Ahİlİk Nedİr? Hitskin_logo Hitskin.com

Bu Hitsikin.com temayı önceden görmekte fırsat veriyor.
Tema yerleştirmekTemanın fişine geri dönmek

.talk4her
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Ahİlİk Nedİr?

Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:21 pm

AHİLİK NEDİR?
"Ahi" sözcüğünün kökeni konusunda dil bilimcileri
arasında görüş birliği yoktur. "Ahi" kelimesi, Arapça "kardeş" anlamına
gelmektedir. Ancak, Divanü Lûgati't Türk'te "Ahi" kelimesi eli açık,
cömert, yiğit anlamına gelen "akı" kelimesinden türediği
kaydedilmektedir.
Terim olarak Ahilik ise, XIII. yüzyılın ilkyarısından XIX . yüzyılın
ikinci yarısına kadar Anadolu'da, Balkanlarda ve Kırım'da yaşamış olan
Türk Halkının sanat ve meslek alanında yetişmelerini, ahlâki yönden
gelişmelerini sağlayan bir kuruluşun adıdır.
Bu tanımlamalardan hareketle "Ahi" kelimesinin, kardeş, arkadaş, yaren,
dost, yiğit anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Ahilik hem sosyal hem de
kültürel yapılara ait bir terim olarak; birbirini seven, birbirine
saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, işi
kutsal, çalışmayı bir ibadet sayan, din ve ahlâk kurallarına sıkı
sıkıya bağlı esnaf ve sanatkarların iş teşkilatı manasını taşır.
Ahi birlikleri her kurum gibi, belli bir ihtiyacı karşılama amacı ile
kurulmuşlardır. En geniş anlatımla Ahi birliklerinin kuruluş amacı;
Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkmenler arasında yer alan çok
sayıdaki sanatkarlara kolayca iş bulmak; bu kişilerin Anadolu'daki
yerli Bizans sanatkarları ile rekabet edebilmesini sağlamak, piyasada
tutunabilmek için yapılan malların kalitesini korumak, üretimi ihtiyaca
göre ayarlamak, sanatkarlarda sanat ahlâkını yerleştirmek, Türk halkını
ekonomik olarak bağımsız hale getirmek, ihtiyaç sahibi olanlara her
alanda yardımcı olmak, ülkeye yapılacak yabancı saldırılarda devletin
silahlı kuvvetleri yanında ülkeyi savunmak ve yerleşim bölgelerinde
Türk-İslam kültürünü yaymak şeklinde tanımlanabilir.

AHİ EVRAN
Ahi teşkilatının kurucusu Ahi Evran, Azerbaycan'ın Hoy şehrinde doğmuş,
1172-1262 yılları arasında yaşamıştır. Ahi Evren'in asıl adı
"Nasîrüddin Ebü'l Hakayık Mahmud B. Ahmed"dir. Ünlü Türk bilgini,
iktisatçı ve sanatkarı Ahi Evran ilk eğitimini doğum yeri olan
Azerbaycan'ın Hoy şehrinde aldıktan sonra Horasan'a giderek ünlü
alimlerden Fahreddin Razî'nin derslerine devam etmiştir. Ahi Evran
gençliğinde Hoca Ahmet Yesevî'nin talebelerinden aldığı ilk tasavvuf
terbiyesi ile yetişmiş ve olgunlaşmıştır. Ahi Evran, Hac vazifesini
yerine getirdikten sonra o devrin mutasavvıflarının buluşma yeri olan
Bağdat'a gitmiştir.
Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, kayınpederi
Evhadü'd-Din Kirmani ile Anadolu'ya gelen Ahi Evran, Konya'da Sultan'a
yazdığı Letaif-i Gıyasiye adlı kitabını sunar. 1205 yılında da
Kayseri'ye gelen Ahi Evran, burada bir deri imalathanesi-tabakhane
kurar. Kayseri'de devletin desteğini ile debbağları (dericileri) ve
diğer sanatkarları da içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına
ve esnaf-sanatkarların teşkilatlanmasına öncülük etti. Bu yüzden, tarih
boyunca Debbağların Pîri olarak tanınmıştır. Her sanat dalındaki
birliklerin bir araya toplandığı bu siteler Selçuklu Sultanı Alaeddin
Keykubat zamanında diğer şehirlerde de kurulmaya başlandı.
Sultan Alaeddin Keykubat'ın Ahi birliklerini desteklemesi sonucu
Anadolu'nun birçok yerinde bu birlikler süratle gelişti. Bu dönem
Anadolu Selçuklu Devleti'nin iktisadi olarak en parlak dönemi oldu.
Denizli iline de giden Ahi Evran daha sonra Kırşehir'e gelerek Ahi
birliklerinin teşkilatlandırılmasına hız verdi. Kırşehir'de debbağlık
(dericilik) sanatını geliştirip yaygın hale getirdi. Daha sonra "Ahi
Baba"lığa yükseldi. Ahi Evran, teşkilatına taze bir canlılık getirerek
bütün Anadolu'da tanınan bir şahsiyet haline geldi.
Ahi Evran, eşi Fatma Ana'nın kurduğu dünyanın ilk kadın teşkilatı olan
"Bacıyan-ı Rum" teşkilatını, bugün ki adıyla Anadolu Kadınlar
Birliği'ni, de himaye etmiş ve her iki teşkilatın da büyümesi için çaba
sarf etti. Ahi Evran kendi mesleği olan dericilik dalından başka 32
çeşit mesleğin gelişmesine öncülük etmiştir. Ahi Evran'ın Anadolu'da
kurduğu Ahilik teşkilatı ahlâk, akıl, bilim ve çalışma olmak üzere dört
temel esas üzerine kurulmuştur.
Ahi Evran'ın Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus'a sunduğu
Letaif-Hikmet adlı kitap, sultanlara ve yöneticilere nasihat verici ve
"Siyasetname" türü eserinde hükümdarlara şöyle seslenmektedir:
"Allah insanı, medenî tabiatlı yaratmıştır. Bunun açıklaması şudur:
Allah insanları yemek, içmek, giyinmek, evlenmek, mesken edinmek gibi
çok şeylere muhtaç olarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu
ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik
gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu
meslek dallarının gerektirdiği alet ve edavatı imal etmek için de
birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu
ürünlerin üretimi için lüzumlu olan bütün sanat kollarının yaşatılması
şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi
gerekmektedir."
Hakkında birçok araştırma yapılan Ahi Evran Veli "Hiç ölmeyecekmiş gibi
dünya için, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalı" Hadis-i Şerifi'ni
kendisine rehber edinmişti. Ahilik teşkilatı mensuplarına dünyada
yaşamak için bilgi, ahlak ve sanata, esnaf-sanatkarlar arasında
yardımlaşma ve dayanışmaya, Ahiret için de takva ve iman esaslarına
sımsıkı sarılmaya ihtiyaç olduğunu sık sık hatırlatırdı. Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda büyük görevleri olan ve binlerce sanatkarı
yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında şehit
edilmiştir. Kabri Kırşehir'dedir.
Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan
Ahilik teşkilatını kurmuş ve bu kurumu son derece saygın bir kurum
haline getirmiştir. Bu sivil toplum kuruluşu yüzyıllar boyunca bütün
esnaf ve sanatkarlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiştir.
Ayrıca Ahilik, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektaş töreleriyle
birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur
saymışlardır. Örneğin Osmanlı hükümdarı olan Orhan Gazi ve oğlu Sultan
Murat gibi padişahların yanı sıra devletin üst düzey yöneticileri birer
Ahi idiler.
AHİLİKTE MESLEKİ DAYANIŞMA VE İŞBİRLİĞİNİN ÖNEMİ
Ahiler devrin elit tabakasından ve cemiyetin en iyi yetişmiş
kişilerinden oluşmaktaydı. Davranışı, sanat anlayışı, milli ve manevi
değerlere duyarlılığı ve dünya görüşü bakımından Ahilerin hem devlet
nazarındaki yerleri hem de halkın nazarındaki konumları çok farklı idi.
Ahilik; ekonomik faaliyette bulunmayı, iş ve çalışma hayatında
dayanışma ve iş- birliğini önemli bir değer olarak görmüş, iyi işler
yapmayı, sahasında ilerlemeyi, toplumsal görev ve sorumluluğun icapları
arasında saymıştır.
Bu özelliği ile Ahiler kendi aralarında da büyük bir yardımlaşma ve
dayanışma örneği sergiliyorlardı. İşbirliği ile esnaf ve sanatkarların,
sermaye açısından daha güçlü bir konuma getirilmesi hedeflenerek,
maliyetlerin düşürülmesi, mal ve hizmet üretiminde kalite ve
verimliliğin arttırılması sağlanıyordu.
Ahi Evran gerek Kayseri'de bir deri imalathanesi kurmuştur. Ardından
bütün dericileri ve diğer sanatkarları içine alan devrin en büyük bir
sanayi sitesini kurmuştur. Her sanat dalındaki birliklerin biraraya
toplandığı bu siteler Anadolu'nun diğer şehirlerine de hızla
yayılmıştır. Ahi Evran sanayi sitelerini takiben aynı meslekte faaliyet
gösteren esnaflardan meydana gelen çarşılar ve hanların kurulmasına
öncülük etmiştir. Bütün bu uygulamalarda Ahi Evran, esnaf ve
sanatkarların birlikte hareket ederek güçbirliği yapmalarını
sağlamıştır.
Çalışmayı bir ibadet olarak gören Ahiler, gündüz ticaretle uğraşan
esnaf ve sanatkarların gece eğitim ve sohbetlerinin yapılacağı Ahi
zaviyeleri ve konuk evlerini kurmuşlardır.Ahi birlikleri ortaçağ
Avrupa’sındaki benzerlerinden farklı olarak, daha fazla kazanmak,
spekülasyon, haksız rekabet yerine karşılıklı yardım ve sosyal
dayanışma esaslarına bağlı kalmıştır. Ferdi teşebbüs, serbest kazanç,
mesleki hürriyet, menfaat çatışması yerine bütün topluma hakim bir
nizam ve sosyal adalet duygusu, din ve ahlak kaideleri üzerine
kurulmuş, barışçı geleneklerle gelişen bir meslek mukaddesatı ve iş
ahlakı Ahi birliklerinin ahengini sağlamıştır.
Ahilik teşkilatının kuruluş gayesini belirtirken bu kurumların, Orta
Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türklere, özellikle esnaf ve sanatkar olan
Türklere her yönüyle yardımcı olmak amacıyla kurulduğunu ifade
etmiştik. Çok eskilerden beri Anadolu'da ve Osmanlı imparatorluğunun
Türklerle meskun yerlerinde her esnafın bir yardım sandığı vardı. Buna
esnaf vakfı, esnaf sandığı ve daha önceleri esnaf kesesi derlerdi.
Kethuda, yiğitbaşı ile ihtiyarların gözetim ve sorumluluğu altında
bulunan bu sandığı, sermayesi, esnafın bağışları ile çıraklıktan
kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselenler için ustaları tarafından
verilen paralardan ve haftada yada ayda bir esnaftan mali gücüne göre
toplanan paylardan birikirdi
1909 yılında yanan İstanbul'daki Uzun Çarşı esnafı, her yıl Ramazan
ayında sandık hesabına Eyüp Camiinde hatim indirir, pilav pişirerek
esnafa ve çevre halkına ikram edilirdi. Esnaftan hali vakti uygun
olmayanlara, felakete uğrayanlara yardımda bulunur, esnaftan vefat
edenlerin yakınlarına her türlü yardım yapılırdı.
Ahi Baba Vekilleri hem dini hem de mesleki lider pozisyonunda olup,
yalnız ustaların değil, kalfaların ve çırakların da haklarını korumak
durumunda idiler. Genellikle keramet sahibi oldukları esnaf tarafından
kabul edilen Ahi Baba Vekillerinin bu münasebetleri en adilane şekilde
düzenleyecekleri kanaatı yaygındı. “Eti senin kemiği benim”
felsefesiyle ustanın yanına verilen çırak, çalışarak aynı ustanın
yanında kalfa ve usta olurdu. Ustalar yanlarında çalıştırdıkları
insanların davranışlarından mesuldü. Bu sebeple bazı durumlarda
çırakların işledikleri suçlardan dolayı ustalarına ceza verildiğine
rastlamaktadır. Çalışanların kötü huy ve hareketleri ile bunların
haksızlığa uğramalarından yalnız ustalar değil, kademeli olarak bütün
esnaf mesuldü. Bu anlayış çalışanların kontrol ve himayesinin yalnız
ustalara değil, bütün esnafa ait olduğu kanaatini yaygınlaştırmış ve
böylece müessir bir oto-kontrol sistemi kurulmuştur.
Ahi birlikleri üyelerinin hayat anlayışı tasavvufçuların
anlayışlarından farklıydı. Yaşamak için yaşatmak gerektiğine inanılan
Ahilikte her fert toplumun bir parçası olarak kabul edilir ve bir
insanın rahatsızlığının bütün toplumu kademeli olarak rahatsız
edeceğine inanılır. Komşusu aç iken tok yatanın ağır bir dille
suçlandığı bu düşünce sisteminde sosyal adalet ve dayanışmanın önemli
bir yeri vardır.
Ahi birliklerinde “can ve mal beraberliği” olarak ifade edilen
dayanışma duygusu o kadar ileriye götürmüştür ki, Ahinin kazancının
geçiminden arta kalan bütünüyle fakirlere ve işsizlere yardımda
kullanmaları ahlâk kaidesi haline getirilmiştir.
Ahi birlikleri dayanışma konusunda ahlâk kaidelerine daima sadık
kalmışlardır. Öyle ki, toplumdaki dayanışmayı bozacağı endişesiyle
aşırı kazanç arzusu bile kesinlikle engellenmişti. Söz konusu
engellemelerden dolayı, bu teşkilatta kazancın şahsiliği prensibine
bile pek rastlanmaz. Teşkilat üyesi olan esnaf ve sanatkarların kazancı
tümüyle kendine ait değildir. Bu kazanç, şahsi olmaktan çok teşkilata
ait genel sermayeyi meydana getirmektedir. Teşkilatın orta sandığında
toplana bu sermaye ile herkese dağıtılacak şekilde alet ve hammadde
alınmakta, tezgahlar kurulmakta, bir yandan da ihtiyacı olanlara yardım
edilmekteydi.
AHİLİĞİN SİYASİ VE ASKERİ FONKSİYONU
Ahiliğin çok etkili olduğu önemli alanlardan biri de askeri ve siyasi
alandır. Ahi birlikleri, cemiyetin huzuru için uzlaşmacı ve uzlaştırıcı
bir tutum getirmişlerdir. Bu teşkilatın çatısı altına giren esnaf ve
sanatkârlar, mesleki, dini, ahlâki eğitimden ayrı olarak, askeri talim
ve terbiye de görmüşlerdir. Anadolu'da süratle yayılan, köylerde ve uç
bölgelerde büyük nüfuza sahip olan bu teşkilat, Anadolu'da özellikle de
13. yüzyılda devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde, şehir
hayatında sadece iktisadi değil, siyasi yönden de önemli faaliyetlerde
bulunmuşlardır.
Özellikle idare teşkilatının geliştirilmediği ilk devirlerde, Moğol
istilası sırasında şehirlerde ve küçük kasabalarda mahalli halk
idarecisinin temsilcisi olmuşlardır. Tokat ve Sivas'ı ele geçiren
Moğollara karşı Ahiler Kayseri'yi başarıyla savunmuşlardır. Özellikle
de Selçuklu döneminde devlet idaresine karşı görülen mevzii
ayaklanmaların savuşturulmasında organize güç olarak fonksiyon icra
etmişlerdir.
Osmanlı devletinin kuruluşunda ve siyasi otoritenin zayıfladığı dönemde
Ankara şehrinde yönetim faaliyetinde yer almaları siyasi fonksiyon için
bir misal teşkil eder. Balkanlara kadar uzanan bir dini tebliğ anlayışı
teşkilatın dini fonksiyonu ile ilgilidir. Yine zaviyelerinde eğlenceden
eğitime kadar faaliyet göstermeleri ve "devletin hiç bir tesiri
olmadan; şehir esnafı ve halkı, kendi kendisi idare ediyor, en küçük
bir su istimal, yolsuzluk ve ananeye aykırı harekete fırsat
verilmiyordu" tespiti sosyal ve kültürel fonksiyonla izah edilebilir.
Uzunçarşılı'nın "...Ahilerin de askeri teşkilatlara benzer silahlı
teşkilatları olduğu malumumuzdur... Mamafih bunlar, ordu kuvveti
olmayıp, mahalli muhafaza kuvvetidir" tespiti ve ahilerin Fatih
dönemine kadar ordu ile beraber hareket etmeleri ve dağ başlarında
zaviye kurmaları toplumsal sorumluluğun askeri fonksiyonları ortaya
koymaktadır.
Ordunun geçeceği şehir ve kasabalardaki Ahi birliklerine önceden haber
gönderilirdi. Ahi birlikleri de, kendi bölgelerinden geçerken orduya
lazım olacak malzemeleri hazırlar; fırıncı, ayakkabı tamircisi, nalbant
gibi sanatkarlar hizmet vermek üzere görevlendirilirdi. gerekirse
teşkilat komşu kasaba ve şehirlerdeki Ahi birliklerinden yardım alarak
hazırlıklarını tamamlardı. “Halktan alınıp da ordu ihtiyaçlarına
sunulan maddelerin bedeli ya Ahi orta sandıklarından ya da Hazine-i
Hümayun’dan mutlaka karşılanırdı”. Böylece ordu ikmal kademelerini
kendi arkasından getiren bir yönetimden ziyade, onları önceden yollamış
ve yol boyunca hazırlanmış, çevik bir askeri güç niteliğine ulaşmış
oluyordu. Bütün bu fonksiyonlar Ahilerin vazgeçilmez değerlerinden olan
toplumsal sorumluluğun bir gereğidir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:23 pm

