.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Çocuk Hastalıkları

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:18 pm

    AKROMEGALİ: KONTROLSÜZ BÜYÜME HASTALIĞI



    TANIM
    Akromegali, hipofiz bezinin aşırı büyüme hormonu salgılaması sonucunda
    oluşan bir hastalıktır. Ergenlik öncesinde ortaya çıkışı oldukça
    nadirdir ve bu durumda hastalığa jigantizm (devlik) ismi verilir.
    Çoğunlukla 30-60 yaş arasındaki erişkinlerde görülür. Hastalık
    erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür. Büyüme hormonu aşırı
    salgısı sonucu yüz görüntüsü değişir, kabalaşır, hastalar baş ağrısı,
    terleme, el-ayaklarda büyüme ve yorgunluktan şikayet ederler. Fazla
    salgılanan büyüme hormonu; kalp, solunum sistemi, hormonal sistem başta
    olmak üzere pek çok organı etkiler ve ölüm riskini 2-4 kat arttırır.
    AKROMEGALİ SEBEPLERİ:
    Hastaların % 90'ında sebep hipofiz bezindeki tümördür. Hipofiz bezi
    beyin tabanında bulunan, büyüme-gelişme, üreme ve metabolizma ile
    ilgili hayati hormonların salındığı ufak bir bezdir. Büyüme hormonu da
    hipofiz bezinden salınan ve isiminden de anlaşılacağı üzere büyümeyi
    sağlayan bir hormondur. Akromegaliye sebep olan tümörler çevredeki
    sağlam beyin dokusuna baskı yaparak baş ağrısı ve görme bozukluklarına
    neden olurlar.

    AKROMEGALİ TEŞHİSİ:
    Akromegali bulgularının çok yavaş ilerlemesi nedeniyle tanı hastalık
    başladıktan yıllar sonra konulmaktadır. Şüphenilen durumlarda; büyüme
    hormonunun vücutta etkisini gerçekleştiren, insülin benzeri büyüme
    faktörlerinin düzeyi, şeker yükleme sırasında büyüme hormonu, prolaktin
    ve diğer hipofiz bezi hormonlarının tayini yapılır. Hastanın eski
    fotoğraflarının yenileriyle karşılaştırılması da tanıyı
    destekler.Akromegaliye sebep olan tümör çok yavaş büyüdüğü için
    şikayetler uzun zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar. Sık karşılaşılan
    yakınmalar aşağıdaki gibidir:

    - Ellerde ve ayaklarda büyüme, ayakkabı
    numarasında artış,
    - Yüzüklerin parmağa dar gelmesi
    - Yüz hatlarında kabalaşma, çenenin uzaması
    - Ciltte kalınlaşma ve / veya esmerleşme,Terlemede artma
    - Seste kalınlaşma
    - Dil, dudaklar, burunda büyüme
    - Eklem ağrısı
    - Genişlemiş kalp
    - Diğer organların büyümesi
    - Kollarda ve bacaklarda yorgunluk
    - Horlama
    - Yorgunluk ? halsizlik
    - Baş ağrısı
    - Görmede daralma
    - Kadınlarda adet bozuklukları
    - Kadınlara göğüsten süt gelmesi
    - Erkeklerde iktidarsızlık


    AKROMEGALİ TEDAVİSİ:
    Tedavinin amacı artmış olan büyüme hormonu seviyelerini normale
    indirmek, büyüyen tümörün sebep olduğu baskıyı ortadan kaldırmak,
    normal hipofiz fonksiyonlarının devamının sağlanması ve hastanın
    şikayetlerinin giderilmesidir. Tedavi seçenekleri cerrahi ile tümörün
    çıkarılması, ilaç tedavisi ve radyoterapidir. Hastalık tedavisiz
    bırakıldığında, diabetes mellitus, yüksek tansiyona sebep olmakta,
    hastaların kardiovasküler hastalıklardan ve çeşitli kanserlerden
    ölümleri, kendi yaş grupları ile karşılaştırıldığında artmaktadır.


    En son sakaryalı54 tarafından Cuma Ekim 31, 2008 11:27 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:18 pm

    ALDESTERON FAZLALIĞI.(HİPERALDESTORİZM, CONN SENDROMU)


    TEMEL BİLGİLER
    TANIMLAMA
    Böbreküstü bezinde(Sürrenal) üretilen bir hormon olan Aldosteron
    salgısının artması, Böbreklerde üretilen renin adı verilen maddenin
    düşüklüğü , Potasyum düşüklüğü , sistemik tansiyon yükselmesi ile
    karakterize olan nadir bir hastalıktır.

    NEDENLERİ
    • En sık görülen (% 60) neden tek taraflı böbrek üstü bezin tümörleri
    olup,Tek taraflı böbrek üstü bezinin çıkarılması ile tedavi sağlanır.
    • Sebebi bilinmeyen aldesteron fazlalığı (IHA).% 35 oranında görülür.
    Bu hastalar Cerrahi tedaviden fayda görmezler .Bazen hayat boyu devam
    eden ilaçla tedavi yapılması gerekebilir.

    Yaş:
    Genellikle 30 ve 60 yaş arasında görülür.

    Cinsiyet:
    kadınlarda erkeklere göre % 40 daha fazladır

    BELİRTİ VE BULGULAR
    • Hastaların çoğunda herhangi bir şikayet olmaz.
    • Potasyum düşüklüğüne bağlı kas güçsüzlüğü, kramplar,baş dönmesi,görme
    bozuklukları,baş ağrısı,bazen bulantı ve kusma,çarpıntı, çok su içme ,
    çok idrara gitme olur.
    • Ayaklarda şişme ( Ödem)
    • Tansiyon yükselmesi
    • Kan şeker seviyelerinde yükselme
    • Ultrasonda böbrekde görülen basit kistler, Conn hastalarında daha fazla görülür.


    GÖRÜNTÜLEME
    •Böbreküstü bezinin bilgisayarlı Tomografisi ve MR 5 mm'lik kesitlerle taranarak tömörün varlığı gösterilmeye çalışılır.

    TEDAVİ

    GENEL ÖNLEMLER
    • Tek taralı böbreküstü bezinin selim tümörüne bağlı tablolarda tedavi kesinlikle cerrahidir.
    • Düşük sodyum diyeti verilir(Tuz kısıtlaması)
    • Hasta İdeal vücut ağırlığına indirilir.
    • Sigara yasaklanır.
    • Potasyum kısıtlanır.
    • Tansiyon düşürücü ajanlar kullanılır.

    KAYNAKLAR
    • Young, W.F., Jr Hogan M.J: Renin-independent hypermineraiocoicoidism Trends endorcrinol Metab., 5:97; 1994
    • VVeinberger, M.H.,et al.: Primary aldosteronism in diagnosis, localization and treatment Ann intem Med. 90:386,1979
    Yazar Dr. W.F. Young
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:19 pm

    ANAFLAKSİ: ALLERJİK ŞOK


    TANIM:
    Alerjinin en korkulan, en ağır ve tehlikeli şekli olan anaflaksi,
    vücudun tümünü ilgilendiren yaygın alerjik reaksiyonlara bağlı olarak
    gelişir. Anaflaksi, alerjik şok ismiyle de bilinir; erken tanınıp acil
    olarak tedavi edilmediğinde kişiyi şok ya da ölüme kadar götürebilir.
    Gazetelerde okuduğumuz ‘Penisilin iğnesi yapıldı, yaşamını yitirdi’
    veya ‘Arı sokmasından öldü...’ gibi olayların nedeni hep anaflaksidir.
    Ülkemizde her yıl ortalama olarak 100 kişinin anaflaksiden dolayı
    yaşamlarını yitirdikleri söylenebilir.

    ANAFLAKSİNİN SEBEPLERİ:
    Anaflaksiye sebep olabilen pek çok madde vardır:

    İlaçlar (penisilin, sefalosporin ve diğer antibiyotikler; aspirin, ağrı
    kesici ve romatizma ilaçları, lokal anestezikler, röntgen çekilirken
    kullanılan kontrast maddeler...)

    Serumlar ve aşılar

    Kan ve kan ürünleri

    Yiyecekler (Yumurta, süt, domates, fıstık, deniz ürünleri...)

    Yiyeceklere konan katkı maddeleri

    Bozulmayı önleyici maddeler (Sülfitler)

    Renklendiriciler (Tartrazin)

    Tat vericiler (Glutamat)

    Fiziksel etkenler: Egzersiz, soğuk

    Çeşitli maddeler: Lateks, sperm


    ANAFLAKSİNİN BELİRTİLERİ:
    Anaflaksi, kişinin duyarlılığına ve alınan alerjenin miktarına göre
    değişik tablolara neden olur. Başta deri, alt ve üst solunum yolları,
    dolaşım ve sindirim sistemi olmak üzere pek çok organ sistemine ait
    belirtiler ortaya çıkar.
    Anaflaksi, çok ani olarak ortaya çıkan bir durum olduğu için sadece
    doktorlar tarafından değil, herkesçe bilinmesi, tanınması ve ilk acil
    müdahalenin hemen yapılması, hastanın yaşamının kurtarılması bakımından
    çok önemlidir. Alerjenin alım yolu ve vücuda giriş hızı da anaflaksinin
    ağırlığını belirleyen önemli faktörlerdir. Mesela, penisilin iğnesi
    penisilin hapına göre çok daha ağır bir anaflaksiye yol açar!
    Anaflaksi belirtileri, alerjenle karşılaşıldıktan hemen birkaç dakika
    sonra başlar, 15-20 dakikada zirveye çıkar ve 1 saat içinde de azalmaya
    yüz tutar. Anaflaksi, bazı kişilerde belirtiler tamamen kaybolduktan
    8-24 saat sonra tekrarlayabilir. Bu nedenle, anaflaksi saptanan bir
    kişinin en azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması
    gerekir.

