.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Ahİlİk Nedİr?

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:21 pm

    AHİLİK NEDİR?
    "Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri
    arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına
    gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık,
    cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği
    kaydedilmektedir.
    Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın
    ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan
    Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden
    gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
    Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren,
    dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de
    kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine
    saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi
    kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı
    sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
    Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile
    kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı;
    Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok
    sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki
    yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada
    tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca
    göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını
    ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her
    alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin
    silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde
    Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.

    AHİ EVRAN
    Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş,
    1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı
    "Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini,
    iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan
    Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü
    alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran
    gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf
    terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini
    yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan
    Bağdat'a gitmiştir.
    Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi
    Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a
    yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da
    Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane
    kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve
    diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına
    ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih
    boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki
    birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin
    Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.
    Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu
    Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem
    Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu.
    Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi
    birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık
    (dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi
    Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek
    bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.
    Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan
    "Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar
    Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba
    sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32
    çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da
    kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört
    temel esas üzerine kurulmuştur.
    Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu
    Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve
    "Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:
    "Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur:
    Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi
    çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu
    ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik
    gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu
    meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de
    birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu
    ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması
    şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını
    karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi
    gerekmektedir."
    Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi
    dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni
    kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada
    yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında
    yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına
    sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı
    Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı
    yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit
    edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.
    Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan
    Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum
    haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün
    esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir.
    Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle
    birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur
    saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan
    Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer
    Ahi idiler.
    AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
    Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş
    kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi
    değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet
    nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi.
    Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında
    dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler
    yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları
    arasında saymıştır.
    Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve
    dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların,
    sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek,
    maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve
    verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.
    Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından
    bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir
    sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya
    toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla
    yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet
    gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına
    öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve
    sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını
    sağlamıştır.
    Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan
    esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi
    zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ
    Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak,
    spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal
    dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç,
    mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir
    nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine
    kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş
    ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
    Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta
    Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan
    Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade
    etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun
    Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna
    esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
    Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında
    bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan
    kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından
    verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre
    toplanan paylardan birikirdi
    1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan
    ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek
    esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun
    olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat
    edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.
    Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup,
    yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak
    durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından
    kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde
    düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim”
    felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın
    yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları
    insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda
    çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine
    rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların
    haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün
    esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız
    ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve
    böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.
    Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların
    anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan
    Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir
    insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız
    edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille
    suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli
    bir yeri vardır.
    Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen
    dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının
    geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda
    kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.
    Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık
    kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle
    aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu
    engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine
    bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı
    tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata
    ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında
    toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde
    alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım
    edilmekteydi.
    AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU
    Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi
    alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı
    bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve
    sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim
    ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç
    bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de
    13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir
    hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde
    bulunmuşlardır.
    Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol
    istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk
    idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren
    Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle
    de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii
    ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra
    etmişlerdir.
    Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde
    Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için
    bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı
    teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden
    eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri
    olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük
    bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat
    verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.
    Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı
    teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti
    olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih
    dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında
    zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya
    koymaktadır.
    Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber
    gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya
    lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant
    gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse
    teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak
    hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına
    sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i
    Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini
    kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış
    ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış
    oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan
    toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:23 pm

    AHİ ZAVİYELERİ
    Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya
    başlanan ve Osmanlı döneminde de yapımı süren, yolculara ve misafirlere
    bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden "konuk evleri"ydi.
    Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere
    öğretmen, müderris, kadı, hatip ve emir gibi şehrin ileri gelenleri
    tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi. İşyerinde işi biten
    genç çıraklar meslek eğitiminden sonra ahlâki eğitimi bu zaviyelerde
    görürdü. Kurulan zaviyelerin yakınında çok geçmeden evler yapılıyor, iş
    yerleri açılıyordu. Aynı iş kolundaki sanatkarlar bir yerde toplanarak
    sanayi sitelerinin, iş merkezlerinin ve çarşıların kurulmasına imkan
    veriyordu.
    Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert
    kişiler tarafından kurulurdu. Günümüzde, Ahi adını taşıyan köy ve
    mahallelere rastlanılmakta, ayrıca tarihi belgelerde birçok Ahi
    zaviyesinin adı geçmektedir.
    YARAN ODALARI
    Ahiler yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkarları eğitip
    yetiştirmekle kalmamış Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar uzanmıştı.
    Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar "yaran
    odası" ve "misafir odası" adı altında misafirhaneler vardı. Köy
    kahvelerinin hızla çoğalmasıyla birlikte, yüzyıllarca ahlâkî sosyal bir
    görev yapmış olan bu kurum da yavaş yavaş kendiliğinden ortadan
    kalkmaya başlamıştır.
    İbn-i Batuta'nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata
    bitiremediği Ahi zaviyeleri bir çok köyde "konuk odası" olarak görev
    yapıyordu. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan
    aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin
    yeme, içme, konaklama, vb her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir
    şekilde karşılanırdı.
    Ulaşım ve haberleşme imkanlarının son derce kısıtlı olduğu dönemlerde,
    meslekleri gereği seyahat etmek zorunda olanlar için bu odaların önemi
    son derece büyüktür. Yaran odalarının bunların dışında pek çok
    görevleri daha vardı. Yaran odaları da, tıpkı Ahi zaviyeleri gibi
    eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma
    duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır.
    Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda
    köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dini ve milli kitaplar
    okunur, meslekî ve ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek
    öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu
    odalarda masaya yatırılır ve çözülürdü.
    Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes
    tarafından sevilip saygı duyulan "yaran başı" adı verilen kişiler
    tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekalet edecek
    bir de "oda başı" bulunurdu. Gerek "yaran başı" ve gerekse "oda başı"
    seçimle iş başına gelirdi.
    İbn Batuta Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken
    "Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her
    yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen
    yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini,
    yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarım giderme, onları uğursuz ve
    edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara
    katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve
    örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir"
    tespitinde bulunmuştur.
    AHİLİKTE KALİTE VE STANDART ANLAYIŞI
    Ahi teşkilatında kalite anlayışı, müşteri odaklı üretim ve her kademede
    yürütülecek eğitim anlayışından geçmektedir. Mal ve hizmet üreten
    ahiler her şeyden önce müşteri isteklerini göz önüne almak
    zorundaydılar. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, iyi eğitilmiş çırak,
    kalfa ve ustalardan oluşan personel kadrosuyla sağlanırdı. Son yıllarda
    dillerden düşmeyen Toplam Kalite Yönetiminin de esası müşteri odaklı;
    ürünlerin ve hizmetlerin üretim süreçlerinin sürekli iyileştirilmesi
    yöntemleriyle, sıfır hataya yaklaşma felsefesidir.
    Ahi teşkilatının kurucusu sayılan Ahi Evran, ilk olarak esnaflar
    arasında birlik ve dirliği sağlamıştır. Esnafın denetlenmesine ve
    özellikle de eğitilmesine önem vermiştir. Her esnafın sağlam iş yapıp
    yapmadığını, müşterilere karşı davranışlarını kontrol etmiş, üretilen
    malların kaliteli ve standartta olmasına çalışmıştır.
    Ahi birliklerinde ustaların üreteceği ürün belirli bir standarda
    bağlandığı gibi, alacakları çırak sayısı da standarda bağlanmıştır.
    Usta sadece ahi teşkilatının öngördüğü kadar çırak alabilirdi. Çünkü
    çırakların sayısı çok olursa işyerinde eğitim, üretim, kalite ve
    standart istenilen özellikte gerçekleşmeyecek ve kontrol güçleşecektir.
    Eğer bir usta kalitesiz mal üretir, üretim standardına uymaz,
    kalfaların ücretlerini vermez, çıraklarını sömürür, onlara bildiklerini
    öğretmez ve kendinden beklenen görevleri yerine getirmezse, ustaya
    işyeri kapatma cezası verilirdi.
    Ahiliğin temelleri başlangıçta o kadar sağlam atılmış ve kuralları
    zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına o kadar uydurulmuştur ki, bu kurallar
    sonradan şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin
    denetlenmesinden örnek alınmıştır.
    Örneğin, esnaf ve sanatkarların meslekleri ile ilgili hususları
    düzenleyen 1630 yılından önceye ait olduğu sanılan belge,
    ayakkabıcıların hangi kalitedeki ayakkabıyı kaça satacaklarını
    göstermektedir.
    Türkçe'de hala mevcut olan “pabucu dama atmak” deyimi, bir Ahi deyimi
    olup, Ahiliğin kalite kontrol sistemini çok güzel ifade etmektedir.
    Bazı esnafların imalatı, standartların altına düşürmesi, sahte mal imal
    ederek hakiki gibi piyasaya sürmesi hususları da esnaf arasında
    tepkiyle karşılanıyordu. Bu gibi hallerde ikazlara ehemmiyet
    verilmeyip, kalitesiz imalata devam edenlerin dükkânları, Kethuda'ları
    (esnaf odası başkanları) tarafından kapatılırdı. Bu cezayla da
    kendisine çekidüzen vermeyenler daha ileri gittikleri takdirde
    esnaflıktan ihraç edilirdi.
    Birçok üründe olduğu gibi, şişecilerin imalatında da cinsine göre
    şişelerin gramajları tespit olunmuştu. Bu gramajların altında imalat
    yasak olduğu halde riayet etmeyen bazı ustaların, dükkânları
    kapatılmıştı.
    Düşük kaliteli nişasta imal eden ve bunu birinci sınıf nişasta fiyatına
    satan usta ise, uyarılara aldırmayarak, halkı aldatmaya devam
    ettiğinden, lonca mensupları, kendisini aralarında barındırmak
    istemeyerek ihracı için müracaatta bulunmuşlardır.
    Kılıç kabzalarında sakız ağacı kullanıldığı halde, üzerini siyaha
    boyayarak, müşteriye abanos gibi gösteren ve buna benzer daha bir takım
    yolsuzluklarla meslek haysiyetini zedeleyen başka bir esnaf da lonca
    mensuplarınca aralarından ihracı istenmişti.
    Ahi birliklerinde üretilen mal ve hizmette kalite ve verimliliğin
    artırılması için aşağıdaki kriterlere özellikle dikkat edilirdi.
    *Ahiliğin temel felsefesini, üretilen mal ve hizmette müşteri odaklı
    düşünceyi ifade eden, “Müşteri velinimettir” anlayışı oluşturmaktadır.
    *Ahilikte ikisi temel olmak üzere, üç yönlü eğitim vardır. Bunlar
    mesleki eğitim, tekke eğitimi ve medrese eğitimidir. Medrese eğitimi
    mecburi değildir. Ömür boyu ve her kademede devam edecek olan mesleki
    eğitimle tekke eğitimi Ahiliğin temelidir.
    *Ahi birliklerinde katılım ve paylaşım esastır, bu sebeple toplantılara
    önemli bir yer verilirdi. Esnaf aleyhine alınan kararlar büyük bir
    mecliste görüşülürdü. Ancak Ahi Baba Vekili, lüzum görürse, “olağan
    üstü toplantı” yapardı. Bu toplantıya büyük meclis üyeleri ile birlikte
    her meslek kolundan üç usta da davet edilirdi. Devlet yetkilileriyle
    yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamazsa, ertesi gün “Memleket
    Toplantısı” yapılırdı. Memleket toplantısına bütün ustalar, beldenin
    ileri gelenleri (uluma, eşraf) ilan suretiyle çağrılırdı.
    *Ahiler teşkilatında çalışanlar arasında dayanışmayı sağlamak, moral ve
    verimliliği artırmak için akşam zaviyelerinde toplanılır, yemekten
    sonra dini, ahlaki ve mesleki konularda eğitici kitaplar okunur,
    sohbetler edilir, ilahiler söylenirdi. Buralarda stres atılır, bilgi ve
    tecrübeler artırılır, ertesi güne büyük bir moralle motive olarak işe
    başlanırdı.
    *Ahilikte sosyal ilişkiler, dayanışma ve işbirliği pekiştirilmiştir.
    Üst yönetimden, çırağa kadar bütün çalışanların işbirliği içerisinde
    bulunması, bu felsefenin en önemli amaçlarından biridir.
    *Ahilikte üretilen kaliteli mal ve hizmeti ucuza satmak esastı.
    Kalitesiz bir malı fiyatından daha yüksek bir bedelle satan esnafın
    “pabucu dama atılırdı”.
    *Ahilikte israf haram olduğu ve maliyetleri arttırdığı için yasaktı. Üretilen mal ve hizmetlerde sıfır hata esastı.
    PATENT HAKKINA SAYGI
    Satışa sunulan bazı mallar, bütün esnaf tarafından imal edilebilmekte,
    bazılarının ise üretimi, birkaç ustaya inhisar etmekte, hatta bunların
    fiyatları da diğerlerinden faklı olmaktaydı.
    Herhangi bir usta tarafından icat edilen çeşidin patenti ise, sadece o
    ustaya aitti. Diğerleri, bu ürünü taklit etmeyecekleri hakkında
    taahhütte bulunmaktaydılar. Örneğin, seccade kilimini dokuyan esnaf
    içinde ağır kesme dokumanın patenti Nişo adlı bir gayr-i müslime aitti.
    Diğer ustalar da buna müdahalede bulunmamayı taahhüt etmişlerdi.
    Ahilik teşkilatının vazgeçilemez temel değerlerinden olan "hizmette
    mükemmellik" ise asırlarca bütün hizmet çeşitlerinde kullanılmış,
    bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal
    üreten meslekten ihraç edilmesine yol açmıştır.
    Buna rağmen Ahilerin varlık nedeni olan mükemmel toplum düzenini kısmen kurdukları söylenebilir.
    Toplumumuzu tarif eden Hans BARTH "Bütün Türkler bir fikir üzerinde
    teemmüle dalmış filozoflara benzerler. Göz ve ağızlarında kesif bir iç
    hayatının ifadesi okunur. Hepsinin hareketlerinde aynı ciddiyet,
    konuşma, bakış ve mimiklerinde ayrı itidal mevcuttur. İnsan Paşadan,
    küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı
    asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. O kadar
    ki, İstanbul'da bir halk tabakası bulunduğunun farkına bile varmaz."
    (Djevad)
    MESLEK SIRRI
    Ahilik ahlâkına ait 740 kural bir anda öğretilmediği gibi, sanat ait
    bütün bilgiler de bir anda verilmezdi. Ahlâk, usul ve erkana ait
    bilgiler kitap haline getirilmesine rağmen, üretime veya sanata ait
    teknik bilgiler, yazılı hale getirilmemişti. O devirdeki birçok
    sanatçının sırları ve tekniği bu sebepten günümüze kadar ulaşmamıştır.
    Ahi teşkilatlarında, çırağı en iyi şekilde yetiştirmek ustanın
    göreviydi. Bunun için usta, sanatın bütün inceliklerini ve sırlarını
    aşama aşama çırak ve kalfalarına öğretirken onların ahlaken de
    yetişmesi için gayret gösterirdi. Her zaman çırak ustasından, usta da
    çırağından gururla bahsedilmesini isterdi. Ahlâken yetersiz olanlara
    mesleğin tüm sırları öğretilmezdi. Bu sebeple Ahi teşkilatında keseri
    eline alan marangoz, malayı iyi tutan sıvacı, makası alan terzi
    olamazdı. Bir kişinin mesleğin bütün sırlarını öğrenebilmesi ve iyi bir
    usta olabilmesi için önce iyi bir meslek ahlâkına yani Ahi ahlâkına
    sahip olmalıydı.
    PÜF NOKTASI
    İnsanların sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bakımdan yetişmesinde
    sözlü ve yazılı gelenek ürünlerinin etkili olduğu bilinmektedir.
    Destan, efsane, menkıbe, kıssa, fıkra ve benzerlerinden teşekkül eden
    bu ürünler ayrıca insanların mesleki, dini vb. yaşantı biçimlerinin
    oluşmasında da etkili olmuştur. Bunlara “işin püf noktasını öğrenmek”
    gibi hikayeleri olan deyimler de eklenebilir.
    Vaktiyle testi, vazo, çanak-çömlek imal edilen kasabaların birinde,
    uzun yıllar bu meslekte çalışan bir kalfa, işinde uzmanlaştığına
    inanıp, kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ayrıca
    kendisinin de bir testi imalathanesi açacak kadar bu hususta bilgi
    birikiminin olduğunu ve buna da hakkı bulunduğunu belirtir. Usta,
    kalfanın bu tavrı karşısında önce tebessüm eder, sonra kendisin henüz
    işin püf noktasını öğrenmediğini söyler.
    Kalfa, ustasının bu sözlerine itiraz eder, ustasının bu sonu gelmez
    nasihatlerinden bıkıp hırsa kapılan kalfa, ustasından icazet almadan
    bir dükkan açmış. Gider, bir testi imalathanesi açar, fırınını kurar
    testi imalatına başlar. Bütün işlemleri ustasının yanındaki gibi
    yaptığı, testi toprağında aynı hamuru kullandığı halde hiç sağlam testi
    üretemez.
    Binbir emek ile yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca
    titizliğe rağmen orasından burasından yarılıp, çatlıyormuş. Zavallı
    kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyince, çaresiz, ve mahcup
    bir şekilde ustasına gidip durumu anlatmış. İşinin uzmanı tecrübeli
    usta:
    -Sana demedim mi evladım, sen bu işin “püf noktası”nı henüz öğrenmedin.
    Bu sanatın uzmanlık gerektiren “bir püf noktası” vardır.
    Eski kalfasına bu işin “püf noktası”nı öğretmeye karar veren usta, tezgaha bir miktar çamur koymuş ve kalfasına:
    -Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana bu işin “püf noktası”nı göstereyim, demiş.
    Eski kalfa ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye
    başladığında usta, önünde dönen testiyi dikkatle takip edip arada bir
    “püf” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatıp bütün emekleri zayi
    edecek olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp yok etmiş ve
    böylece çırak da bu sanatın “püf noktası”nı öğrenmiş.
    Her sanatın incelik, uzmanlık gereken kısmına da o günden sonra “püf
    noktası” denilmeye başlanmış.Ustasından “püf noktası”nı öğrenen ve
    ustasının duasını alan kalfa da dükkanına dönerek sağlam testiler
    üretmeye başlamış. Bu örnek olay, ustanın önemini ifade etmekle
    kalmayıp işi öğrendiğine dair ustasından olur almadan yapılacak
    çalışmaların da yarım kalacağını belirtir. Buna benzer anlatım
    türlerine fütüvvetnamelerde önemli bir yer verilmiştir.
    Fütüvvetnamelerde yer alan bu ve benzeri türlerin o günkü sanatkar ve
    ticaret adamlarının yetişmesinde önemli rolünün bulunduğu bilinmektedir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:25 pm