AHİ ZAVİYELERİ
Zaviyeler, Selçuklu Devleti zamanında kurulmaya
başlanan ve Osmanlı döneminde de yapımı süren, yolculara ve misafirlere
bedava yiyecek, içecek ve yatacak yer temin eden "konuk evleri"ydi.
Ahi zaviyelerinde konuk ağırlama hizmetleri yapıldığı gibi, gençlere
öğretmen, müderris, kadı, hatip ve emir gibi şehrin ileri gelenleri
tarafından düzenli olarak dersler de verilirdi. İşyerinde işi biten
genç çıraklar meslek eğitiminden sonra ahlâki eğitimi bu zaviyelerde
görürdü. Kurulan zaviyelerin yakınında çok geçmeden evler yapılıyor, iş
yerleri açılıyordu. Aynı iş kolundaki sanatkarlar bir yerde toplanarak
sanayi sitelerinin, iş merkezlerinin ve çarşıların kurulmasına imkan
veriyordu.
Ahi zaviyeleri, mesleğinde başarılı olan zengin, iyi ahlâklı ve cömert
kişiler tarafından kurulurdu. Günümüzde, Ahi adını taşıyan köy ve
mahallelere rastlanılmakta, ayrıca tarihi belgelerde birçok Ahi
zaviyesinin adı geçmektedir.
YARAN ODALARI
Ahiler yalnız şehir ve kasabalardaki esnaf ve sanatkarları eğitip
yetiştirmekle kalmamış Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar uzanmıştı.
Anadolu köylerinin pek çoğunda kırk elli yıl öncesine kadar "yaran
odası" ve "misafir odası" adı altında misafirhaneler vardı. Köy
kahvelerinin hızla çoğalmasıyla birlikte, yüzyıllarca ahlâkî sosyal bir
görev yapmış olan bu kurum da yavaş yavaş kendiliğinden ortadan
kalkmaya başlamıştır.
İbn-i Batuta'nın övgü ile bahsettiği, mükemmelliğini anlata anlata
bitiremediği Ahi zaviyeleri bir çok köyde "konuk odası" olarak görev
yapıyordu. Konuk odalarının her türlü ihtiyacı ekonomik durumu iyi olan
aileler tarafından gönüllü olarak karşılanırdı. Köye gelen misafirlerin
yeme, içme, konaklama, vb her türlü hizmetleri buralarda ücretsiz bir
şekilde karşılanırdı.
Ulaşım ve haberleşme imkanlarının son derce kısıtlı olduğu dönemlerde,
meslekleri gereği seyahat etmek zorunda olanlar için bu odaların önemi
son derece büyüktür. Yaran odalarının bunların dışında pek çok
görevleri daha vardı. Yaran odaları da, tıpkı Ahi zaviyeleri gibi
eğitimin gelişmesine ve insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma
duygusunun yerleşmesine önemli katkılar sağlamıştır.
Yaran odalarında, özellikle uzun kış gecelerinde, yapılan toplantılarda
köyün ve köylünün sorunları konuşulduğu gibi, dini ve milli kitaplar
okunur, meslekî ve ahlâkî konuda sohbetler edilirdi. Okula gidecek
öğrencinin, askere gidecek gencin, evlenecek kişinin problemleri bu
odalarda masaya yatırılır ve çözülürdü.
Yaran odalarının yönetimi, yaranların en yaşlılarından ve herkes
tarafından sevilip saygı duyulan "yaran başı" adı verilen kişiler
tarafından sağlanırdı. Her yaran odasında, yaran başına vekalet edecek
bir de "oda başı" bulunurdu. Gerek "yaran başı" ve gerekse "oda başı"
seçimle iş başına gelirdi.
İbn Batuta Ahileri tanıtıp toplumla ilgili misyonlarını izah ederken
"Bunlar Anadolu'ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her
yerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine gelen
yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini,
yatacaklarını sağlama, ihtiyaçlarım giderme, onları uğursuz ve
edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara
katılanları yeryüzünden temizleme gibi konularda bunların eş ve
örneklerine dünyanın hiç bir yerinde rastlamak mümkün değildir"
tespitinde bulunmuştur.
AHİLİKTE KALİTE VE STANDART ANLAYIŞI
Ahi teşkilatında kalite anlayışı, müşteri odaklı üretim ve her kademede
yürütülecek eğitim anlayışından geçmektedir. Mal ve hizmet üreten
ahiler her şeyden önce müşteri isteklerini göz önüne almak
zorundaydılar. Kaliteli mal ve hizmet üretimi, iyi eğitilmiş çırak,
kalfa ve ustalardan oluşan personel kadrosuyla sağlanırdı. Son yıllarda
dillerden düşmeyen Toplam Kalite Yönetiminin de esası müşteri odaklı;
ürünlerin ve hizmetlerin üretim süreçlerinin sürekli iyileştirilmesi
yöntemleriyle, sıfır hataya yaklaşma felsefesidir.
Ahi teşkilatının kurucusu sayılan Ahi Evran, ilk olarak esnaflar
arasında birlik ve dirliği sağlamıştır. Esnafın denetlenmesine ve
özellikle de eğitilmesine önem vermiştir. Her esnafın sağlam iş yapıp
yapmadığını, müşterilere karşı davranışlarını kontrol etmiş, üretilen
malların kaliteli ve standartta olmasına çalışmıştır.
Ahi birliklerinde ustaların üreteceği ürün belirli bir standarda
bağlandığı gibi, alacakları çırak sayısı da standarda bağlanmıştır.
Usta sadece ahi teşkilatının öngördüğü kadar çırak alabilirdi. Çünkü
çırakların sayısı çok olursa işyerinde eğitim, üretim, kalite ve
standart istenilen özellikte gerçekleşmeyecek ve kontrol güçleşecektir.
Eğer bir usta kalitesiz mal üretir, üretim standardına uymaz,
kalfaların ücretlerini vermez, çıraklarını sömürür, onlara bildiklerini
öğretmez ve kendinden beklenen görevleri yerine getirmezse, ustaya
işyeri kapatma cezası verilirdi.
Ahiliğin temelleri başlangıçta o kadar sağlam atılmış ve kuralları
zamanın ve toplumun ihtiyaçlarına o kadar uydurulmuştur ki, bu kurallar
sonradan şehir ve kasabaların belediye hizmetleri ve bu hizmetlerin
denetlenmesinden örnek alınmıştır.
Örneğin, esnaf ve sanatkarların meslekleri ile ilgili hususları
düzenleyen 1630 yılından önceye ait olduğu sanılan belge,
ayakkabıcıların hangi kalitedeki ayakkabıyı kaça satacaklarını
göstermektedir.
Türkçe'de hala mevcut olan “pabucu dama atmak” deyimi, bir Ahi deyimi
olup, Ahiliğin kalite kontrol sistemini çok güzel ifade etmektedir.
Bazı esnafların imalatı, standartların altına düşürmesi, sahte mal imal
ederek hakiki gibi piyasaya sürmesi hususları da esnaf arasında
tepkiyle karşılanıyordu. Bu gibi hallerde ikazlara ehemmiyet
verilmeyip, kalitesiz imalata devam edenlerin dükkânları, Kethuda'ları
(esnaf odası başkanları) tarafından kapatılırdı. Bu cezayla da
kendisine çekidüzen vermeyenler daha ileri gittikleri takdirde
esnaflıktan ihraç edilirdi.
Birçok üründe olduğu gibi, şişecilerin imalatında da cinsine göre
şişelerin gramajları tespit olunmuştu. Bu gramajların altında imalat
yasak olduğu halde riayet etmeyen bazı ustaların, dükkânları
kapatılmıştı.
Düşük kaliteli nişasta imal eden ve bunu birinci sınıf nişasta fiyatına
satan usta ise, uyarılara aldırmayarak, halkı aldatmaya devam
ettiğinden, lonca mensupları, kendisini aralarında barındırmak
istemeyerek ihracı için müracaatta bulunmuşlardır.
Kılıç kabzalarında sakız ağacı kullanıldığı halde, üzerini siyaha
boyayarak, müşteriye abanos gibi gösteren ve buna benzer daha bir takım
yolsuzluklarla meslek haysiyetini zedeleyen başka bir esnaf da lonca
mensuplarınca aralarından ihracı istenmişti.
Ahi birliklerinde üretilen mal ve hizmette kalite ve verimliliğin
artırılması için aşağıdaki kriterlere özellikle dikkat edilirdi.
*Ahiliğin temel felsefesini, üretilen mal ve hizmette müşteri odaklı
düşünceyi ifade eden, “Müşteri velinimettir” anlayışı oluşturmaktadır.
*Ahilikte ikisi temel olmak üzere, üç yönlü eğitim vardır. Bunlar
mesleki eğitim, tekke eğitimi ve medrese eğitimidir. Medrese eğitimi
mecburi değildir. Ömür boyu ve her kademede devam edecek olan mesleki
eğitimle tekke eğitimi Ahiliğin temelidir.
*Ahi birliklerinde katılım ve paylaşım esastır, bu sebeple toplantılara
önemli bir yer verilirdi. Esnaf aleyhine alınan kararlar büyük bir
mecliste görüşülürdü. Ancak Ahi Baba Vekili, lüzum görürse, “olağan
üstü toplantı” yapardı. Bu toplantıya büyük meclis üyeleri ile birlikte
her meslek kolundan üç usta da davet edilirdi. Devlet yetkilileriyle
yapılan görüşmelerde anlaşma sağlanamazsa, ertesi gün “Memleket
Toplantısı” yapılırdı. Memleket toplantısına bütün ustalar, beldenin
ileri gelenleri (uluma, eşraf) ilan suretiyle çağrılırdı.
*Ahiler teşkilatında çalışanlar arasında dayanışmayı sağlamak, moral ve
verimliliği artırmak için akşam zaviyelerinde toplanılır, yemekten
sonra dini, ahlaki ve mesleki konularda eğitici kitaplar okunur,
sohbetler edilir, ilahiler söylenirdi. Buralarda stres atılır, bilgi ve
tecrübeler artırılır, ertesi güne büyük bir moralle motive olarak işe
başlanırdı.
*Ahilikte sosyal ilişkiler, dayanışma ve işbirliği pekiştirilmiştir.
Üst yönetimden, çırağa kadar bütün çalışanların işbirliği içerisinde
bulunması, bu felsefenin en önemli amaçlarından biridir.
*Ahilikte üretilen kaliteli mal ve hizmeti ucuza satmak esastı.
Kalitesiz bir malı fiyatından daha yüksek bir bedelle satan esnafın
“pabucu dama atılırdı”.
*Ahilikte israf haram olduğu ve maliyetleri arttırdığı için yasaktı. Üretilen mal ve hizmetlerde sıfır hata esastı.
PATENT HAKKINA SAYGI
Satışa sunulan bazı mallar, bütün esnaf tarafından imal edilebilmekte,
bazılarının ise üretimi, birkaç ustaya inhisar etmekte, hatta bunların
fiyatları da diğerlerinden faklı olmaktaydı.
Herhangi bir usta tarafından icat edilen çeşidin patenti ise, sadece o
ustaya aitti. Diğerleri, bu ürünü taklit etmeyecekleri hakkında
taahhütte bulunmaktaydılar. Örneğin, seccade kilimini dokuyan esnaf
içinde ağır kesme dokumanın patenti Nişo adlı bir gayr-i müslime aitti.
Diğer ustalar da buna müdahalede bulunmamayı taahhüt etmişlerdi.
Ahilik teşkilatının vazgeçilemez temel değerlerinden olan "hizmette
mükemmellik" ise asırlarca bütün hizmet çeşitlerinde kullanılmış,
bilhassa üretimde kalitesizliğe müsamaha edilmemiş ve kalitesiz mal
üreten meslekten ihraç edilmesine yol açmıştır.
Buna rağmen Ahilerin varlık nedeni olan mükemmel toplum düzenini kısmen kurdukları söylenebilir.
Toplumumuzu tarif eden Hans BARTH "Bütün Türkler bir fikir üzerinde
teemmüle dalmış filozoflara benzerler. Göz ve ağızlarında kesif bir iç
hayatının ifadesi okunur. Hepsinin hareketlerinde aynı ciddiyet,
konuşma, bakış ve mimiklerinde ayrı itidal mevcuttur. İnsan Paşadan,
küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı
asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. O kadar
ki, İstanbul'da bir halk tabakası bulunduğunun farkına bile varmaz."
(Djevad)
MESLEK SIRRI
Ahilik ahlâkına ait 740 kural bir anda öğretilmediği gibi, sanat ait
bütün bilgiler de bir anda verilmezdi. Ahlâk, usul ve erkana ait
bilgiler kitap haline getirilmesine rağmen, üretime veya sanata ait
teknik bilgiler, yazılı hale getirilmemişti. O devirdeki birçok
sanatçının sırları ve tekniği bu sebepten günümüze kadar ulaşmamıştır.
Ahi teşkilatlarında, çırağı en iyi şekilde yetiştirmek ustanın
göreviydi. Bunun için usta, sanatın bütün inceliklerini ve sırlarını
aşama aşama çırak ve kalfalarına öğretirken onların ahlaken de
yetişmesi için gayret gösterirdi. Her zaman çırak ustasından, usta da
çırağından gururla bahsedilmesini isterdi. Ahlâken yetersiz olanlara
mesleğin tüm sırları öğretilmezdi. Bu sebeple Ahi teşkilatında keseri
eline alan marangoz, malayı iyi tutan sıvacı, makası alan terzi
olamazdı. Bir kişinin mesleğin bütün sırlarını öğrenebilmesi ve iyi bir
usta olabilmesi için önce iyi bir meslek ahlâkına yani Ahi ahlâkına
sahip olmalıydı.
PÜF NOKTASI
İnsanların sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bakımdan yetişmesinde
sözlü ve yazılı gelenek ürünlerinin etkili olduğu bilinmektedir.
Destan, efsane, menkıbe, kıssa, fıkra ve benzerlerinden teşekkül eden
bu ürünler ayrıca insanların mesleki, dini vb. yaşantı biçimlerinin
oluşmasında da etkili olmuştur. Bunlara “işin püf noktasını öğrenmek”
gibi hikayeleri olan deyimler de eklenebilir.
Vaktiyle testi, vazo, çanak-çömlek imal edilen kasabaların birinde,
uzun yıllar bu meslekte çalışan bir kalfa, işinde uzmanlaştığına
inanıp, kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ayrıca
kendisinin de bir testi imalathanesi açacak kadar bu hususta bilgi
birikiminin olduğunu ve buna da hakkı bulunduğunu belirtir. Usta,
kalfanın bu tavrı karşısında önce tebessüm eder, sonra kendisin henüz
işin püf noktasını öğrenmediğini söyler.
Kalfa, ustasının bu sözlerine itiraz eder, ustasının bu sonu gelmez
nasihatlerinden bıkıp hırsa kapılan kalfa, ustasından icazet almadan
bir dükkan açmış. Gider, bir testi imalathanesi açar, fırınını kurar
testi imalatına başlar. Bütün işlemleri ustasının yanındaki gibi
yaptığı, testi toprağında aynı hamuru kullandığı halde hiç sağlam testi
üretemez.
Binbir emek ile yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca
titizliğe rağmen orasından burasından yarılıp, çatlıyormuş. Zavallı
kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyince, çaresiz, ve mahcup
bir şekilde ustasına gidip durumu anlatmış. İşinin uzmanı tecrübeli
usta:
-Sana demedim mi evladım, sen bu işin “püf noktası”nı henüz öğrenmedin.
Bu sanatın uzmanlık gerektiren “bir püf noktası” vardır.
Eski kalfasına bu işin “püf noktası”nı öğretmeye karar veren usta, tezgaha bir miktar çamur koymuş ve kalfasına:
-Haydi, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana bu işin “püf noktası”nı göstereyim, demiş.
Eski kalfa ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye
başladığında usta, önünde dönen testiyi dikkatle takip edip arada bir
“püf” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatıp bütün emekleri zayi
edecek olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp yok etmiş ve
böylece çırak da bu sanatın “püf noktası”nı öğrenmiş.
Her sanatın incelik, uzmanlık gereken kısmına da o günden sonra “püf
noktası” denilmeye başlanmış.Ustasından “püf noktası”nı öğrenen ve
ustasının duasını alan kalfa da dükkanına dönerek sağlam testiler
üretmeye başlamış. Bu örnek olay, ustanın önemini ifade etmekle
kalmayıp işi öğrendiğine dair ustasından olur almadan yapılacak
çalışmaların da yarım kalacağını belirtir. Buna benzer anlatım
türlerine fütüvvetnamelerde önemli bir yer verilmiştir.
Fütüvvetnamelerde yer alan bu ve benzeri türlerin o günkü sanatkar ve
ticaret adamlarının yetişmesinde önemli rolünün bulunduğu bilinmektedir.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:25 pm