    ANAFAKSİNİN GELİŞİMİ VE TEHLİKE SİNYALLERİ:
    Anaflakside, solunum ve dolaşım sistemini ilgilendiren belirtiler ciddi bir krizin işaretleridir.
    Solunum sistemi belirtileri: Burunla ilgili olarak kaşıntı, su gibi
    akıntı, hapşırma, burun tıkanıklığı... gibi belirtiler vardır. Ses
    tellerinin şişmesi (gırtlak ödemi), ses kısıklığı ve konuşma güçlüğü
    yaratabileceği gibi, bu darlığın çok fazla olması nefes alıp vermeyi
    güçleştirir, hatta tamamen imkansız kılar ve ölüme neden olur.
    Bazı hastalarda ise astımlılarda olduğu gibi inatçı öksürük, hırıltılı
    solunum ve nefes darlığı gelişir.Dolaşım sistemi belirtileri: Çarpıntı,
    düzensiz ve hızlı kalp atışları, göğüs ağrısı, baş dönmesi.. vardır.
    Kan basıncının düşmeye başlaması ciddi bir anaflaksinin habercisidir.
    Yaşlı hastalar kalp krizi de geçirebilirler.
    Sindirim sistemi belirtileri: Karında kramp tarzında ağrılar, bulantı,
    kusma, karında şişkinlik ve gerginlik, ishal ortaya çıkar.
    Diğer belirtiler: Bu sistemlere ait belirtilerden başka birçok hastada,
    terleme, idrar kaçırma, baş ağrısı, şuur bozukluğu, halüsinasyon..
    görülür.
    Anaflakside ölüm: Anaflakside ölüm nedeni gırtlak ödemi veya inatçı tansiyon düşüklüğü veya kalp krizidir.

    ANAFLAKSİ TEDAVİSİ:

    Anaflaksi çok acil bir durumdur. Kişiye hemen girişimde bulunulmadığı
    zaman kısa zamanda ölüme sebep olabilir. Bu sebeple, anaflaksi
    belirtileri saptanır saptanmaz bir taraftan en yakın doktor veya
    hastaneye ulaşılmaya çalışılırken, diğer taraftan yapılması gereken
    bazı işlemler vardır.

    Alerjenin vücuda girdiği yer belli ise (Arı sokmasında olduğu gibi!), o
    bölgeye hemen turnike yapılarak zehirin kana karışması engellenir.
    Varsa, arının iğnesi çıkartılır.

    Kişi sırtüstü yatırılır ve bacakları yukarı kaldırılır. Bu sayede beyin
    ve kalp gibi önemli organlara daha fazla kan gitmesi sağlanır.

    Hasta sıcak tutulur.

    Mümkünse oksijen verilir.

    Anaflakside yaşam kurtarıcı ilaç ADRENALİN’dir. 1:1000’lik adrenalin,
    0,3-0,5 ml dozunda 20 dakika arayla cilt altına zerk edilir.

    Anaflaksi tedavisinde yararlanılan diğer ilaçlar kortizon ve
    antihistaminikler’dir. Astım krizi belirtileri olan hastalara bronş
    spazmını azaltan nefes açıcı ilaçlar da verilmelidir.

    Kan basıncı düşük olan hastalara hem kan basıncını yükselten ilaçlar (vazopressörler) hem de damar yoluyla sıvı uygulanır.

    Gırtlak ödemi nedeniyle asfiksi (boğulma) belirtileri gösteren
    hastalara nefes alabilmeleri için acil trakeostomi (ana nefes borusuna
    dışarıdan delik açılması) gerekir.


    ANAFLAKSİDEN KORUNMA:

    Daha önce anaflaksi geçirmiş olanlar, durumlarını bildiren bir kart veya künye taşımalıdırlar.

    Anaflaksi nedeniyle ölüm tehlikesi atlatanların yanlarında sürekli
    olarak adrenalin bulundurmaları gerekir. Bu kişilere adrenalini hangi
    durumda, nasıl uygulayacakları da öğretilmelidir.

    Anaflaksiye neden olan etkenlerden (ilaç, yiyecek...) uzak kalınmalıdır.

    Anaflaksi tanımlayan hastalara iğne şeklindeki ilaçlardan çok hap veya şurup verilmelidir.

    Anaflaksi tanımlayan hastalara ß-bloker sınıfı ilaçlar verilmemelidir.

    En azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:19 pm

    ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU: BEŞİK ÖLÜMÜ SENDROMU


    TANIM:
    Ani bebek ölümü sendromu (ABÖS), 1 yaşından küçük bebeklerin bilinmeyen
    nedenlerle aniden ölmelerini tanımlayan bir terimdir. Ani bebek ölümü
    sendromu (beşik ölümü olarak da bilinir) gelişmiş ülkelerde 1-12 aylık
    bebekler arasında en sık görülen ölüm nedenidir.
    Birkaç tıbbi araştırmada, bu sendromla ilişkili biyolojik ve çevresel
    risk etmenlerinin belirlenmiş olmasına karşın gerçek nedenle ilgili
    kesin bilgi yoktur. Dünya çapında yapılan birçok çalışmada yüzükoyun
    (karnının üstüne) yatırılan çocukların yüksek risk altında oldukları
    gösterildi. Bebeklerin yatırılma pozisyonu ülkeler arasında farklılık
    gösteriyor; ABD'deki bebekler on yıl önce çoğunlukla yüzükoyun
    yatırılıyordu. Daha sonra bazı ülkelerde olduğu gibi ABD'de de
    annebabalar sağlıklı bebeklerin sırtüstü yatırılması için teşvik
    edilmeye başlandı.

    JAMA'da yayımlanan üç yeni araştırma, bu konuda hâlâ başka çalışmalara
    gereksinim olduğunu ortaya koydu. Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan
    Gelişimi Enstitüsü'nün (National Institute of Child Health and Human
    Development: NICHD) bir çalışmasında ABD'de yüzükoyun yatırılan
    bebeklerin oranının 1992 yılında %70 olduğu, ancak 1996 yılında %24'e
    düştüğü saptandı. Aynı süre içinde ani bebek ölümü sendromu yaklaşık
    %38 azaldı. NICHD'nin yürüttüğü ikinci çalışmada, düşük gelir düzeyine
    sahip, Afrika kökenli Amerikalı annelerin bebeklerini yüzükoyun yatırma
    olasılığının daha fazla olduğu belirlendi. Araştırmacılara göre,
    doğumdan sonra bebeğinin hastanede yüzükoyun yatırıldığını gören
    annelerin %93'ü evde de aynı pozisyonda yatırıyor.

    Massachusetts ve Ohio'daki yaklaşık 8000 annenin yer aldığı başka bir
    çalışmada bebeklerini bir aylıkken yüzükoyun yatıran annelerin oranı
    sadece %18 iken, bebekleri üç aylık olduğunda bu pozisyonda yatırmaya
    başlayan annelerin oranının %29'a yükseldiği belirlendi.
    Araştırmacılar bu artışın, annelerin ailelerinden, arkadaşlarından,
    başka çocuklardan ve bebeklerinin davranışlarından etkilenmeleri sonucu
    ortaya çıktığını bildiriyorlar. Araştırmacılar, bebeklerin yüzükoyun
    yatırılmasını önlemek amacıyla Afrika kökenli Amerikalılar ya da
    İspanyol kökenliler, düşük gelir düzeyine sahip, 29 yaşından genç, daha
    önce çocuk sahibi olmuş ya da 8 haftalıktan küçük bebeği olan, yüksek
    risk grubundaki annelere yönelik eğitim programlanna gereksinim
    olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca, hastanelerde de yeni doğan bebeklerin
    sırtüstü yatırılarak doğru uyku pozisyonunun yerleştirilmesi gerektiği
    vurgulanıyor.

    ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMUNA İLİŞKİN RİSK ETMENLERİ:

    Araştırmacılar, ani bebek ölümü sendromunun nedenini bilmemelerine karşın, olasılığı artıran etmenleri tanımladılar:

    Yüzükoyun uyuyan bebekler
    Sigara dumanına maruz kalan bebekler
    Anneleri gebelik döneminde sigara içenler
    Anneleri ilk hamileliği sırasında 20 yaşından küçük olanlar
    Anneleri doğum öncesi sağlık bakımı için hiç başvurmayanlar ya da geç başvuranlar
    Erken doğan ya da düşük doğum ağırlıklı bebekler
    Kış aylarında doğanlar
    Erkek bebekler

    RİSK AZALTMANIN YOLLARI:
    Ani bebek ölümü sendromunu önlemenin güvenli bir yolu olmamasına karşın, riski azaltabilecek önlemler şunlardır:

    Bebekleri sırtüstü yatırmak
    Doğumdan önce iyi bir sağlık bakımı
    Sigara içilmeyen bir çevre
    Sert bir yatak
    Bebeğin altına yastık ya da battaniye gibi yumuşak malzemeler yerleştirmemek
    Bebeği çok sıcak ortamda bulundurmamak (giydirerek, örterek ya da aşırı sıcak bir odada yatırarak)
    Rutin kontrolleri ve aşıları yaptırmak
    Hafif bir hastalıktan sonra bile bebeği birkaç gün yakından gözlemlemek

    KAYNAKLAR:
    National Institute of Child Health and Human Development "Back to
    Sleep" Campaign 31 Center Drive, Room 2A32 MSC 2425 Bethesda, MD
    20892-2425 800/SOS-CRIB or www.nih.gov/nichd/
    Sudden Infant Death Syndrome Alliance 800/221-SIDS or www.sidsalliance.org
    American Academy of Pediatrics SASE (business sizel to: SIDS Fact Sheet
    AAP P.O. Box 927 Elk Grove Village, IL 60009 National lnstitute of
    Child Health and Human Development, SlDS Alliance, American Academy of
    Pediatrics, AMA's Encyclopedia of Medicine
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:20 pm

    ANEMİ:KANSIZLIK


    TANIM:
    Anemi (kansızlık) pekçok farklı şekilde tanımlanabilen kan rahatsızlığı
    olarak bilinmektedir. Bu kan rahatsızlığını kırmızı kan hücrelerinin
    fonksiyonlarında ve sayısındaki anormallik şeklinde ifade edebiliriz.
    Kırmızı kan hücreleriniz kırmızı rengini hemoglobinden alır, demir
    içeriği zengin protein oksijeni ciğerlerden vücudun diğer bölgelerine
    taşır. Anemi kırmızı kan hücrelerinin sayısını azalttığında ya da
    hücrelerin taşıyabileceği hemoglobin miktarını azalttığında vücudunuzun
    dokuları oksijenden yoksun kalır. Oksijen eksikliği tipik anemia
    türleri bulgularını üretir.Bu anemi bulguları: güçsüzlük, aşırı
    yorgunluk, solgun bir ten, nefes darlığı, düsensiz kalp atışıdır. Hatta
    çok şiddetli anemi felç, kalp krizi ve kalp tıkanıklığına da yol
    açabilmektedir. Demir eksikliği gibi bazı anemi türleri doğrudan
    kendileri rahatsızlığı yaratırken bazı anemilerde ise ardında dalak
    büyümesi ya da anti kanser ilaçlarının alımıyla sonuçlanan hemolitik
    anemia gibi bir hastalık yatmaktadır. Bazı anemi hastalıkları kolayca
    tedavi edilebilirken bazıları ise kronik ve hayatı tehdit edicidir.
    Sağda sağlıklı yapıdaki kan hücrelerini görüyorsunuz. Aynı biçimde ve
    büyüklükteki kırmızı kan hücreleri normal bir büyüme ve hemoglobin
    üretimini oluşturuyor.

