değerleri, insan hak ve
    hürriyetleri, ırk mezhep ve millete bağlı ve çeşitli
    dinlere inanan insanlar arasında ayırım yapmama gibi insanlığın temel
    vasıflarıyla, Şeyh Edebali, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşi,
    Ahmet Yesevi gibi mutasavvufların düşünce sistemleriyle,
    velileriyle, ermişleriyle, şeyhleriyle, tarikatlarıyla, vakıflar, aş
    evleri, düşkünler evi, ahi teşkilatı gibi sosyal ve
    kültürel müesseseleriyle, camiler, medreseler,
    çeşmeler, imaretler, hamamlar, kütüphaneler,
    hastaneler gibi yapılarıyla, gelenek ve görenekleriyle,
    folkloruyla, müziğiyle, edebiyatıyla, sanatıyla özetle
    bütün kültür değerleriyle 900 senedir
    Anadolu’nun her köşesine olduğu gibi Urfa’ya da
    Türk ve islam’ın damgasını vurmuşlardır. Türklerden
    önce bu bölgede bulunan insanlar da zaman içinde
    Türk-İslam kültürü yoğrulmuştur.

    Rivayetlere göre “Hz. Adem (a.s)’ın
    çiftçilik yaptığı, Hz.Nuh (a.s.)’ın gemisinin
    karaya vurduğu dağın (Cudi) bu bölgede olması, Hz.İbrahim
    (a.s.)’in doğduğu ve ateşe atıldığı yeri işaret eden makamların
    varlığı, Hz.Lût (a.s), Hz. İshak (as), Hz.Ya’kup (a.s), Hz.
    Yusuf (a.s), Hz.Eyyub (a.s), Hz.Elyesa (a.s.), Hz.Şu’ayb (a.s),
    Hz.Musa (a.s.) ve Hz.İsa (a.s)’nın bu bölgelerde yaşaması ve
    Şanlıurfa ile olan bağları, yöredeki ilgili makamları, bu tarihi
    şehrin “Peygamberler Şehri” adıyla anılmasını
    sağlamıştır.”(19) İşte bu nedenlerle Şanlıurfa yüzyıllar
    boyu dini merkez konumunda olmuştur. İslamiyet’in bölgedeki
    hakimiyeti ile Urfa halkı İslam dinine bağlı bir hayat
    sürdürmüştür. Evliya Çelebi ünlü
    seyahatnamesinde (1640) Urfa ve Urfalılardan bahsederken “Tanrı
    bu şehir halkına Hz. Halil İbrahim bereketi vermiştir. Burası gayet
    bereketli ve bolluk olan bir yerdir. İnsanları Halil İbrahim gibi
    sevimli, Müslüman, takva sahibi adamlardır” der.

    Urfalıların dini sohbet yaptıkları, dini kitaplar okudukları,
    peygamberlerle ilgili kıssalar dinledikleri ortamlardan biri de sıra
    geceleridir. Gerçekten de Urfalı, birçok dini bilgisini
    sıra gecelerinde öğrenir, kafasına takılan soruları sorar, samimi
    bir oram içinde cevaplarını alarak bu konudaki eksikliğini
    tamamlar. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde İslami yaşantı
    ile sıra gecelerinin bağlantısını görmekteyiz. Bu noktadan
    baktığımızda sıra gecesi geleneğinin tarihin derinliklerinden geldiğini
    görebilmekteyiz.

    Tarih boyunca Urfa, Harran’la birlikte kültür ve
    medeniyetin beşiği olmuştur. Dini konular yanında, felsefe, tıp,
    matematik, astronomi ve müzik konusunda önemli sayıda ilim
    adamı yetişmiş, bu ilim adamlarının yazdığı eserler
    günümüze kadar gelmiştir. Din bilgini İbni Teymiyye,
    din, astronomi ve matematik bilgini El Bettani, mimar Abdülkadir
    bin El Selametel Ruhavi bunlardan birkaçıdır.