ESNAF VE SANATKARLARINI DENETLEMESİ
Genel felsefelerine uygun
olarak iş hayatının düzenlenmesinde de Ahi birlikleri, toplumu bir
bütün olarak ele alıp, bütün sosyal grupların menfaatlerini
düşünmüşlerdi. Çatışmacılığı reddederek, uzlaşmacı sosyal ve ekonomik
ilişkilerin kurulmasını amaç edinen Ahi teşkilatlarının bu özelliği,
sosyal huzuru sağlama açısından, insanlığa ışık tutacak temel motifleri
taşımaktadı
Ahi birlikleri, üretim ile tüketim arasında denge kurarak üretici ile
tüketici arasındaki ilişkilerin, sosyal huzuru sağlayacak şekilde
gelişmesinin devamına çalışmışlardır. Bu maksatla zaman zaman üretim
sınırlamaları getirerek emeğin değerini bulmasını sağlarken,
geliştirilen narh (satış fiyatların idarece tespit edilmesi) sistemi ve
standartlaşma ile tüketicinin korunmasını sağlamıştır.
Ahi birliklerinde kurulan denetim ve ceza sistemi ile esnaf ve
sanatkarların meslek ahlâkına uygun tutum ve davranış içinde bulunup
bulunmadıkları, teşkilat idarecileri tarafından sıkı bir şekilde
denetlenirdi. Kurallara uymayan esnaf ve sanatkârlar kendilerine ders
ve çevreye ibret olacak şekilde cezalandırılırdı. Denetimin etkili
yapılabilmesi için bütün şikayet kapıları herkese açık bırakılmıştı.
Üretilen mallarda kalite ve standart arama tüketicinin korunması
bakımından son derece önemli idi. Her birlik, üyelerinin imal ettiği
ürünlerin kalite ve standardına göre fiyatlarını tespit ederdi.
Konulan nizama uymayanlar suçlarına göre cezalara çarptırılır, bu çeşit
davranışla cezalandırılan suçluya “yolsuz” denilirdi. Yolsuz hammaddeyi
piyasadan alamaz, kimse ona mal satmaz, o üretmiş olduğu malı kimseye
satamazdı. Yolsuz kahvelere kabul edilmez, cemiyet toplantılarına
giremezdi. Esnafın kendi içinde kurduğu bu oto kontrol sistemi son
derece dikkat çekicidir.
Ahiliğin en önemli kuralını çiğneyerek kalitesi bozuk mal üreten,
tüketiciyi aldatan, yüksek fiyatla mal satan esnaf ve sanatkara
birlikten ihraç cezası verilirdi. Çünkü böyle bir kuralı çiğnemek,
başta işyerindeki kardeşlerine, kendisine ahlâk öğreten hocalarına,
sanatın sırlarını öğreten üstadına yapılmış büyük bir hakaret sayılırdı.
Üretilen mal ve hizmette standartların altına düşülmesi, sahte mal imal
ederek gerçeğiymiş gibi piyasaya sürülmesi ve yapılan ikazların dikkate
alınmaması gibi suçların cezası iş yerinin kapatılmasıyla
sonuçlanmaktaydı. Kaliteyi bozanlar yanında, tespit edilen fiyatlardan
daha yüksek fiyatla mal satanlara da iş yerini kapatmaya kadar varan
ağır cezalar verilirdi.
Bozuk ve kalitesiz malı satın alan müşteriye, isteğine bağlı olarak ya
malın bedeli geri ödenir ya da aldığı mal değiştirilirdi.
Ahilikte ceza, esnafın kurallara uyması için gerekli bir araç olarak
düşünülmüş, çok ağır suçlar dışında aşağılayıcı cezalardan kaçınılmış,
cezaların eğitici olmasına özellikle dikkat edilmişti.
Suçlar için aşağıda belirtilen cezalardan biri takdir edilirdi.
1-Suçluyu masraf ve ikram yapmaya zorlamak,
2- Dükkân kapatma, kurban kesme, lokma çıkarmaya icbar (zorlanma),
3- İptidaî madde (hammadde) tevziatından (paylaşımından, dağıtımından) hariç tutma,
4- Mamul mal satışlarından hisse ayırma
5- Selamlaşmamak, yardım etmemek, (umumi boykot)
Ahilik teşkilatında, esnaf ve sanatkarlar arasında son derece güzel
işleyen oto-kontrol mekanizması hakimdi. Fakat bütün önlemlere, mesleki
eğitiminin her aşamasında gösterilen inceliklere rağmen istisna da olsa
bir takım hilekâr esnaflara rastlanıyordu. Hileli mal ve hizmet
üretenlere ilk tepki yine Osmanlı esnaf ve sanatkarından gelmekteydi.