    EN xxx RASTLANILAN ANEMİ TÜRLERİ:

    Demir Eksikliğine Bağlı Anemi :
    Vücudun yeni hemoglobin oksijen taşıyan kırmızı hücrelerdeki proteini
    yaratabilmesi için demire ihtiyacı vardır. Eksik demir alımı demir
    eksikliğine bağlı anemiye neden olur. Demir eksikliğine bağlı
    anemilerin neredeyse çok önemli kısmı bazı kronik kanamaların sonucunda
    meydana gelir. Örneğin; burun kanamaları, basur, mide ya da bağırsak
    ülseri, polip, gastroenterital kanser ve aşırı adet kanamaları gibi...
    Vücut bu aşırı kanamalar sırasında yüklü miktarda demir kaybeder. Daha
    az görülebilen demir eksikliğine bağlı anemi demiri emme yeterli mide
    asiti olmayan daha yaşlı insanlarda da gelişebilir.

    Demire bağlı aneminin kendine özel bulguları:
    Yiyecek dışındaki şeylere istek. örneğin; toprak, buz, kireç taşı, nişasta gibi..
    Ağız kenarında ve tırnaklarda çatlaklar
    Tırnaklarda biçimsizlik; kaşık biçimini almaları gibi..
    Tahriş olmuş dil.

    Demir eksikliği anemisinin nedenleri:
    Yetersiz demir alımı:Gıdalarla dışarıdan alınan demirin yetersizliği
    halinde oluşur. Sosyo ekonomik düzeyi düşük toplumlarda, beslenme
    alışkanlıkları yanlış olan toplumlarda sık görülmektedir. Ek besinlere
    geç başlama, aşırı inek sütü kullanımı bebeklerde anemiye sebep
    olabilir.Vejeteryan beslenme, yanlış uygulanan zayıflama rejimleri,
    yeme bozuklukları da anemiye neden olan sebeplerdendir.

    Doğumla ilgili nedenler: Prematürelik, çoğul gebelikler anemiye neden olabilir.

    Demir gereksiniminin arttığı durumlar:Ülser kanamaları, kadınlarda adet
    kanamaları gibi akut veya kronik kan kaybı,paraziter enfeksiyonlar,
    özellikle yaşamın ilk yılı ve adelosan dönemi gibi hızlı büyüme
    dönemlerinde demir gereksinimi artmakta ve anemiler görülebilmektedir.

    Demirin Emilim bozuklukları Kronik ishaller, Kronik enfeksiyonlar
    ,Sindirim sistemi anomalileri , Malabsorbsiyon sendromu gibi demir
    emiliminin bozulduğu durumlarda anemi görülebilir.

    Günlük demir gereksinimi ve kaybı ne kadardır?
    -Günlük demir gereksinimi 1-3 mgr. kadardır. Bunun % 5-10 duedenum ve
    proksimal ince barsaktan emilir. Günlük kayıp 1 mgr dır. Ter, dışkı,
    idrar, dökülen hücreler ile kaybedilir. Gereksinim bebeklik, hamilelik,
    ağır hastalık ve emzirme dönemlerinde artar.

    Hangi besinler demir açısından zengindir?
    - Kırmızı et, karaciğer, balık, kuru üzüm ve yumurta sarısı demir
    açısından zengin gıdalardır. Un, ekmek ve tahıllar demir ile
    zenginleştirilmiş olabilir.

    Demir eksikliği anemisi düşünülen hastalarda yapılması gereken başlıca tetkikler neler olmalıdır?
    -Tam kan sayımı, serum demiri, serum demiri bağlama kapasitesi,
    transferin saturasyonu, serum ferritin düzeyi, dışkıda gizli kan ve
    periferik yaymadır. Tam kan sayımında düşük hemoglobin ve hematokrit
    değeri, kanda düşük ferritin düzeyi, kanda total bağlama kapasitesi ve
    kan kaybını değerlendirmek açısından dışkıda gizli kan görülebilir.

    Tanı:
    Hekim muayenesi ile birlikte yapılacak kan tahlilleri tanı koydurur.
    Depo demir düzeylerini yansıtan serum ferritin düzeyi düşmüştür.Total
    Demir Bağlama Kapasitesi artmıştır. Kırmızı kan hücrelerinin boyutları
    küçük ve renkleri azdır. (mikrositer hipokrom).

    Tedavi:
    Tedavi de en etkili ilaç demir sülfattır. 2 yaşından küçük çocuklarda
    kahvaltıdan yarım saat önce günde bir kez; 2 yaşından büyüklerde ise
    yemeklerden yarım saat önce günlük dozun 3 e bölünmesi
    önerilmektedir.Tedaviye ortalama 3 ay devam edilmelidir.Aşırı demir
    yüklenmesine neden olmamak için beş aydan daha fazla demir
    kullanılmamalıdır.
    Ağızdan demir tedavisinde kullanılan demir formları demirsülfat, demir
    glukanat ve demir fumorattır. Demir tedavisine başladıktan iki ay sonra
    hemoglobin düzeyi normale dönecektir, ancak çoğunlukla kemik iliğinde
    olan demir depolarını doldurmak amacı ile tedaviye 6-12 ay daha devam
    edilmelidir.Damar içerisine veya kas içerisine uygulanabilecek demir
    ilaçları da ağızdan alıma dayanamayan hastalarda kullanılabilir. Tedavi
    ile birlikte kan sayımı iki ay içerisinde normale dönecektir.

    İlaç kullanılırken dikkat edilecek noktalar nelerdir ?
    -En iyi demir emilimi aç karnına olmasına rağmen pek çok insan buna
    katlanamaz ve gıda ile almak ister. Süt ve sütlü mamüller demir
    emilimini engelleyeceğinden ilaç ile birlikte alınmamalıdır. C vitamini
    demir emilimini artırırken hemoglobin üretiminde de önemli yer tutar.
    Diyet ile alınacak miktar yeterli olmayacağından gebelik ve emzirme
    dönemi sırasında kadınların yeterli derecede demir almaları gerekir.

    Kurşun zehirlenmesi:
    Özellikle sanayileşmiş toplumlarda özellikle akaryakıtta ki kurşunun
    havaya karışması ile oluşan kurşun zehirlenmelerinde demir eksikliği
    anemileri görülebilmektedir. Önlem olarak yiyeceklerin bol su ile
    yıkanması ve üzeri örtülü kaplarda saklanması önerilmektedir.

    Bulgular:
    Hafif olgularda hafif solukluk dışında herhangi bir belirti
    vermeyebilir. Sadece yapılan kan tahlilleri ile tanı konulabilir. daha
    ağır olgularda iştahsızlık, sindirim bozuklukları, kabızlık, bazen
    ağrılı yutma gibi sindirim bozuklukları ortaya çıkabilir.

    Tüm kansızlıklarda görülen çarpıntı, eforla oluşan nefes darlığı,
    başdönmesi, kulak çınlaması, halsizlik, çabuk yorulma görülebilir.

    Hekim muayenesinde deri ve mukozalarda solukluk, dilde kızarma,
    kabarcık ve küçük çatlaklar görür. Ağır olgularda ağız köşelerinde
    çatlaklar ve dalak büyümesi görülebilmektedir.

    Bazı hastalarda toprak yeme gibi belirtiler ortaya çıkabilir.


    Aplastik Anemi:
    Bu aneminin en ciddi olanlarındandır. Bu ciddi hastalıkta, vücudun
    kemik ilikleri kırmızı, beyaz gibi kan hücrelerinden yeterli miktarda
    üretemez. Aplastik aneminin yarıya yakının nedeni bilinemez. Bilinen
    nedenler kalıtsal kusurlardan radyosyana ve zehirli kimyasal maddelere
    ya da bazı belirli ilaçların etkisine kadar bir alanda yer
    almaktadırlar. Bazı virüsler ve kanserler de bu hastalığın altında
    yatan nedenlerden sayılabilir.

    Aplastik aneminin kendine özel bulguları:
    Sıkça oluşan enfeksiyonlar
    Deri altında görülen kan lekeleri
    Travma olmaksızın oluşan bere ya da çürükler
    Kendiliğinden oluşan burun, ağız, rektum, vajina ve dişeti kanamaları
    Ağız, gırtlak, rektumla ilgili ülserler

    Folik Asit Eksikliğine Bağlı Anemi :
    Vücudun yeterli kırmızı hücreleri yaratmak için folik aside ihtiyacı
    vardır. Folik asit olmaksızın kırmızı kan hücre üretimi düşer ve anemi
    ile sonuçlanır. Bu tür anemiler özellikle alkoliklerde çok sık görülür
    çünkü alkol folik asitin emilimini ve metabolizmasını engeller. Diğer
    nedenler bağırsak hastalıkları, kötü emilim hastalıkları, ağızdan
    alınan gebelikten korunma hapları, kanser için alınan çeşitli ilaçlar
    ve epilepsi.

    Folik Asit eksikliğine bağlı aneminin kendine özgü bulguları:
    Bu tür anemiler genişleyen kırmızı kan hücreleri ile karakterize edilirler ve aşağıdaki unsurlarla sonuçlanırlar:

    İshal
    Depresyon
    Şişmiş ve kırmızı bir dil

    Hemolitik Anemi:
    Çok sık rastlanmayan türden olan bu anemi vücudun doğal artık toplama
    metabolizması vakitsizce kırmızı kan hücrelerini yok ettiğinde
    sonuçlanır. Sonuç olarak, kemik iliği yeni kırmızı kan hücrelerini
    normalden 10 kat daha fazla üreterek bunu telafi etmeye çalışır. Bu
    yeni hücreler küçük ya da şekilsiz, vücut dokularına oksijeni taşımakta
    yetersiz olan hücrelerdir. Hemolitic aneminin nedenleri, dalağın
    genişlemesinden bağışıklık hastalıklarına, hemoglobin molekülleri ya da
    zar yapısının bozukluklarından kalan sorunlara kadar pek çok nedenle
    açıklanabilir.(Orak hücre anemisi anormal hemoglobin molekülleri
    nedeniyle hemolitik aneminin bir türü olarak kabul edilir.) Hemolitik
    anemi; Zamanından önce gelişen hücrelerin ömrü kısa oluyor. Hücrelerin
    normal büyüklüğe erişmesini engelliyor ve üretimini azaltıyor.

    Hemolitik Aneminin kendine özgü bulguları :
    Hemolitik anemi çok sayıdaki kırmızı kan hücrelerinin kısa bir sürede
    yok olmasıyla oluşan hemolitik krizlerin bir işareti olarak kabul
    edilebilir. Bu tür krizler aşağıdaki şekildedir:

    Ateş
    Sırt ve mide ağrısı
    Titremeler
    Baş dönmesi
    Kan basıncındaki önemli bir düşüş
    Sarılık ve idrarda koyulaşma
    Dalağın genişlemesinden kaynaklanan anormal ağrı

    Kötücül Anemi (Pernicious anemia)Vitamin B-12 eksikliği anemisi:
    B-12 vitaminin emilimi için mide B-12 asıl faktörü denilen bir maddeyi
    salgılaması gerekir. Bu temel faktörün eksikliği bu nedenle vitamin
    B-12 eksikliğine neden olur. Kemik iliğinin kırmızı kan hücrelerini
    üretebilmesi için B-12 vitaminine ihtiyacı olduğundan, yetersiz miktar
    anemiye neden olur. Bu tarz anemiler genelikle hayvan ürünlerini
    yemeyen vejetaryanlarda görülür.

    Kötücül aneminin kendine özgü bulguları: Bu tarz bir anemi genişleyen
    kırmızı kan hücreleriyle (macrocytic anemia) karakterize edilir ve
    sonuçları:

    Eller ve ayaklarda ürperme
    Bacaklarda, ayaklarda ve ellerde ve spastik hareketlerde duyum kaybı
    Sarı ve mavi renklerle ilgili olarak renk körlüğü türü
    Şişmiş, ağrıyan ve yanan bir dil
    Kilo kaybı
    Kararmış cilt
    İshal
    Düzensizlik
    Depresyon
    Entellektüel fonksiyonların azalması

    Orak -Hücre Anemisi (sickle-cell anemia):
    Afrikalı Amerikalılarda ayrıcalıklı olarak görülen bir tür ırsi
    hemolitik anemidir. Bu hastalıkta, kırmızı kan hücreleri hücrelerdeki
    oksijeni azaltan anormal hemoglobin formunu içerir. Sonuç olarak, hilal
    ya da orak şeklini alırlar ve dalak, böbrek, beyin, kemikler ve diğer
    organların kan damarlarından rahatça akamazlar. Bu, organlara zarar
    veren engeller yaratmakla kalmazlar ayrıca hilal şekilleri ile kırıcı
    ve dokulara oksijeni taşıyamama durumları söz konusu olur. Sonuç
    anemidir.

    Orak hücre anemisinin kendine özgü bulguları:
    Hemolitik anemi türü olan bu anemi kandaki oksijen miktarını azaltan
    aşağıda belirtilen aktiviteleri takip eden krizlerle göze çarpar.

    Enerjik egzersizler
    Yüksek rakımlı yerler
    hastalık
    Aneminin aniden kötüleşmesi ---ağrı, ateş ve nefessizlik---bu krizleri
    işaret eder. Anormal ağrı çok şiddetlidir. Bu krizleri geçiren çocuklar
    çok şiddetli göğüs ağrısı çekerler.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:21 pm

    APANDİSİT


    Yaygın bir hastalık olan "apandisit", karnın alt kısmında bulunan ve
    apandis ya da apendiks denilen kör barsağin iltihaplanmasıdır.

    "Apendiks vermiformis uzun ince bir boru veya solucan şeklinde ortalama
    9 cm uzunluğunda kör bir barsaktır. iki ila 25 cm arasında değişen
    uzunlukta olabilir. Çocuklarda, yetiş*kinlerden daha uzundur. Normalde
    karnın sağ alt bölgesinde yer almakla birlikte farklı konumlarda
    bulunabilir."

    Vücuttaki işlevi lam olarak bilinmeyen apendiks, bademcik gibi lenfoid doku bakımından zengin bir organ olarak tanımlanıyor.

    APANDİSİT NASIL OLUŞUR?

    "Apandisit yüzde 90 oranda, apendiks lümeninin (yani apendiksin iç
    kısmının) dışkı ile tıkanmasından kaynaklanıyor. Sık görülen
    nedenlerden biri de tenf dokularının şişmesidir.

    Çeşitli nedenlerle apendiksin içi tıkandığı zaman, apen*diks lümeninde
    sıvı birikir, mikroplar çoğalmaya başlar ve iç basınç artar. Basıncın
    artması ile apendiks şişmeye başlar ve giderek apendiks dokusunun
    kanlanması ve beslenmesi bozulur. Daha sonra nekroz (çürüme) ve patlama
    oluşur."

    Türkiye Hastanesi uz*manları, iltihaplanmayı durdurmanın mümkün
    olmadığını belirterek "apandisit önlenemez; önlemek için herhangi bir
    metod veya ilaç bulunmuyor" diyorlar.



    GÖRÜLME SIKLIĞI

    Eldeki verllere göre, apandisit her yasta görülmekte birlikte, en sık
    olarak genç erişkinlerde, 20-30 yaş grubunda ortaya çıkıyor. 60
    yaşından büyüklerde yüzde 5-10 dolayında görülüyor, Çocuklarda en sık
    6-10 yas grubunda görülen apandisjtin, 2 yaşından küçüklerde görülme
    oranı yüzde 2 dolayında kalıyor.

    Görülme sıklığı bakrmından cinsîyete göre ilginç tablo gözleniyor,
    Ergenlik çağından Önce, kız ve erkeklerde apandisit oranı eşit olduğu
    görülüyor, 15-25 yas grubunda, erkeklerde apandisite 2 kat fazla
    rastlanıyor. 25 yaşından sonraki dönemde oran tekrar eşitleniyor.



    BELİRTİLER VE TANI

    Prof Dr. Hasan Taşçı ile Opr. Dr. Cavit Hamzaoğlu, apandisitin
    belirtileri ve tanısıyla ilgili olarak şunları söylüyorlar. "Karın
    ağrısı, iştahsızlık ve kusma temel belirtilerdir. Bunların bir araya
    gelmesi tanıyı kolaylaştırır.

    Karın ağrısı; apandisitin en önemli belirtisidir. Genellikle göbek
    çevresinde veya mide üstünde başlar. Künt bir ağrıdır, azalma ve
    çoğalma gösterebilir, ama, hiçbir zaman tamamen yok olmaz. Genellikle
    4-6 saat sürer (1-12 saat arasında değişebilir.) Daha sonra ağrı karın
    sağ alt bölgesine yerleşir. Bazı hastalarda ağrı sağ alt kadranda
    başlar ve orada kalır Apendiksin değişik yerleşimlerine göre ağrı
    sırtta, sağ veya sol kasıkta veya mesane üstü ve makatta hissedilebilir.

    iştahsızlık, hastaların yüzde 90-95 inde ağrıdan daha önce görülen fakat önemsenmeyen bulgudur.

    Bulantı ve kusma; önemli bir göstergedir. Hastaların yüzde 75'inde
    bulantı görülür. Genellikle hasta bir şey yerse Kusar, midesi boşsa
    kusmaz.

    Bu belirtilerin yanında, hastanın, kabızlık, ishal ve gaz çıkaramama
    gibi şikayetleri de olabilir. Ancak, bunlar tanı değeri taşımazlar."

    Mauyene bulguları, apendiksin, vücutta yerleştiği yere göre
    değişebiliyor. Patlama olup olmaması da bulguları etkiliyor. Vücut
    ısısı bazı kişilerde normal kalmakla birlikte bazılarında 37.5-38
    dereceye çıkıyor. Hastanın, fazla hareket etmekten kaçınması ve öksürme
    zıplama gibi hallerde ağrılarının artması tanı bakımından önem taşıyor.
    Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu, apandisitle ilgili önemli bir noktaya
    işaret ederek; apandisit belirtilerinin, birçok hastalığın
    belirtilerine benzediğini belirtiyorlar. Bu nedenle bulguların
    değerlendirilmesi açısından hekimin deneyimi büyük önem taşıyor.

    Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu'nun verdikleri bilgilere göre; karın içi
    lenf bezleri iltihabı, mide ve bağırsak iltihabı, kadın hastalıkları,
    dış gebelik, mide ve onikiparmak bağırsağının delinmesi, idrar yolları
    iltihabı ve taşları, safra kesesi iltihabı, pankreas İltihabı ve
    bağırsak damarlarının tıkanması gibi rahatsızlıklarla apandisit aynı
    bulguları verebiliyorlar.



    KESİN TEDAVİ

    Özellikle gençlik döneminde ortaya çıkan bu yaygın rahatsızlığın ilaçla
    tedavi imkanı bulunmuyor. Ancak, apandisit, tedavisi kolay hastalıklar
    arasında yer alıyor. Türkiye Hastanesi hekimleri. kesin tedavinin
    ameliyat olduğunu belirterek, "hasta, laparoskopik (kapalı) veya açık
    appendektomi yöntemiyle ameliyat edilip, apandisit alınmalıdır"
    diyorlar. Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu, apandisit ameliyatlarıyla
    ilgili şu bilgileri veriyorlar:

    "Apandisit tanısı konan veya apandisit olabileceği düşünülen hastaların
    ağızdan beslenmemeleri, ağrı giderici almamaları gerekir. Apandisit, 4
    grupta toplanır. Üç gruptaki vakalar;

    akut apandisit, perfore (patlamış) apandisit, patlamış ve apse yapmış
    apandisit, kesin olarak ameliyatla tedavi edilmelidir. Dördüncü grup
    plastrone apandisittir. Bazen karın içinde omentum adı verilen bir yağ
    perdesi, apendiksi sarar ve iltihabın karın içine yayılmasını önler.
    Buna plastrone apandisit denir. Bu durumda hasta hastaneye yatırılır ve
    gözlem altına alınarak, antibiyotik tedavisine başlanır. Eğer
    şikayetler gerilerse hasta taburcu edilir ve 6-8 hafta sonra tekrar
    değerlendirip ve ameliyata alınır.”