    Dini ve diğer bilimlerde akademik düzeydeki çalışmalar,
    ayrıca Urfa ve Harran’ın ipek yolu üzerinde bulunması
    nedenleriyle, Urfa doğu ve batı arasında kültür ve sanat
    alışverişinde önemli bir köprü olmuştur, ileri fikir
    hamlelerine önayak olmuştur.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm

    Tarih süreci içinde edebiyat, Urfa
    kültürü içinde ayrı bir ehemmiyete sahip
    olmuştur. Urfalı Nabi,(20) XVII yy. Divan edebiyatının en önemli
    şairidir. Özlü söyler, nüktedandır “Nabi gibi
    söyler” sözü günümüzde dahi
    kullanılmaktadır. Musikişinastır, besteler yapmıştır.

    Urfa tarih boyunca edebiyata ve şiire önem vermiş XVIII ve XIX.
    Yüzyılda Hikmet, Şevket, Abdi gibi yüzlerce Divan edebiyatı
    şairi yetişmiştir. Şairlerin yetişmesinin en önemli etkeni
    Urfalının kültür birikimi, şiire ve şaire değer vermesi
    olarak özetlenebilir. “Marifet iltifata tabidir”
    sözünde olduğu gibi yazılan şiirlerin çevre ile
    buluştuğu, iltifata mahzar olduğu ilk ortam, Sıra geceleridir. Şiirin
    beğenildiğini gören şair daha büyük bir hevesle
    edebiyata sarılmaktadır. Böylece sıra geceleri Urfa’da
    şiirin ve diğer edebiyat kollarının da gelişmesine katkıda bulunmuş
    olmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de yapılan sıra
    gecelerinde divan edebiyatının en güzel gazel örnekleri
    gazelhanlar tarafından okunmaktadır.

    Urfa halkı misafirperverdir. Urfalıların misafirlerini ağırladıkları
    ortamlardan en önemlisi sıra geceleridir. Yabancı misafirler
    Urfa’ya geldiklerinde yakın ilgi görürler. Urfalı
    “kerıp”(21) dediği yabancıları sofrasında ağırlamaktan zevk
    duyar. Bu husus yüzyıllar öncesinden gelen bir gelenektir.
    Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Urfa halkından bahsederken
    “içinde oturan halkının iyi huylu, hünerli
    kişiler” olduğunu anlatır. Hele halkının son derece yabancı dostu
    ve gönül alıcı, son derece konuksever kimseler olarak, gece
    ve gündüz sofralarında konuksuz yemek yemediklerinden
    sitayişle söz eder. Gerçekten de doğuştan her Urfalının
    yüreği insan sevgisi ile dopdolu bir garip dosttur.”
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:28 pm