AHİLİK DÖNEMİNDE TÜKETİCİ HAKLARI
Sosyo-ekonomik ve tarihi bir kurum olan Ahilik teşkilatı Türk-İslam
kültür ve medeniyetinin oluşturulmasında ve bilahare Osmanlı
Devleti'nin kuruluşunda ve büyümesinde önemli bir rol oynamıştır.
Ahilik teşkilatının Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti döneminde
Türk esnaf, sanatkar, sanayici ve ticaret erbabını asırlarca bünyesi
içinde barındırmış iş ve meslek ahlakını kurup korumuştur. Ahiler,
devlet düzeni içinde bu gibi teşekküller arasında kontrol mekanizmasını
kurarken, tüketiciyi koruyan bir takım önlemler de almışlardır.
Ahilik sisteminde para amaç değil araçtı. Ahiliğin amacı; insanların
dünya ve ahirette huzur içinde yaşamalarını sağlamaktır. Ahiler,
kazandıkları para ile kendilerinin ve ailelerinin ihtiyaçlarını
karşılarlar; arta kalan parayla da muhtaç durumda olan fakir ve yoksul
kimselere yardım ederlerdi.
Ahiler müşteri ilişkilerine son derece önem verirlerdi. Ticaret
ilişkilerde "müşteri velinimetimizdir" ilkesinin yerleşmesine vesile
olan Ahi kültürüyle yetişmiş Türk esnaf ve sanatkarlarıdır. Bu söz
bugün bile birçok işyerinde asılı olarak durmaktadır.
Tüketicilerin korunmasına büyük önem veren Ahiler, müşterilerin temel
ihtiyacı olan bir çok ürünü, doğrudan doğruya üretim yapan
işyerlerinden karşılayabilmesi için çarşılar kurmuşlardı.
İşyerleri, aynı sanat dallarında faaliyet gösteren esnafın bir yerde
toplandığı “arasta” veya "çarşı" ismini taşıyan iş merkezleriydi.
Tüketici hem istediği ürünü, bu çarşılarda daha çabuk bulmakta, hem de
aynı cins ve kalitedeki ürünleri aynı fiyatla buralarda gönül rahatlığı
içerisinde almaktaydı.
Demirden mamul araba parçaları, çeşitli nal, kağnı tekerleri, deriden
mamul ayakkabı, bakırdan ve diğer madenlerden yapılan kılıç, kap kaçak,
bıçak-kaşık üzerine kazınan işaret (çentik) imal eden ustanın “alamet-i
farikası” yani amblemiydi. Bu amblem o ürünün adeta kalite belgesiydi,
çünkü bu ürün aynı zamanda onu yapan ustanın, çalışanların ve işyerinin
övünç kaynağı ve şerefiydi.
Dayanıklı tüketim malları cinsindeki çeşitli demir, bakır gibi
madenlerden imal edilen eşyalar üzerine üreticinin bir işareti
konulurdu. Bu işaret imal edenin "patendi-amblemiydi". Bu amblem o
ürünün adeta kalite belgesiydi, çünkü bu ürün aynı zamanda onu yapan
ustanın, çalışanların ve işyerinin övünç kaynağı ve şerefiydi.
Bu bakımdan işyerinde çalışan çırak, kalfa ve ustalar bu şerefi
birlikte paylaşırlar ve kendi ürünlerinin en iyi olması için gayret
gösterirlerdi. Üretim esnasında çırağın veya kalfanın herhangi bir
hatası derhal ustasına bildirir ve yapılan hata derhal düzeltilirdi.
Her tüketici bilirdi ki, esnafın kusuru veya kastından doğan zararı
tazmin edebileceği bir teşkilat, şikayette bulunabileceği bir birlik
vardı. Bu birlik ki müşterinin zararını tazmin ettiği gibi, buna sebep
olan esnafı da kendisine ders, çevreye ibret olacak şekilde
cezalandırırdı.
Ahi teşkilatında, kalitesi bozuk mal üreten, tüketiciyi aldatan, yüksek
fiyatla mal satan ve kurallara uymayan esnaf veya sanatkara çok ağır
cezalar verilirdi. Bu cezalar para veya hürriyeti kısıtlayıcı cezalar
olmamakla beraber ondan daha tesirli ve daha caydırıcı olan birlikten
ihraç cezasıydı.
Sicillere intikal etmiş hadiselerden, Osmanlı esnafının, hilekarların
karşısında bulundukları ve bunlardan davacı oldukları görülmektedir.
Verilen cezaya rağmen uslanmayanlar meslekten ihraç edilirdi.Bir malı
bilerek eksik satmak suretiyle müşteriyi zarara sokanlara verilen ceza
da oldukça ağırdı. Boyacı esnafından bir Ermeni, boyayacağı iplerin
ağırlığını fazla, Türkmenlerin getirip sattıkları peynir ve yağların
ağırlıklarını az göstererek halkı aldattığı için, boyacılar şeyhinin
müracaatı üzerine dükkanından çıkarılmıştı
Herşeyden önce esnafta doğruluk aranırdı. Hileli, çürük iş yapmak,
müşteriden tespit edilen fiyatın üstünde fiyat istemek, bir başkasının
malını taklit etmek büyük suç sayılırdı. Noksan ölçü ve bozuk terazi
kullananlar cezaya çarptırılırlar, sahte ve kalitesiz mal imal
edenlerin ise malları toplanır, kendileri meslekten çıkarılırdı. Esnaf
mütevazi kâra kanaat ederdi.
Sattığı süte su katan bir sütçünün kuyuya basıldığı, bozuk kantar
kullananların ibret-i alem için çarşı-pazar dolaştırıldığı, ekşi pekmez
satanın pekmezinin başına geçirildiği bilinmektedir.
Elbise diktirmek isteyen birisi dükkana geldiğinde terzi müşterisinin
ölçüsünü aldıktan sonra kumaşı tartar ve ölçünün yanına bunu da not
ederdi. Elbise hazır olduktan sonra, artan parça ve kırpıntılarla
birlikte elbiseyi tekrar tartar ve ondan sonra müşteriye verirdi.
Sekiz asırdan beri Müslüman Türkler arasında kullanılmakta olan
"Pabucun dama atılması" deyimini hepimiz biliriz. Bu deyim bize
geçmişteki örnek bir Ahi uygulamasından kalmadır.
Ahiliğin kurucusu ve esnaf ve sanatkarların piri olan Ahi Evran,
ayakkabıcı esnafının bulunduğu çarşıdan geçerken onların yaptığı
ayakkabıları inceleyerek, hileli gördüklerini kesip dama atar, dükkân
kapatılır ve ayakkabı ustasının peştamalı kapının kilidine bağlanırdı.
Müşteriye de yeni bir ayakkabı verilerek tüketicinin mağduriyeti
önlenirdi.
Böyle bir olay olunca, bunun haberi esnaf arasında hızla yayılır,
"filanca ustanın pabucu dama atıldı" denilirmiş. Pabucu dama atılan
usta, utancından haftalarca insan içine çıkamaz, kimsenin yüzüne
bakamaz, kendini af ettirmek için elinden geleni yaparmış. Çok zaman da
bunlar kafi gelmez, terki diyar etmek zorunda kalırmış.
Örnek Olay:
Ahilik ahlâkıyla yetişmiş Osmanlı esnaf ve sanatkarında doğruluk
esastır. Hileli satışa kesinlikle müsaade edilmezdi. Yabancı bir kumaş
tacirinin Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını
beğenip hepsini almak istedikten sonra, mal sahibinin kumaş toplarını
denklerken bir top kumaşı ayırdığını görüp bu hareketinin sebebini
sorması üzerine, Osmanlı esnafı “Onu sana veremem, kusurludur” cevabını
verince;
Yabancı tacirin “Ziyanı yok, önemli değil” demesine rağmen Osmanlı
esnafının o kumaş topunu vermemekte direterek: “ Benim malımın kusurlu
olduğunu söyledim, biliyorsunuz. Fakat siz onu kendi memleketinizde
satarken, alıcılarınızın orada benim bunları size söylemiş olduğumu
bilmeyeceklerdir. Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış
olacağım. Neticede Osmanlı’nın gururu şeref ve haysiyeti rencide
olacak, bizi de hilekar sanacaklardır. Onun için bu sakat topu asla
size veremem” diyerek kumaşı vermemiştir.
OSMANLI DEVLETİ’NİN ESNAF VE SANATKAR NİZAMNAMESİ
Ve ekmekçiler işlediği ekmeğin ve çöreklerin çiği ve karası olmaya.
Gözlenip eksik ölçü ve dirhemine bir akçe cerime alalar.
Ve kasaplar koyunu geceden temizleye ve arı (pak, temiz) satalar. Ve
semizini saklayıp, zaifini boğazlamıyalar. Her zaman koyun tedarik edip
keseler. Halka et yetiştireler. Ve kuzu ve sığır kasaplarına dahi kanun
oluna ki dikkatlice ve temiz hizmet edeler.
Aşçısının pişirdiği et çiğ olmaya, tuzsuz olmaya ve pak kotaralar. Ve
kase ve bezi temiz ola. Ve kazanı kalaysız olmaya ve çanakları eski ve
sırçasız olamaya. Ve hizmetkarları kafir olmaya ve bellerindeki
futaları (önlükleri) temiz ve yeni ola.
Başçıların pişirdiği baş ve başçısı görüle ki, temiz tutalar, temiz pişireler. Bayat, kirli ve kıllı olmaya.
İşkembeciler işkembeyi iyice temizleyip temiz su ile yıkayıp temiz su
ile pişireler ve pişkin ola ve sirkesi ve sarımsağı tamam ola.
Börekçiler de gözlene. Hamurları arı undan ola. Meyanesi soğanlı ola. Koyun etinden başka et karışdırmayalar.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:26 pm

Yaş ve kuru meyveler ve başka yiyecekler; üzüm, incir ve benzeri
meyveler on-onbir akçe üzerine (%10 kar ile) satıla. Bahçelerden gelen
yemiş yüzleme (yüzü iyi, altı kötü) olmaya. Üstü nasılsa altı da öyle
ola. Pazar yerlerinden başka yerlerde satılmaya. Yolda karşılayıp satın
almak isteyeni muhtesib (görevli, zabıta) tutup siyaset
ede(cezalandıra).
Yoğurtçuların yoğurdu da gözlene. Nişasta ve su
katmayalar. Kaymakçılar, peynirciler ve turşucular dahi gözlene. Turşu
sirke ile kurula, kepek ve ekşisi kurulmaya.
Helvacılar, pekmezciler, şerbetçiler dahi gözlene. Şerbet miski ve
gülabi (kokulu) ola. Ekşi ve sulu olmaya. Hoşafçılar dahi gözlene.
Hoşafları ekşi olmaya ve gayet temiz ola.
Terziler dahi gözlene. Her çeşit elbiseyi verilen narh(idarece tespit
edilen azami fiyat) üzerine dikeler. Dikmek için aldıkları kaftanları
vaktinde vereler. Eğer bir kişinin kaftanı kısa ve dar ve yaramaz
dikilmiş olsa kadı marifetleriyle haklarından geline.
İpekçiler de gözlene. İpekleri düz ola. Ve gömlekçiler de gözlene,
aldıklarına göre satalar, sağlam dikeler, yenleri normal ve bol ola.
Çuhacılar, takyeciler, atlasçılar ve bürüncekçiler de gözlene. Kusurlu,
eksik ve kötü işlemeyeler. Her ne dikerse yeni kumaştan dikile ve
mücevvezenin astarı çok çirişli olmaya, iyi dikile.
Çizmecilerin ve ayakkabıcıların işledikleri kalp olmaya. Gayet iyi ola.
Günü dolmadan delinirse ceza göre. Cezası akçe başına iki gün (hapis)
hesabıyladır. Lakin gön veya sahtiyan delinirse suç debbağındır.
Ve mutaflar (kıldan ip vb şeyler dokyan kimse) ve keçeciler dahi gözlene. Keçeyi çiğ pişirmeyeler, adet üzere yapalar.
Demirciler de gözlene. İşledikleri demiri kalp işlemeyeler ve illet
(özürlü) etmiyeler. Ve kazancılar dahi gözlene. Kazanın ve haranın
kulpunu demirden değil bakırdan yapalar. Ve kalaycılar kalayladıkları
nesneyi gayet iyi kalaylıyalar kalp ve illet etmeyeler.
Ve nalbantlar dahi gözlene. Katırı dört akçeye, eşşeği üç buçuk akçeye
nallayalar. Mıh eğrilip atılsa nalbant üzerinedir. İnad ederse tedip
(terbiye) edeler.
Ve bıçakçılar dahi gözlene. Dımakşi (Şam işi) diye Frengi (Avrupa işi)
işlemeyeler ve satmayalar. Cinsi cinsiyle satalar. Ve iğneciler dahi
işledikleri iğneyi iyi işleyler. Demir iğneyi Dımakşi diye satmayalar.
Ve kuyumcular gözlene. Emin kimse ola. İşin sadesini (düzünü) dirhemini bir akçeye; menyakar (süslü) işini ikiye işleye.
Yapı ustaları ve dülgerler günde yemekli on akçeye işleyeler. Gün
doğarken gelip gün inmeden gitmeye. Kiremitçiler de gözlene, çiğ
pişirmeyeler. Ve kerpiçciler kerpici sıkı ve kalın edeler.
Ve tahıl pazarında satılan buğday ve arpa ve huhubat her ne ise,
samanlı ve kesmüklü olmaya, temiz ola ve tamam ölçeler. Ve kile (ölçek)
damgalı ola. Eksik ya da fazlası bulunursa şiddetle cezalandıralar.
Sabuncular ve mumcular dahi gözlene. Sabun iyi ola, pişmiş ola ve yarık
olmaya. Mumlar ise çirkli ve kokar yağdan olmaya. Fitili yoğun (katı )
olmaya.
Ve oduncular dağda çok yükleyip şehre yakın gelince yükü eksütmeye,
adetçe normal ola. Hayvana fazla yük yüklemeyeler, nalsız
gezdirmeyeler, semerleri eski olmaya.
Attarlar (baharatçılar) dahi gözlene. Sattıkları şeyler zağferanili ve
yağlı olmaya. Baş şekerini üç kağıttan ziyadeye sarmayalar. Frengi
şekeri iyi şeker fiyatına satmayalar.
Bezzazlar (bez satan, manifaturacı) dahi gözlene. İbrişimi (bükülmüş
ipek ipliği) iyisine karıştırmayalar ve arşınları eksik olmaya. Ve
boyacılar her ne rengi boyarlarsa iy edeler. Bezi taş üstünde döğüp
zarar vermeyeler ve boyalı bezi yol üstünde asmayalar.
Ve hamamcılar hamamı pak ve temiz tutalar. Peştemallari delikli ve kısa
olmaya. Kafire ayrı rida (havlu ) vereler ve kafir yüzün sildiği rida
ile müslüman yüzün silmeye. Velhasıl müslümanların her nesnesi ayrı
ola. Eğer inad ederlerse muhkem ta zir edip haklarından geline.
Ve değirmenciler dahi kimsenin buğdayını, arpasını değiştirmeyeler ve
değirmeni başı boş bırakmayalar ve yabana gitmeyeler. Taşlarını vakti
geldikçe dişeyeler. Haklarından artık tereke almayalar ve çalmayalar.
Herkes nöbetle öğüde ve bir kişinin terekesini çıkarıp bir
başkasınınkini koymayalar. Değirmende tavuk besleyip halkın ununa ve
buğdayına zarar vermeyeler. Vakitlerini bilmek isterlerse ancak bir
horoz besleyeler. Eğer inad ederlerse muhkem haklarından geline.
AHİLİKTE MESLEK SEÇİMİ
Ahi birliklerinde meslek seçimine ve iş bölümüne önem verilirdi. Ahiler
kabiliyetlerine uygun bir işte çalışırlar. İkinci bir iş peşinde
koşmazlardı. Gençler yamaklık ve çıraklık aşamasında iken bir kısım
testlere tabii tutularak yetenekleri tespit edilerek, hangi meslekleri
sevdikleri belirlenirdi. Gençlere kabiliyetleri ve ülke ihtiyaçları
doğrultusunda gelecek vadeden mesleklerde eğitim verilirdi. Böylece
meslek seçimi rastlantıya veya bilimsel olmayan sistemlere bırakılmazdı.
Ahilikte insanların iş değiştirmeleri veya birden fazla işle
uğraşmaları hoş karşılanmazdı. Bu sebeple, Ahinin birkaç iş veya birkaç
sanatla değil, kabiliyetine en uygun olarak sevdiği tek bir iş veya tek
bir sanatla uğraşması ahlâk kaidesi haline getirilmişti.
Ahi birliklerinde iş bölümü ekonomik olduğu kadar bir ahlâk problemi
olarak da ele alınmıştı. Herhangi bir işte karar kılmayarak sık sık iş
ve meslek değiştirmek ancak sebatsız ve istikrarsız bir ruh yapısına
sahip olanların yapacağı davranış olarak kabul edilirdi. Böyle insanlar
ise Ahi olabilecek ruh disiplinine sahip olarak kabul edilemezdi.
Ahi birliklerindeki iş değiştirmeme ve birden fazla işle uğraşmama
ilkesi, sanatkarların kendi mesleklerinde daha rahat ilerlemelerini de
sağlamıştır. Başka bir iş yapma ihtimali bulunmadığından, sanatkarlar
bütün düşünce ve gayretlerini işlerine vererek bugün hayranlıkla
seyrettiğimiz şaheserleri meydana getirmişlerdir.
USTALIK MERASİMLERİ
Geleneksel usta-kalfa-çırak sistemini şu şekilde özetlemek mümkündür.
Yaşı ortalama 12-13 olan çocuk, velisi tarafından kabiliyetleri
doğrultusunda, herhangi bir sanat dalında faaliyet gösteren bir ustanın
yanına belli bir süre çalışmak ve mesleği öğrenmek üzere çırak olarak
verilirdi.
Usta eğer işyerinde ya da atölyesinde yeni bir çırağa ihtiyacı varsa
çocuğun fiziki kabiliyetini ve moral karakterini anlamak için geçici
bir süre çalışmasına müsaade ederdi. Böylece yanında çalışmaya başlayan
çocuğun başarısını, kabiliyetini küçük işler yaptırmak suretiyle
gözlemleyen usta, yeni çırağın dürüstlüğü hakkında da kanaat sahibi
olmak isterdi.
Öte yandan ustalar, yanlarında çalışan çırak ve kalfaların arkadaş
seçimine de dikkat ederlerdi. Çünkü iyi arkadaşların, iyi bir sanatkâr
olmada olumlu katkıları olacağına inanılmaktadır. Bu kısa gözlemlerden
sonra çocuk kabiliyetli, çalışkan, dürüst ve güvenilir bulunursa o iş
yerinde çırak olarak çalışmasına izin verilir. Böylece 3 yıldan 5 yıla
kadar değişen bir zaman zarfında ustası, çırağın hem mesleki hem de
manevi hocasıydı. Ayrıca usta, o sanat dalındaki manevi liderleri,
meşhur şahsiyetleri ve onların hayat hikâyelerini, zaman zaman çocuğa
aktararak, çocuğun bu sanatkâr grubunun bir üyesi olmasına yardımcı
olurdu.
Ahilikte esnaf ve sanatkârlara işyerinde yamak, çırak, kalfa ve usta
hiyerarşisi ile mesleğin incelikleri öğretilirken, akşamları toplanılan
Ahi zaviyelerinde de ahlâki eğitim uygulanırdı. Böylece hem kendi
çalıştığı mesleğin, hem de diğer meslek kollarının bir peygambere ya da
bir pîre dayandırıldığını gören ve bunların örnek alınması lazım
geldiğine inanan çocuk, yıllar önce o meslekte tesis edilen disiplinin
sürdürülmesine inanırdı.
İşe başlarken mesleğin pîrinin saygıyla anılması uyulması gereken
kuralların başında geliyordu. Böylece manevî bir alanın denetimi ve
himayesinde ekonomik hayat, Ahilik çerçevesinde düzen altına alınmış
oluyordu.
Çıraklıkta geçen ilk yılı ustayı devamlı gözleme ve öğrenme dönemi
olarak değerlendirebiliriz. Usta ile çırak arasındaki ilişki tarzı bir
çeşit itaat ve saygıyı içerir. Usta kısmen öğretici kısmen de baba
rolünü üstlenmiştir. Bu yüzden çırağı, ailesinin bir ferdi gibi görerek
ona şefkatle muamele etmek durumundadır.
Ustalığa yükselebilmek için üç yıl kalfa olarak çalışmak lazımdı. Bu
süre içinde, hakkında şikayet olmayan, kendisine verilen görevleri
dikkatle yerine getiren, özellikle çırak yetiştirme hususunda titiz
davranan, diğer kalfalarla iyi geçinen, müşterilere karşı iyi davranan,
bir dükkan idare edebilecek duruma gelen kalfalar hususi bir merasimle
ustalığa yükselirdi.
Ahi birliklerinde ustalık merasimi büyük bir manevi atmosferde
gerçekleştiriliyordu. Estirilen manevi hava usta adayının din ve
inançlarına olan bağlılığını kopmaz derecede perçinlemekte, iş
ahlâkına, müşteri ilişkilerine, kalite ve standarda önem vermesini
sağlamaktaydı.
Sanat kolunun diğer usta ve kalfaları, o mahallin önde gelenleri,
çırağın babası ve dinî lider törene davet edilir. Yemek yendikten sonra
usta ayağa kalkar, ustalığa terfi edecek çocuğun uzun zamandır yanında
çalıştığını, sanatın inceliklerin öğrendiğini ve kalifiye eleman haline
gelebilmek için moral karakteri de en iyi şekilde sergilediğini
davetliler huzurunda ilan ederdi. Kalfanın kendi işyerini açabilmesi ve
öğrendiği sanatıyla geçimini temin edebilmesi anlamına gelen "destur"
verirdi.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:27 pm