    ESNAF VE SANATKARLARINI DENETLEMESİ
    Genel felsefelerine uygun
    olarak iş hayatının düzenlenmesinde de Ahi birlikleri, toplumu bir
    bütün olarak ele alıp, bütün sosyal grupların menfaatlerini
    düşünmüşlerdi. Çatışmacılığı reddederek, uzlaşmacı sosyal ve ekonomik
    ilişkilerin kurulmasını amaç edinen Ahi teşkilatlarının bu özelliği,
    sosyal huzuru sağlama açısından, insanlığa ışık tutacak temel motifleri
    taşımaktadı
    Ahi birlikleri, üretim ile tüketim arasında denge kurarak üretici ile
    tüketici arasındaki ilişkilerin, sosyal huzuru sağlayacak şekilde
    gelişmesinin devamına çalışmışlardır. Bu maksatla zaman zaman üretim
    sınırlamaları getirerek emeğin değerini bulmasını sağlarken,
    geliştirilen narh (satış fiyatların idarece tespit edilmesi) sistemi ve
    standartlaşma ile tüketicinin korunmasını sağlamıştır.
    Ahi birliklerinde kurulan denetim ve ceza sistemi ile esnaf ve
    sanatkarların meslek ahlâkına uygun tutum ve davranış içinde bulunup
    bulunmadıkları, teşkilat idarecileri tarafından sıkı bir şekilde
    denetlenirdi. Kurallara uymayan esnaf ve sanatkârlar kendilerine ders
    ve çevreye ibret olacak şekilde cezalandırılırdı. Denetimin etkili
    yapılabilmesi için bütün şikayet kapıları herkese açık bırakılmıştı.
    Üretilen mallarda kalite ve standart arama tüketicinin korunması
    bakımından son derece önemli idi. Her birlik, üyelerinin imal ettiği
    ürünlerin kalite ve standardına göre fiyatlarını tespit ederdi.
    Konulan nizama uymayanlar suçlarına göre cezalara çarptırılır, bu çeşit
    davranışla cezalandırılan suçluya “yolsuz” denilirdi. Yolsuz hammaddeyi
    piyasadan alamaz, kimse ona mal satmaz, o üretmiş olduğu malı kimseye
    satamazdı. Yolsuz kahvelere kabul edilmez, cemiyet toplantılarına
    giremezdi. Esnafın kendi içinde kurduğu bu oto kontrol sistemi son
    derece dikkat çekicidir.
    Ahiliğin en önemli kuralını çiğneyerek kalitesi bozuk mal üreten,
    tüketiciyi aldatan, yüksek fiyatla mal satan esnaf ve sanatkara
    birlikten ihraç cezası verilirdi. Çünkü böyle bir kuralı çiğnemek,
    başta işyerindeki kardeşlerine, kendisine ahlâk öğreten hocalarına,
    sanatın sırlarını öğreten üstadına yapılmış büyük bir hakaret sayılırdı.
    Üretilen mal ve hizmette standartların altına düşülmesi, sahte mal imal
    ederek gerçeğiymiş gibi piyasaya sürülmesi ve yapılan ikazların dikkate
    alınmaması gibi suçların cezası iş yerinin kapatılmasıyla
    sonuçlanmaktaydı. Kaliteyi bozanlar yanında, tespit edilen fiyatlardan
    daha yüksek fiyatla mal satanlara da iş yerini kapatmaya kadar varan
    ağır cezalar verilirdi.
    Bozuk ve kalitesiz malı satın alan müşteriye, isteğine bağlı olarak ya
    malın bedeli geri ödenir ya da aldığı mal değiştirilirdi.
    Ahilikte ceza, esnafın kurallara uyması için gerekli bir araç olarak
    düşünülmüş, çok ağır suçlar dışında aşağılayıcı cezalardan kaçınılmış,
    cezaların eğitici olmasına özellikle dikkat edilmişti.
    Suçlar için aşağıda belirtilen cezalardan biri takdir edilirdi.
    1-Suçluyu masraf ve ikram yapmaya zorlamak,
    2- Dükkân kapatma, kurban kesme, lokma çıkarmaya icbar (zorlanma),
    3- İptidaî madde (hammadde) tevziatından (paylaşımından, dağıtımından) hariç tutma,
    4- Mamul mal satışlarından hisse ayırma
    5- Selamlaşmamak, yardım etmemek, (umumi boykot)
    Ahilik teşkilatında, esnaf ve sanatkarlar arasında son derece güzel
    işleyen oto-kontrol mekanizması hakimdi. Fakat bütün önlemlere, mesleki
    eğitiminin her aşamasında gösterilen inceliklere rağmen istisna da olsa
    bir takım hilekâr esnaflara rastlanıyordu. Hileli mal ve hizmet
    üretenlere ilk tepki yine Osmanlı esnaf ve sanatkarından gelmekteydi.