    Şanlıurfa Mezar Taşlarından Mesajlar
    ŞANLIURFA BEDİÜZZAMAN MEZARLIĞINDAKİ MEZAR TAŞLARINDAN
    MESAJLAR Bekir UTAN Araştırmacı Büyük şair Necip Fazıl
    Kısakürek bir dörtlüğünde şöyle
    söylüyor. Tahtadan yapılmış bir uzun kutu: Baş tarafı geniş,
    ayak ucu dar. Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu, Yarın kendileri
    dolduracaklar. Ne kadar yaşarsak yaşayalım nihayetimiz ölüm.
    Belki bugün, belki yarın, belki başka bir gün biz de o boş
    tabutu dolduranlardan olabiliriz. Çünkü ölüm
    herkesin başına gelecektir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı
    Kerim’in ifadesiyle “Her canlı ölümü
    tadacaktır.” (Ali İmran Sûresi, Ayet: 185) Şu veya bu
    sebepten, zamanı ve saati gelince herkes bu şerbeti içecektir.
    Aslında şu veya bu sebepler bir bahanedir. Asıl olan ölüm
    gerçeğidir. Onun için atalarımız “ölüm
    geldi cihane, baş ağrısı bahane” sözünü boş yere
    söylememişlerdir. Cahit Sıtkı Tarancı da 35 Yaş Şiiri’nde
    ölümün hakikat olduğunu şu veciz satırlarla ne
    güzel dile getiriyor. Neylersin ölüm herkesin başında
    Uyudun uyanmadın olacak Kim bilir, nerde, nasıl, kaç yaşında Bir
    namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında Evet
    ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Yine Kur’an-ı
    Kerim’in Nisa Sûresi 78. ayetinde şöyle buyurulur:
    “Nerede olursanız olunuz, sağlam kaleler içerisinde bile
    bulunsanız ölüm size yetişir, yakalar.” Bu dünyada
    son durak dediğimiz mezarlar ölümün insana her şeyden
    daha yakın olduğunu ve buralardan ibret alınması gerektiğini
    haykırmaktadır. Mezarlar; anne, baba, evlat, kardeş, akraba, dost vs.
    nice değerlerimizi bağrına emanet ettiğimiz önemli
    mekânlardır. Bu sebeple ecdadımızın geçmişini,
    hatıralarını, çile ve tecrübe dolu yaşantılarını ancak
    buralarda görmek mümkündür. Bu çalışmamızda
    üç ayrı tarihte yaklaşık 10 saat adım adım gezerek
    Şanlıurfa Bediüzzaman Aile Mezarlığında bugünkü yazı ile
    yazılı ilginç mezar taşları yazılarını bir araya getirdim.
    Amacımız mezar taşlarının bir çoğunda okuyanın boğazlarını
    düğümleyen, ölenin yakınlarının minnet ve şükran
    duygularını ifade eden, insanın gönül telini sızlatan bu
    cümleleri herkes okusun, ibret alsın ve o merhum ve merhumelere
    rahmet okusun. Şanlıurfa’daki mezar taşlarında genellikle mezarda
    bulunan kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri, dua
    istekleri, şiirler, beyitler, maniler, vecizeler, özdeyişler
    çok yaygındır. Ayrıca mezardakinin ölüm nedeni,
    yaşadığı hayatın mutsuzluğu, doktorların yada bir kazanın kurbanı
    olduğunu ifade eden mezar taşlarına da rastlamaktayız. Ey
    Allah’ım, ömrümüzün en hayırlı zamanını, son
    dakikasını ve en güzel işini, işlerimizin en sonuncusu kıl..
    Günlerimizin en mübareğini de sana kavuşacağımız gün
    eyle.. Ya Erhamürrahimin. Terk eyledim malı mülkü
    devleti Aklı olan benden alsın ibreti Kabrimi edin ziyaret ey
    ihvanlarım Okuyun fatiha ile “Kulhûvallahü
    ahed”i. Molla Müslümoğlu Hoca Hac Mustafa Okuyan D.
    1897-Ö.24.8.1974 Gözüm şişti ağlamaktan Suyum kesildi
    damaktan Öyle bir düğün alayı Tabudum geçti
    sokaktan. Meryem Hasret Torunu Kadri Hasret D. 1992-Ö.1995
    Ölmek kaderde var Yaşayıp köhnemek hazin Buna bir çare
    yok mudur Yarabbulalemin. Birecikli Hacı Cafer oğlu Mehmet Kâzım
    Kendirci D.1911-Ö.21.2.1984 Cüssemi gömdüler
    Bediüzzaman’a meğer Hayırlı imiş bu ölüm bana
    Sakın ağlamayın hacı yoldaşlar Mevla rahmetini bol eyle bana. İsmail
    Kızı Ali Karısı Hac Feride Çağlar D.1303-Ö.5.2.1969 Duman
    sardı etrafımı yolumu Felek kırdı kanadımı kolumu Anneme selam edin
    beklemesin yolumu. Mehmet oğlu Ahmet Aslan Ö.1.7.1977 Ey yolcu
    dün ayağımın altında olan çimenler Bugün üzerimde
    biter Bu toprak günahtan başka her şeyi örter. Kuyumcu Mahmut
    oğlu Demirci H. Bahaddin Akkoç D.30.8.1951-Ö.18.8.1995 Bir
    gün bir derviş gibi, Çıkıp gelsem eğer Görürsem