ALIŞ VERİŞ MERKEZLERİ ÇARŞI VE BEDESTENLER
Ahi birliklerinde
aynı meslekte faaliyet gösteren esnaf ve sanatkarların genellikle bir
çarşısı vardı. “Bedestan”, “Arasta” veya “Uzun Çarşı” denilen bu iş
yerlerinde aynı meslek kolunda çalışanlar bir arada bulunurlardı.
Çarşısı olan esnafın, bazı meslekler hariç, çarşı dışında dükkân açması
mümkün değildi.
Çarşılar esnafının ismiyle anılırdı. Örneğin önemli bir Ahi şehri olan
Trabzon'da tarihte kunduracı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya
"Kunduracılar Çarşısı", bakırcı esnafının faaliyet gösterdiği çarşıya
"Bakırcılar Çarşısı", çömlekçi esnafının bulunduğu çarşıya da
"Çömlekçiler Çarşısı" adı verilmiştir. Bu isimler bugün bile
kullanılmaktadır.
Yalnız şekerci, ekmekçi, berber ve nalbantlara çarşı dışında dükkân
açmaya izin verilirdi. Bu şekilde, hem tüketici, istediği ürünü daha
çabuk ve de kolaylıkla seçme imkanı buluyor; hem de esnaf, birbirini
kontrol edebiliyordu.
Ayrıca çarşılar müşterilere, ürün çeşitlerini görebilme ve seçip alma
imkanı tanıdığı gibi, satıcılar arasındaki kalite ve fiyat farkını de
izleme şansı veriyordu. Çarşı çatısı altında toplu halde bulunan esnaf
ve sanatkarların mesleki ve ahlâki eğitimi kolay oluyor, teknik
gelişmeleri daha yakından izleme şansı doğuyordu.
Çarşılarda yer alan esnafın bir arada üretim ve pazarlama yapması, hem
kalite kontrolü bakımından hem de satış hizmetlerindeki doğruluk ve
dürüstlük bakımından oldukça önem taşımaktaydı. Zira dürüst esnaf,
imalatın, belli bir standardın altına düşürülmesine karşı idi.
Her esnafın kendine has bir sancağı ve bir de alemdarı vardı. Genel
olarak bu sancak yeşil atlastan olur, üzerine ayetler yazılır, kırmızı
beyaz ipekten bir kordonun ucunda da esnafın alameti, amblemi
bulunurdu. Nalbantların alameti bir gümüş nal, ayakkabıcıların ise bir
çift patikti. Ahilikte bütün sanatların pîri vardı. Ahilerin
sanatlarının pirlerinden kendi ustasına kadar olan büyüklerine içten
bağlanmaları istenirdi.Meslek pîrleri o sanatı yapmış peygamberler
arasından ve ulu kişilerden seçilmişti. Bazı mesleklerin pîrleri
şunlardı.
Tüccarların pîri Hz. Muhammed
Çiftçilerin pîri Hz. Adem
Berberlerin pîri Selman-ı Farisi
Debbağların (derici) pîri Ahi Evran
Ahiler yüzyıllar önce kurdukları çarşı sistemini ile günümüzde iş
merkezlerinin, büyük marketlerin, süpermarketlerin kuruluşuna öncülük
etmişlerdir. Bu kurumlar arasındaki en büyük fark hiç kuşkusuz "Ahilik
ahlâkı" olduğu açıktır
Ahiler, kurdukları çarşıların kapılarını birbirinden güzel sözlerle süslüyorlardı.
Denizli Babadağ Çarşısı kapısındaki şu dizeler yer almaktaydı.
Sevgi göster herkese ha!
Selamdan kaçınma sakın.
İnsanları ayırma ha!
Hepsine adil ver hakkın.
Niyetin iyi olsun ha!
Her şeyin gerçeğini söyle.
Hayırlı'dan ayrılma ha!
İyi anlaş herkes ile.
BEDESTENLER
Bedesten kelimesi, bezciler çarşısı anlamına gelir. Çok eskiden değerli
kumaşların satıldığı yerlere denilen bezzazistan, zamanla Osmanlı
toplumunda bedesten ismini almıştır. Ticari hayatın çekirdeğini
oluşturan bu kompleksler, zamanla kıymetli malların (mücevher,
porselen, ipekli kumaş, silah vs.) alım-satımına tahsis edilmiştir.
İstanbul’da bu isim adı altında; Cehavir, Sandal ve Galata Bedesteni
olmak üzere üç bedesten bulunmaktadır. Evliya Celebi'nin
seyahatnamesinde bahsettiği Trabzon'un Çarşı Mahallesi'nde bulunan
bedesten Trabzon'un en önemli bir ticaret merkeziydi.
Bedestenlerin bina itibariyle sağlam ve üstü kapalı olması şarttır.
Bundan dolayı bedestenler, dış etkilere ve yangınlara karşı korunması
amacıyla taştan yapılmıştı.
Bedesten, çarşı olarak hizmet vermeye başladığı zaman içerisine
dayanıklı ağaçlardan “dolap” adı verilen yüzlerce küçük dükkân yapılmış
ve içleri oyma hücreler, çekmecelerle donatılarak hizmete sunulmuştur.
Bu dolapların her biri emniyet sandığı yahut banka kasası gibi hizmet
görmekle bedesteni şehrin en zengin binası yapmıştır.
Halk ve çarşı esnafı ağzı mühürlü sandıkları bedestene getirir ve el
senedi gibi bir belge alarak gönül huzuru ile evlerine gidermiş. Ama
hiçbir vakit kimsenin malı karışmamış ve kaybolmamış. Eğer kasayı açmak
gerekirse bir bölükbaşı kasa sahibini kasasının başına götürür, sonra
sandıktaki eşyanın gizliliğine riayet etmek üzere yanından uzaklaşır ve
hatta ona sırtını dönerek müşterinin rahatça alacağını almasını ve
koyacağını koymasını sağlarmış. Her sandık bizzat sahibi tarafından
mühürlenir ve bedesten görevlileri bu mühürlerin bozulmamasından
sorumlu tutulurmuş.
Bedestene emanet edilip de, uzun zaman alınmamış ve mirasçısı çıkmamış
olan eşya ve mallar devlet hazinesine aktarılır, hayır işlerine
harcanırdı.
DÜKKÂNLARI SÜSLEYEN GÜZEL SÖZLER
Ahilik, ülke kaynaklarını gerçekçi biçimde harekete geçiren, âdil bir
gelir dağılımı sağlayan, sosyal dayanışma barış kardeşlik meydana
getiren dengeli ve verimli ekonomik sosyal sistemdir. Ahiler, esnaf,
tüccar ve diğer sahalardaki meslek guruplarının örgütlenmesini
sağlayarak sosyal ve ekonomik düzenin kurulmasına katkıda
bulunmuşlardır.
Başarılı olmak için bilgiyi, başkasının esiri olmamak için doğruluğu
prensip edinen Ahi, vicdanını, kendi üzerine gözcü koyan adamdır. Ahi
helâlinden kazanan, yerine ve yeterince harcayan, ölçü, tartı ehli
olan, yararlı şeyler üreten ve yardım edendir. Kalbi Allah'a, kapısı
yetmiş iki millete açık olan; mürüvvet ve merhamet sahibi, cömertliği
esas alan; ahlâkı ana sermaye edinip akıl yolundan yürüyen; ilim
isteyen ve ilmiyle amel edip yararlı çalışmayı elden bırakmayan kişiler
Ahilerdendir.
Bu temel felsefeye sahip olan Ahiliğin, topluma tanıtılmasında, düşünce
ve eylemlerin benimsetilmesinde kullanılan en etkili iletişim
metotlarından biri, esnaf dükkânlarına asılan, özlü sözlerin yer aldığı
levhalardır. İletişim vasıtası olarak kullanılan levhalarda, Ahilik
kurumunun temel prensipleri ele alınarak, toplumun düzeni için,
insanlığın sahip olması gereken hasletler yaygınlaştırılmaya
çalışılmıştır.
Ahiliğin kültürel göstergelerinden olan esnaf dükkânlarındaki levhalar,
mısralarında gizli olan kodlarla, taşıdığı anlamlarla, insanların sahip
olmaları gereken hasletleri dile getirirler. Genellikle, ünlü hattatlar
tarafından işlemeli, yaldızlı çerçeveler içine, eski, bazen de yeni
harflerle yazılan beyit/dörtlüklerden oluşan bu levhalarda, yüzyıllar
boyu varlığını sürdüren Ahilik felsefesi dile getirilmiştir.

Bir dükkânda :
Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız.
Hakk’a iman ederiz, Müslümandır şanımız.
Eğrisi varsa bizden, doğrusu elbet sizin.
Hiylesi hurdası yok, helalinden malımız.
Müşterilerimiz velinimet, yaranımız yarimiz.
Ziyadesi zarar verir, kanaattir kârımız.
Bir aşçı dükkânında:
Her taamın (yiyeceğin) lezzeti ta ki dimağdan (beyinden) çıkar,
Tuz ekmek hakkını bilmeyen akıbet(sonunda) gözden çıkar.
Balıkçı dükkânında:
Ehl-i aşka müptelayım(tutkunum) nemelazım kâr benim,
Mal ve mülküm yoktur amma kanaatim var benim.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:28 pm

İŞ YERİ TAHDİDİ
Osmanlı Devleti, bugün Almanya, Fransa vb Avrupa
Birliği ülkelerinde olduğu gibi piyasadaki kapasite değişikliklerini
dikkate alarak belli bir "plan" dahilinde işletmelerin açılmasını
denetim altına almıştı. Böylece dükkân açılmasına bir sınırlama, bir
tahdit getirilmiştir.
Bir kişinin dükkân açabilmesi için önce yamaklıktan çıraklığa,
çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan da ustalığa yükselmesi
gerekiyordu. Fakat usta olan herkes dükkân açma hakkına sahip değildi.
Ustanın, kalfalığı boyunca, ustasının verdiği işleri özenerek yapmış
olması; diğer kalfa ve çıraklarla iyi ilişkiler kurmuş olması, hakkında
hiç şikayet yapılmamış olması gerekliydi.
Esnafın dükkân açabilmesini belirleyen diğer bir husus da, esnaf
birliğinin toplam dükkân adedi ile ilgiliydi. Ustanın dükkân açma hakkı
olsa bile, arz ve talep dengeleri dikkate alınarak tespit edilen ve
esnaf birliğine tahsis edilen dükkânların dışında başka bir dükkân
açılamaz, toplam dükkân adedi de aşılamazdı
Özetle belirtmek gerekirse, bir kişinin dükkân açabilmesi için ;
1- Dükkân açmak isteyen kişi sırasıyla yamak-çırak-kalfa-usta eğitimlerini tamamlamış olmalıdır.
2- Dükkân açmak isteyen kişi bu eğitimler sırasında ustası, çevresi ve meslektaşları tarafından taktir edilmiş biri olmalıdır.
3- Dükkân açmak istediği bölgede esnaf birliklerine tahsis edilen dükkân sayısı aşılmamış olmalıdır.
Birçok esnaf kollarında dükkân, dokumacılar gibi tezgahta çalışanlarda
ise her ustanın sahip olduğu tezgah sayısı tespit ediliyordu. Bu
tespitler sırasında, ustaların hepsi birbirine, kethüdaları (esnaf
başkanı) ise bütün lonca mensuplarına, resmi makamlar önünde kefil
oluyorlardı.
Mevcut dükkân sayısının arttırılıp arttırılamayacağına da esnaflar
aralarında karar veriyorlardı. Eğer, iş sahaları genişse, artışı kabul
ederlerdi.
Esnaf birliklerinin aralarında yıkıcı bir rekabete girerek zarar
görmelerini önlemek, üretimin devamlılığını sağlayacak iktisadi-hukuki
tedbirleri almak, mal ve hizmetlerin kaliteli üretilmesini ve
kalitesine uygun bir fiyatla satılmasını temin etmek, sanatın
inceliklerini bilmeyen vasıfsız kişilerin hem kalitesiz üretim yaparak
hem de yüksek maliyet ve fiyatta mal üreterek tüketiciye ve ekonomiye
zarar vermesini ve haksız kazanç elde edilmesini önlemek, devletin
genel üretim-tüketim politikalarının başlıca hedefleriydi.
Bu geleneğin zaman zaman alışılmış usullerin dışına çıkılarak ihlal
edildiği görülürdü. Fakat mesleğin ustaları bu durumda, ilgili
makamlara haber vererek kurallara uyulmasını isterlerdi. Nitekim
Büyükçekmece'de ekmek fırını açmak, ekmek üretmek ve satmak nizamına
karşı çıkanları, esnaf şikayet etmiş ve bu hususta çıkan karar
Büyükçekmece kadısına bildirilmiştir.