    ÖLÜME NEDEN OLABİLİR

    Günümüzde apandisit ameliyatları en basit ope*rasyonlardan biri
    sayılıyor. Ancak tedavisi bu derece kolay olmasına rağmen, ihmal
    edilmesi halinde. apandisit, tehlikeli bir hastalık oluveriyor.
    Zamanında ameliyat edilmediği zaman İltihaplı apendiksin patlaması
    ölüme yol açabiliyor.
    Genç erişkinlerde yüzde 15-25, çocuklarda yüzde 50-85, yaşlılarda yüzde 60-90 arasında patlama ihtimali bulunuyor.
    Prof. Taşçı ile Opr. Hamzaoğlu, özellikle yaşlılar ve çocuklar açsından
    apandisitin büyük risk oluşturduğuna dikkat çekiyorlar ve "Yaşlı ve
    çocuklarda bulgular az olduğundan teşhis konulduğunda patlama olayı
    gerçekleşmiştir. Bu nedenle ölüm riski çok fazladır.
    Genç erişkinlerde apandisitte ölüm oranı yüzde 0.1 in altındayken yaşlılarda bu oran yüzde 50 civarındadır" diyorlar.


    Zamanında doktora başvurulduğunda basit; ama, geç kalındığında ölümcül bir hastalık sorunu.



    DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DURUMLAR


    · Karın ağrısı olduğu zaman kesinlikle kendi başınıza ağrı kesici almayın, mutlaka bir doktara başvurun.

    · Bazen apandisitte doktorlarda yanılabilir ve yanlışlıkla mide
    tedavisine başlanır. Eğer ağrınız geçmiyorsa tekrar doktora
    gitmelisiniz.

    · Normal bir apandisit ameliyatı eğer erken teşhis konulursa yaklaşık
    15-30 dakika sürmekte ve hasta 1 gün hastanede yatıp çıkmaktadır.

    · Eğer apandisit patlamış ise, ameliyatla apandisit alınır, batın
    yıkanır ve karın içine 1 adet dren (hortum) konulur ve hasta yaklaşık
    2-3 gün hastanede kalır.

    · Erken teşhis ve doğru tedavi hayat kurtarıcıdır.

    · Günümüzde yüzde 100 apandisit tanısını koyduracak tetkik, laboratuvar
    ve görüntüleme yöntemi yoktur. Bu nedenle hastanın şikayetleri, muayene
    bulguları ve kan tetkikleri bir arada değerlendirilip teşhis konulur.
    Şüpheli vakalar ağrı kesici verilmeden takip edilir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:21 pm

    Astım Nasıl Bir Hastalıktır?
    Nefes alma sırasında atmosfer havasının solunum olayının olduğu alveol
    denilen hava boşluklarına naklini sağlayan iletici hava yollarında
    daralma, tıkanıklık ve buna bağlı olarak hava akımında zorlukla
    karakterize bir hastalıktır. Hava yollarında mikrobik olmayan süreğen
    bir iltihaplanma söz konusudur.

    Astım Allerjik Bir Hastalık mıdır?
    Astım her zaman olmasa da olguların çoğunda allerjik zeminde gelişen
    bir hastalıktır. Bilhassa çocuklukta başlayan astım için bu daha
    belirgindir. Ancak, Kişinin allerjik tabiatlı (atopik) olması astım
    olmasından ayrı bir şeydir. Diğer allerjik hastalıklar (rinosinüzit,
    konjonktivit, dermatit, ürtiker) astımla birlikte bulunabilir veya bu
    hastalıklar varken astım olmayabilir. Aksine astımı olduğu halde
    allerjisi olmayabilir.

    Astım Kimlerde Görülür?
    Astım, erkek-kadın herkeste; çocuk-erişkin her yaşta ve dünyanın hemen her yerinde rastlanan bir hastalıktır.

    Astım Sık Rastlanan Bir Hastalık mıdır?
    Astımlı hastaların sıklığı coğrafi bölgelere, yaşam koşullarına ve
    sosyo-kültürel özelliklere bağlı olarak toplumdan topluma farklılık
    göstermektedir. Toplumda yaşayanların %10’dan daha fazlasında görüldüğü
    bildirilen yöreler yanında %1’den az sıklıkla rastlanıldığı bölgeler
    söz konusudur. Ülkemizde de durum aynıdır. Ortalama sıklığın %5-6
    civarında olduğu tahmin edilmektedir ki, ülkemiz koşullarında bu, her
    3-4 evden birisinde bir astımlı hastanın yaşadığı anlamına gelmektedir.

    Astım İrsi Bir Hastalık mıdır?
    Bazı hastalıklar genetik geçişlidir. Anne veya babadan ilgili genetik
    kodu alan kişilerde çevresel değişkenler ne olursa olsun hastalık
    mutlaka ortaya çıkar. Bazı hastalıklar ise tamamen çevresel koşullara
    bağlı olarak gelişir. Astım bu iki grup hastalıktan farklıdır.
    Hastalığın ortaya çıkmasında hem genetik yatkınlık hem de çevresel
    faktörler birlikte rol oynar. Her iki belirleyici de hastalığın ortaya
    çıkmasında tek başına yeterli değildir.

    Astımlı Anne veya Babanın Çocukları Astımlı Olarak mı Doğar?
    Anne ve babası yada bunlardan birisi astımlı olan çocuklarda astım
    görülme olasılığı toplunda görülen astım sıklığından biraz daha fazla
    olmakla birlikte, böyle bir çocuğun mutlaka astımlı olacağı söylenemez.
    Ailede astım vb allerjik hastalıklar varsa doğacak çocukların korunması
    amacıyla uygun çevresel koşulların sağlanması yararlı olacaktır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:23 pm

    Hangi Çevresel Faktörler Astıma yol açmaktadır?
    Astıma neden olan, astım gelişimine katkıda bulunan veya astımlı
    kişilerde nöbetleri tetikleyen çeşitli risk faktörleri tanımlanmıştır.
    Bunlardan bazıları kaçınılabilir, düzeltilebilir durumlardır. Tüm
    dünyada, ev tozu akarları ile evde beslenen kedi gibi hayvanlar;
    hamamböceği, kalorifer böceği gibi haşereler ve küf mantarları en sık
    rastlanan astım nedenleridir. Polenler (ağaç, ot,çimen), aspirin gibi
    ilaçlar ve bazı iş yerlerinde maruz kalınan mesleki uyarıcılar da
    astımla sonuçlanan allerjik duyarlılığın gelişimine yol açarlar. Ayrıca
    sigara dumanıyla temas, solunum yolu enfeksiyonları, hava kirliliği,
    bazı gıdalar ile bunlara ilave edilen katkı maddeleri de bilhassa erken
    çocukluk döneminde astım gelişimine katkıda bulunurlar. Bu nedensel
    ilişki gösteren faktörlerin tümüne ilaveten iklim değişiklikleri
    (sisli, yağışlı, kapalı havalar), psikojenik stresler, egzersiz gibi
    değişkenlerin ise astımlılarda nöbetleri tetikleyebilir iken astımı
    olmayanlarda bu yönde etkileri yoktur. Yine sinüzit, burunda polipler,
    yemek borusuna mide asidinin geri kaçak yapması gibi bazı durumlar
    astımlılarda sık görülmekte ve hastalığın tedavi ve kontrolünü
    güçleştirmektedirler.

    Meslek İle Astım Arasında Bir İlişki Var mı?
    Evet. Astım bazen bir meslek hastalığı şeklinde karşımıza çıkabilir. En
    sıklıkla fırıncılar, kuaförler, boyacılar, çiftçiler, kereste ve
    mobilya işinde, gıda sektöründe çalışanlar olmak üzere bir çok iş
    kolunda işyeri ortamında karşılaşılan bazı maddelere bağlı olarak astım
    gelişir. Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması, tatil zamanlarında
    veya işyerinden uzakta geçirilen günlerde azalması, aynı işyerinde
    birden çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek astımını
    düşündürmelidir. Böyle hastaların meslek değiştirmesi veya aynı işte
    başka bir alanda çalışması, maske kullanması gerekebilir.


    Şekil III. Astımla ilişkili meslekler

    Astımın Mevsimlerle İlişkisi
    Bazı allerjenlerin mevsimle ilişkili olarak ortaya çıktığı veya
    yoğunluğunun arttığı bilinmektedir. Diğer bazıları ise her mevsimde
    sabit olarak bulunurlar. Mevsimsel allerjenler daha çok polenlerdir.
    Ancak değişen nem ve ısı gibi iklim koşullarından etkilendikleri için
    ev tozu ve küf mantarı gibi diğer allerjenlerin yoğunluğu da mevsimlere
    göre dalgalanmalar gösterir. Buna bağlı olarak allerjik astımlıların
    bazılarında belirli mevsimlerde yakınmalar artabilir, hatta sadece bu
    dönemde hastalık ortaya çıkıp daha sonra tamamen normale dönebilir.

    Tetik Faktör Ne Demektir?
    Astımlı kişiler çoğu zaman kendilerini tamamen normal hissederler ve
    hiçbir şikayetleri yoktur. Oysa bazen durup dururken aniden
    tıkanabilirler ve çok zor dakikalar, saatler, günler geçirebilirler.
    Şikayetlerin ortaya çıktığı bu dönemlere astım nöbeti, atağı, krizi
    diyoruz. Bazı hastalarda nöbeti başlatan faktörler belli iken diğer
    bazılarında ise bilinemez. Örneğin çoğu astımlı koşma, merdiven çıkma
    gibi eforlar sırasında tıkanmaktadır. Sigara, çeşitli toz kimyasal
    dumanlar, kokuların solunması, kalp-tansiyon ve romatizma ilaçlarından
    bazılarının kullanılması, grip vb viral hastalıklara yakalanmak,
    ağlama-gülme gibi emosyonel davranışlar, yağışlı şimşekli iklim
    koşulları gibi bir çok durum astımlılarda nöbetleri tetikleyebilir.
    Oysa bunların astımı olmayanlarda hatta diğer bazı astımlılarda ise
    aynı yönde bir etkileri olmaz. Astımı olanların kendileri için geçerli
    olan tetik faktörleri tespit edip bunlardan kaçınmaları hastalıklarının
    tedavisinde çok önemlidir.

    Bölgemiz Astım Açısından Fazla Risk Taşımakta mıdır?
    Nemli, bol yağışlı ve ılıman iklimi, zengin bitki örtüsü nedeniyle
    yukarıda bahsedilen ve en sıklıkla astım nedeni olan ev tozu akarları,
    polenler ve küf mantarları gibi havayla taşınan allerjenler bakımından
    çok elverişli koşullar taşıması ve sigara içme oranlarının yüksek
    olması nedeniyle Doğu Karadeniz Bölgesi astım için riski fazla bir yöre
    olarak görünmektedir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:23 pm

    Astımın Belirtileri Nelerdir?
    Astım çoğu kez nefes darlığı ile kendini belli eder. Göğüste tıkanma,
    öksürük, hırıltılı solunum diğer rastlanan şikayetlerdir. Her hastada
    bunların hepsi bir arada olmayabilir ve bazen sadece öksürükle veya
    nefes alıp verirken hırıltı, hışırtı şeklinde bir ses şeklinde belirti
    verebilir.