    bir daha, Gönül gözüyle seni Anla bir
    rüzgâr gibi, Yüreğimden geçeni Ve sonra anam
    gibi, Sar beni şehir. Tbp. Kd. Üstğ. Hatip Hacıbeyoğlu
    D.1959-Ö.11.10.1991 Ne zaman bitecek sonu bilinmez İçe akan
    yaşlar asla silinmez. Mustafa oğlu Sadettin Güçlü
    D.22.5.1932-Ö.24.1.1997 Feryat Uçtun bir melek gibi uhrevi
    aleme Geride bir feryat ah ü zar kaldı Çileliydin dertlerin
    gelmiyor kaleme Eserlerin bizlere yâdigâr kaldı. Derviş
    kızı Mehmet eşi Behye Basmacı D.1912-Ö.24.2.1978 Mezarımı derin
    edin Su serpin serin edin Ben bu dünyadan bir mıraz almadım
    Ahretimi mamur edin. H. Bekir oğlu Abdulkadir Aktürk
    D.1953-Ö.29.8.1979 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş oldum Bir
    saksı çiçek idim Gamdan elemden soldum Her gün
    çoğaldı sancım Ağladı oğlum bacım Şimdi dinmiştir acım Fatihana
    muhtacım. İsmail Malkoç oğlu Emlak Kredi Bankası Şefi M. Ali
    Malkoç D.1927-Ö.13.6.1970 Dinle beni hey kardeşim Deme
    henüz nedir yaşım Genç gitti çok arkadaşım Unutma ki
    ölüm vardır. Mehmet oğlu Ekrem Güneş
    D.1.1.1963-Ö.15.8.1997 Hayatta hiç gülmedim Sevgi
    nedir bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir
    gün görmedim. Devliyan Mahmut oğlu Halil Aykan
    D.1.9.1948-Ö.1.5.1966 Bulanlar Hakk’ı buldu Buldular can
    içinde Kalanlar yolda kaldı Kaldılar zan içinde. Mahmut
    Emin oğlu Mehmet Ali İzol D.1952-Ö.1977 Gönül seni
    bulmuş ise Başkasını anar mı hiç Ateşine yanmış ise Başka nara
    yanar mı hiç. Mustafa oğlu Serdar Atlıhan D.1977-Ö.1994 Bu
    dünya bir gam-hanedir Gam çeken deli divanadır
    Bütün dünya senin olsa Sonu verandır. Hâkim Yusuf
    Ziya oğlu İsmail Hakkı Karasu D.1924-Ö.17.8.1976 Dost istersen
    Allah yeter İbret istersen ölüm yeter. Yasin kızı Saide
    Kılıç D.1991-Ö.19.5.1995 Bu dünya bir çark-ı
    felektir daim döner İnsanoğlu bir fenerdir akıbet bir gün
    söner. Halil oğlu Osman Kayıkçı Ö.14.10.1966
    Çeşm-i ibretle nazar kıl Bu dünya bir misafirhanedir Bir
    mukim adem bulunmaz Ne acep kâşânedir Dünyaya mağrur
    olan Mecnun değil ya nedir. Mehmet oğlu Şoför Abdulvahap
    Gürbüz D.1932-Ö.12.3.1973 Hayatta hiç
    gülmedim Sevgi nedir bilmedim Yıllarca çile çektim
    Güzel bir gün görmedim. İsmail kızı Hatice Mızrak
    D.1917-Ö.6.3.1996 Ey medet şimdiden gör alemde rahat kalmadı
    Bozulup gitti cihan sahib-i adalet kalmadı Fitne doldu cihan artık
    selamet kalmadı. H. Bedir oğlu H. Mustafa Çağlayan
    D.1899-Ö.2.2.1975 Güvenme evlat ile paraya Zulmetme kuvvet
    ile biçareye Bir gün gelirsin tabut ile mezara Unutma ahret
    ile mizanı. Bekir oğlu İsa Yumuşakdaş D.1328-Ö.1953 Neyleyim
    köşkü Neyleyim sarayı İçinde gezenim Olmazsa dostlar
    Buna ne fayda. Hac Mahmut Balıkan D.1927-Ö.3.2.1993 Ölüm
    güzel şey budur perde ardından haber Hiç güzel
    olmasaydı ölür müydü peygamber. İsmail oğlu Halil
    Aslan D.26.6.1982-Ö.1.10.1998 Sarmadım nazlı yavrularım sizi
    doyunca Mevlam ayırdı bizi ömür boyunca. Cuma kızı Zehra
    Toprak D.1.1.1958-Ö.7.7.1995 Mal sahibi mülk sahibi Hani
    bunun ilk sahibi Mal da yalan mülk de yalan Al biraz da sen
    oyalan. H. Ahmet oğlu H. Şakir Kaldı D.1.7.1932-Ö.3.1.1998 Şu
    yalan dünyada yüzüm gülmedi Siroz olduğumu kimse
    bilmedi Hastanede can verirken Başucumda kimsem olmadı Kılın namazımı
    sevenlerimle Koyun mezarıma kederlerimle Ayrıldım dünyadan
    elemlerimle Mahbuba kavuştum inan be oğul. Şark Bülbülü
    Ses Sanatçısı Mehmet oğlu Seyfettin Sucu D.1942-Ö.20.7.1987
    Altından ağacın olsa gümüşten yaprak Akıbet
    gözünü doyurur bir avuç toprak. Manifaturacı Hacı
    Bedir Ertürk Ö.11.12.1972 Yollar uzak gelemedim Muradıma
    eremedim Tutunacak dalım sendin Kıymetini bilemedim. Halil Kutluoğlu
    D.1940-Ö.2.7.1984 Hayatta hiç gülmedim Sevgi nedir
    bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir gün
    görmedim. Cuma oğlu Ali Işıklar D.1927-Ö.1984 Kibirlenme
    öleceksin Dar kabire gireceksin Hakk’a cevap vereceksin
    Dilin dönmez kalır bir gün. Mehmet Çelebinin kızı
    Halilrahman Şıhı H. Müslüm Ailesi Şefika Eren
    D.1331-Ö.20.4.1984 Kurbanam her gelene Zülfünden ter
    gelene Mezarımı yüce yapın Nazlı yavrularım gele gölgelene.
    Halil oğlu Mevlüthan Hacı Bakır Yurtsever D.1327-Ö.9.7.1985
    Allah’ım eli boş yüzü kara huzuruna geldim Beni
    amelimle değil mağfiretinle yargıla. Şükrü oğlu Recai Coşkun
    Ö.25.2.1983 Dost istersen Allah yeter Yaran istersen Kur’an
    yeter Mal istersen kanaat yeter Düşman istersen nefis yeter
    Nasihat istersen ölüm yeter. İmam eşi Behiye Safi
    D.1938-Ö.18.3.1993 Neydi geldi başıma Doymadım genç yaşıma
    Çektiğim çileyi Yazın mezar taşıma. Halil kızı Emine
    Yüzübeyaz D.1966-Ö.22.1.1995 Bir ömür yaşadım
    Allah yolunda Son nefesimi verdim kardaş kolunda Kör ocak olmak
    çok acı ama Bin evlat feda olsun Rabb’ın yolunda. Halil
    oğlu Hacı Mehmet Bilgiç D.1335-Ö.15.12.1995 Benim
    için göz yaşı döküp ağlamayın Kaderim
    böyleymiş kimseyi suçlamayın Beni mezarda değil
    gönlünüzde arayın. Ali oğlu İnş. Yük.
    Mühendisi Muzaffer Uluğ D.16.5.1961-Ö.1.10.1991 Kader ne ise
    olur etme merak Nefse uyma takdiri ilahiye bırak Altından ağacın olsa
    zümrütten yaprak Akıbet gözlerini doyurur bir
    avuç toprak. Nebi oğlu Mehmet Danacı D.1.1.1933-Ö.21.9.1970
    Çeşm-i ibretle nazar kıl dünya misafirhanedir Güvenme
    mala evlada akıbet yerin toprak değil ya nedir? Abdussemet oğlu H.
    Bedih Nazar D.1330-Ö.23.10.1984 Bir gün olur evin barkın
    bozulur Bir yol kenarında kabrin kazılır Kabir taşına da fakir yazılır
    Sen ölsen de adın ölmez ey fakir. Ahmet oğlu Abdulkadir
    Kaplama D.1928-Ö.25.1.1984 Sen istersen boynuna ip Dilersen
    cevherli kordon tak Bu dünyada nasibin En nihayet bir avuç
    toprak. Taşan Köyü Mersavi Eşrafından Nabi Alço oğlu
    Ali Nebey D.1926-Ö.20.6.1986 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş
    oldum Her gün çoğaldı sancım Ağlad_ oğlum bacım Şimdi
    dinmiştir acım Fatihanıza muhtacım. Hanife kızı Aşhan Koyuncu
    D.1.1.1932-Ö.17.12.1984 Biz dünyadan gider olduk Kalanlara
    selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun.
    Şeyhmüslüm oğlu Mahmut Dörtkardeş
    D.10.10.1974-Ö.28.11.1997 Allah bir Resul hak Neyine
    güvenirsin olursun nahak Aklını başına topla Aç
    gözünü bir bana bak. Abdurrahman oğlu Mustafa
    Küçükköse D.1925-Ö.3.7.1991 Al eline kalemi
    yaz başıma geleni Acep nere gömerler Trabzon’da öleni
    Bin ümitle doğdum çilelerle yoğruldum Kaymakam olacakken
    ahirete vali oldum. Mustafa oğlu İ. Halil Yaşar D.1972-Ö.29.3.1993
    Bir iki gün feleğin bezmine mihman oldum Kendimi baki sanıp
    gül gibi genda oldum Akibet zehri sunup içimi çarğ
    etti felek Daha nevreste iken hâk ile yeksân oldum. Seyyid
    Mustafa oğlu Seyyid H. Eyyüp Okumuş D.1923-Ö.3.10.1990 Yaram
    sızlar Ok değmiş yaram sızlar Yaralının halinden Ne bilsin yarasızlar.
    Abdulkadir oğlu Mehmet Açıkyıldız Ö.10.4.1980
    Çağırın anam gelsin Derdime yananım gelsin Üzden yananı
    nedem Ciğerden yananım gelsin. Abuzer kızı Zahide Tatar
    Ö.13.5.1983 Cefalı geçti hep vakti zaman Hekimler bulamadı
    derdime derman Bilemediler ki ahiret gerçek dünya yalan.
    Ş.Müslüm kızı Zeynep Almas D.1933-Ö.6.10.1991 Ey insan
    düşün sen Ahirette seni kurtaracak Bir eserin olmadığı
    takdirde, Fani dünyada da bıraktığın Eserlere de kıymet verme.
    Müslüm oğlu H. Mehmet Yıldız D.1320-Ö.10.1.1983 Sormayın
    yaramı çok derinlerde Kalbim kanıyor doktorlar nerde Koparma
    gülümü kurur ellerde Hayatta gülmedim ne gelir
    elden. Halil Hatabın kızı Süleyman eşi Fatma Tekin
    D.1945-Ö.27.9.1990 Çöz de yükümün
    kördüğüm olmuş bağını Bana çok görme ilahi
    bir avuç toprağını. Ali oğlu H. Şükrü Dedecan D. 1931
    Ö. 1.8.1991 Yok idim var oldum Garip bir yar oldum Bir müddet
    berhurdar Sonra tar-ü mar oldum. H. Hüseyin Avnikaya
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:30 pm