AHİ BİRLİKLERİNDE EKONOMİK VE SOSYAL KURUMLAR
Ahi birliklerinin en önemli özelliklerinden biri de Ahilik düşüncesine
uygun şekilde iktisadi hayatın düzenlenmesi için bir araç olarak
kullanılmak üzere kurulan ve işletilen orta sandıklarıdır.
Ahi teşkilatı, faaliyetlerini sürdürebilmeleri ve sosyal dayanışmayı
sağlayabilmeleri için Ahilik düşüncesine uygun bazı müesseseler
kurmuşlardır. Her Ahi birliğinin, orta sandığı, esnaf vakfı, esnaf
kesesi veya esnaf sandığı vardı. Teşkilat bu yardım sandığı vasıtasıyla
üyelerine sosyal güvenlik sağlar, onları tefecilerden korur ve hammadde
temin ederdi
Orta Sandığı
Her Ahi birliğinin bir orta sandığı vardı. Sandığın gelir ve giderleri
belirli bir denetime tabi tutulurdu. Orta sandığı, birlik yönetim
kuruluna bağlı ayrı bir şube olarak faaliyet gösterirdi. Sandığın
kredisi olarak oluşturulan fon ile yardımlar için ayrılan paralar
farklı hesaplarda toplanırdı.
Orta Sandığının Gelirleri:
1. Üyelerin aidatları,
2. Yamaklıktan çıraklığa, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa yükselirken ödenen bir nevi terfi harçları,
3. Teşkilata ait mülklerin gelirleri,
4. Askere alınan kalfa veya ustanın eşi ve çocukları için birlikçe toplanan yardımlar,
5. Çeşitli bağışlar sandığın diğer gelir kaynaklarını teşkil ederdi.
Orta Sandığının Giderleri:
1. Teşkilat için lüzumlu harcamalar orta sandığından yapılırdı.
2. Birliğe ait mülklerin tamir masrafları, çeşitli vergiler,
görevlilerin maaşları, sosyal gayeli esnaf toplantılarının ücretleri
sandıktan ödenirdi.
3. Fakirlere çeşitli vesilelerle orta sandığından yardımlar yapılırdı.
4. Birliğe kayıtlı üyelere orta ve uzun vadede kredi verilirdi.
5. Teşkilatın güçlenmesi için alınan mülklerin bedelleri de sandıktan ödenirdi.
6. Esnaftan maddi durumu iyi olmayanlara, güçsüzlere, sakatlara ve hastalara da bu sandıktan yardım yapılırdı.
7. Birlik üyelerinden ihtiyaç sahiplerine orta sandığından borç para verilirdi.
8. Esnafa lazım olan hammadde, teşkilat tarafından satın alınarak
üyelere dağıtılırdı. Satın alınan malın bedeli orta sandığından
ödendikten sonra taksim işlerine başlanır ve malların bedelleri
esnaftan toplanırdı.
Ahi birliklerinin orta sandığından ihtiyaç sahibi "Haricîler" ve
"Dahilîler" olarak adlandırılan üyelerine yardım yapılırdı. Haricîleri
temsil edenler, emekliler, düşkünler, sakatlar ve fiilen
çalışmayanlardı. Dahilîler ise iş yerlerinde fiili olarak çalışan
çırak, kalfa ve ustalardan meydana gelmekteydi.
Altı Kese
Ahi birliklerinin hazinesi demek olan orta sandığında altı kese (torba) bulunurdu. Bunlardan;
Atlas kesede, sandığa ait her türlü yazışma evrakı saklanır.
Yeşil kesede, esnafa ait vakıf gelirleri, senetler ve mülklerin tapuları toplanır.
Kırmızı kesede, gelir getiren senetlerin ve evraklar saklanır.
Örme kesede, sandığın nakit paraları saklanır.
Ak kesede, her türlü giderlere ait senetler ve vesikalarla, geçmiş yıllara ait hesaplar muhafaza edilir.
Kara kesede, vadesinde tahsil edilmemiş alacaklara ait senetler ve
bunlarla ilgili diğer evrak saklanırdı. Bu kese sandığın diğer
keselerine göre en az işlem gören bölümüydü. Çünkü esnaf borcuna
sadıktı.
DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumun ihtiyaçlarını karşılamak
için üretilen mal ve hizmetler; kamu kuruluşları, özel sektör
kuruluşları ve gönüllü (sivil toplum) kuruluşlar tarafından yerine
getirilmektedir.
Sivil toplum, örgütlü bir toplum anlamına gelmektedir. Toplum
örgütlenerek, temel hak ve hürriyetlerini, ekonomik, sosyal ve siyasi
menfaatlerini koruma ve kollama imkanını elde eder. Sivil toplum
kuruluşlar, günümüzde "üçüncü sektör" kuruluşlar olarak tanımlanan,
devletin dışında var olan gönüllü kuruluşlardır. Bu kuruluşlar kâr
amacı gütmeksizin, toplum yararı için, gönüllü olarak bir araya gelen
vatandaşların oluşturduğu bir kuruluş, bir sektördür. Üçüncü sektör
kuruluşlara örnek olarak dernek, vakıf, oda ve cemiyetler
gösterilebilir. Bu anlamda Ahi teşkilatı, Osmanlı Devletinde kurulan en
büyük ve en organizeli sivil toplum kuruluşlarından birisidir.
Altı asır çok geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı Devleti'nde çok
sayıda vakıf ve dernek gibi gönüllü kuruluşlar vardı. Eğitimden,
sağlığa kadar toplumun ihtiyaçlarının büyük bir bölümü bu tür sivil
toplum kuruluşları tarafından karşılanmaktaydı.
Prof. Conin başkanlığındaki Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyet 1921
yılında İstanbul’a gelerek “Osmanlı Vakıf Sistemi”ni incelediler.
Osmanlı sistemini oldukça orijinal bulan Amerikalı heyet vakıf
sistemini kendi bünyelerinde adapte ederek günümüze kadar 26 bin vakıf
kurdular. Oysa Osmanlı arşiv belgelerinden, 1926 yılı öncesine ait
Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu 238 bin adet vakfın kayıtlarını
bulunduklarında ise şaşırıp kaldılar.
Türk toplumuna bir şeyler verme, bir şeyler yapma isteğini ve
heyecanını yaşayan sorumluluk sahibi kişilerin teşkilatlanmasından
Ahilik ortaya çıkmıştır. Dernekleşme şeklinde ortaya çıkan
teşkilatlanma tamamen gönüllülük esasına dayanmıştır.
Bu şekildeki örgütlenme, mahalle, köy, kasaba, v.s. sosyal birimler
bazında bir teşkilatlanmadır. Kendi aralarında çok kuvvetli bir bağa
sahip olan Ahiler, yöneticilerine olağan üstü bağlılık duyan Ahi
kardeşliği temelinde bir kurumsallaşmadır.
Yapılan araştırmalar Ahi teşekküllerinin serbestçe kurulan dernekler
olarak doğduğunu ortaya koymaktadır. 16. yy. gelince kamu
otoritelerinin loncalar üzerindeki etkilerinin arttığı tespit
edilmektedir. Serbestçe kurulan derneklerden Ahi loncalarına giden bir
süreç yaşanmıştır. Ahi teşkilatlanması elbette siyasi nitelikte
değildi. Ahilerin devlete talip olma gibi bir talepleri de yoktu.
Ancak, kuruldukları bölgede çok önemli bir güç teşkil ettikleri de bir
gerçektir
Ahi teşkilatı, Osmanlı Devleti'nde kurulan en büyük ve en organizeli
sivil toplum kuruluşlarından birisidir. Çünkü Ahi teşkilatı, Selçuklu
ve Osmanlı zamanında bir bakıma bugünkü Esnaf Odaları, İşveren
Sendikaları, Ticaret ve Sanayi Odaları, İşçi Sendikaları, Bağ - Kur,
Türk Standartları Enstitüsü ve Belediye gibi kurum ve kuruluşların
görevlerini üstlenmişti.
Yukarıda sayılan kurum ve kuruluşların atası Ahi teşkilatıdır. Ahlâk
ile sanatın ahenkli bir birleşimi olan Ahilik, toplumun ayakta
kalabilmesi için gerekli olan sosyal adalet ve ahlâkın yerleşmesinde
büyük katkısı olan, Türk'ler dışında hiçbir ulusta görülmeyen bir
yaşayış biçimidir.
Gerek teşkilat yapısı, gerekse çalışma prensipleriyle günümüzün sivil
toplum kuruluşlarına örnek olan Ahi birlikleri, idarecilerini seçimle
belirler ve yönetimin aldığı kararları uygulamakta tereddüt etmezlerdi.
Bu özelliğinin yanında demokrasi ve insan haklarına verdikleri önemle
de Ahiler bütün dünyaya örnek olmuşlardır.
İbni Batuda ve diğer kaynaklara dayanarak Osmanlı’nın ilk yılları
hakkında yorum yapan G.G. Arnakis, ABD’de yayınladığı makalede şöyle
demektedir.“Elimizdeki bütün kaynaklar bizi özellikle Batı Anadolu Türk
toplumunun kuruluş yıllarında, Ahilerin tahtın arkasında demokratik bir
güç şeklinde durarak hem iç çatışmaları önlediği, hem de sultanları
kontrol ederek, onlara popüler bir temel hazırladığı sonucuna ulaşır."
Bu bilgilerden Ahilerin yedi yüzyıl önce, bugünkü sivil toplum
kuruluşlarından çok daha etkili, çok daha demokrat ve yapıcı siyasal
bilince sahip halk kuruluşları olduğu görülmektedir.
Ahi birliklerinin (Ahiyan-ı Rum) yönetiminde görev alanlar seçimle
işbaşına gelirlerdi. (45) Ahilikte tüm seçimler demokratik usullerle
yapılır, idari görevler belirli grupların tekeline verilmezdi.
Seçilenlerin ortak vasfı ahlaki üstünlük ve meslekte başarı idi.
Anadolu’da kurulan ve kökü eski Türk ve İslam kültürüne dayanan Ahilik
felsefesinde "ben” veya “benim” kelimelerine pek fazla rastlanmadığı
gibi maddiyata dönük faaliyetlerde bile önce karşısındaki ön planda
tutulurdu. Ahilikte "ben" değil "biz" duygusu ve “diğergamlık” tutumu
hakimdi.
Ahi birliğinde, birlikte üretilen malın hakça dağıtımına çok önem
verilirdi. Bu tevzi sisteminde herkes hakkına razı olduğu için hiç
kimse birbirinin malına, kazancına göz dikmezdi Ahilikte, toplum
barışının önemli bir gereği olan eşitliğe riayet edilirdi.
Menfaatte olduğu gibi diğer davranışlarda da başkalarını yani toplumu
rahatsız etmek imkansızdı. Bunun için bir çok kural konulmuştu. Bunlar
yolda, pazarda,çarşıda, dükkânda, evde, konuşurken, yürürken, su
içerken başkasını rahatsız etmemek gibi, toplum düzenini sağlamayı
amaçlayan kurallardı.
Topluma zarar vermeyen, başkalarına karşı saygılı, kurallara uyan
herkes eşitti. Zengin, fakir, eğitimci, idareci ayrımı; sınıf farkı
yoktu. Herkes Allah’ın (C.C.) kuluydu ve bu sebeple de herkes eşitti.
Hiç kimse zenginliğinin, makamının arkasına saklanıp dilediği gibi
yaşayamazdı. Aşırı lüks, gösteriş ayıptı. Mal, mülk ve para kendi
ailesinin ve yakınlarının ihtiyaçlarını karşılamak ve çevresindekilere
yardım için kazanılırdı.
İmkanlara göre konuk odası, zaviye, yol, çeşme, vakıf gibi topluma
hizmet eden tesisler kurulur, yanında çalışanlarına veya
meslektaşlarına iş yeri açmak için maddi destekte bulunulurdu. Bu
davranışlar toplumda zengin ve fakir arasında bir kıskançlık doğmasını
engellerdi. Bir Ahi, komşusu açken kendisi tok yatamazdı. Eğer
dükkânında kendisi siftah yapmışsa, meslektaşı da kazansın diye
müşteriyi komşusuna gönderirdi. Bu davranışlar toplum huzuru ve
barışının sağlanmasında önemli etkenlerdi. Yalnız kazançta değil,
eğitimde de toplum düzeni, yararı ön planda tutulurdu. Ahi
birliklerinde bilgi (sır), toplum aleyhine hizmet edeceklere verilmezdi.
Ahiliğin demokratik bir kurum olduğunu yerli ve yabancı bir çok eserde
görmekteyiz. Bugün bize demokrasi dersi veren ülkelerden çok önce
demokratik düşünceye sahip olan Anadolu halkının meydana getirdiği bu
sivil toplum kuruluşundan öğreneceğimiz çok şeyler var. Ahi
birliklerinin faaliyetlerinde devlet ve toplum aleyhine atılmış tek bir
adıma rastlamak mümkün değildir.
Ahi birliklerinin öğrettikleri, insanlığa ve memlekete en iyi hizmet
yolunda canını ve malını adamaktır. Yakın tarihimizde kurulan ve çoğu
zaman zararlı ve bölücü faaliyetlerde bulunan, kardeşi kardeşe düşman
eden yada yabancı ülkelerde gördükleri dernek ve kuruluşları örnek
alarak yalnız kendi çıkarlarını düşünen ve gösteriş için çalışan,
toplumdan kopuk teşkilat ve dernekler, sivil toplum kuruluşu adı
altında faaliyet gösterirken, Ahiliğin önemi bu bağlamda bir kez daha
ortaya çıkmaktadır.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:29 pm