    Bu Şikayetler Mutlaka Astım Hastalığına mı Bağlıdır?
    Hayır. Astım dışında da bir çok hastalığın seyri sırasında benzer
    yakınmalar olabilir. Şikayetlerin zaman zaman nöbetler şeklinde ortaya
    çıkması ve bir müddet sonra kendiliğinden veya tedaviyle tamamen
    düzelmesi çok tipiktir. Geceleyin, bilhassa sabaha doğru uykudan
    uyandıracak şekilde bu yakınmaların görülmesi astımın karakteristik
    özelliğidir. Yukarıda bahsedilen tetik faktörlerle nöbetlerin
    başladığının öğrenilmesi teşhise çok yardımcı olur. Yukarıda sayılan
    şikayetlerden bir yada birkaçına sahip olan ve yakınmaları uzun sürüp
    tekrarlayan kişilerin mutlaka astım yönünden bir uzman hekim tarafından
    değerlendirilmesi gerekir.

    Astımım Olduğundan Şüpheleniyorum Ne Yapmalıyım?
    Astım tanısı çok zor ve zahmetli değildir. Bu konuda uzman bir hekime
    başvurursanız size astımınız olup olmadığını söyleyecektir. Ancak, bazı
    durumlarda astım teşhisi koymak biraz zaman alabilir ve bir süre hekim
    takibinde kalmanız gerekebilir.

    Teşhis İçin Biyopsi, Kan Vermek, Endoskopi Yaptırmak Gibi Can Yakıcı İşlemler Gerekli mi?
    Hayır. Astım teşhisi için canınızı yakacak hiçbir işleme gerek yoktur.
    Hekiminiz sizinle konuşarak, sizi muayene ederek, solunum fonksiyon
    testleri yaparak tanı koyabilir.

    Solunum Fonksiyon Testleri Zor bir test midir?
    Asla. Kişinin yapması gereken; bir ağızlık içerisinden bir derin nefes
    alıp, aldığı nefesi hızlı ve güçlü bir şekilde üflemesinden ibarettir.
    Anında sonuç veren, hasta için hiçbir zarar veya risk taşımayan, hemen
    her yerde uygulanabilir bir işlemdir.

    Pefmetre Cihazı Ne İşe Yarar?
    Pefmetre astım teşhisi, astımın ağırlığının tespiti ve tedaviye cevabın
    değerlendirilmesi, astım nöbetlerinin şiddetinin ölçülmesi için
    kullanılan basit bir cihazdır. Her astımlı hastanın bir pefmetresi
    olmalı ve kullanımasını hekiminden öğrenmelidir. Bu, hipertansiyonu
    olan hastanın evinde tansiyon aleti bulundurup kendi tansiyonun kontrol
    edebilmesi gibi; astımlı hastanın da kendi hastalığını izleyebilmesine
    imkan verir.

    Allerjik Deri Testleri Yaptırmalı mıyım?
    Astım her zaman allerjik bir hastalık değildir. Deri testleri ise astım
    tanısında değil, sadece allerjik bir deri cevabının varlığı durumunda
    yararlıdır. Astımı olan kişilerin testleri negatif bulunabildiği gibi,
    deri testleri pozitif bulunan kişilerde de astım olmayabilir. Bu
    nedenle bu testlerin astım tanısında yeri yoktur. Sadece tedaviye cevap
    vermeyen, atakları kontrol altına alınamayan astımlılarda tetik
    faktörlerin tespiti açısından gerek duyulduğunda yapılabilir. Yoksa
    gereksizdir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:24 pm

    Erken Teşhisin Astım İçin Bir Önemi Var mı?
    Astım her hastada aynı şiddette değildir. Hafif, orta ve ağır olabilir.
    Hastalığın ağır formlarında tedaviye cevap vermeyen değişiklikler söz
    konusudur. Geri dönüşü olmayan bu patolojilerin ortaya çıkmaması için
    astımın zamanında teşhis edilip, uygun şekilde tedavi edilmesi
    önemlidir. Ayrıca tedavi edilebilir bir hastalıktan dolayı kişilerin
    yaşamının sınırlanmaması, verim ve performansının düşmemesi ve bazen
    öldürücü olabilen nöbetlere girmemesi için hastalığın biran önce teşhis
    edilip tedaviye başlanması en doğrusudur.

    Astım Tedavi Edilebilir Bir Hastalık mıdır?
    Evet. Astım tedavisi olan, tedaviyle tamamen kontrol altına alınabilen
    bir hastalıktır. Astım tedavisi etkin bir tedavidir ve hasta tedavi ile
    tamamen normal bir yaşam sürdürebilir.

    Tedavi İle Astımdan Kurtulabilir miyim?
    Tedavi ile astımlıları normal yaşamlarına döndürmek mümkündür.
    Özellikle çocuklukta şikayetleri başlayan astımlıların bir kısmında,
    hastalık erişkin yaşlarda tamamen iyileşebilmektedir. Ancak daha
    sıklıkla, hastalar hastalıkları ile birlikte yaşamakta; kendilerine
    önerilen tedavi ve tavsiyelere uydukları oranda önemli bir yakınmaları
    olmamakla birlikte tedaviyi kestiklerinde bir süre sonra daha hafif
    olarak yeniden şikayetleri başlamaktadırlar. Nasıl ki yüksek tansiyonu
    olan bir hasta tuzsuz diyete uyup, ilaçlarını aksatmaksızın aldıkça
    tansiyonu yükselmemekte ancak, bunlara dikkat etmediğinde tansiyonu
    nasıl yükselmekteyse astımlılar için de durum benzerdir.

    Astım Tedavim Ne Kadar Sürecek?
    Bu soruya herkes için geçerli bir cevap vermek mümkün değildir.
    Tedaviyle hastalık kontrol altına alındıktan sonra tedavi yavaş yavaş,
    basamak şeklinde giderek azaltılır ve bazen tamamen kesilebilir.
    Kesildikten bir müddet sonra şikayetler yeniden başlarsa tedaviye
    tekrar başlanmalıdır. Bazen ise uzun yıllar, yada devamlı olarak ilaç
    kullanmak gerekebilir.

    Astım Nasıl Tedavi Edilir?
    Astım, hasta hekim ve hasta yakınlarının (anne, baba, eş ve öğretmen
    gibi) işbirliği ile tedavi edilebilir. Bu işbirliği olmaksızın sadece
    doğru ilaçların reçete edilmesiyle hastalık tedavi edilemez. Tedavi
    uzun sürelidir. Hasta hekimine güven duymalı, tavsiyelerine uymalı,
    ilaçlarını usulüne uygun şekilde kullanmalı, düzenli olarak
    kontrollerini yaptırmalı, sorunu olduğuna hekimine kolayca
    ulaşabilmelidir. Hastanın mutlaka konunun uzmanı bir hekimin
    kontrolünde olması gereklidir. Hastalık yok hasta vardır özdeyişi astım
    için daha fazla geçerlidir. Sonuç almak için astımı bildiği kadar
    hastasını da tanıyan, mesleğini, ev ve işyeri koşullarını, almakta
    olduğu tedaviyi, hastanın geçmişte yaşadıklarını, önceki tedavileri ve
    bunlara alınan cevapları, hastanın hangi ilaçlara hangi dozlarda ne
    oranda yanıt verdiğini bilen bir hekimin desteğine ihtiyaç vardır.

    Hasta ve Yakınlarının Tedavideki İşbirliği Nasıl Sağlanır?
    Bu hekimin hastasını eğitmesiyle elde edilebilir. Hasta eğitimi sadece
    hastalık hakkında bilgi vermekten ibaret olmayıp, hastanın hastalığı
    ile baş edebilmesi için gerekli her türlü bilgi, beceri ve cesarete
    sahip kılınması sürecidir. Bu süreç belirli bir zaman dilimi içinde
    tamamlanmış olmaz. Aksine hasta ile hekimin her görüşmesinde ilerleyen,
    gelişen bir olaydır.

    Astımlı Hasta Hangi Konularda Eğitilmelidir?
    Astım nasıl bir hastalıktır? Tetik faktörler nelerdir ve bunlardan
    nasıl korunulabilir? Kriz anında ne yapması gerekir? Hangi ilaçları,
    nasıl, hangi aralıklarla, ne kadar süreyle kullanması gerekecektir? Ne
    zaman kontrollere gelecektir? Ne zaman hekimini aramalıdır? Sprey
    ilaçları nasıl kullanacaktır? Pefmetreyi nasıl kullanacaktır?
    Çalışabilir mi?, Spor yapabilir mi?, Gebe kalabilir mi? Tüm bu
    konularda hem bilgilendirilmeli hem de uygulamalar ile beceri
    kazandırılmalıdır. Hastanın hastalığına rağmen normal bir yaşam
    sürebileceği, krizleri önleyebileceği ve tedavi edebileceği, hastalığı
    dolayısıyla bireysel amaçlarından vazgeçmemesi gerektiği konularında
    ise cesaretlendirilmelidir.

    Tedavi ile Şikayetlerimin Geçmesi Yeterli midir?
    Her ne kadar hastalar sadece şikayetlerinden kurtulmayı amaçlarlarsa da
    tedaviden amaç bundan ibaret değildir. Yakınmaları giderip hastayı
    rahatlatan ancak, hastalığı tedavi etmeyen, ilerlemesini durdurmayan,
    hastanın akciğer fonksiyonlarını normale getirmeyen ve doğal, aktif
    yaşamına geri döndürmeyen bir tedavi hastaya fayda değil aksine zarar
    vermiş olur. Çünkü yakınmaları giderdiği için hasta kendini iyi olmuş
    hisseder ve çare aramayı bırakır, doğru tedaviye başlamak için zaman
    kaybetmiş olur.

    Astımımı Hangi İlaçlarla Tedavi Edebilirim?
    Bu sorunuza ancak hekiminiz karar verebilir. Hatta bu sorunuzun doğru
    cevabını bulmak için hekiminizin sizi muayene edip bir kaç kez
    kontrollerde sonucu gözlemesi gerekebilir. Sizin için en uygun tedaviyi
    bulmak zaman alabilir. İlk muayene ve kontrolde yeterli sonuç
    alınmayabilir. Bir astımlı hastaya verilen tedavi sizin için yetersiz,
    fazla veya zararlı olabilir.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:24 pm

    Astımlı Komşumun veya Kardeşimin İlaçlarını Kullanabilir miyim?
    Hayır. Bunu yapmamalısınız. Çünkü, astım kişiden kişiye farklılıklar
    gösterir. Her hastada tetik faktörler, eşlik eden patolojiler,
    hastalığın ağırlığı farklıdır. Bunlara bağlı olarak seçilmesi gereken
    ilaçlar farklı olabilir. Kullanılması gereken ilaçlar aynı bile olsa
    dozlar değişebilir.

    Kaç Türlü Astım Vardır?
    Astımlı hastalar hafif-gelip geçici, hafif inatçı, orta ve ağır astım
    şeklinde dört gruba ayrılır. Her bir grup için önerilen tedavi ayrıdır.
    Bunlardan başka hastalarda: mevsim astması, meslek astması, egzersiz
    astımı, ilaç astması gibi nispeten farklı tedavi yaklaşımları
    gerektiren tablolar söz konusu olabilir.

    Sprey İlaçları Kullanmak Zorunda mıyım?
    Sprey türü ilaçlar astım tedavisinde tüm dünyada yaygın olarak
    kullanılmaktadır. Nefes yoluyla hap, şurup veya enjeksiyon şeklindeki
    uygulamalara göre daha az miktarda ilaç kullanarak daha güçlü etki elde
    edilebilir ve aynı zamanda ilaçların istenmeyen yan etkilerinden
    kaçınmak mümkündür. Çünkü, sprey şeklinde kullanılan ilaç sadece
    hastalığın yerleştiği solunum yollarına ulaşır ve etkisini burada
    gösterir iken; ağızdan veya enjeksiyon şeklinde verilen ilaç, tüm
    vücuda dağılıp her yerde ve dolayısıyla etkili olması istenmeyen
    organlarda da (kalp, böbrek vb) etkileri görülebilir. Üstelik sprey
    türü ilaçların etkileri alındıktan sonra dakikalar içerisinde hemen
    başlamakta iken; ağızdan veya enjeksiyonla verilen ilaçların
    etkilerinin gözlenmesi için saatler geçmesi gerekir.

    Sprey İlaçların Alışkanlık Yaptığı, Ciğerleri Kuruttuğu Doğrumudur?
    Hayır. Bilakis hemen yukarıda belirtildiği gibi bu ilaçların istenmeyen
    yan etkileri, aynı ilaçların ağızdan alınan veya enjeksiyon şeklindeki
    formlarına göre çok daha azdır. Çok daha güvenli ilaçlardır. Bu
    ilaçların bağımlılık anlamında alışkanlık yapması söz konusu değildir.

    Sprey İlaçlar Güvenli midirler?
    Evet. Tüm dünyada uzun yıllardır çok yaygın olarak kullanıla gelmiş
    ilaçlardır. Bebek, çocuk ve yaşlılar, gebeler, kalp, karaciğer ve
    böbrek hastaları gibi ilaçların yan etkilerine daha duyarlı kişilerde
    -yan etkileri az olduğu için- bilhassa tercih edilmesi gereken
    formlardır.

    Nefes Yoluyla Alınan Toz Şeklindeki İlaçlar ile Sprey İlaçlar Arasında ne Fark Vardır?
    Nefes alma sırasında ilacın solunum yollarına ulaştırılması esasına
    dayanan üç türlü İlaç uygulama formu vardır. Bunlar: ölçülü doz
    spreyler, kuru toz inhalatörler ve nebülizör formlarıdır. Her üçü
    esasta aynı olmasına karşılık, birbirlerinden bazı küçük farklılıkları
    da söz konusudur. Kuru toz inhalatörler sprey ilaçlardan farklı olarak
    itici gaz içermezler, ozon tabakasına zararlıtarafları yoktur. İlaç
    dışı madde içermediklerinden allerjik ve irritatif yan etkilere
    rastlanmaz. Kullanımları daha kolay olup sprey ilaçları
    kullanamayanlarda tercih edilirler.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:25 pm

    Sprey İlaçları Kullanmakta Zorluk Çekiyorum, Bunu Nasıl Aşabilirim?
    Bu eğitimle aşılabilir. Hekiminizin size bu ilaçların nasıl
    kullanıldığını bizzat anlatması, göstermesi ve size uygulatarak
    gözetleyip yanlışlarınızı düzeltmesi gereklidir. Sprey ilaç öncelikle
    çalkalanmalı, kapağı çıkarılıp oturur durumda veya ayakta iken baş bir
    miktar geriye doğru kaldırılmalı ve nefes verilip akciğerlerimiz
    boşaltıldıktan sonra ağızlık kısmı aşağıda tüp yukarıda olacak şekilde
    dudaklar ağızlık kısmının çevresini boşluk kalmayacak şekilde kavramalı
    ve tüp içinden derin, güçlü ve uzun süreli bir nefes alınmaya
    başlanmalıdır. Burada önemli olan nefes almaya başlar başlamaz
    gecikmeden ilacın serbestleştirilmesidir. Nefes alma süresinin sonuna
    doğru veya nefes verme sırasında yada henüz nefes alınmaya başlamadan
    önce ilacın serbestleştirilmesi etkisiz bir kullanım şeklidir. İlacın
    ağızlıktan püskürüp boğaz ve ağız duvarına çarpması sırasında nefes
    alma eylemi duraklatılmamalıdır. Derin nefes almanın sonucunda alınan
    ilaçlı hava içeride bir süre (10 sn) tutulmalı ve nefes hemen geriye
    verilmemelidir. Nefesi geriye verirken ateşe üfler, ıslık çalar gibi
    veya burundan zorlayarak vermek etkinliği artırmaktadır. Nefes alma ile
    ilacı serbestleştirme arasında zamanlama ve koordinasyon bir miktar
    beceri gerektirir. 7 yaşından itibaren çocukların bu işlemi yapabildiği
    gözlenmektedir.

    Bir Türlü Becerip Sprey İlaçları Alamıyorum Ne Yapmalıyım?
    Nefes alma ile ilacı serbestleştirme arasında zamanlama ve koordinasyon
    gereğini ortadan kaldıran yardımcı spaser cihazlar (hazneler)
    geliştirilmiştir. Bunlar hem kullanımı kolaylaştırırlar, hem ilacın
    akciğerlere ulaşan etkin dozunu artırırlar, hem de yan etkileri
    azaltırlar. Bilhassa yüksek doz sprey türü ilaç kullanılacaksa bu
    yardımcı cihazların kullanılması çok daha yararlıdır. Kuru toz
    inhalatör ilaç formları da bu tür sprey ilaçları kullanamayan hastalar
    için iyi bir alternatif olabilir.

    Nebulizör Nedir?
    Nebülizör sıvı haldeki ilacı buhar haline getirip bir maske veya
    ağızlık yardımıyla hastanın normal soluk alıp vermesi sırasında ilacın
    solunum yollarına ulaşmasını sağlayan elektrikli küçük cihazlardır.
    Bilhassa ağır kriz halinde, bebek veya küçük çocuk, yaşlı, ajite,
    bilinci kapalı hastalarda bile kullanılabilirler. Cihazın çalıştırılıp
    maskenin yüze geçirilmesi yeterlidir. Ayrıca ilacı almak için herhangi
    bir harekete gerek yoktur.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:26 pm

    Nebülizör veya Spaserleri Sigorta Emekli Sandığı ve Kurumlar Karşılıyor mu?
    Eğer uzman hekim hastanın tedavisi için bu cihazların kullanımını
    gerekli görüyorsa bir rapor ile hasta, bunları söz konusu kurumlardan
    ücretsiz elde edebilir.

    Astım Tedavisinde Kortizonlu İlaçlar Kullanılıyormuş, Bunların Zararı Yok mu?
    Kortizon korkusu toplumda yaygındır. Kortikosteroidler bugünkü tıpta en
    çok kullanılan, çok etkili ve faydalı ilaçlardır. Uygun endikasyon,
    doz, zamanlama ve hekim kontrolü altında kullanıldıklarında istenmeyen
    yan etkiler pek görülmez. Özellikle astımlılarda kortizonlu ilaçlar
    sprey veya toz halinde solunum yoluyla verildiklerinde bu tür
    istenmeyen zararlı etkiler hemen hiç görülmez ve çok güvenlidir.

    Kortizonsuz Astım Tedavisi Mümkün Değil midir?
    Astım havayollarının mikrobik olmayan süreğen iltihabıyla karakterize
    bir hastalıktır. Tedavide temel yaklaşım bu iltihabın baskılanmasıdır.
    Kortizon bu yönde en etkili ilaçların başında gelmektedir. Kortizon
    dışı ilaçların etkileri ise kortizona kıyasla çok daha zayıftır. Ancak
    hafif astımlılarda veya ağır olgularda kortizonla birlikte
    kullanılabilirler. Bugünkü tedavi biçimine göre orta ve ağır
    astımlıların tedavisinde kortizon kullanılması mutlaka gereklidir. Aksi
    taktirde hastalık kontrol altına alınamaz ve hasta riske atılmış olur.
    Şunu yine vurgulamak gerekir ki sprey yada toz formunda verilen
    kortizon türü ilaçların korkulacak yan etkileri hemen hiç yoktur.

    Ağızdan Alınan Hap Türü İlaçlarla Astım Tedavi Edilemez mi?
    Hafif astım, efor astması, polen astması gibi çoğu hasta, ülkemizde de
    son yıllarda kullanıma giren lökotrien antagonistleri grubu ilaçlarla
    (Singulair ve Accolate) tamamen kontrol edilebilmektedir. Özellikle
    çocuklarda kullanılabilir olması nedeniyle Singulair, sprey tipi
    ilaçları kullanamayan popülasyonda kullanım avantajı ve hasta uyumunu
    artırıcı bir üstünlüğe sahiptir. Ancak orta ve ağır astmalıların
    tedavisinde bu ilaçlar tek başlarına yeterli olmazlar, ancak gerek
    olduğunda diğer ilaçlarla birlikte kullanılabilirler.

    Kortizonlu İğnelerin Tedavideki Yeri Nedir?
    Kenakort, Diprospan gibi kortizon içeren iğneler veya Prednol,
    Deltakortil gibi ilaçlar astımlı hastalar tarafından en çok suiistimal
    edilen ilaçlardır. Bunlara bağlı olarak, şişmanlama, kemik erimesi,
    hipertansiyon, kalp yetmezliği, hormon bozuklukları gibi bir çok yan
    etkiler görülebilmekte, ayrıca kortizona bağımlılık oluşabilmektedir.
    Bu tür ilaçların astımlı hastalarca -kriz sırasında hekim kontrolünde
    verilmesi hariç- kullanılmaları doğru değildir.

    Astım İlaçlarının Yan Etkileri Nelerdir?
    Günümüzde astımın doğru tedavisi için hekim kontrolünde kullanılan
    ilaçlara bağlı olarak önemli yan etkiler pek görülmez. Ancak nadir
    olarak çarpıntı, titreme, kas krampları, seste boğuklaşma, idrar
    yapmada güçlük, mide şikayetleri ve allerjik reaksiyonlar gibi
    sorunlara rastlanabilir. Sprey tipi ilaçlar kullanıldıktan sonra bol su
    ile ağız çalkalanıp boğaz gargarası yapılarak tükürülmesi önerilir.
    Kalp hastalığı, tansiyon yüksekliği, karaciğer hastalığı gibi başka
    hastalıklar varsa ve bunlar için de hasta ilaç kullanıyorsa astım
    ilaçlarıyla etkileşme olup olmayacağı yönünden hekimine danışmalıdır.

    Aşı Tedavisinin Astımdaki Yeri Nedir?
    Halk arasında aşı tedavisi olarak bilinen immünoterapi asıl olarak arı
    sokmalarına ve yılan zehirlenmesine karşı etkin bir tedavi biçimidir.
    Tüm dünyada standart astım tedavisi protokolleri arasında yer almaz.
    Çok özel koşullarda standart tedaviye cevap alınamayan hastalarda
    denenebilir. Aşı tedavisi:

    5 yaşından küçüklere ve 40 yaşından büyüklere uygulanmaz.
    Orta ve ağır astımlılara uygulanmaz.
    Sadece deri testleri ile değil aynı zamanda kanda özel Ig E tipi
    antikor tayini ile antijen duyarlılığı saptanmayanlara uygulanmaz.
    İki allerjenden daha fazlasına karşı duyarlılık olduğunda uygulanmaz.
    Hastanın duyarlı olduğu antijeden kaçınması mümkün olduğunda uygulanmaz.
    Standart tedavi maksimum olarak denenip başarısız olduğu gösterilmeden uygulanmaz.
    Fakat orta ve ağır astımlılarda kullanılmaması gerektiğinden, hafif
    astımlılarda ise standart tedavi hemen her zaman başarılı olduğundan
    pratikte astım tedavisinde aşının yeri yoktur.
    Aşı Tedavisinin Herhangi Bir Zararı Var mıdır?
    Evet. Bu tedavi her yerde her hekim tarafından uygulanamaz. Hele
    muayenehanelerde asla uygulanmamalıdır. Ancak yukarıda sıralanan
    koşullara uyan çok az sayıda hastaya, asıl tedaviler uygulandıktan
    sonra, bütün riskler göz önüne alınarak, uzmanı doktor denetiminde ve
    acil durumda hastayı yaşama geri döndürmeye yönelik müdahalenin
    yapılabileceği her türlü donanım ve ekipmana sahip, hastanın suni
    solunum cihazına bağlanabileceği tam teşekküllü bir hastanede
    denenebilir. Çünkü bu tedavi sırasında allerjik reaksiyonlar ve astım
    krizi gelişip ölümcül olabilir. Bu nedenle ve etkinliğinin çok az
    olması dolayısıyla, insan sağlığına gereken önemin verildiği gelişmiş
    Avrupa ülkelerinin bir çoğunda astımlılara aşı yapılmaz ve bu bir
    tedavi yöntemi olarak kabul edilmeyip yasaklanmıştır.

    Aşı Tedavisinin Ülkemizde Bu Kadar Yaygın Olarak Kullanılmasının Sebebi Nedir?
    Standart astım tedavi protokollerinde yeri olmadığı, gelişmiş Avrupa
    ülkelerinin bir çoğunda yasaklandığı, etkinliğinin çok zayıf olduğu,
    etki mekanizmasının bile bilinmediği ve ölümle sonuçlanan ciddi yan
    etkilerinin varlığına rağmen ülkemizde ehliyetsiz ellerde, uygunsuz
    koşullarda, standardize edilmemiş, üzerinde hiçbir isim, marka, doz vs
    yazmayan, kimin tarafından nerede hazırlandığı ve ne içerdiği belli
    olmayan solüsyonların aşı adı altında hastalara uygulanmasının tek
    nedeni maalesef suiistimale açık olmasıdır. Yıllarca bir ümit uğruna
    aşı olmaya devam eden hastalar vardır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Çocuk Hastalıkları Empty Geri: Çocuk Hastalıkları

    Mesaj  AsiRuH Cuma Ekim 31, 2008 11:26 pm

    Bazı Hekimler Aşının Zararsız Olduğunu ve Her yerde Uygulanabileceğini
    Hastalarına Söyledikleri Hatta bu Şekilde Bir Notu Hastaların Ellerine
    Yazılı Olarak Verdikleri Görülmektedir. Bu Nasıl oluyor?
    Bu, ancak hastaya aşı adı altında uygulanan solüsyonun aşı içermemesi
    onun yerine kortizon vb bir ilaç karışımı olmasıyla mümkündür. Gerçek
    aşı solüsyonları hakkında böyle güven ve cesaret vermek mümkün değildir.

    Astımlıların Krize Girmesi Normal midir?
    Astı Kriz, astımın kontrol altında olmadığını gösterir. Eğer hasta
    tedavi almıyorsa tedavi edilmelidir. Tedavi altında ise almakta olduğu
    tedavi yetersiz olabilir. Tedavisi gözden geçirilmeli yeniden
    düzenlenmelidir.

    Tedavi Edilmekte Olan Astımlı Hastanın Hiç Şikayeti Olmaz mı?
    Uygun şekilde tedavi edilmekte olan astımlı hastanın da zaman zaman
    bilhassa tetik faktörle karşılaştığında yakınmaları olabilir. Ancak,
    hastanın şikayetinin olması ile kriz geçirmesi aynı şey değildir.
    Şikayetleri devam ediyor, ilk müdahaleden etkilenmiyor veya kısa süre
    sonra tekrarlıyorsa krizden bahsedilebilir.

    Astım Krizine Girmemek İçin Ne Yapmalıyım?
    Daha önceki krizlerinizi başlatan tetik faktörleri biliyorsanız (sigara
    dumanı, efor, deterjan dumanı, vernik kokusu, aspirin alımı vb gibi)
    onlardan uzak kalmalısınız. Size verilen tedaviyi, şikayetim yok
    diyerek kendi başınıza kesmemeli veya aksatmamalısınız. Grip vb
    solunumsal enfeksiyonlardan kendinizi korumalısınız. Her yıl
    eylül-kasım ayları arasında bir doz grip aşısı yaptırmanızda yarar var.

    Krize Girdiğimde Ne Yapmalıyım.?
    Ventolin, salbulin yada Bricanyl adıyla ülkemizde bulunan sprey veya
    toz formundaki ilaçları tüm astımlılar daima yanında bulundurmalı ve
    yakınmaları ortaya çıktığında bu ilaçlardan kullanmalıdırlar. Önerilen:
    ilk bir saat içinde 20 dk ara ile 2-4 puff bu ilaçlardan solunum
    yoluyla alınmasıdır.

    Kriz Başladığında Hekime Ne Zaman Başvurmalıyım?
    Eğer ventolin, salbulin veya bricanyl aldıktan sonra yakınmalarınız
    ortadan kalkar ve bir daha tekrarlamaz ise 24-48 saat süreyle her 4-6
    saatte bir ventolin veya bricanyl sprey veya tozu düzenli olarak ikişer
    puff almaya devam etmelisiniz. Bu arada doktorunuzu arayıp önceden beri
    almakta olduğunuz tedaviye rağmen bir atak geçirdiğinizi anlatıp
    tedavide bir değişiklik yapmak gerekip gerekmediğini ona
    danışmalısınız. Ancak şikayetleriniz başladıktan sonra ventolin veya
    bricanyl'i yukarıda önerilen şekilde aldığınız halde şikayetleriniz
    düzelmez ise veya düzelmeyi takiben kısa süre sonra yine tekrarlarsa
    hekime veya hastaneye başvurmalısınız.

    Astım Krizinin Ağır veya Ölümcül Olma Olasılığını Gösteren Kriterler Nelerdir?
    Şikayetlerin çok şiddetli olması, uzun sürmesi, hastada morarma olması,
    nabız sayısının dakikada 120’den fazla olması ve nabzın
    düzensizleşmesi, tansiyonun düşmesi (Büyük 90, küçük 60 mmHg’dan düşük
    ölçülmesi), hastanın nefes darlığı nedeniyle konuşurken cümleleri
    tamamlayamayıp kelimeler arasında soluk alıp vermek zorunda kalması,
    ancak oturur vaziyette nefes alıp yatar vaziyete geçtiğinde tıkanması
    gibi belirtiler krizin ağır olduğunu gösteriri ve hekim desteğine
    gereksinim var demektir.

    Damardan Aminokardol Ampul Yaptırmanın Sakıncası Var mıdır?
    Evet. Hastalar arasında sık görülen bu uygulama maalesef tehlikelidir.
    Bu ilaç damardan hızlı olarak verildiğinde tansiyon düşmesine, kalpte
    ritim bozukluğuna ve ani ölümlere yol açabilir. Üstelik astım krizinde
    ilk tercih edilmesi gereken yada en etkin olan tedavi biçimi değildir.

    Astım Hastasıyım, Spor Yapabilir miyim?
    Evet. Efor astması, astmalıların çoğunda var olmasına karşılık düzenli
    tedavi gören astımlılar spor yapabilirler. Dünya olimpiyatlarında
    yarışmış ve derece almış çok sayıda astımlı vardır. Astım ilaçları
    doping olarak kabul edilmez ve spor öncesi, efor öncesi alınabilirler.

    Ağır Efor Öncesi Astımlılara Hangi İlaçları Tavsiye Edersiniz?
    Efordan 10-15 dk önce ventolin, bricanyl veya tilade, intal gibi sprey
    ilaçları usulüne uygun olarak alınması çoğu zaman bir sorun ortaya
    çıkmaması için yeterlidir.

    Astımlılar İçin Özellikle Tavsiye Edilen Bir Spor Türü Var mıdır?
    Yüzme sporunun astımlılar tarafından çok daha iyi tolere edildiği bildirilmektedir.

      Forum Saati Perş. Mayıs 09, 2024 2:40 pm