    AHİLİK DÖNEMİNDE TÜKETİCİ HAKLARI
    Sosyo-ekonomik ve tarihi bir kurum olan Ahilik teşkilatı Türk-İslam
    kültür ve medeniyetinin oluşturulmasında ve bilahare Osmanlı
    Devleti'nin kuruluşunda ve büyümesinde önemli bir rol oynamıştır.
    Ahilik teşkilatının Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti döneminde
    Türk esnaf, sanatkar, sanayici ve ticaret erbabını asırlarca bünyesi
    içinde barındırmış iş ve meslek ahlakını kurup korumuştur. Ahiler,
    devlet düzeni içinde bu gibi teşekküller arasında kontrol mekanizmasını
    kurarken, tüketiciyi koruyan bir takım önlemler de almışlardır.
    Ahilik sisteminde para amaç değil araçtı. Ahiliğin amacı; insanların
    dünya ve ahirette huzur içinde yaşamalarını sağlamaktır. Ahiler,
    kazandıkları para ile kendilerinin ve ailelerinin ihtiyaçlarını
    karşılarlar; arta kalan parayla da muhtaç durumda olan fakir ve yoksul
    kimselere yardım ederlerdi.
    Ahiler müşteri ilişkilerine son derece önem verirlerdi. Ticaret
    ilişkilerde "müşteri velinimetimizdir" ilkesinin yerleşmesine vesile
    olan Ahi kültürüyle yetişmiş Türk esnaf ve sanatkarlarıdır. Bu söz
    bugün bile birçok işyerinde asılı olarak durmaktadır.
    Tüketicilerin korunmasına büyük önem veren Ahiler, müşterilerin temel
    ihtiyacı olan bir çok ürünü, doğrudan doğruya üretim yapan
    işyerlerinden karşılayabilmesi için çarşılar kurmuşlardı.
    İşyerleri, aynı sanat dallarında faaliyet gösteren esnafın bir yerde
    toplandığı “arasta” veya "çarşı" ismini taşıyan iş merkezleriydi.
    Tüketici hem istediği ürünü, bu çarşılarda daha çabuk bulmakta, hem de
    aynı cins ve kalitedeki ürünleri aynı fiyatla buralarda gönül rahatlığı
    içerisinde almaktaydı.
    Demirden mamul araba parçaları, çeşitli nal, kağnı tekerleri, deriden
    mamul ayakkabı, bakırdan ve diğer madenlerden yapılan kılıç, kap kaçak,
    bıçak-kaşık üzerine kazınan işaret (çentik) imal eden ustanın “alamet-i
    farikası” yani amblemiydi. Bu amblem o ürünün adeta kalite belgesiydi,
    çünkü bu ürün aynı zamanda onu yapan ustanın, çalışanların ve işyerinin
    övünç kaynağı ve şerefiydi.
    Dayanıklı tüketim malları cinsindeki çeşitli demir, bakır gibi
    madenlerden imal edilen eşyalar üzerine üreticinin bir işareti
    konulurdu. Bu işaret imal edenin "patendi-amblemiydi". Bu amblem o
    ürünün adeta kalite belgesiydi, çünkü bu ürün aynı zamanda onu yapan
    ustanın, çalışanların ve işyerinin övünç kaynağı ve şerefiydi.
    Bu bakımdan işyerinde çalışan çırak, kalfa ve ustalar bu şerefi
    birlikte paylaşırlar ve kendi ürünlerinin en iyi olması için gayret
    gösterirlerdi. Üretim esnasında çırağın veya kalfanın herhangi bir
    hatası derhal ustasına bildirir ve yapılan hata derhal düzeltilirdi.
    Her tüketici bilirdi ki, esnafın kusuru veya kastından doğan zararı
    tazmin edebileceği bir teşkilat, şikayette bulunabileceği bir birlik
    vardı. Bu birlik ki müşterinin zararını tazmin ettiği gibi, buna sebep
    olan esnafı da kendisine ders, çevreye ibret olacak şekilde
    cezalandırırdı.
    Ahi teşkilatında, kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan, yüksek
    fiyatla mal satan ve kurallara uymayan esnaf veya sanatkara çok ağır
    cezalar verilirdi. Bu cezalar para veya hürriyeti kısıtlayıcı cezalar
    olmamakla beraber ondan daha tesirli ve daha caydırıcı olan birlikten
    ihraç cezasıydı.
    Sicillere intikal etmiş hadiselerden, Osmanlı esnafının, hilekarların
    karşısında bulundukları ve bunlardan davacı oldukları görülmektedir.
    Verilen cezaya rağmen uslanmayanlar meslekten ihraç edilirdi.Bir malı
    bilerek eksik satmak suretiyle müşteriyi zarara sokanlara verilen ceza
    da oldukça ağırdı. Boyacı esnafından bir Ermeni, boyayacağı iplerin
    ağırlığını fazla, Türkmenlerin getirip sattıkları peynir ve yağların
    ağırlıklarını az göstererek halkı aldattığı için, boyacılar şeyhinin
    müracaatı üzerine dükkanından çıkarılmıştı
    Herşeyden önce esnafta doğruluk aranırdı. Hileli, çürük iş yapmak,
    müşteriden tespit edilen fiyatın üstünde fiyat istemek, bir başkasının
    malını taklit etmek büyük suç sayılırdı. Noksan ölçü ve bozuk terazi
    kullananlar cezaya çarptırılırlar, sahte ve kalitesiz mal imal
    edenlerin ise malları toplanır, kendileri meslekten çıkarılırdı. Esnaf
    mütevazi kâra kanaat ederdi.
    Sattığı süte su katan bir sütçünün kuyuya basıldığı, bozuk kantar
    kullananların ibret-i alem için çarşı-pazar dolaştırıldığı, ekşi pekmez
    satanın pekmezinin başına geçirildiği bilinmektedir.
    Elbise diktirmek isteyen birisi dükkana geldiğinde terzi müşterisinin
    ölçüsünü aldıktan sonra kumaşı tartar ve ölçünün yanına bunu da not
    ederdi. Elbise hazır olduktan sonra, artan parça ve kırpıntılarla
    birlikte elbiseyi tekrar tartar ve ondan sonra müşteriye verirdi.
    Sekiz asırdan beri Müslüman Türkler arasında kullanılmakta olan
    "Pabucun dama atılması" deyimini hepimiz biliriz. Bu deyim bize
    geçmişteki örnek bir Ahi uygulamasından kalmadır.
    Ahiliğin kurucusu ve esnaf ve sanatkarların piri olan Ahi Evran,
    ayakkabıcı esnafının bulunduğu çarşıdan geçerken onların yaptığı
    ayakkabıları inceleyerek, hileli gördüklerini kesip dama atar, dükkân
    kapatılır ve ayakkabı ustasının peştamalı kapının kilidine bağlanırdı.
    Müşteriye de yeni bir ayakkabı verilerek tüketicinin mağduriyeti
    önlenirdi.
    Böyle bir olay olunca, bunun haberi esnaf arasında hızla yayılır,
    "filanca ustanın pabucu dama atıldı" denilirmiş. Pabucu dama atılan
    usta, utancından haftalarca insan içine çıkamaz, kimsenin yüzüne
    bakamaz, kendini af ettirmek için elinden geleni yaparmış. Çok zaman da
    bunlar kafi gelmez, terki diyar etmek zorunda kalırmış.
    Örnek Olay:
    Ahilik ahlâkıyla yetişmiş Osmanlı esnaf ve sanatkarında doğruluk
    esastır. Hileli satışa kesinlikle müsaade edilmezdi. Yabancı bir kumaş
    tacirinin Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını
    beğenip hepsini almak istedikten sonra, mal sahibinin kumaş toplarını
    denklerken bir top kumaşı ayırdığını görüp bu hareketinin sebebini
    sorması üzerine, Osmanlı esnafı “Onu sana veremem, kusurludur” cevabını
    verince;
    Yabancı tacirin “Ziyanı yok, önemli değil” demesine rağmen Osmanlı
    esnafının o kumaş topunu vermemekte direterek: “ Benim malımın kusurlu
    olduğunu söyledim, biliyorsunuz. Fakat siz onu kendi memleketinizde
    satarken, alıcılarınızın orada benim bunları size söylemiş olduğumu
    bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış
    olacağım. Neticede Osmanlı’nın gururu şeref ve haysiyeti rencide
    olacak, bizi de hilekar sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla
    size veremem” diyerek kumaşı vermemiştir.
    OSMANLI DEVLETİ’NİN ESNAF VE SANATKAR NİZAMNAMESİ
    Ve ekmekçiler işlediği ekmeğin ve çöreklerin çiği ve karası olmaya.
    Gözlenip eksik ölçü ve dirhemine bir akçe cerime alalar.
    Ve kasaplar koyunu geceden temizleye ve arı (pak, temiz) satalar. Ve
    semizini saklayıp, zaifini boğazlamıyalar. Her zaman koyun tedarik edip
    keseler. Halka et yetiştireler. Ve kuzu ve sığır kasaplarına dahi kanun
    oluna ki dikkatlice ve temiz hizmet edeler.
    Aşçısının pişirdiği et çiğ olmaya, tuzsuz olmaya ve pak kotaralar. Ve
    kase ve bezi temiz ola. Ve kazanı kalaysız olmaya ve çanakları eski ve
    sırçasız olamaya. Ve hizmetkarları kafir olmaya ve bellerindeki
    futaları (önlükleri) temiz ve yeni ola.
    Başçıların pişirdiği baş ve başçısı görüle ki, temiz tutalar, temiz pişireler. Bayat, kirli ve kıllı olmaya.
    İşkembeciler işkembeyi iyice temizleyip temiz su ile yıkayıp temiz su
    ile pişireler ve pişkin ola ve sirkesi ve sarımsağı tamam ola.
    Börekçiler de gözlene. Hamurları arı undan ola. Meyanesi soğanlı ola. Koyun etinden başka et karışdırmayalar.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:26 pm

    Yaş ve kuru meyveler ve başka yiyecekler; üzüm, incir ve benzeri
    meyveler on-onbir akçe üzerine (%10 kar ile) satıla. Bahçelerden gelen
    yemiş yüzleme (yüzü iyi, altı kötü) olmaya. Üstü nasılsa altı da öyle
    ola. Pazar yerlerinden başka yerlerde satılmaya. Yolda karşılayıp satın
    almak isteyeni muhtesib (görevli, zabıta) tutup siyaset
    ede(cezalandıra).
    Yoğurtçuların yoğurdu da gözlene. Nişasta ve su
    katmayalar. Kaymakçılar, peynirciler ve turşucular dahi gözlene. Turşu
    sirke ile kurula, kepek ve ekşisi kurulmaya.
    Helvacılar, pekmezciler, şerbetçiler dahi gözlene. Şerbet miski ve
    gülabi (kokulu) ola. Ekşi ve sulu olmaya. Hoşafçılar dahi gözlene.
    Hoşafları ekşi olmaya ve gayet temiz ola.
    Terziler dahi gözlene. Her çeşit elbiseyi verilen narh(idarece tespit
    edilen azami fiyat) üzerine dikeler. Dikmek için aldıkları kaftanları
    vaktinde vereler. Eğer bir kişinin kaftanı kısa ve dar ve yaramaz
    dikilmiş olsa kadı marifetleriyle haklarından geline.
    İpekçiler de gözlene. İpekleri düz ola. Ve gömlekçiler de gözlene,
    aldıklarına göre satalar, sağlam dikeler, yenleri normal ve bol ola.
    Çuhacılar, takyeciler, atlasçılar ve bürüncekçiler de gözlene. Kusurlu,
    eksik ve kötü işlemeyeler. Her ne dikerse yeni kumaştan dikile ve
    mücevvezenin astarı çok çirişli olmaya, iyi dikile.
    Çizmecilerin ve ayakkabıcıların işledikleri kalp olmaya. Gayet iyi ola.
    Günü dolmadan delinirse ceza göre. Cezası akçe başına iki gün (hapis)
    hesabıyladır. Lakin gön veya sahtiyan delinirse suç debbağındır.
    Ve mutaflar (kıldan ip vb şeyler dokyan kimse) ve keçeciler dahi gözlene. Keçeyi çiğ pişirmeyeler, adet üzere yapalar.
    Demirciler de gözlene. İşledikleri demiri kalp işlemeyeler ve illet
    (özürlü) etmiyeler. Ve kazancılar dahi gözlene. Kazanın ve haranın
    kulpunu demirden değil bakırdan yapalar. Ve kalaycılar kalayladıkları
    nesneyi gayet iyi kalaylıyalar kalp ve illet etmeyeler.
    Ve nalbantlar dahi gözlene. Katırı dört akçeye, eşşeği üç buçuk akçeye
    nallayalar. Mıh eğrilip atılsa nalbant üzerinedir. İnad ederse tedip
    (terbiye) edeler.
    Ve bıçakçılar dahi gözlene. Dımakşi (Şam işi) diye Frengi (Avrupa işi)
    işlemeyeler ve satmayalar. Cinsi cinsiyle satalar. Ve iğneciler dahi
    işledikleri iğneyi iyi işleyler. Demir iğneyi Dımakşi diye satmayalar.
    Ve kuyumcular gözlene. Emin kimse ola. İşin sadesini (düzünü) dirhemini bir akçeye; menyakar (süslü) işini ikiye işleye.
    Yapı ustaları ve dülgerler günde yemekli on akçeye işleyeler. Gün
    doğarken gelip gün inmeden gitmeye. Kiremitçiler de gözlene, çiğ
    pişirmeyeler. Ve kerpiçciler kerpici sıkı ve kalın edeler.
    Ve tahıl pazarında satılan buğday ve arpa ve huhubat her ne ise,
    samanlı ve kesmüklü olmaya, temiz ola ve tamam ölçeler. Ve kile (ölçek)
    damgalı ola. Eksik ya da fazlası bulunursa şiddetle cezalandıralar.
    Sabuncular ve mumcular dahi gözlene. Sabun iyi ola, pişmiş ola ve yarık
    olmaya. Mumlar ise çirkli ve kokar yağdan olmaya. Fitili yoğun (katı )
    olmaya.
    Ve oduncular dağda çok yükleyip şehre yakın gelince yükü eksütmeye,
    adetçe normal ola. Hayvana fazla yük yüklemeyeler, nalsız
    gezdirmeyeler, semerleri eski olmaya.
    Attarlar (baharatçılar) dahi gözlene. Sattıkları şeyler zağferanili ve
    yağlı olmaya. Baş şekerini üç kağıttan ziyadeye sarmayalar. Frengi
    şekeri iyi şeker fiyatına satmayalar.
    Bezzazlar (bez satan, manifaturacı) dahi gözlene. İbrişimi (bükülmüş
    ipek ipliği) iyisine karıştırmayalar ve arşınları eksik olmaya. Ve
    boyacılar her ne rengi boyarlarsa iy edeler. Bezi taş üstünde döğüp
    zarar vermeyeler ve boyalı bezi yol üstünde asmayalar.
    Ve hamamcılar hamamı pak ve temiz tutalar. Peştemallari delikli ve kısa
    olmaya. Kafire ayrı rida (havlu ) vereler ve kafir yüzün sildiği rida
    ile müslüman yüzün silmeye. Velhasıl müslümanların her nesnesi ayrı
    ola. Eğer inad ederlerse muhkem ta zir edip haklarından geline.
    Ve değirmenciler dahi kimsenin buğdayını, arpasını değiştirmeyeler ve
    değirmeni başı boş bırakmayalar ve yabana gitmeyeler. Taşlarını vakti
    geldikçe dişeyeler. Haklarından artık tereke almayalar ve çalmayalar.
    Herkes nöbetle öğüde ve bir kişinin terekesini çıkarıp bir
    başkasınınkini koymayalar. Değirmende tavuk besleyip halkın ununa ve
    buğdayına zarar vermeyeler. Vakitlerini bilmek isterlerse ancak bir
    horoz besleyeler. Eğer inad ederlerse muhkem haklarından geline.
    AHİLİKTE MESLEK SEÇİMİ
    Ahi birliklerinde meslek seçimine ve iş bölümüne önem verilirdi. Ahiler
    kabiliyetlerine uygun bir işte çalışırlar. İkinci bir iş peşinde
    koşmazlardı. Gençler yamaklık ve çıraklık aşamasında iken bir kısım
    testlere tabii tutularak yetenekleri tespit edilerek, hangi meslekleri
    sevdikleri belirlenirdi. Gençlere kabiliyetleri ve ülke ihtiyaçları
    doğrultusunda gelecek vadeden mesleklerde eğitim verilirdi. Böylece
    meslek seçimi rastlantıya veya bilimsel olmayan sistemlere bırakılmazdı.
    Ahilikte insanların iş değiştirmeleri veya birden fazla işle
    uğraşmaları hoş karşılanmazdı. Bu sebeple, Ahinin birkaç iş veya birkaç
    sanatla değil, kabiliyetine en uygun olarak sevdiği tek bir iş veya tek
    bir sanatla uğraşması ahlâk kaidesi haline getirilmişti.
    Ahi birliklerinde iş bölümü ekonomik olduğu kadar bir ahlâk problemi
    olarak da ele alınmıştı. Herhangi bir işte karar kılmayarak sık sık iş
    ve meslek değiştirmek ancak sebatsız ve istikrarsız bir ruh yapısına
    sahip olanların yapacağı davranış olarak kabul edilirdi. Böyle insanlar
    ise Ahi olabilecek ruh disiplinine sahip olarak kabul edilemezdi.
    Ahi birliklerindeki iş değiştirmeme ve birden fazla işle uğraşmama
    ilkesi, sanatkarların kendi mesleklerinde daha rahat ilerlemelerini de
    sağlamıştır. Başka bir iş yapma ihtimali bulunmadığından, sanatkarlar
    bütün düşünce ve gayretlerini işlerine vererek bugün hayranlıkla
    seyrettiğimiz şaheserleri meydana getirmişlerdir.
    USTALIK MERASİMLERİ
    Geleneksel usta-kalfa-çırak sistemini şu şekilde özetlemek mümkündür.
    Yaşı ortalama 12-13 olan çocuk, velisi tarafından kabiliyetleri
    doğrultusunda, herhangi bir sanat dalında faaliyet gösteren bir ustanın
    yanına belli bir süre çalışmak ve mesleği öğrenmek üzere çırak olarak
    verilirdi.
    Usta eğer işyerinde ya da atölyesinde yeni bir çırağa ihtiyacı varsa
    çocuğun fiziki kabiliyetini ve moral karakterini anlamak için geçici
    bir süre çalışmasına müsaade ederdi. Böylece yanında çalışmaya başlayan
    çocuğun başarısını, kabiliyetini küçük işler yaptırmak suretiyle
    gözlemleyen usta, yeni çırağın dürüstlüğü hakkında da kanaat sahibi
    olmak isterdi.
    Öte yandan ustalar, yanlarında çalışan çırak ve kalfaların arkadaş
    seçimine de dikkat ederlerdi. Çünkü iyi arkadaşların, iyi bir sanatkâr
    olmada olumlu katkıları olacağına inanılmaktadır. Bu kısa gözlemlerden
    sonra çocuk kabiliyetli, çalışkan, dürüst ve güvenilir bulunursa o iş
    yerinde çırak olarak çalışmasına izin verilir. Böylece 3 yıldan 5 yıla
    kadar değişen bir zaman zarfında ustası, çırağın hem mesleki hem de
    manevi hocasıydı. Ayrıca usta, o sanat dalındaki manevi liderleri,
    meşhur şahsiyetleri ve onların hayat hikâyelerini, zaman zaman çocuğa
    aktararak, çocuğun bu sanatkâr grubunun bir üyesi olmasına yardımcı
    olurdu.
    Ahilikte esnaf ve sanatkârlara işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta
    hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri öğretilirken, akşamları toplanılan
    Ahi zaviyelerinde de ahlâki eğitim uygulanırdı. Böylece hem kendi
    çalıştığı mesleğin, hem de diğer meslek kollarının bir peygambere ya da
    bir pîre dayandırıldığını gören ve bunların örnek alınması lazım
    geldiğine inanan çocuk, yıllar önce o meslekte tesis edilen disiplinin
    sürdürülmesine inanırdı.
    İşe başlarken mesleğin pîrinin saygıyla anılması uyulması gereken
    kuralların başında geliyordu. Böylece manevî bir alanın denetimi ve
    himayesinde ekonomik hayat, Ahilik çerçevesinde düzen altına alınmış
    oluyordu.
    Çıraklıkta geçen ilk yılı ustayı devamlı gözleme ve öğrenme dönemi
    olarak değerlendirebiliriz. Usta ile çırak arasındaki ilişki tarzı bir
    çeşit itaat ve saygıyı içerir. Usta kısmen öğretici kısmen de baba
    rolünü üstlenmiştir. Bu yüzden çırağı, ailesinin bir ferdi gibi görerek
    ona şefkatle muamele etmek durumundadır.
    Ustalığa yükselebilmek için üç yıl kalfa olarak çalışmak lazımdı. Bu
    süre içinde, hakkında şikayet olmayan, kendisine verilen görevleri
    dikkatle yerine getiren, özellikle çırak yetiştirme hususunda titiz
    davranan, diğer kalfalarla iyi geçinen, müşterilere karşı iyi davranan,
    bir dükkan idare edebilecek duruma gelen kalfalar hususi bir merasimle
    ustalığa yükselirdi.
    Ahi birliklerinde ustalık merasimi büyük bir manevi atmosferde
    gerçekleştiriliyordu. Estirilen manevi hava usta adayının din ve
    inançlarına olan bağlılığını kopmaz derecede perçinlemekte, iş
    ahlâkına, müşteri ilişkilerine, kalite ve standarda önem vermesini
    sağlamaktaydı.
    Sanat kolunun diğer usta ve kalfaları, o mahallin önde gelenleri,
    çırağın babası ve dinî lider törene davet edilir. Yemek yendikten sonra
    usta ayağa kalkar, ustalığa terfi edecek çocuğun uzun zamandır yanında
    çalıştığını, sanatın inceliklerin öğrendiğini ve kalifiye eleman haline
    gelebilmek için moral karakteri de en iyi şekilde sergilediğini
    davetliler huzurunda ilan ederdi. Kalfanın kendi işyerini açabilmesi ve
    öğrendiği sanatıyla geçimini temin edebilmesi anlamına gelen "destur"
    verirdi.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:27 pm

    ALIŞ VERİŞ MERKEZLERİ ÇARŞI VE BEDESTENLER
    Ahi birliklerinde
    aynı meslekte faaliyet gösteren esnaf ve sanatkarların genellikle bir
    çarşısı vardı. “Bedestan”, “Arasta” veya “Uzun Çarşı” denilen bu iş
    yerlerinde aynı meslek kolunda çalışanlar bir arada bulunurlardı.
    Çarşısı olan esnafın, bazı meslekler hariç, çarşı dışında dükkân açması
    mümkün değildi.
    Çarşılar esnafının ismiyle anılırdı. Örneğin önemli bir Ahi şehri olan
    Trabzon'da tarihte kunduracı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya
    "Kunduracılar Çarşısı", bakırcı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya
    "Bakırcılar Çarşısı", çömlekçi esnafının bulunduğu çarşıya da
    "Çömlekçiler Çarşısı" adı verilmiştir. Bu isimler bugün bile
    kullanılmaktadır.
    Yalnız şekerci, ekmekçi, berber ve nalbantlara çarşı dışında dükkân
    açmaya izin verilirdi. Bu şekilde, hem tüketici, istediği ürünü daha
    çabuk ve de kolaylıkla seçme imkanı buluyor; hem de esnaf, birbirini
    kontrol edebiliyordu.
    Ayrıca çarşılar müşterilere, ürün çeşitlerini görebilme ve seçip alma
    imkanı tanıdığı gibi, satıcılar arasındaki kalite ve fiyat farkını de
    izleme şansı veriyordu. Çarşı çatısı altında toplu halde bulunan esnaf
    ve sanatkarların mesleki ve ahlâki eğitimi kolay oluyor, teknik
    gelişmeleri daha yakından izleme şansı doğuyordu.
    Çarşılarda yer alan esnafın bir arada üretim ve pazarlama yapması, hem
    kalite kontrolü bakımından hem de satış hizmetlerindeki doğruluk ve
    dürüstlük bakımından oldukça önem taşımaktaydı. Zira dürüst esnaf,
    imalatın, belli bir standardın altına düşürülmesine karşı idi.
    Her esnafın kendine has bir sancağı ve bir de alemdarı vardı. Genel
    olarak bu sancak yeşil atlastan olur, üzerine ayetler yazılır, kırmızı
    beyaz ipekten bir kordonun ucunda da esnafın alameti, amblemi
    bulunurdu. Nalbantların alameti bir gümüş nal, ayakkabıcıların ise bir
    çift patikti. Ahilikte bütün sanatların pîri vardı. Ahilerin
    sanatlarının pirlerinden kendi ustasına kadar olan büyüklerine içten
    bağlanmaları istenirdi.Meslek pîrleri o sanatı yapmış peygamberler
    arasından ve ulu kişilerden seçilmişti. Bazı mesleklerin pîrleri
    şunlardı.
    Tüccarların pîri Hz. Muhammed
    Çiftçilerin pîri Hz. Adem
    Berberlerin pîri Selman-ı Farisi
    Debbağların (derici) pîri Ahi Evran
    Ahiler yüzyıllar önce kurdukları çarşı sistemini ile günümüzde iş
    merkezlerinin, büyük marketlerin, süpermarketlerin kuruluşuna öncülük
    etmişlerdir. Bu kurumlar arasındaki en büyük fark hiç kuşkusuz "Ahilik
    ahlâkı" olduğu açıktır
    Ahiler, kurdukları çarşıların kapılarını birbirinden güzel sözlerle süslüyorlardı.
    Denizli Babadağ Çarşısı kapısındaki şu dizeler yer almaktaydı.
    Sevgi göster herkese ha!
    Selamdan kaçınma sakın.
    İnsanları ayırma ha!
    Hepsine adil ver hakkın.
    Niyetin iyi olsun ha!
    Her şeyin gerçeğini söyle.
    Hayırlı'dan ayrılma ha!
    İyi anlaş herkes ile.
    BEDESTENLER
    Bedesten kelimesi, bezciler çarşısı anlamına gelir. Çok eskiden değerli
    kumaşların satıldığı yerlere denilen bezzazistan, zamanla Osmanlı
    toplumunda bedesten ismini almıştır. Ticari hayatın çekirdeğini
    oluşturan bu kompleksler, zamanla kıymetli malların (mücevher,
    porselen, ipekli kumaş, silah vs.) alım-satımına tahsis edilmiştir.
    İstanbul’da bu isim adı altında; Cehavir, Sandal ve Galata Bedesteni
    olmak üzere üç bedesten bulunmaktadır. Evliya Celebi'nin
    seyahatnamesinde bahsettiği Trabzon'un Çarşı Mahallesi'nde bulunan
    bedesten Trabzon'un en önemli bir ticaret merkeziydi.
    Bedestenlerin bina itibariyle sağlam ve üstü kapalı olması şarttır.
    Bundan dolayı bedestenler, dış etkilere ve yangınlara karşı korunması
    amacıyla taştan yapılmıştı.
    Bedesten, çarşı olarak hizmet vermeye başladığı zaman içerisine
    dayanıklı ağaçlardan “dolap” adı verilen yüzlerce küçük dükkân yapılmış
    ve içleri oyma hücreler, çekmecelerle donatılarak hizmete sunulmuştur.
    Bu dolapların her biri emniyet sandığı yahut banka kasası gibi hizmet
    görmekle bedesteni şehrin en zengin binası yapmıştır.
    Halk ve çarşı esnafı ağzı mühürlü sandıkları bedestene getirir ve el
    senedi gibi bir belge alarak gönül huzuru ile evlerine gidermiş. Ama
    hiçbir vakit kimsenin malı karışmamış ve kaybolmamış. Eğer kasayı açmak
    gerekirse bir bölükbaşı kasa sahibini kasasının başına götürür, sonra
    sandıktaki eşyanın gizliliğine riayet etmek üzere yanından uzaklaşır ve
    hatta ona sırtını dönerek müşterinin rahatça alacağını almasını ve
    koyacağını koymasını sağlarmış. Her sandık bizzat sahibi tarafından
    mühürlenir ve bedesten görevlileri bu mühürlerin bozulmamasından
    sorumlu tutulurmuş.
    Bedestene emanet edilip de, uzun zaman alınmamış ve mirasçısı çıkmamış
    olan eşya ve mallar devlet hazinesine aktarılır, hayır işlerine
    harcanırdı.
    DÜKKÂNLARI SÜSLEYEN GÜZEL SÖZLER
    Ahilik, ülke kaynaklarını gerçekçi biçimde harekete geçiren, âdil bir
    gelir dağılımı sağlayan, sosyal dayanışma barış kardeşlik meydana
    getiren dengeli ve verimli ekonomik sosyal sistemdir. Ahiler, esnaf,
    tüccar ve diğer sahalardaki meslek guruplarının örgütlenmesini
    sağlayarak sosyal ve ekonomik düzenin kurulmasına katkıda
    bulunmuşlardır.
    Başarılı olmak için bilgiyi, başkasının esiri olmamak için doğruluğu
    prensip edinen Ahi, vicdanını, kendi üzerine gözcü koyan adamdır. Ahi
    helâlinden kazanan, yerine ve yeterince harcayan, ölçü, tartı ehli
    olan, yararlı şeyler üreten ve yardım edendir. Kalbi Allah'a, kapısı
    yetmiş iki millete açık olan; mürüvvet ve merhamet sahibi, cömertliği
    esas alan; ahlâkı ana sermaye edinip akıl yolundan yürüyen; ilim
    isteyen ve ilmiyle amel edip yararlı çalışmayı elden bırakmayan kişiler
    Ahilerdendir.
    Bu temel felsefeye sahip olan Ahiliğin, topluma tanıtılmasında, düşünce
    ve eylemlerin benimsetilmesinde kullanılan en etkili iletişim
    metotlarından biri, esnaf dükkânlarına asılan, özlü sözlerin yer aldığı
    levhalardır. İletişim vasıtası olarak kullanılan levhalarda, Ahilik
    kurumunun temel prensipleri ele alınarak, toplumun düzeni için,
    insanlığın sahip olması gereken hasletler yaygınlaştırılmaya
    çalışılmıştır.
    Ahiliğin kültürel göstergelerinden olan esnaf dükkânlarındaki levhalar,
    mısralarında gizli olan kodlarla, taşıdığı anlamlarla, insanların sahip
    olmaları gereken hasletleri dile getirirler. Genellikle, ünlü hattatlar
    tarafından işlemeli, yaldızlı çerçeveler içine, eski, bazen de yeni
    harflerle yazılan beyit/dörtlüklerden oluşan bu levhalarda, yüzyıllar
    boyu varlığını sürdüren Ahilik felsefesi dile getirilmiştir.

    Bir dükkânda :
    Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.
    Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.
    Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.
    Hiylesi hurdası yok, helalinden malımız.
    Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yarimiz.
    Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
    Bir aşçı dükkânında:
    Her taamın (yiyeceğin) lezzeti ta ki dimağdan (beyinden) çıkar,
    Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet(sonunda) gözden çıkar.
    Balıkçı dükkânında:
    Ehl-i aşka müptelayım(tutkunum) nemelazım kâr benim,
    Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:28 pm

    İŞ YERİ TAHDİDİ
    Osmanlı Devleti, bugün Almanya, Fransa vb Avrupa
    Birliği ülkelerinde olduğu gibi piyasadaki kapasite değişikliklerini
    dikkate alarak belli bir "plan" dahilinde işletmelerin açılmasını
    denetim altına almıştı. Böylece dükkân açılmasına bir sınırlama, bir
    tahdit getirilmiştir.
    Bir kişinin dükkân açabilmesi için önce yamaklıktan çıraklığa,
    çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan da ustalığa yükselmesi
    gerekiyordu. Fakat usta olan herkes dükkân açma hakkına sahip değildi.
    Ustanın, kalfalığı boyunca, ustasının verdiği işleri özenerek yapmış
    olması; diğer kalfa ve çıraklarla iyi ilişkiler kurmuş olması, hakkında
    hiç şikayet yapılmamış olması gerekliydi.
    Esnafın dükkân açabilmesini belirleyen diğer bir husus da, esnaf
    birliğinin toplam dükkân adedi ile ilgiliydi. Ustanın dükkân açma hakkı
    olsa bile, arz ve talep dengeleri dikkate alınarak tespit edilen ve
    esnaf birliğine tahsis edilen dükkânların dışında başka bir dükkân
    açılamaz, toplam dükkân adedi de aşılamazdı
    Özetle belirtmek gerekirse, bir kişinin dükkân açabilmesi için ;
    1- Dükkân açmak isteyen kişi sırasıyla yamak-çırak-kalfa-usta eğitimlerini tamamlamış olmalıdır.
    2- Dükkân açmak isteyen kişi bu eğitimler sırasında ustası, çevresi ve meslektaşları tarafından taktir edilmiş biri olmalıdır.
    3- Dükkân açmak istediği bölgede esnaf birliklerine tahsis edilen dükkân sayısı aşılmamış olmalıdır.
    Birçok esnaf kollarında dükkân, dokumacılar gibi tezgahta çalışanlarda
    ise her ustanın sahip olduğu tezgah sayısı tespit ediliyordu. Bu
    tespitler sırasında, ustaların hepsi birbirine, kethüdaları (esnaf
    başkanı) ise bütün lonca mensuplarına, resmi makamlar önünde kefil
    oluyorlardı.
    Mevcut dükkân sayısının arttırılıp arttırılamayacağına da esnaflar
    aralarında karar veriyorlardı. Eğer, iş sahaları genişse, artışı kabul
    ederlerdi.
    Esnaf birliklerinin aralarında yıkıcı bir rekabete girerek zarar
    görmelerini önlemek, üretimin devamlılığını sağlayacak iktisadi-hukuki
    tedbirleri almak, mal ve hizmetlerin kaliteli üretilmesini ve
    kalitesine uygun bir fiyatla satılmasını temin etmek, sanatın
    inceliklerini bilmeyen vasıfsız kişilerin hem kalitesiz üretim yaparak
    hem de yüksek maliyet ve fiyatta mal üreterek tüketiciye ve ekonomiye
    zarar vermesini ve haksız kazanç elde edilmesini önlemek, devletin
    genel üretim-tüketim politikalarının başlıca hedefleriydi.
    Bu geleneğin zaman zaman alışılmış usullerin dışına çıkılarak ihlal
    edildiği görülürdü. Fakat mesleğin ustaları bu durumda, ilgili
    makamlara haber vererek kurallara uyulmasını isterlerdi. Nitekim
    Büyükçekmece'de ekmek fırını açmak, ekmek üretmek ve satmak nizamına
    karşı çıkanları, esnaf şikayet etmiş ve bu hususta çıkan karar
    Büyükçekmece kadısına bildirilmiştir.