AHİLİKTE İŞ AHLÂKI
Ahilik, hem dünya, hem de Ahireti birlikte
düşünen bir felsefeye sahiptir. Bu görüşü emreden ayetler ve hadisler
de vardır. “Hiç ölmeyecek gibi dünya için yarın ölecekmiş gibi Ahiret
için” çalışmayı emreden hadis dünya ile Ahiret ne güzel
bütünleştirmektedir.
Ahilikte mal, servet ve sadece kazanç için çalışmak hiçbir zaman kendi
başına bir anlam taşımazdı. Bunlar, ancak kendinden üstün bir gayenin
gerçekleşmesine vasıta oldukları takdirde bir değer ifade ederler.
Örneğin, başkalarına muhtaç olmadan yaşamak için veya başkalarına
yardım etmek için kazanılan para değerlidir. Napolyon'un ifadesiyle
"para, para, para" diyerek, para kazanmayı gaye haline getirmek Ahilik
düşüncesine terstir. Çünkü, vasıta olan para, gaye haline gelirse, gaye
olan ahlâki değerler de vasıta haline gelir ki, bu son derece ahlaksız
dünya görüşünün temeli olur.
Örneğin, para kazanmak gaye olursa başkalarına yardım etmek de bir
vasıta olur. Bunun uygulamadaki sonucu kişilerin daha çok para kazanmak
için başkalarına yardım yapmasıdır. Hayır yapmak için değil de,
başkalarının güvenini ve saygısını kazanarak karını arttırmak isteyen
tüccarların fakirlere bu gaye ile yardım etmesi böyle bir zihniyetin
ürünüdür. Genellikle buna yardım değil, kazanç usulü denilebilir. Çünkü
amaç fakirlere yardım etmek değil, onları vasıta olarak kullanıp daha
çok para kazanmaktır. Yardımın vasıta olarak kullanılmaması için İslam
dini “sağ elin verdiğini sol elin bilmemeli” ölçüsünü getirmiştir.
Ahilerin mal ve servet hakkındaki düşünceleri, onların ekonomik
faaliyetlerine de yansımıştır. Ahiler, insanların kendi emekleri ile
geçinmelerini ve hiç kimseye muhtaç olmamalarını isterler. Bu sebeple,
Ahilerin emeğini değerlendirebilecek bir işi, özellikle bir sanatı
olması, ahlak kaidesi haline getirilmiştir. Bazı fütüvvetnamelerde
işsizlik “batıl” olarak kabul edilmekte ve "ahlaksızlık" sayılmaktadır.
Bu sebeple Ahiler çalışmayı ibadet saymışlardır. Onun için Ahilerin iş
yerleri, onların ibadet yerleri olarak bilinir. Ahilikte iş yerleri,
mescitler hatta camiler derecesinde kutsaldır. Ahinin iş yeri Hak
kapısıdır. Bu kapıdan hürmetle girilir, saygı ve samimiyetle çalışılır,
helalinden kazanılır, helal yerlere ve kararınca harcanır.
Osmanlıyla Ticaret İmtiyazı
Osmanlı Devleti’nin, kurmuş olduğu medeniyetini, tekke-medrese-kışla
sacayağı üzerine sağlam bir şekilde oturup, doğruluk ve adalet üzerine
cihana ışık saçtığı günlerde, Hollanda Ticaret Odası’nda bir karar
alınırken oyların eşit çıkması halinde, oda reisinin: “içinizde
Türklerle alış veriş eden var mı?” diye sorduğunu ve birinden evet
cevabını alınca da onun oyunu, imtiyazlı olarak iki oy olarak kabul
edip karara vardığını
OSMANLI ESNAFI
Ahilik ahlâkıyla yetişen Osmanlı esnafını bakınız İngiliz Senceri gazetesi nasıl anlatmaktadır.
"Osmanlı memleketlerinde dükkâncılık ve satıcılık tarz ve usulü kadar
güzel usul hiçbir yerde bulunmaz. Sivas pazarına gittiğimiz zaman bu
adet nazarımızda bütün bütün tecelli etti. Pazara gelen müşteri
ayaküstü durup, teşhir edilen malları gözden geçirir. Tüccar veya
dükkâncı ise, diz çökmüş veya bağdaş kurmuş bir halde bulunur. Eğer
müşteri itibara değer kimselerden ise, dükkâncının yanına çıkar oturur.
Bir tacir böylesine, adeta konuksever bir ev sahibi gibi muamele
ederdi. Müşteriye evvela bir kahve ısmarlar, sonra bir sigara ikram
eder. Vee hal ve mevkie münasip konuşmaya girişir. Kahve ve sigara
içtikten sonra konu yavaş yavaş alış veriş meselesine çevrilir. Eğer
birden bire bu meseleye girilirse, hürmetsizlik ve terbiyesizlik
sayılırdı.
Dükkâncı, müşteriye, neden sonra ne satın almak arzu ettiği takdirde
gayet nazik bir ifade tarzı ile sorar. Ve alınacak şeyin nevi ve
cinsine göre konuşulmasını müteakip, müşterinin fiyatı soruşu üzerine
satıcı, yine nezaketten: “Zatı alileri her ne münasip görürseniz, onu
verirsiniz, hiç vermezseniz de hediye makamında kabul buyurursanız
bence büyük bir şereftir” derdi.
İşte Türklerin alışverişi böyledir. Ve böyle nezaketli alışveriş hiçbir yerde görülmezdi."
Fransa hükümeti tarafından Türkiye'nin doğu illerinde inceleme yapmak
üzere görevlendirilen Teophile Deyrolle, 1869 yılının Şubat ayında
Trabzon'a gelerek ilginç bulduğu olayları Fransa'da yayınlanan bir
dergide yazmıştır. Fransız Deyrolle Trabzon'daki Türk esnafıyla ,
Ermeni, Rum ve İran esnafını karşılaştırırken bakın nelere dikkat etmiş.
"Türk, ciddi ve sessiz, çubuğunu içerek müşterisini bekler. Müşteri
alacağı şeyi elinde evirip çevirdikten sonra değerini sorar.
Dükkancının ağzından bir rakam düşer. Artık pazarlık etmek
faydasızdır...Rum ile Ermeni tamamen başkadır. Müşteriye seslenir,
elbisesinden tutup çekerler. Müşteriyi bir laf sağanağına tutarlar. Ona
en yumuşak kelimelerle hitap ederler. "Kardeşim" derler. "Ruhum,
dostum" derler ve gösterdikleri malın iki kat değerini isterler. ..
Trabzon'da pek çok olan İranlı esnaflara gelince: İçlerinde bazıları
Türklerin meziyetleri ile Hıristiyanların hilekarlıklarını
birleştirmiştir."
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:30 pm

AHİ BİRLİKLERİNDE EĞİTİM
Bilim ve uygarlık tarihleri
incelendiğinde görülmektedir ki, insanlığa en çok hizmet etmiş
toplumlar bilimde ileri gitmiş olanlardır. Eğitimde ileri olan
toplumlar güçlü, geri olan toplumlar da zayıf olmaya mahkumdurlar.
Osmanlı Devleti tarihin en uzun ömürlü devletlerinden biridir. Bunda
şüphesiz ki, eğitim politikasının önemli bir rolü vardır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve gelişmesinde önemli rol oynayan
Ahiler, imalat ve ticarete verdikleri önemle ekonominin büyümesine,
eğitime verdikleri önemle de bilimin gelişmesine büyük katkı sağladılar.
Ahilik sisteminde eğitim, Farâbî, Kutadgu Bilig, İbnî Sina, Fahrettin
Râzî ve Ahi Evran çizgisinde gelişmiştir. Ahilik tespit ettiği hedefe,
sağlam bir teşkilatlanma modeli yanında, köklü bir eğitim sistemi ile
ulaşmaya çalışmıştır. Esnaf ve sanatkarlara iş yerlerinde yamak, çırak,
kalfa ve usta hiyerarşisine göre mesleğin incelikleri öğretilmiş,
kabiliyetli çırak, kalfa ve ustaların elinden tutularak medreselerde
eğitim görmeleri sağlanmış ve gerektiğinde kendilerine orta sandığından
maddi destekte bulunulmuştur.
Bir taraftan esnaf ve sanatkarlara işyerlerinde mesleklerinin
incelikleri öğretilirken, diğer taraftan akşamları Ahi zaviyelerinde
ise toplum içindeki tutum ve davranışları hakkında bilgi verilirdi.
Ahiler, eğitimi kişinin doğumuyla başlayan ve hayat boyunca devam eden
bir süreç olarak görmüşlerdir. Ahi zaviyelerinde kırk yaşın üstündeki
insanlara da okuma - yazma öğretilmiştir. Hatta, bunlar arasında Divan
yazacak kadar olgunluğa erişenler dahi vardı. Böylece günümüzde "hayat
boyu eğitim" şeklinde tanımlanan eğitim anlayışı yüzyıllar önce Ahi
birlikleri tarafından uygulanmıştır.
İş Dışında Eğitim
İş dışındaki eğitim, genel eğitim özelliğinde olup ferdi gelişmeye
yöneliktir. Ahi zaviyelerinde öğretmen tarafından teşkilata yeni giren
gençlere okuma yazma öğretilirdi. Gençlere ilk terbiye ve bilgiyi veren
kişilere muallim denilirdi. İlmi sahada söz sahibi müderris ve kadılara
da ders verdirilirdi. Dini ve ilmi bilgiler yanında Türkçe konuşma,
edebiyat dersleri okutulurdu. Örneğin Divan Edebiyatımızın büyük
şairlerinden Bâki de bir saraç çırağı iken bu tür bir eğitimden
geçmiştir. Ahi zaviyelerindeki çırakların zaten mensup oldukları sanat
dalı içerisinde tatbiki bilgileri edinmiş olduklarından, zaviyelerde
fen ve sanat yerine cemiyet içerisinde yaşama kuralları, sosyal
kaideleri öğrenirlerdi.
Gençlerin yeteneklerini geliştirmek için eğitim proğramlarına, güzel
yazma, musiki dersleri, davranış kaideleri, askeri bilgi ve spor
eğitimi dersleri de konulmuştu. Zaviyelerde eski Türk destanları,
Kutadgu Bilig ve Ahi Evran’ın kitapları yanında Fütüvvetname denilen,
Ahiliğin Ahlak Nizamnamesi olarak bilinen kitaplar okutulurdu. Fütüvvet
kitapları bir bakıma İslam tasavvufunun geliştirdiği Kur’an ve
Hadislere dayanan güzel ahlak ve ideal insan modelini belirleyen
kitaplardı. Bu eserler yalnız gençlerin değil toplumun tamamının uyması
istenilen ahlaki kuralları içerirdi.
İş Başında Eğitim
İş yeri sahibi, aynı zamanda usta (öğretmen) olduğu için daha önce
çalıştığı iş kolundan mesleğini öğrendiğine dair icazet (diploma) ve iş
yeri açma izni almış kimsedir. Bir gencin usta olabilmesi ve kendi iş
yerini açabilmesi için değişik öğrenim kademelerinden geçmesi
gerekirdi. Her şeyden önce bir gencin Ahi birliğine üye olabilmesi için
mutlaka geçimini temin edebilecek bir iş veya sanatının olması
aranırdı. Boş gezen, bir işi olmayanlar, Ahiliğe kabul edilmedikleri
gibi toplumda da itibar görmezlerdi. Mesleği olmayanlara kız bile
verilmezdi . Bu sebepten gençlerin belirli bir eğitim almış olmaları
gerekiyordu.
Çırak olmak isteyen aday öncelikle, elinde ustalık belgesi sahibi bir
ustaya yardımcı olarak verilir ve kendisine iki tane “yol kardeş”
(yiğit başı) seçilirdi. “Yol kardeşlik” gençlerin ömürleri boyunca
sürerdi. Eğitim süresi içerisinde, gençlerin ahilik kaidelerine
bağlılıkları kontrol altına alınırdı. Gençler arasında Ahilik
prensiplerini ihmal edenler veya hatalı davranışlarda bulunanlar
birbirlerinden sorumlu tutulurdu.
Çırak adayının iş yerindeki tutum ve davranışı, becerisini göz önüne
alınarak, ya da aynı işyerinde çıraklığa devam etmesine veya başka bir
sanat dalında çıraklığa başlamasına karar verilirdi. Her halükarda bir
iş yerine çırak olarak girebilmek için o iş kolunun Ahi birliğinden
izin alınması gerekmekteydi. Bir çırak veya kalfa ustanın izni olmadan
dükkânı terk edip başka bir ustanın yanına gidemez, çünkü başka usta
bunu kabul etmezdi. Ustalar, sanatın özelliğine göre sınırlı sayıda
çırak çalıştırmaya mecburdular. Daha fazla çırak kabulü ve
çalıştırılması birlikçe yasaklanmıştı. Aynı iş kolunda ihtiyaçtan fazla
eleman yetiştirmenin doğuracağı problemlerin bilincindeydiler. Meslek
çeşitleriyle, her meslekte çalışacak olanların sayısı, o bölgenin
ihtiyaçları göz önüne alınarak tespit edilirdi.
Bu da gösteriyor ki esnaf-sanatkarların bir taraftan işsiz kalmaması,
diğer yandan da aşırı üretimin önlenmesi sağlanmıştır. Zaten usta ve
kalfa için önemli olan çıraklarını çok iyi yetiştirmekti. Çıraklara
çıraklık süresince herhangi bir ücret ödenmezdi.
Gerek iş başındaki eğitimde ve gerekse zaviyedeki eğitimde aynı eğitim
metodu uygulanırdı. Özellikle mesleki eğitimde çıraklığa alınan gence,
bilgiler, maharetler, hünerler, en basitten zora doğru uzanan bir
süreçte kazandırılmaya çalışılırdı.
Sanat Eğitimi
Ahilik sisteminde gençlere ahlâk ve sanat eğitimi birlikte veriliyordu.
Ahlâka ait usul ve erkan kuralları eğitim müfredatına göre
düzenlenirdi. Gençlere yaşlarına ve öğrenim sürelerine göre verilecek
bilgiler de programlanmıştı. Zaman gelmedikçe ne sanata ne de ahlâki
kurallara ait bilgiler verilmezdi. Ancak öğrenci olgunlaştıkça ve
sanattaki yetenekleri arttıkça, bilgiler belirlenen ölçülerde
arttırılırdı.
Örneğin, Osmanlı döneminde, çırakların okuma yazmayı öğrenmeleri için,
“saraçhane” denilen yerde, ayrıca sabahları “Fatih Medresesi"nde
okutulan derslerin saraçhanede de okutulmasına önem verilirdi.
Ahiliğin, uygulandığı bir sanat dalı da Nakışçılıktı. Anadolu Selçuklu
devleti zamanından beri görülen nakış haneler, Osmanlı Devleti
zamanında da gelişerek devam etmiştir. Bu atölyelerde hattatlar,
nakkaşlar, kitap süsü, ülkede yapılan binaların tezyini (süsleme) gibi
işlerin esaslarını hazırlardı.
Bu nakış haneler de yalnız kitap yazma, süsleme işleri ile
uğraşılmazdı. Sarayların, silahların ve diğer eşyaların resimleri
hazırlanırdı. Bu atölyeler, adeta tatbiki güzel sanatlar akademisinin
motif ve süsleme sanatını öğreten bir bölümü gibiydi.
Fatih devrinden kalma sanat eserlerinin bir çoğunda yazı, tezhip, cilt,
kısmen resim, çini, oyma kapı, fresk, taşa oyulmuş süsler, kılıç ve
miğfer gibi zamanın harp silahlarının üzerine yapılmış, süs, resim ve
nakış sanatının bir çok özelliklerine rastlanılmaktadır.
Bu nakış haneler sanat öğreten bir okul gibiydi. Burada baş usta
(okulun müdürü), kalfalar ve çıraklar vardı. Çırak ustasının
tarifleriyle değil, onun nasıl çalıştığını görmekle ve ona dikkat
etmekle sanatı öğrenebilirdi. Öğrenciler hep birlikte bir atölyede
çalışırlar, her kes birbirine bakarak, görerek bir şeyler öğrenirdi.
İyi bilenler, yeni gelenlere bu hususta yardımcı olurdu.
Ahlâk Eğitimi
Ahi kardeş, yaren, dost, yiğit anlamında kullanılır. Ahilik, birbirine
saygı duyan, yardım eden, fakiri gözeten, yoksulu barındıran, ilmi ve
çalışmayı ibadet sayan, din ve ahlak kurallarına sıkı sıkıya bağlı
esnaf-sanatkarların teşkilatı anlamını ifade eder.
Ahilik çalışmayı, ibadet ve dürüstlüğü bir bütün olarak ele almış,
ahlâka büyük önem vermiştir. Ahiliğe göre güzel ahlâkın olduğu yerde
kardeşlik, eşitlik, özgürlük, sevgi, hak ve adalet vardır.
Ahi teşkilatlarında ahlâki eğitim zaviyelerde verilirdi. Ahi
zaviyelerinde verilen eğitim sadece gençlere yönelik olmayıp, her
yaştan insanların istifade edebileceği özellikteydi. Bu nezih
mekanlarda öğretilen ahlâk kuralları daha sonra da tüm toplumun ortak
değerleri olarak hayata geçiriliyordu.
İlk Türk fütüvvetnamesi, alplık kavramıyla birleşerek yiğit-ahi
şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu fütüvvetnamelerden, yazarı belli olmayan
yüzlerce Türkçe fütüvvet kitabı yazılmıştır. Ahilerin el kitabı olan
ilk Türk fütüvvetnamesinde, Burgazi, gençlere, terbiye kurallarından
bazılarını şöyle anlatmaktadır:
“... Taam (yemek) yimekte yirmi erkan vardır.” Yani yemek yemeye ait
yirmi kaide olduğunu söyleyip, bu kurallardan bazıları da şöyle
sıralanabilir:
-Sofraya oturmadan önce ve yemekten kalktıktan sonra elleri yıkamak
-Yemek yenilen yere ayakkabı ile girmemek,
-Yemeğin dürüstlük ile kazanıldığından emin olmak,
-Yemeğe büyüklerden önce başlamamak ve yemeğe tabağın kenarından başlamak,
-Yemek yerken konuşmamak, ağzından tükürük saçmamak, kaşınmamak,
-Yemek yerken öksürük tutması halinde ağzı elle değil, mendille kapatmak,
-Yemekte küçük lokma almak, başkasının yediği lokmaları gözetmemek,
-Yemekte ağzını şapırdatmamak,
-Yemekte etin kemiklerini sofradakilere göstermeden tabağın arkasına saklamak vb.
Söz söylemekteki edepler dört tanedir:
-Sert konuşmamak,
-Konuşurken sağa-sola bakmamak,
-Sen-ben değil de siz-biz olarak hitap etmek,
-El kol hareketleri ile bir şey ifade etmemek.
Evden çıkmaktaki edepler:
-Çıkarken sağ ayakla çıkmak,
-Endişeli çıkmamak,
-Çıkarken yukarı bakmamak.
Yürümekteki edepler:
-Sert yürümemek,
-Çukurlara basmamak,
-Yanlara bakarak yürümek,(dikkatli olmak)
-Taştan taşa sıçramamak,
-Kimsenin ardınca bakmamak,
-Büyüğünün önünde yürümemek.
Bu kuralların dışında elbise giyerken beş, pazarda, çarşıda yürürken,
alış veriş yaparken dört, misafirlikte üç, hasta ziyaretinde beş,
tuvalete ve hamama girerken sekiz, yatarken dört olmak üzere bir çok
kural tespit edilmiştir.
Burgazi fütüvvetnamesi’nde Ahi ahlâkını meydana getiren kurallar şöyle sıralanmaktadır.
1- Ahiler birkaç iş veya sanatla değil, yeteneklerine en uygun olan tek bir iş veya sanatla uğraşmalıdır.
2- Ahinin emeğini değerlendirecek ve onurunu koruyacak bir işi, özellikle bir sanatı olmalıdır.
3- Ahi doğru olmalı, emeğiyle hak ettiğinden fazlasını kazanma yoluna sapmamalıdır.
4- Ahinin işinin ve sanatının geleneksel pîrlerinden kendi ustasına
kadar bütün büyüklere içten bağlanmalı, sanatında, davranışlarında
onları örnek almalıdır.
5- Ahi bilgi sahibi olmalı, bilginleri sevmeli, onlara karşı küçük
düşmemeli, aldığı bilgileri yerinde ve zamanında kullanmalıdır. 13.
yüzyılda Burgazi tarafından kaleme alınan Burgazi’nin
Fütüvvetnamesi’ni, daha sonra diğerleri takip etmiştir. Ahi ahlâkını
meydana getiren fütüvvet kuralları, öğrencilere anlayacakları tarzda
öğretilirdi.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Ahİlİk Nedİr? Empty Geri: Ahİlİk Nedİr?

