AHİLİK NEDİR?
"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri
arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına
gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık,
cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği
kaydedilmektedir.
Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın
ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan
Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden
gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren,
dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de
kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine
saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi
kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı
sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile
kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı;
Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok
sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki
yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada
tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca
göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını
ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her
alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin
silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde
Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.
AHİ EVRAN
Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş,
1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı
"Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini,
iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan
Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü
alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran
gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf
terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini
yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan
Bağdat'a gitmiştir.
Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi
Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a
yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da
Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane
kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve
diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına
ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih
boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki
birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin
Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.
Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu
Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem
Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu.
Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi
birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık
(dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi
Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek
bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.
Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan
"Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar
Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba
sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32
çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da
kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört
temel esas üzerine kurulmuştur.
Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu
Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve
"Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:
"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur:
Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi
çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu
ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik
gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu
meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de
birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu
ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması
şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi
gerekmektedir."
Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni
kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada
yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında
yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına
sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı
yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit
edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.
Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan
Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum
haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün
esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir.
Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle
birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur
saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan
Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer
Ahi idiler.
AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş
kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi
değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet
nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi.
Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında
dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler
yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları
arasında saymıştır.
Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve
dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların,
sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek,
maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve
verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.
Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından
bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir
sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya
toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla
yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet
gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına
öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve
sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını
sağlamıştır.
Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan
esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi
zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ
Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak,
spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal
dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç,
mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir
nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine
kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş
ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta
Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan
Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade
etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun
Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna
esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında
bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan
kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından
verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre
toplanan paylardan birikirdi
1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan
ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek
esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun
olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat
edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.
Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup,
yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak
durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından
kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde
düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim”
felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın
yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları
insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda
çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine
rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların
haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün
esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız
ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve
böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.
Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların
anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan
Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir
insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız
edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille
suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli
bir yeri vardır.
Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen
dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının
geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda
kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.
Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık
kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle
aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu
engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine
bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı
tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata
ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında
toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde
alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım
edilmekteydi.
AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU
Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi
alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı
bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve
sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim
ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç
bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de
13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir
hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde
bulunmuşlardır.
Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol
istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk
idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren
Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle
de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii
ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra
etmişlerdir.
Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde
Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için
bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı
teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden
eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri
olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük
bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat
verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.
Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı
teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti
olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih
dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında
zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya
koymaktadır.
Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber
gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya
lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant
gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse
teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak
hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına
sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i
Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini
kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış
ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış
oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan
toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.
"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri
arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına
gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık,
cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği
kaydedilmektedir.
Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın
ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan
Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden
gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren,
dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de
kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine
saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi
kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı
sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile
kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı;
Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok
sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki
yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada
tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca
göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını
ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her
alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin
silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde
Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.
AHİ EVRAN
Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş,
1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı
"Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini,
iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan
Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü
alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran
gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf
terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini
yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan
Bağdat'a gitmiştir.
Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi
Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a
yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da
Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane
kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve
diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına
ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih
boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki
birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin
Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.
Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu
Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem
Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu.
Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi
birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık
(dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi
Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek
bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.
Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan
"Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar
Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba
sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32
çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da
kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört
temel esas üzerine kurulmuştur.
Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu
Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve
"Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:
"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur:
Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi
çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu
ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik
gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu
meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de
birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu
ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması
şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi
gerekmektedir."
Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni
kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada
yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında
yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına
sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı
yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit
edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.
Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan
Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum
haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün
esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir.
Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle
birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur
saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan
Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer
Ahi idiler.
AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş
kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi
değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet
nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi.
Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında
dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler
yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları
arasında saymıştır.
Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve
dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların,
sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek,
maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve
verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.
Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından
bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir
sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya
toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla
yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet
gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına
öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve
sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını
sağlamıştır.
Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan
esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi
zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ
Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak,
spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal
dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç,
mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir
nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine
kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş
ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta
Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan
Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade
etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun
Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna
esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında
bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan
kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından
verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre
toplanan paylardan birikirdi
1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan
ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek
esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun
olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat
edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.
Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup,
yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak
durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından
kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde
düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim”
felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın
yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları
insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda
çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine
rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların
haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün
esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız
ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve
böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.
Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların
anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan
Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir
insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız
edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille
suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli
bir yeri vardır.
Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen
dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının
geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda
kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.
Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık
kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle
aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu
engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine
bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı
tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata
ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında
toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde
alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım
edilmekteydi.
AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU
Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi
alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı
bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve
sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim
ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç
bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de
13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir
hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde
bulunmuşlardır.
Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol
istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk
idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren
Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle
de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii
ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra
etmişlerdir.
Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde
Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için
bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı
teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden
eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri
olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük
bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat
verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.
Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı
teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti
olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih
dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında
zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya
koymaktadır.
Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber
gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya
lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant
gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse
teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak
hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına
sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i
Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini
kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış
ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış
oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan
toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.