    AHİ BİRLİKLERİNDE EKONOMİK VE SOSYAL KURUMLAR
    Ahi birliklerinin en önemli özelliklerinden biri de Ahilik düşüncesine
    uygun şekilde iktisadi hayatın düzenlenmesi için bir araç olarak
    kullanılmak üzere kurulan ve işletilen orta sandıklarıdır.
    Ahi teşkilatı, faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve sosyal dayanışmayı
    sağlayabilmeleri için Ahilik düşüncesine uygun bazı müesseseler
    kurmuşlardır. Her Ahi birliğinin, orta sandığı, esnaf vakfı, esnaf
    kesesi veya esnaf sandığı vardı. Teşkilat bu yardım sandığı vasıtasıyla
    üyelerine sosyal güvenlik sağlar, onları tefecilerden korur ve hammadde
    temin ederdi
    Orta Sandığı
    Her Ahi birliğinin bir orta sandığı vardı. Sandığın gelir ve giderleri
    belirli bir denetime tabi tutulurdu. Orta sandığı, birlik yönetim
    kuruluna bağlı ayrı bir şube olarak faaliyet gösterirdi. Sandığın
    kredisi olarak oluşturulan fon ile yardımlar için ayrılan paralar
    farklı hesaplarda toplanırdı.
    Orta Sandığının Gelirleri:
    1. Üyelerin aidatları,
    2. Yamaklıktan çıraklığa, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselirken ödenen bir nevi terfi harçları,
    3. Teşkilata ait mülklerin gelirleri,
    4. Askere alınan kalfa veya ustanın eşi ve çocukları için birlikçe toplanan yardımlar,
    5. Çeşitli bağışlar sandığın diğer gelir kaynaklarını teşkil ederdi.
    Orta Sandığının Giderleri:
    1. Teşkilat için lüzumlu harcamalar orta sandığından yapılırdı.
    2. Birliğe ait mülklerin tamir masrafları, çeşitli vergiler,
    görevlilerin maaşları, sosyal gayeli esnaf toplantılarının ücretleri
    sandıktan ödenirdi.
    3. Fakirlere çeşitli vesilelerle orta sandığından yardımlar yapılırdı.
    4. Birliğe kayıtlı üyelere orta ve uzun vadede kredi verilirdi.
    5. Teşkilatın güçlenmesi için alınan mülklerin bedelleri de sandıktan ödenirdi.
    6. Esnaftan maddi durumu iyi olmayanlara, güçsüzlere, sakatlara ve hastalara da bu sandıktan yardım yapılırdı.
    7. Birlik üyelerinden ihtiyaç sahiplerine orta sandığından borç para verilirdi.
    8. Esnafa lazım olan hammadde, teşkilat tarafından satın alınarak
    üyelere dağıtılırdı. Satın alınan malın bedeli orta sandığından
    ödendikten sonra taksim işlerine başlanır ve malların bedelleri
    esnaftan toplanırdı.
    Ahi birliklerinin orta sandığından ihtiyaç sahibi "Haricîler" ve
    "Dahilîler" olarak adlandırılan üyelerine yardım yapılırdı. Haricîleri
    temsil edenler, emekliler, düşkünler, sakatlar ve fiilen
    çalışmayanlardı. Dahilîler ise iş yerlerinde fiili olarak çalışan
    çırak, kalfa ve ustalardan meydana gelmekteydi.
    Altı Kese
    Ahi birliklerinin hazinesi demek olan orta sandığında altı kese (torba) bulunurdu. Bunlardan;
    Atlas kesede, sandığa ait her türlü yazışma evrakı saklanır.
    Yeşil kesede, esnafa ait vakıf gelirleri, senetler ve mülklerin tapuları toplanır.
    Kırmızı kesede, gelir getiren senetlerin ve evraklar saklanır.
    Örme kesede, sandığın nakit paraları saklanır.
    Ak kesede, her türlü giderlere ait senetler ve vesikalarla, geçmiş yıllara ait hesaplar muhafaza edilir.
    Kara kesede, vadesinde tahsil edilmemiş alacaklara ait senetler ve
    bunlarla ilgili diğer evrak saklanırdı. Bu kese sandığın diğer
    keselerine göre en az işlem gören bölümüydü. Çünkü esnaf borcuna
    sadıktı.
    DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM
    Geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumun ihtiyaçlarını karşılamak
    için üretilen mal ve hizmetler; kamu kuruluşları, özel sektör
    kuruluşları ve gönüllü (sivil toplum) kuruluşlar tarafından yerine
    getirilmektedir.
    Sivil toplum, örgütlü bir toplum anlamına gelmektedir. Toplum
    örgütlenerek, temel hak ve hürriyetlerini, ekonomik, sosyal ve siyasi
    menfaatlerini koruma ve kollama imkanını elde eder. Sivil toplum
    kuruluşlar, günümüzde "üçüncü sektör" kuruluşlar olarak tanımlanan,
    devletin dışında var olan gönüllü kuruluşlardır. Bu kuruluşlar kâr
    amacı gütmeksizin, toplum yararı için, gönüllü olarak bir araya gelen
    vatandaşların oluşturduğu bir kuruluş, bir sektördür. Üçüncü sektör
    kuruluşlara örnek olarak dernek, vakıf, oda ve cemiyetler
    gösterilebilir. Bu anlamda Ahi teşkilatı, Osmanlı Devletinde kurulan en
    büyük ve en organizeli sivil toplum kuruluşlarından birisidir.
    Altı asır çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı Devleti'nde çok
    sayıda vakıf ve dernek gibi gönüllü kuruluşlar vardı. Eğitimden,
    sağlığa kadar toplumun ihtiyaçlarının büyük bir bölümü bu tür sivil
    toplum kuruluşları tarafından karşılanmaktaydı.
    Prof. Conin başkanlığındaki Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyet 1921
    yılında İstanbul’a gelerek “Osmanlı Vakıf Sistemi”ni incelediler.
    Osmanlı sistemini oldukça orijinal bulan Amerikalı heyet vakıf
    sistemini kendi bünyelerinde adapte ederek günümüze kadar 26 bin vakıf
    kurdular. Oysa Osmanlı arşiv belgelerinden, 1926 yılı öncesine ait
    Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu 238 bin adet vakfın kayıtlarını
    bulunduklarında ise şaşırıp kaldılar.
    Türk toplumuna bir şeyler verme, bir şeyler yapma isteğini ve
    heyecanını yaşayan sorumluluk sahibi kişilerin teşkilatlanmasından
    Ahilik ortaya çıkmıştır. Dernekleşme şeklinde ortaya çıkan
    teşkilatlanma tamamen gönüllülük esasına dayanmıştır.
    Bu şekildeki örgütlenme, mahalle, köy, kasaba, v.s. sosyal birimler
    bazında bir teşkilatlanmadır. Kendi aralarında çok kuvvetli bir bağa
    sahip olan Ahiler, yöneticilerine olağan üstü bağlılık duyan Ahi
    kardeşliği temelinde bir kurumsallaşmadır.
    Yapılan araştırmalar Ahi teşekküllerinin serbestçe kurulan dernekler
    olarak doğduğunu ortaya koymaktadır. 16. yy. gelince kamu
    otoritelerinin loncalar üzerindeki etkilerinin arttığı tespit
    edilmektedir. Serbestçe kurulan derneklerden Ahi loncalarına giden bir
    süreç yaşanmıştır. Ahi teşkilatlanması elbette siyasi nitelikte
    değildi. Ahilerin devlete talip olma gibi bir talepleri de yoktu.
    Ancak, kuruldukları bölgede çok önemli bir güç teşkil ettikleri de bir
    gerçektir
    Ahi teşkilatı, Osmanlı Devleti'nde kurulan en büyük ve en organizeli
    sivil toplum kuruluşlarından birisidir. Çünkü Ahi teşkilatı, Selçuklu
    ve Osmanlı zamanında bir bakıma bugünkü Esnaf Odaları, İşveren
    Sendikaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, İşçi Sendikaları, Bağ - Kur,
    Türk Standartları Enstitüsü ve Belediye gibi kurum ve kuruluşların
    görevlerini üstlenmişti.
    Yukarıda sayılan kurum ve kuruluşların atası Ahi teşkilatıdır. Ahlâk
    ile sanatın ahenkli bir birleşimi olan Ahilik, toplumun ayakta
    kalabilmesi için gerekli olan sosyal adalet ve ahlâkın yerleşmesinde
    büyük katkısı olan, Türk'ler dışında hiçbir ulusta görülmeyen bir
    yaşayış biçimidir.
    Gerek teşkilat yapısı, gerekse çalışma prensipleriyle günümüzün sivil
    toplum kuruluşlarına örnek olan Ahi birlikleri, idarecilerini seçimle
    belirler ve yönetimin aldığı kararları uygulamakta tereddüt etmezlerdi.
    Bu özelliğinin yanında demokrasi ve insan haklarına verdikleri önemle
    de Ahiler bütün dünyaya örnek olmuşlardır.
    İbni Batuda ve diğer kaynaklara dayanarak Osmanlı’nın ilk yılları
    hakkında yorum yapan G.G. Arnakis, ABD’de yayınladığı makalede şöyle
    demektedir.“Elimizdeki bütün kaynaklar bizi özellikle Batı Anadolu Türk
    toplumunun kuruluş yıllarında, Ahilerin tahtın arkasında demokratik bir
    güç şeklinde durarak hem iç çatışmaları önlediği, hem de sultanları
    kontrol ederek, onlara popüler bir temel hazırladığı sonucuna ulaşır."
    Bu bilgilerden Ahilerin yedi yüzyıl önce, bugünkü sivil toplum
    kuruluşlarından çok daha etkili, çok daha demokrat ve yapıcı siyasal
    bilince sahip halk kuruluşları olduğu görülmektedir.
    Ahi birliklerinin (Ahiyan-ı Rum) yönetiminde görev alanlar seçimle
    işbaşına gelirlerdi. (45) Ahilikte tüm seçimler demokratik usullerle
    yapılır, idari görevler belirli grupların tekeline verilmezdi.
    Seçilenlerin ortak vasfı ahlaki üstünlük ve meslekte başarı idi.
    Anadolu’da kurulan ve kökü eski Türk ve İslam kültürüne dayanan Ahilik
    felsefesinde "ben” veya “benim” kelimelerine pek fazla rastlanmadığı
    gibi maddiyata dönük faaliyetlerde bile önce karşısındaki ön planda
    tutulurdu. Ahilikte "ben" değil "biz" duygusu ve “diğergamlık” tutumu
    hakimdi.
    Ahi birliğinde, birlikte üretilen malın hakça dağıtımına çok önem
    verilirdi. Bu tevzi sisteminde herkes hakkına razı olduğu için hiç
    kimse birbirinin malına, kazancına göz dikmezdi Ahilikte, toplum
    barışının önemli bir gereği olan eşitliğe riayet edilirdi.
    Menfaatte olduğu gibi diğer davranışlarda da başkalarını yani toplumu
    rahatsız etmek imkansızdı. Bunun için bir çok kural konulmuştu. Bunlar
    yolda, pazarda,çarşıda, dükkânda, evde, konuşurken, yürürken, su
    içerken başkasını rahatsız etmemek gibi, toplum düzenini sağlamayı
    amaçlayan kurallardı.
    Topluma zarar vermeyen, başkalarına karşı saygılı, kurallara uyan
    herkes eşitti. Zengin, fakir, eğitimci, idareci ayrımı; sınıf farkı
    yoktu. Herkes Allah’ın (C.C.) kuluydu ve bu sebeple de herkes eşitti.
    Hiç kimse zenginliğinin, makamının arkasına saklanıp dilediği gibi
    yaşayamazdı. Aşırı lüks, gösteriş ayıptı. Mal, mülk ve para kendi
    ailesinin ve yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamak ve çevresindekilere
    yardım için kazanılırdı.
    İmkanlara göre konuk odası, zaviye, yol, çeşme, vakıf gibi topluma
    hizmet eden tesisler kurulur, yanında çalışanlarına veya
    meslektaşlarına iş yeri açmak için maddi destekte bulunulurdu. Bu
    davranışlar toplumda zengin ve fakir arasında bir kıskançlık doğmasını
    engellerdi. Bir Ahi, komşusu açken kendisi tok yatamazdı. Eğer
    dükkânında kendisi siftah yapmışsa, meslektaşı da kazansın diye
    müşteriyi komşusuna gönderirdi. Bu davranışlar toplum huzuru ve
    barışının sağlanmasında önemli etkenlerdi. Yalnız kazançta değil,
    eğitimde de toplum düzeni, yararı ön planda tutulurdu. Ahi
    birliklerinde bilgi (sır), toplum aleyhine hizmet edeceklere verilmezdi.
    Ahiliğin demokratik bir kurum olduğunu yerli ve yabancı bir çok eserde
    görmekteyiz. Bugün bize demokrasi dersi veren ülkelerden çok önce
    demokratik düşünceye sahip olan Anadolu halkının meydana getirdiği bu
    sivil toplum kuruluşundan öğreneceğimiz çok şeyler var. Ahi
    birliklerinin faaliyetlerinde devlet ve toplum aleyhine atılmış tek bir
    adıma rastlamak mümkün değildir.
    Ahi birliklerinin öğrettikleri, insanlığa ve memlekete en iyi hizmet
    yolunda canını ve malını adamaktır. Yakın tarihimizde kurulan ve çoğu
    zaman zararlı ve bölücü faaliyetlerde bulunan, kardeşi kardeşe düşman
    eden yada yabancı ülkelerde gördükleri dernek ve kuruluşları örnek
    alarak yalnız kendi çıkarlarını düşünen ve gösteriş için çalışan,
    toplumdan kopuk teşkilat ve dernekler, sivil toplum kuruluşu adı
    altında faaliyet gösterirken, Ahiliğin önemi bu bağlamda bir kez daha
    ortaya çıkmaktadır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:29 pm

    AHİLİKTE İŞ AHLÂKI
    Ahilik, hem dünya, hem de Ahireti birlikte
    düşünen bir felsefeye sahiptir. Bu görüşü emreden ayetler ve hadisler
    de vardır. “Hiç ölmeyecek gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi Ahiret
    için” çalışmayı emreden hadis dünya ile Ahiret ne güzel
    bütünleştirmektedir.
    Ahilikte mal, servet ve sadece kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi
    başına bir anlam taşımazdı. Bunlar, ancak kendinden üstün bir gayenin
    gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler.
    Örneğin, başkalarına muhtaç olmadan yaşamak için veya başkalarına
    yardım etmek için kazanılan para değerlidir. Napolyon'un ifadesiyle
    "para, para, para" diyerek, para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik
    düşüncesine terstir. Çünkü, vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye
    olan ahlâki değerler de vasıta haline gelir ki, bu son derece ahlaksız
    dünya görüşünün temeli olur.
    Örneğin, para kazanmak gaye olursa başkalarına yardım etmek de bir
    vasıta olur. Bunun uygulamadaki sonucu kişilerin daha çok para kazanmak
    için başkalarına yardım yapmasıdır. Hayır yapmak için değil de,
    başkalarının güvenini ve saygısını kazanarak karını arttırmak isteyen
    tüccarların fakirlere bu gaye ile yardım etmesi böyle bir zihniyetin
    ürünüdür. Genellikle buna yardım değil, kazanç usulü denilebilir. Çünkü
    amaç fakirlere yardım etmek değil, onları vasıta olarak kullanıp daha
    çok para kazanmaktır. Yardımın vasıta olarak kullanılmaması için İslam
    dini “sağ elin verdiğini sol elin bilmemeli” ölçüsünü getirmiştir.
    Ahilerin mal ve servet hakkındaki düşünceleri, onların ekonomik
    faaliyetlerine de yansımıştır. Ahiler, insanların kendi emekleri ile
    geçinmelerini ve hiç kimseye muhtaç olmamalarını isterler. Bu sebeple,
    Ahilerin emeğini değerlendirebilecek bir işi, özellikle bir sanatı
    olması, ahlak kaidesi haline getirilmiştir. Bazı fütüvvetnamelerde
    işsizlik “batıl” olarak kabul edilmekte ve "ahlaksızlık" sayılmaktadır.
    Bu sebeple Ahiler çalışmayı ibadet saymışlardır. Onun için Ahilerin iş
    yerleri, onların ibadet yerleri olarak bilinir. Ahilikte iş yerleri,
    mescitler hatta camiler derecesinde kutsaldır. Ahinin iş yeri Hak
    kapısıdır. Bu kapıdan hürmetle girilir, saygı ve samimiyetle çalışılır,
    helalinden kazanılır, helal yerlere ve kararınca harcanır.
    Osmanlıyla Ticaret İmtiyazı
    Osmanlı Devleti’nin, kurmuş olduğu medeniyetini, tekke-medrese-kışla
    sacayağı üzerine sağlam bir şekilde oturup, doğruluk ve adalet üzerine
    cihana ışık saçtığı günlerde, Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar
    alınırken oyların eşit çıkması halinde, oda reisinin: “içinizde
    Türklerle alış veriş eden var mı?” diye sorduğunu ve birinden evet
    cevabını alınca da onun oyunu, imtiyazlı olarak iki oy olarak kabul
    edip karara vardığını
    OSMANLI ESNAFI
    Ahilik ahlâkıyla yetişen Osmanlı esnafını bakınız İngiliz Senceri gazetesi nasıl anlatmaktadır.
    "Osmanlı memleketlerinde dükkâncılık ve satıcılık tarz ve usulü kadar
    güzel usul hiçbir yerde bulunmaz. Sivas pazarına gittiğimiz zaman bu
    adet nazarımızda bütün bütün tecelli etti. Pazara gelen müşteri
    ayaküstü durup, teşhir edilen malları gözden geçirir. Tüccar veya
    dükkâncı ise, diz çökmüş veya bağdaş kurmuş bir halde bulunur. Eğer
    müşteri itibara değer kimselerden ise, dükkâncının yanına çıkar oturur.
    Bir tacir böylesine, adeta konuksever bir ev sahibi gibi muamele
    ederdi. Müşteriye evvela bir kahve ısmarlar, sonra bir sigara ikram
    eder. Vee hal ve mevkie münasip konuşmaya girişir. Kahve ve sigara
    içtikten sonra konu yavaş yavaş alış veriş meselesine çevrilir. Eğer
    birden bire bu meseleye girilirse, hürmetsizlik ve terbiyesizlik
    sayılırdı.
    Dükkâncı, müşteriye, neden sonra ne satın almak arzu ettiği takdirde
    gayet nazik bir ifade tarzı ile sorar. Ve alınacak şeyin nevi ve
    cinsine göre konuşulmasını müteakip, müşterinin fiyatı soruşu üzerine
    satıcı, yine nezaketten: “Zatı alileri her ne münasip görürseniz, onu
    verirsiniz, hiç vermezseniz de hediye makamında kabul buyurursanız
    bence büyük bir şereftir” derdi.
    İşte Türklerin alışverişi böyledir. Ve böyle nezaketli alışveriş hiçbir yerde görülmezdi."
    Fransa hükümeti tarafından Türkiye'nin doğu illerinde inceleme yapmak
    üzere görevlendirilen Teophile Deyrolle, 1869 yılının Şubat ayında
    Trabzon'a gelerek ilginç bulduğu olayları Fransa'da yayınlanan bir
    dergide yazmıştır. Fransız Deyrolle Trabzon'daki Türk esnafıyla ,
    Ermeni, Rum ve İran esnafını karşılaştırırken bakın nelere dikkat etmiş.
    "Türk, ciddi ve sessiz, çubuğunu içerek müşterisini bekler. Müşteri
    alacağı şeyi elinde evirip çevirdikten sonra değerini sorar.
    Dükkancının ağzından bir rakam düşer. Artık pazarlık etmek
    faydasızdır...Rum ile Ermeni tamamen başkadır. Müşteriye seslenir,
    elbisesinden tutup çekerler. Müşteriyi bir laf sağanağına tutarlar. Ona
    en yumuşak kelimelerle hitap ederler. "Kardeşim" derler. "Ruhum,
    dostum" derler ve gösterdikleri malın iki kat değerini isterler. ..
    Trabzon'da pek çok olan İranlı esnaflara gelince: İçlerinde bazıları
    Türklerin meziyetleri ile Hıristiyanların hilekarlıklarını
    birleştirmiştir."
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:30 pm

    AHİ BİRLİKLERİNDE EĞİTİM
    Bilim ve uygarlık tarihleri
    incelendiğinde görülmektedir ki, insanlığa en çok hizmet etmiş
    toplumlar bilimde ileri gitmiş olanlardır. Eğitimde ileri olan
    toplumlar güçlü, geri olan toplumlar da zayıf olmaya mahkumdurlar.
    Osmanlı Devleti tarihin en uzun ömürlü devletlerinden biridir. Bunda
    şüphesiz ki, eğitim politikasının önemli bir rolü vardır.
    Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve gelişmesinde önemli rol oynayan
    Ahiler, imalat ve ticarete verdikleri önemle ekonominin büyümesine,
    eğitime verdikleri önemle de bilimin gelişmesine büyük katkı sağladılar.
    Ahilik sisteminde eğitim, Farâbî, Kutadgu Bilig, İbnî Sina, Fahrettin
    Râzî ve Ahi Evran çizgisinde gelişmiştir. Ahilik tespit ettiği hedefe,
    sağlam bir teşkilatlanma modeli yanında, köklü bir eğitim sistemi ile
    ulaşmaya çalışmıştır. Esnaf ve sanatkarlara iş yerlerinde yamak, çırak,
    kalfa ve usta hiyerarşisine göre mesleğin incelikleri öğretilmiş,
    kabiliyetli çırak, kalfa ve ustaların elinden tutularak medreselerde
    eğitim görmeleri sağlanmış ve gerektiğinde kendilerine orta sandığından
    maddi destekte bulunulmuştur.
    Bir taraftan esnaf ve sanatkarlara işyerlerinde mesleklerinin
    incelikleri öğretilirken, diğer taraftan akşamları Ahi zaviyelerinde
    ise toplum içindeki tutum ve davranışları hakkında bilgi verilirdi.
    Ahiler, eğitimi kişinin doğumuyla başlayan ve hayat boyunca devam eden
    bir süreç olarak görmüşlerdir. Ahi zaviyelerinde kırk yaşın üstündeki
    insanlara da okuma - yazma öğretilmiştir. Hatta, bunlar arasında Divan
    yazacak kadar olgunluğa erişenler dahi vardı. Böylece günümüzde "hayat
    boyu eğitim" şeklinde tanımlanan eğitim anlayışı yüzyıllar önce Ahi
    birlikleri tarafından uygulanmıştır.
    İş Dışında Eğitim
    İş dışındaki eğitim, genel eğitim özelliğinde olup ferdi gelişmeye
    yöneliktir. Ahi zaviyelerinde öğretmen tarafından teşkilata yeni giren
    gençlere okuma yazma öğretilirdi. Gençlere ilk terbiye ve bilgiyi veren
    kişilere muallim denilirdi. İlmi sahada söz sahibi müderris ve kadılara
    da ders verdirilirdi. Dini ve ilmi bilgiler yanında Türkçe konuşma,
    edebiyat dersleri okutulurdu. Örneğin Divan Edebiyatımızın büyük
    şairlerinden Bâki de bir saraç çırağı iken bu tür bir eğitimden
    geçmiştir. Ahi zaviyelerindeki çırakların zaten mensup oldukları sanat
    dalı içerisinde tatbiki bilgileri edinmiş olduklarından, zaviyelerde
    fen ve sanat yerine cemiyet içerisinde yaşama kuralları, sosyal
    kaideleri öğrenirlerdi.
    Gençlerin yeteneklerini geliştirmek için eğitim proğramlarına, güzel
    yazma, musiki dersleri, davranış kaideleri, askeri bilgi ve spor
    eğitimi dersleri de konulmuştu. Zaviyelerde eski Türk destanları,
    Kutadgu Bilig ve Ahi Evran’ın kitapları yanında Fütüvvetname denilen,
    Ahiliğin Ahlak Nizamnamesi olarak bilinen kitaplar okutulurdu. Fütüvvet
    kitapları bir bakıma İslam tasavvufunun geliştirdiği Kur’an ve
    Hadislere dayanan güzel ahlak ve ideal insan modelini belirleyen
    kitaplardı. Bu eserler yalnız gençlerin değil toplumun tamamının uyması
    istenilen ahlaki kuralları içerirdi.
    İş Başında Eğitim
    İş yeri sahibi, aynı zamanda usta (öğretmen) olduğu için daha önce
    çalıştığı iş kolundan mesleğini öğrendiğine dair icazet (diploma) ve iş
    yeri açma izni almış kimsedir. Bir gencin usta olabilmesi ve kendi iş
    yerini açabilmesi için değişik öğrenim kademelerinden geçmesi
    gerekirdi. Her şeyden önce bir gencin Ahi birliğine üye olabilmesi için
    mutlaka geçimini temin edebilecek bir iş veya sanatının olması
    aranırdı. Boş gezen, bir işi olmayanlar, Ahiliğe kabul edilmedikleri
    gibi toplumda da itibar görmezlerdi. Mesleği olmayanlara kız bile
    verilmezdi . Bu sebepten gençlerin belirli bir eğitim almış olmaları
    gerekiyordu.
    Çırak olmak isteyen aday öncelikle, elinde ustalık belgesi sahibi bir
    ustaya yardımcı olarak verilir ve kendisine iki tane “yol kardeş”
    (yiğit başı) seçilirdi. “Yol kardeşlik” gençlerin ömürleri boyunca
    sürerdi. Eğitim süresi içerisinde, gençlerin ahilik kaidelerine
    bağlılıkları kontrol altına alınırdı. Gençler arasında Ahilik
    prensiplerini ihmal edenler veya hatalı davranışlarda bulunanlar
    birbirlerinden sorumlu tutulurdu.
    Çırak adayının iş yerindeki tutum ve davranışı, becerisini göz önüne
    alınarak, ya da aynı işyerinde çıraklığa devam etmesine veya başka bir
    sanat dalında çıraklığa başlamasına karar verilirdi. Her halükarda bir
    iş yerine çırak olarak girebilmek için o iş kolunun Ahi birliğinden
    izin alınması gerekmekteydi. Bir çırak veya kalfa ustanın izni olmadan
    dükkânı terk edip başka bir ustanın yanına gidemez, çünkü başka usta
    bunu kabul etmezdi. Ustalar, sanatın özelliğine göre sınırlı sayıda
    çırak çalıştırmaya mecburdular. Daha fazla çırak kabulü ve
    çalıştırılması birlikçe yasaklanmıştı. Aynı iş kolunda ihtiyaçtan fazla
    eleman yetiştirmenin doğuracağı problemlerin bilincindeydiler. Meslek
    çeşitleriyle, her meslekte çalışacak olanların sayısı, o bölgenin
    ihtiyaçları göz önüne alınarak tespit edilirdi.
    Bu da gösteriyor ki esnaf-sanatkarların bir taraftan işsiz kalmaması,
    diğer yandan da aşırı üretimin önlenmesi sağlanmıştır. Zaten usta ve
    kalfa için önemli olan çıraklarını çok iyi yetiştirmekti. Çıraklara
    çıraklık süresince herhangi bir ücret ödenmezdi.
    Gerek iş başındaki eğitimde ve gerekse zaviyedeki eğitimde aynı eğitim
    metodu uygulanırdı. Özellikle mesleki eğitimde çıraklığa alınan gence,
    bilgiler, maharetler, hünerler, en basitten zora doğru uzanan bir
    süreçte kazandırılmaya çalışılırdı.
    Sanat Eğitimi
    Ahilik sisteminde gençlere ahlâk ve sanat eğitimi birlikte veriliyordu.
    Ahlâka ait usul ve erkan kuralları eğitim müfredatına göre
    düzenlenirdi. Gençlere yaşlarına ve öğrenim sürelerine göre verilecek
    bilgiler de programlanmıştı. Zaman gelmedikçe ne sanata ne de ahlâki
    kurallara ait bilgiler verilmezdi. Ancak öğrenci olgunlaştıkça ve
    sanattaki yetenekleri arttıkça, bilgiler belirlenen ölçülerde
    arttırılırdı.
    Örneğin, Osmanlı döneminde, çırakların okuma yazmayı öğrenmeleri için,
    “saraçhane” denilen yerde, ayrıca sabahları “Fatih Medresesi"nde
    okutulan derslerin saraçhanede de okutulmasına önem verilirdi.
    Ahiliğin, uygulandığı bir sanat dalı da Nakışçılıktı. Anadolu Selçuklu
    devleti zamanından beri görülen nakış haneler, Osmanlı Devleti
    zamanında da gelişerek devam etmiştir. Bu atölyelerde hattatlar,
    nakkaşlar, kitap süsü, ülkede yapılan binaların tezyini (süsleme) gibi
    işlerin esaslarını hazırlardı.
    Bu nakış haneler de yalnız kitap yazma, süsleme işleri ile
    uğraşılmazdı. Sarayların, silahların ve diğer eşyaların resimleri
    hazırlanırdı. Bu atölyeler, adeta tatbiki güzel sanatlar akademisinin
    motif ve süsleme sanatını öğreten bir bölümü gibiydi.
    Fatih devrinden kalma sanat eserlerinin bir çoğunda yazı, tezhip, cilt,
    kısmen resim, çini, oyma kapı, fresk, taşa oyulmuş süsler, kılıç ve
    miğfer gibi zamanın harp silahlarının üzerine yapılmış, süs, resim ve
    nakış sanatının bir çok özelliklerine rastlanılmaktadır.
    Bu nakış haneler sanat öğreten bir okul gibiydi. Burada baş usta
    (okulun müdürü), kalfalar ve çıraklar vardı. Çırak ustasının
    tarifleriyle değil, onun nasıl çalıştığını görmekle ve ona dikkat
    etmekle sanatı öğrenebilirdi. Öğrenciler hep birlikte bir atölyede
    çalışırlar, her kes birbirine bakarak, görerek bir şeyler öğrenirdi.
    İyi bilenler, yeni gelenlere bu hususta yardımcı olurdu.
    Ahlâk Eğitimi
    Ahi kardeş, yaren, dost, yiğit anlamında kullanılır. Ahilik, birbirine
    saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, ilmi ve
    çalışmayı ibadet sayan, din ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlı
    esnaf-sanatkarların teşkilatı anlamını ifade eder.
    Ahilik çalışmayı, ibadet ve dürüstlüğü bir bütün olarak ele almış,
    ahlâka büyük önem vermiştir. Ahiliğe göre güzel ahlâkın olduğu yerde
    kardeşlik, eşitlik, özgürlük, sevgi, hak ve adalet vardır.
    Ahi teşkilatlarında ahlâki eğitim zaviyelerde verilirdi. Ahi
    zaviyelerinde verilen eğitim sadece gençlere yönelik olmayıp, her
    yaştan insanların istifade edebileceği özellikteydi. Bu nezih
    mekanlarda öğretilen ahlâk kuralları daha sonra da tüm toplumun ortak
    değerleri olarak hayata geçiriliyordu.
    İlk Türk fütüvvetnamesi, alplık kavramıyla birleşerek yiğit-ahi
    şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu fütüvvetnamelerden, yazarı belli olmayan
    yüzlerce Türkçe fütüvvet kitabı yazılmıştır. Ahilerin el kitabı olan
    ilk Türk fütüvvetnamesinde, Burgazi, gençlere, terbiye kurallarından
    bazılarını şöyle anlatmaktadır:
    “... Taam (yemek) yimekte yirmi erkan vardır.” Yani yemek yemeye ait
    yirmi kaide olduğunu söyleyip, bu kurallardan bazıları da şöyle
    sıralanabilir:
    -Sofraya oturmadan önce ve yemekten kalktıktan sonra elleri yıkamak
    -Yemek yenilen yere ayakkabı ile girmemek,
    -Yemeğin dürüstlük ile kazanıldığından emin olmak,
    -Yemeğe büyüklerden önce başlamamak ve yemeğe tabağın kenarından başlamak,
    -Yemek yerken konuşmamak, ağzından tükürük saçmamak, kaşınmamak,
    -Yemek yerken öksürük tutması halinde ağzı elle değil, mendille kapatmak,
    -Yemekte küçük lokma almak, başkasının yediği lokmaları gözetmemek,
    -Yemekte ağzını şapırdatmamak,
    -Yemekte etin kemiklerini sofradakilere göstermeden tabağın arkasına saklamak vb.
    Söz söylemekteki edepler dört tanedir:
    -Sert konuşmamak,
    -Konuşurken sağa-sola bakmamak,
    -Sen-ben değil de siz-biz olarak hitap etmek,
    -El kol hareketleri ile bir şey ifade etmemek.
    Evden çıkmaktaki edepler:
    -Çıkarken sağ ayakla çıkmak,
    -Endişeli çıkmamak,
    -Çıkarken yukarı bakmamak.
    Yürümekteki edepler:
    -Sert yürümemek,
    -Çukurlara basmamak,
    -Yanlara bakarak yürümek,(dikkatli olmak)
    -Taştan taşa sıçramamak,
    -Kimsenin ardınca bakmamak,
    -Büyüğünün önünde yürümemek.
    Bu kuralların dışında elbise giyerken beş, pazarda, çarşıda yürürken,
    alış veriş yaparken dört, misafirlikte üç, hasta ziyaretinde beş,
    tuvalete ve hamama girerken sekiz, yatarken dört olmak üzere bir çok
    kural tespit edilmiştir.
    Burgazi fütüvvetnamesi’nde Ahi ahlâkını meydana getiren kurallar şöyle sıralanmaktadır.
    1- Ahiler birkaç iş veya sanatla değil, yeteneklerine en uygun olan tek bir iş veya sanatla uğraşmalıdır.
    2- Ahinin emeğini değerlendirecek ve onurunu koruyacak bir işi, özellikle bir sanatı olmalıdır.
    3- Ahi doğru olmalı, emeğiyle hak ettiğinden fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır.
    4- Ahinin işinin ve sanatının geleneksel pîrlerinden kendi ustasına
    kadar bütün büyüklere içten bağlanmalı, sanatında, davranışlarında
    onları örnek almalıdır.
    5- Ahi bilgi sahibi olmalı, bilginleri sevmeli, onlara karşı küçük
    düşmemeli, aldığı bilgileri yerinde ve zamanında kullanmalıdır. 13.
    yüzyılda Burgazi tarafından kaleme alınan Burgazi’nin
    Fütüvvetnamesi’ni, daha sonra diğerleri takip etmiştir. Ahi ahlâkını
    meydana getiren fütüvvet kuralları, öğrencilere anlayacakları tarzda
    öğretilirdi.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

    Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:31 pm

    Bu kurallar;
    1-İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,
    2-İşinde ve hayatında doğru, güvenilir olmak,
    3-Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
    4-Sözünü bilmek, sözünde durmak,
    5-Hizmette ayrım yapmamak,
    6-Yaptığı iyilikten karşılık beklememek,
    7-Güler yüzlü olmak,
    8-Tatlı dilli olmak,
    9-Hataları yüze vurmamak,
    10-Dostluğa önem vermek,
    11-Kötülük edenlere iyilikte bulunmak,
    12-Tevazu sahibi olmak,
    13-Hiç kimseyi azarlamamak,
    14-Anaya ve ataya hürmet etmek,
    15-Dedikoduyu terk etmek,
    16-Komşularına iyilik etmek,
    17-İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzlü yapmak,
    18-Başkasının malına hıyanet etmek,
    19-Sabır ehli olmak,
    20-Cömert, ikram ve kerem sahibi olmak,
    21-Daima hakkı kullanmak,
    22-Öfkesine hakim olmak,
    23-Suçluya yumuşak davranmak,
    24-Sır saklamak,(...)
    Yukarıda sadece bir kısmına yer verdiğimiz Ahiliğin 124 altın kuralı vardır.
    Ticaret Ahlâkında Yasaklanan Hususlar
    Ticaret ahlâkında yapılması istenmeyen şeyler ise şunlardır:
    1. Hileli ve çürük mal satmayacaksın,
    2. Müşteriden fazla para almayacaksın,
    3. Bir başkasının malını taklit etmeyeceksin,
    4. Noksan tartmayacaksın ve bozuk terazi kullanmayacaksın,
    5. Sahte ve kalitesiz mal üretmeyeceksin
    Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere 6 şartı vardır.
    Açık olanlar:
    1-Elini açık tut : Cömert olmak, düşkünlere yardım etmek için,
    2-Kapını açık tut : Konuksever ve misafirperver olmak için,
    3-Sofranı açık tut : Yoksullara, yemek yedirmek, misafire ikramda bulunmak için.
    Kapalı olanlar:
    1-Elini bağlı tut : Hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için,
    2-Dilini bağlı tut : Dedikodu, yalan, iftira ve gıybetten uzak durmak,
    3-Belini bağlı tut : Kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemek için.
    Ahiler kız çocuklarına da şu öğütleri verirlerdi:
    1- İşine dikkatli ol : Ailenin ve evinin işini ihmal etme,
    2- Aşına dikkatli ol : İyi yemek pişir, iktisatlı ol,
    3- Eşine dikkatli ol : Her türlü şartlar altında eşine sahip ol,
    Örnek Olay
    Ahilik teşkilatının yüksek ahlâki değerleriyle yetişen Osmanlı esnaf,
    sanatkar ve tüccarı Batılı devletler nazarında çok önemli bir yer
    edinmiştir.
    Alman Başbakanı Bismark "Türkler, Asya'nın centilmenleridir" sözüyle
    Ahilik kültüründe yetişen Türk insanını tanımlıyordu...
    Ayrıca İngiliz Ticaret Odalarının birinde asılı bulunan levhada "Her
    zaman Türk tüccarları ile alışveriş et" sözünün yer alması Türk
    esnafının, tüccarının ve sanayicisinin dün sahip olduğu ve bugün terk
    ettiği Ahilik kültürünü ifade etmektedir.
    AHİLİK VE FÜTÜVVET AHLÂKI
    Ahiliğin en önemli özelliklerin birisi; teşkilata mensup kimselerin,
    yani esnaf-sanatkar ve çalışanların manevi ihtiyaçlarına cevap verecek
    bir inanç ve ahlâk anlayışına sahip olmalarıdır. Bu özelliği ile Ahilik
    temel kurallarını Fütüvvetçilikten almıştır.
    Fütüvvet Arapça bir kelime olup, sözlükte cömertlik, gençlik, yiğitlik,
    kahramanlık, alçak gönüllülük, diğergâmlık gibi anlamlara gelir.
    Fütüvvetten bahseden eserlere bakılırsa, bu kavramın içinde neredeyse,
    İslamiyet'in telkin ettiği bütün güzel ahlâk esaslarını bulmak
    mümkündür. Mutasavvıflara göre fütüvvet, peygamberlerden kalma bir
    ahlâk yoludur.
    Sülemî'nin Fütüvvet Kitabı'ndan şu hususları başlılar halinde sunabiliriz.
    o Kötülüğe iyilikle karşılık vermek,
    o Yaptığı işten karşılık beklememek,
    o Gücü varken affetmek,
    o Başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi kusuruyla uğraşmak,
    o Şefkatli olmak, başkalarını kendisine tercih etmek,
    o Hiçbir durumda yaltaklanmamak,
    o Zenginse, fakiri hiçbir sebeple hizmetinde kullanmamak,
    o Halka tenezzül etmemek, yüz suyu dökmemek,
    o Verenin de, alanın da Allah olduğunu bilmek,
    o Kerem sahibi olmak,
    o Alçak gönüllü olmak, kendini beğenmişlikten kaçınmak,
    o Hiç kimseyi azarlamamak,
    o Sır saklamak,
    o Hizmette ve vermede ayırım yapmamak.
    Sadece bazılarını saydığımız bu fütüvvet prensipleri, netice olarak,
    insanı başı dik gönlü dok olmaya, alıcı değil verici durumda bulunmaya,
    dolayısıyla üreticiliğe, bütün varlıklara karşı sevgi ve şefkat
    beslemeye ve manevi olgunluğa yönelten hususlardır.
    Bu ve benzeri güzelliklerin laf olarak sıralanması kolaydır, fakat asıl
    olan uygulamadır. İşte Ahilik, iyi bir organizasyonla, mesleki ve
    teknik faaliyetler yanında, bu prensipleri derece derece tatbik
    sahasına koyan kurumdur. Böyle bir sistemde, tabi olunan tasavvuf
    terbiyesi ve ulaşılacak manevi olgunluk sonucu, önce kişinin kendi
    kendini kontrolü söz konusudur. Öyle ki Ahi sanatkar, yaptığı bir işi
    kurallardan önce Allah'ın beğenmesine önem verirdi. Otokontrolün kâfi
    gelmediği durumlarda ise, Ahi teşkilatının güçlü iç disiplini ve sosyal
    baskı ile, sayılan ilkelerin yaşanır hale gelmesi mümkün olmuştur.
    AHİLİĞİN TÜRK DİLİNE VERDİĞİ ÖNEM
    Ahilik teşkilatı, Türk dilinin ve kültürünün koruyucusu olmuştur.
    Anadolu'daki diğer dillere, özellikle Arap, Acem, Bizans kültürlerine
    karşı Türk kültürünü koruyup, Türkçe konuşan ve Türkçe yazan ozanları
    ve düşünürleri bir şemsiye altında toplayan Ahi teşkilatı olmuştur.
    Böylece Ahiler, bizi biz yapan dilimizi, koruyup geliştirmişlerdir.
    Hoca Ahmet Yesevi'den başlayarak büyük Türk düşünür ve gönül adamları
    Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Eran, Aşık Paşa, Gülşehri, Hacı
    Bayram Veli ve daha niceleri hem İslamiyeti, hem de milli
    özelliklerimizi ve değerlerimizi Türkçe ile anlattılar, yazdılar ve
    yayınladılar. Osmanlı Devleti'nin Türkçe'yi devletin resmi dili kabul
    etmesi, bu dili cihan şumul bir konuma getirmesinde, Ahilerin büyük
    katkısı olmuştur.
    Ahiler Türkçe konuşmaya, Türkçe yazmaya ve Türkçe'yi diğer milletlere
    yaymaya özel önem vermişlerdir. Ahiler, sadece Türkçe'yi
    öğrenip-öğretmekle kalmayıp; dil yönünde kabiliyetli insanları,
    edebiyatçıları, şairleri yetiştirerek onlara ciddi sorumluluklar
    yüklemişlerdirler. Böylece Türkçe'nin günümüze kadar çok ileri bir
    seviyede gelmesini sağladılar.
    Yunus'un yaşadığı dönem, Ahilerin Anadolu'da yaşadığı en faal dönemdir.
    Kendisi de bir Ahi olan Yunus Emre'nin yüzyıllar önce yazdığı
    şiirlerini bugün rahatlıkla anlayabiliyorsak işte bunu Ahi teşkilatına
    borçluyuz.

      Forum Saati Perş. Mayıs 09, 2024 7:58 pm