    Aşık Sefai (Mehmet Acet)
    [b][b]1954 Yılında Şanlıurfa’ya Bağlı Kısas Köyünde
    doğdu. İlkokulu Kısas’ta bitirdi. Doğduğu yer olan Kısas
    Aşıkların harmanı olduğu için birçok ustayı dinledi
    onlardan istifade etti. Bağlama çalmasını öğrendi.
    Hacıbektaş’ya yapılan birçok törene katıldı.
    Hacıbektaş’ta kendisine “Sefai” mahlası verildi.
    Gerek yurt içi gerekse yurtdışında yapılan birçok
    konserlere katılarak deyişler okudu. Birçok televizyon ve radyo
    programlarına katıldı. İki kaset çıkardı. Hoşgörü yılı
    münasebetiyle yazdığı şiir 1995 yılında Türkiye birincisi
    oldu. Derlediği deyişler TRT repertuarına alındı. Kısas’ta ikamet
    etmekte olan Aşık Sefai, Alevilik felsefesini ve aşıklık geleneğini iyi
    bilen usta aşıklardandır. Kültür Bakanlığı Şanlıurfa
    Türk Halk Müziği Korsunda Ses Sanatçısı olarak
    görev yapmaktadır.
    [/b][/b]
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    ŞanlıUrfa yı tanıyalım Empty Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım

    Mesaj  AsiRuH Salı Ocak 13, 2009 8:31 pm

    Aşik Celalî (veli Göncü)
    1931 yılında Şanlıurfa’nın Kısas Köyünde doğdu.
    Babası Hululer (şirinler)’den Ahmet, annesi Sofu
    Ahmetler’den Anzelha’dır. Yirmi yaşına kadar köyde
    kaldı, çiftçilik ve çobanlık yaptı. Kısas’ta
    İlk okula gitti fakat ilkokulu bitiremedi. Gençlik dönemim
    zor şartlarda köyde tarım işlerinde çalışarak geçti.
    1950 yılında Haydar kızı Hatice ile evlendi 7 çocuğu oldu. Esas
    Mesleği şoförlüktür. Uzun yılar şoförlüğü
    yaptı ve emekli oldu. Halen Kısas’ta ikamet etmektedir.
    Asıl adı Veli Göncü’dür. Fakat şiirlerinde
    “Celalî” mahlasını kullanmaktadır. Aşık Celalî
    çocukluğundan itibaren müziğe meraklıdır. Çocukluk
    döneminde kısaslı usta aşıkları toplantılarında bulundu. Onlardan
    istifade etti. Gençlik döneminde Urfa’ya gelip
    müzik meclislerine katılmaya başladı. ustalarından birçok
    makam ve cümbüş, bağlama ve darbuka çalmasını
    öğrendi.
    Aşık Celalî çocukluk ve gençlik dönemlerinde
    köy odalarında usta aşıkların şiirlerini ve halk hikayelerini
    dinleyerek büyümüştür. Kendisi de bu güne
    kadar 1500 civarında şiir yazmıştır.
    Şiirleri çeşitli kitap ve gazetelerde yayınlanmıştır.
    Aşık Celalî, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan, Aşık Kerem,
    Emrah, Aşık Veysel’in deyişlerinden çok etkilenmiştir, bu
    nedenle şiirlerinde onların izleri bariz olarak görülür.

    Şiirlerinden bir örnek:
    EĞİL DAĞLAR

    Eğil dağlar eğil, yar gelir yolda
    Kaldır perdeleri, düşmeye dalda
    Şeker şerbet ezin, yanında bal da
    Doldur ab-ı kevser içmeye gelsin
    Çoktan beri görmez oldum yüzünü
    Hatırımdan çıkaramam sözünü
    Nazlım mesken etmiş yayla düzünü
    Yaptıram yoları, geçmeye gelsin
    Miski anber açmış, çiçek de sarı
    Bu ateş çürüttü, olmuşum zarı
    Yâr gelirse, erir dağların karı
    Gül reyhan ekmiştim biçmeye gelsin
    Vallahi ömrümde sürmedim devran
    Uykuya dalmıştım, tez geçti kervan
    Celalî derdine, kim olur derman
    Baş vermiş yaralar, deşmeye gelsin
    Aşık Celalî (Veli Göncü)
    -------------------------------
    Abı Kevser: Kevser adlı cennet ırmağının suyu
    Miski amber:amber balığından çıkarılan güzel kokulu madde
    Reyhan: (fesleğen) Yaprakları güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir süs bitkisi,
    Devran: Dünya, zaman, çağ, kader, talih

      Forum Saati Çarş. Mayıs 08, 2024 4:24 pm