Mesaj  AsiRuH Çarş. Kas. 05, 2008 4:31 pm

Bu kurallar;
1-İyi huylu ve güzel ahlâklı olmak,
2-İşinde ve hayatında doğru, güvenilir olmak,
3-Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak,
4-Sözünü bilmek, sözünde durmak,
5-Hizmette ayrım yapmamak,
6-Yaptığı iyilikten karşılık beklememek,
7-Güler yüzlü olmak,
8-Tatlı dilli olmak,
9-Hataları yüze vurmamak,
10-Dostluğa önem vermek,
11-Kötülük edenlere iyilikte bulunmak,
12-Tevazu sahibi olmak,
13-Hiç kimseyi azarlamamak,
14-Anaya ve ataya hürmet etmek,
15-Dedikoduyu terk etmek,
16-Komşularına iyilik etmek,
17-İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzlü yapmak,
18-Başkasının malına hıyanet etmek,
19-Sabır ehli olmak,
20-Cömert, ikram ve kerem sahibi olmak,
21-Daima hakkı kullanmak,
22-Öfkesine hakim olmak,
23-Suçluya yumuşak davranmak,
24-Sır saklamak,(...)
Yukarıda sadece bir kısmına yer verdiğimiz Ahiliğin 124 altın kuralı vardır.
Ticaret Ahlâkında Yasaklanan Hususlar
Ticaret ahlâkında yapılması istenmeyen şeyler ise şunlardır:
1. Hileli ve çürük mal satmayacaksın,
2. Müşteriden fazla para almayacaksın,
3. Bir başkasının malını taklit etmeyeceksin,
4. Noksan tartmayacaksın ve bozuk terazi kullanmayacaksın,
5. Sahte ve kalitesiz mal üretmeyeceksin
Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere 6 şartı vardır.
Açık olanlar:
1-Elini açık tut : Cömert olmak, düşkünlere yardım etmek için,
2-Kapını açık tut : Konuksever ve misafirperver olmak için,
3-Sofranı açık tut : Yoksullara, yemek yedirmek, misafire ikramda bulunmak için.
Kapalı olanlar:
1-Elini bağlı tut : Hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için,
2-Dilini bağlı tut : Dedikodu, yalan, iftira ve gıybetten uzak durmak,
3-Belini bağlı tut : Kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemek için.
Ahiler kız çocuklarına da şu öğütleri verirlerdi:
1- İşine dikkatli ol : Ailenin ve evinin işini ihmal etme,
2- Aşına dikkatli ol : İyi yemek pişir, iktisatlı ol,
3- Eşine dikkatli ol : Her türlü şartlar altında eşine sahip ol,
Örnek Olay
Ahilik teşkilatının yüksek ahlâki değerleriyle yetişen Osmanlı esnaf,
sanatkar ve tüccarı Batılı devletler nazarında çok önemli bir yer
edinmiştir.
Alman Başbakanı Bismark "Türkler, Asya'nın centilmenleridir" sözüyle
Ahilik kültüründe yetişen Türk insanını tanımlıyordu...
Ayrıca İngiliz Ticaret Odalarının birinde asılı bulunan levhada "Her
zaman Türk tüccarları ile alışveriş et" sözünün yer alması Türk
esnafının, tüccarının ve sanayicisinin dün sahip olduğu ve bugün terk
ettiği Ahilik kültürünü ifade etmektedir.
AHİLİK VE FÜTÜVVET AHLÂKI
Ahiliğin en önemli özelliklerin birisi; teşkilata mensup kimselerin,
yani esnaf-sanatkar ve çalışanların manevi ihtiyaçlarına cevap verecek
bir inanç ve ahlâk anlayışına sahip olmalarıdır. Bu özelliği ile Ahilik
temel kurallarını Fütüvvetçilikten almıştır.
Fütüvvet Arapça bir kelime olup, sözlükte cömertlik, gençlik, yiğitlik,
kahramanlık, alçak gönüllülük, diğergâmlık gibi anlamlara gelir.
Fütüvvetten bahseden eserlere bakılırsa, bu kavramın içinde neredeyse,
İslamiyet'in telkin ettiği bütün güzel ahlâk esaslarını bulmak
mümkündür. Mutasavvıflara göre fütüvvet, peygamberlerden kalma bir
ahlâk yoludur.
Sülemî'nin Fütüvvet Kitabı'ndan şu hususları başlılar halinde sunabiliriz.
o Kötülüğe iyilikle karşılık vermek,
o Yaptığı işten karşılık beklememek,
o Gücü varken affetmek,
o Başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi kusuruyla uğraşmak,
o Şefkatli olmak, başkalarını kendisine tercih etmek,
o Hiçbir durumda yaltaklanmamak,
o Zenginse, fakiri hiçbir sebeple hizmetinde kullanmamak,
o Halka tenezzül etmemek, yüz suyu dökmemek,
o Verenin de, alanın da Allah olduğunu bilmek,
o Kerem sahibi olmak,
o Alçak gönüllü olmak, kendini beğenmişlikten kaçınmak,
o Hiç kimseyi azarlamamak,
o Sır saklamak,
o Hizmette ve vermede ayırım yapmamak.
Sadece bazılarını saydığımız bu fütüvvet prensipleri, netice olarak,
insanı başı dik gönlü dok olmaya, alıcı değil verici durumda bulunmaya,
dolayısıyla üreticiliğe, bütün varlıklara karşı sevgi ve şefkat
beslemeye ve manevi olgunluğa yönelten hususlardır.
Bu ve benzeri güzelliklerin laf olarak sıralanması kolaydır, fakat asıl
olan uygulamadır. İşte Ahilik, iyi bir organizasyonla, mesleki ve
teknik faaliyetler yanında, bu prensipleri derece derece tatbik
sahasına koyan kurumdur. Böyle bir sistemde, tabi olunan tasavvuf
terbiyesi ve ulaşılacak manevi olgunluk sonucu, önce kişinin kendi
kendini kontrolü söz konusudur. Öyle ki Ahi sanatkar, yaptığı bir işi
kurallardan önce Allah'ın beğenmesine önem verirdi. Otokontrolün kâfi
gelmediği durumlarda ise, Ahi teşkilatının güçlü iç disiplini ve sosyal
baskı ile, sayılan ilkelerin yaşanır hale gelmesi mümkün olmuştur.
AHİLİĞİN TÜRK DİLİNE VERDİĞİ ÖNEM
Ahilik teşkilatı, Türk dilinin ve kültürünün koruyucusu olmuştur.
Anadolu'daki diğer dillere, özellikle Arap, Acem, Bizans kültürlerine
karşı Türk kültürünü koruyup, Türkçe konuşan ve Türkçe yazan ozanları
ve düşünürleri bir şemsiye altında toplayan Ahi teşkilatı olmuştur.
Böylece Ahiler, bizi biz yapan dilimizi, koruyup geliştirmişlerdir.
Hoca Ahmet Yesevi'den başlayarak büyük Türk düşünür ve gönül adamları
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Eran, Aşık Paşa, Gülşehri, Hacı
Bayram Veli ve daha niceleri hem İslamiyeti, hem de milli
özelliklerimizi ve değerlerimizi Türkçe ile anlattılar, yazdılar ve
yayınladılar. Osmanlı Devleti'nin Türkçe'yi devletin resmi dili kabul
etmesi, bu dili cihan şumul bir konuma getirmesinde, Ahilerin büyük
katkısı olmuştur.
Ahiler Türkçe konuşmaya, Türkçe yazmaya ve Türkçe'yi diğer milletlere
yaymaya özel önem vermişlerdir. Ahiler, sadece Türkçe'yi
öğrenip-öğretmekle kalmayıp; dil yönünde kabiliyetli insanları,
edebiyatçıları, şairleri yetiştirerek onlara ciddi sorumluluklar
yüklemişlerdirler. Böylece Türkçe'nin günümüze kadar çok ileri bir
seviyede gelmesini sağladılar.
Yunus'un yaşadığı dönem, Ahilerin Anadolu'da yaşadığı en faal dönemdir.
Kendisi de bir Ahi olan Yunus Emre'nin yüzyıllar önce yazdığı
şiirlerini bugün rahatlıkla anlayabiliyorsak işte bunu Ahi teşkilatına
borçluyuz.
AsiRuH
AsiRuH
yönetici
yönetici

Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz