.talk4her

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
.talk4her

müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi


    Dünya Destanları

    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Dünya Destanları Empty Dünya Destanları

    Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:15 pm

    İLYADA

    Eski Yunan’da, şair Homeros’un yazdığı varsayılan büyük bir destandır.
    Bir başka Homeros destanı olan Odeysseia ile birlikte, batı
    edebiyatının en eski örneği ve tüm zamanların en güzel şiirlerinden
    sayılır.
    Hem İlyada hem de Oysseisa, Truva Savaşı ve bu savaşta yer alan
    insanlarla ilgili söylenceleri dile getiren, koşukla yazılmış
    destanlardır. Tarihçiler Yunanistan’tandaki Akhalar ile Batı Anadolu’da
    yaşamış olan Truvalılar arasındaki bu savaşın yaklaşık İ.Ö. 1199’da
    geçtiği görüşündedir. Akhalar’ın Truva’yı kuşatmalarının ise10 yıl
    sürdüğü sanılmaktadır. Bu konuda o kadar çok öykü ve söylence vardır
    ki, hangisinin gerçek hangisinin uydurma olduğunu bilme olanağı yoktur.
    Yunanca’da Truva’nın bir adının da İlios olmasından dolayı Homeros’un
    destanı İlyada adını aldı. Homeros, yaşadığı dönemde herkesin bu öyküyü
    bildiğini düşünerek, Truva kuşatmasını baştan sona anlatmaz ;savaşın
    10.yılında sadece dört gün içinde geçen olayları anlatır .Savaş
    neredeyse bitmek üzeredir. Truva efsanesinin bu bölümü “ Aşil’in Öfkesi
    " olarak bilinir.

    İlyada’nın Öyküsü

    Kral Agamemnon, Truva Savaşı sırasında Akhalar’ın başkomutanıydı.
    Kralın en yiğit ve başına buyruk savaşçısı olan Aşil, kimseye boyun
    eğmeden, kendi bildiğince hareket ediyordu. Aşil’in savaşta kaçırdığı
    Briseis adında Truvalı bir kız yüzünden Aşil ile Agamemnon arasında
    anlaşmazlık çıktı. Tutsağı olan bir kızı babasına geri vermeye razı
    olan Agamemnon, onun yerine Aşil’in sevdiği Briseis’i istiyordu.
    Agamemnon’a boyun eğmek zorunda kalan Aşil, kızı ona verdi. Ne var ki,
    hırsını alamayarak savaştan çekildi. Agamemnon’u cezalandırması için,
    deniz tanrıçası olan annesi Thetis’i çağırdı. Thetis, tanrıların kralı
    Zeus’tan yardım istedi. Böylece çok geçmeden yalnızca Aşil ve Agamemnon
    değil, tanrı ve tanrıçalarda kavgaya karıştı.
    Tanrıların işe karışması Yunan askerlerini telaşlandırdı. Agamemnon,
    gördüğü bir düşe aldanarak, ordusuna artık Yunanistan’a dönüleceğini
    bildirdi. Askerlerin Truva’yı ele geçirmeden dönmek istemeyeceklerini
    sanarken, onların gitmeye can attıklarını görmek onu düş kırıklığına
    uğrattı. Yunanlı komutanlar orduyu yeniden savaş düzenine sokmakta
    güçlük çektiler. Bütün bu olaylar Yunan ordusunun savaş gücünü ve
    birliğini zayıflatmıştı.
    İki ordu arasında savaş yeniden başlarken, Paris’in kardeşi Hektor,
    savaşın nedeni Paris’in Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helen ‘i
    kaçırması olduğuna göre, anlaşmazlığın Paris ile Menelaos arasında
    dövüşle çözümlenmesini önerdi. Bu dövüşte tam Paris yenilecekken,
    annesi olan tanrıça Afrodit onu son anda kaçırarak kurtardı. Böylece
    ordular arasında bir kez daha savaş başladı.
    Truva alanında her iki tarafın savaşçıları göğüs göğüse , yiğitçe
    çarpıştılar. Ne var ki, asıl kahramanlar ortada yoktu. Aşil savaşa
    katılmama kararında diretiyordu; Truvalı Paris ise yenilginin acısını
    dindirmeye çalışıyordu. Truvalılar’ın en yiğit savaşçısı Hektor,
    kardeşi Paris’ten hesap sormak ve karısını görmek için geri çekilmişti.
    Hektor ve Paris sonunda savaş alanına döndükleri zaman, Truvalılar
    Akhalar’dan biraz daha güçlü durumdaydı. Cesareti kırılan Agamemnon,
    Aşil’in savaşa dönmesini sağlamaya karar verdi. Aralarındaki
    anlaşmazlığı gidermek amacıyla ona bir mektup gönderdiyse de Aşil onun
    isteğini reddetti.
    Aşil olmasa da Yunanlıların savaşı sürdürmek zorundaydı. Durum iyice
    kötüye gidiyordu. Agamemnon’la birlikte birçok savaşçı yaralanmıştı.
    Truvalılar’ın kıyıdaki Yunan gemilerine ulaşması an meselesiydi. Tam bu
    sırada Yunanlılar’ı koruyan tanrılar işe karışarak onları engelledi.
    Bunlardan yılmayan Truvalılar sonunda bir Yunan gemisini ateşe vermeyi
    başardı. Aşil’in çok sevdiği dostu Patroklos olağanüstü bir cesaretle
    Truvalılar’ın , gemilerini tümünü yakmasını engelledi. Bunun üzerine
    Aşil kendi zırhını Potroklos’a vererek onun bu zırhla savaşa
    katılmasını önerdi. Geri çekileceklerini düşündükleri Truvalılar’ı
    izlememesi için uyardı. Ne var ki , Patroklos savaş heyecanıyla onların
    peşine düştü ve Hektor, insanların yazgısını belirleyen tanrıların
    yardımıyla, onu öldürdü. Truvalılar zaferin coşkusuyla Patroklos’un
    zırhını kentte dolaştırdılar. Yunanlılar,Patroklos’un ölüsünü onların
    elinden almaya başardı.
    Patroklos’un ölümünden çok acı duyan Aşil, bunun hesabını Truvalılar’a
    ödetmeye kararlıydı. Onu avutmak için gelen annesi Thetis, Aşil’e yeni
    bir zırh armağan etti ve öcünü almasına yardım edeceğine söz verdi.
    Aşil vakit geçirmeden savaşa katıldı. Bu amansız savaşa bütün tanrılar
    karışmıştı. Aşil çok sayıda düşmanını öldürdükten sonra sonunda, Truva
    surlarının dibinde Hektor’la karşı karşıya geldi. Bu son vuruşmada
    Hektor yenilerek öldürüldü. Aşil, Hektor’un ölüsünü arkasında
    sürükleyerek, arabasıyla Truva’nın çevresinde üç kez dolaştı.
    Homeros’un öyküsü, Yunan tarafında Patroklos’un cenaze töreniyle ve
    Truva’da yaşlı Kral Priamos’un, oğlu Hektor’un ölüsünü fidye karşılığı
    geri alışıyla son bulur. İlyada böylece sona erse de Homeros’un
    okuyucuları, Paris’in sonradan Aşil’i öldüreceğini ve Truva’nın
    öyküsünün kentin yerle bir olmasıyla son bulacağını bildikleri için,
    yüreklerinde gelecekteki acıların ve sorunların ağırlığını duyarlar.

    Destanın Yazılışı

    Günümüze ulaşan en eski yapıt olsa da, Homeros’un büyük Truva
    efsanesinin yalnızca bir bölümünü anlatmış olması ve sonrasını
    okuyucuların bildiğini varsayması, İlyada’nın Yunanca yazılmış ilk
    edebiyat ürünü olmadığını gösterir. Homeros’un bu destanında yıllar
    önce, Truva savaşına ilişkin pek çok öykünün anlatıldığı sanılmaktadır.
    Bu konuyla ilgilenen bazı uzmanlar İlyada’nın yetenekli bir yazarın
    derlediği bir balatlar ya da destanlar bütünü olduğunu ileri sürer.
    Homeros diye birinin hiçbir zaman yaşamadığı, Homeros adının, destanda
    yer alan balatları söyleyen, adı belli olmayan kişiler için
    kullanıldığı kanısında olanlar da vardır. Ne var ki, yapıtın tamamını
    okuyanlar bunu yazarın yalnızca bir kişi olabileceğini kavramakta
    güçlük çekmezler.
    Yaklaşık olarak İ.Ö. 8. yüzyılda yazılan 24 bölümlük İlyada destanı altılı ölçüyle yazılmış toplam 15 bin dizeden oluşur.

    ODYSSEİA

    Eski Yunan’da, şair Homeros’un yazdığı varsayılan iki büyük destandan
    biridir. Destana adını veren kahraman Odysseus’un bir başka adı da
    Ulysses’tir. Homeros’un öbür destanı bildiğimiz gibi İlyada’dır. Gerek
    İlyada, gerek Odysseia,Yunanlılar’la Truvalı’lar arasındaki savaş
    üstüne Yunanlılar’ın anlattığı bir dizi efsaneden oluşur.
    Bu savaşta Yunan orduları Truva kentini on yıllık bir kuşatmadan sonra
    ele geçirerek yerle bir ettiler. Homeros İlyada’da, kuşatmanın onuncu
    yılında olup bitenleri anlatır oysa Odysseia’nın öyküsü daha sonra,
    uzun savaşın bitiminde tüm Yunanlı kahramanlar evlerine dönerken
    başlar. Bu türden birçok dönüş öyküsü yazıldıysa da Homeros,
    Odysseus’un aşılması güç engeller ve serüvenler dolu öyküsünü çok güzel
    bir şiir diliyle kaleme aldığı için Odysseia zamanımıza kadar
    gelebilmiştir.
    Odysseus’u, Yunanistan Yarımadası’nın batı kıyısı açıklarındaki İthake
    Adası’ndaki evinde karısı Penelope ile oğlu Telemakhos beklemektedir. O
    dönemde Anadolu’nun kuzeybatısındaki Truva kentinden küçük bir gemiyle
    yelken açıp kara görünceye kadar yol almak olsa olsa iki ya da üç hafta
    sürerdi. Ne var ki, bu yolculuk Odysseus’un on yılını aldı. Odysseia
    aslında onun evine dönmesini geciktiren olayların öyküsüdür. Homeros
    öyküyü, yolculuğun başlangıcında değil, sona oldukça yakın bir anda, su
    perisi Kalypso’nun Odysseus’u birkaç yıl alıkoyduğu ada da başlatır.
    Destan, tanrıların gökyüzündeki toplantılarında Odysseus’un artık
    Kalypso’nun yanından ayrılarak evine dönmesine karar vermeleriyle
    başlar. Eski Yunan efsanelerinde tanrılar hep insanların yaşantılarına
    karışır ve bazen pek de adaletli sayılmayacak kararlar verirlerdi.
    Tanrıların bazıları Odysseus’tan yanayken, bazıları da ondan nefret
    ediyor ve ona kötülük etmek istiyordu. Baş düşmanıysa deniz tanrısı
    Poseidon’du. Odysseus’un gemisinin sürekli olarak kazaya uğraması ve
    rotasını şaşırması hep bu yüzdendir. Tanrılar Odysseus’u eve dönmesine
    izin vermeyi kararlaştırdıkları zaman bile, Poseidon’un ona duyduğu
    öfke sürmektedir.
    Öte yandan, Odysseus’tan yana olan Savaş Tanrıçası Athena, Odysseus’un
    oğlu Telemakhos’a öğüt vermek için toplantıdan sonra doğru İthake’ye
    gider. Telemakhos ile Penelope birtakım sorunlarla yüz yüzedir.
    Odysseus’un evine yerleşen komşu ülkenin ileri gelenleri Penelope’ye
    artık kocası öldüğüne göre aralarından birini kendisine koca seçmesi
    için bakı yapmaktadır. Penelope, ancak Odysseus’un yaşlı babası için
    dokuduğu kefeni bitirdikten sonra karar vereceğini söyleyerek onları
    oyalar. Gündüzleri dokuduğu kumaşları geceleri sökerek zaman kazanmaya
    çalışır. Kılık değiştirip kendisini Odysseus’un eski bir arkadaşı
    olarak tanıtan Athena’nın gelişi Penelope’yi büyük ölçüde rahatlatır.
    Athena Telemakhos’a, babasını araması için yola çıkmasını salık verir.
    Athena’nın da onunla birlikte çıktığı bu yolculuk, Penelophe’nin
    kararını daha da geciktirmesini sağlar. Penelope ile evlenmek
    isteyenler çok öfkelenerek, döndüğü zaman Telemakhos’u öldürmeyi
    planlarlar.
    Yunanistan’ı baştan başa dolaşan Telemakhos, sonunda Truva Savaşı’nın
    çıkmasına neden olan Helen’in kocası Sparta Kralı Menelaos’tan
    Odysseus’un bir ada da Kalypso’nun yanında olduğunu öğrenir. Oysa tam
    bu sırada tanrılar Kalypso’nun Odysseus’u özgür bırakmasına karar
    vermişlerdir. Odysseus Kalypso’nun yardımıyla bir sal yapıp denize
    açılır, ama Poseidon’un nefreti bir kez daha felaketine neden olur.
    Deniz tanrısı, bir fırtınayla salı batırır. Odysseus boğulmaktan
    kurtulur ve yüzerek bir adaya çıkar. Adanın kralı olan Alkinoos’un kızı
    Nausikaa Odysseus’u bulur ve ona yardım eder. Bu arada ona gönlünü
    kaptıran ve orada kalması için yalvaran Nausikaa, Odysseus’u alıp
    babasının sarayına götürür. Odysseus, Kral Alkinoos’a ve bütün
    saraylara bu adaya ayak basıncaya kadar başından geçenleri anlatır.
    AsiRuH
    AsiRuH
    yönetici
    yönetici


    Erkek
    mesaj sayısı : 9861
    Yaş : 36
    İş/meslek : xxxxx
    Kayıt tarihi : 27/09/08

    Dünya Destanları Empty Geri: Dünya Destanları

    Mesaj  AsiRuH Paz Ekim 12, 2008 10:16 pm

    Odysseus’un Serüvenleri

    Odysseus, Truva Savaşı’ndan sonra İthake’ye dönmek için gemisine binip
    yola çıktığını, ama çok geçmeden sert bir fırtına yüzünden Lotophagoi
    (Lotus Yiyenler) ülkesine sürüklendiğini anlatır. Bazı denizciler orada
    Lotus’un meyvesini yedikleri için yolculuğun amacını unutur,
    arkadaşlarını bile tanımazlar. Odysseus onları zorla gemilere bindirip
    yeniden yola çıkarır. Derken dev soyundan, tepegöz yaratıklar olan
    Kikloplar’ın yaşadığı bir adaya çıkarlar. Orada, Polyphemos adlı dev
    Odysseus’un altı arkadaşını öldürerek yer, ama dev uyurken Odysseus bir
    sopayla onun gözünü kör ederek kaçmayı başarır.
    Polyphemos’un elinden canlarını kıl payı kurtardıktan sonra rüzgarlar
    tanrısının adasına varırlar; tanrı onlara, dönüş yolculuklarını
    engelleyebilecek bütün rüzgarların içinde hapis tutulduğu bir torba
    verir. On gün sonra tam İthake’ye yaklaşırken, meraklarını yenemeyen
    tayfalar Odysseus uykudayken, içinde ne olduğunu görmek için torbayı
    açınca, ne kadar rüzgar varsa dışarı çıkar ve korkunç bir fırtına
    kopar. Gemiler İthake’den çok uzaklara sürüklenir. Çok geçmeden de
    Laistrygon adlı dev yamyamların yaşadığı bir ülkeye varırlar.
    Yamyamların saldırısına uğrayan gemicilerden yalnızca Odysseus’un
    gemisindekiler canını kurtarabilir. Kalan bu tek gemideki denizciler,
    acı ve umutsuzluk içinde, tanrıça Kirke’nin yaşadığı adaya varırlar.
    Büyücü olan Kirke, sarayında düzenlediği şölene çağırdığı denizcilerin
    çoğunu domuza dönüştürür. Ne var ki, Odysseus Tanrı Hermes’in verdiği
    sihirli bir otun yardımıyla onların imdadına yetişir. Kirke de büyüyü
    bozmaya razı olur. Odysseus ile arkadaşları bir yıl Kirke’nin sarayında
    kalırlar. Ama sonunda İthake’ye dönme istekleri ağır basar ve yeniden
    denize açılırlar. Ancak önce İthake’ye değil, bilge kahin Teiresias’ın
    ruhuna akıl danışmak için ölüler ülkesine yola çıkarlar. Teriesias,
    Odysseus’u yolculuk sırasında karşısına çıkacak tehlikelere karşı
    uyarır, bunlarla başa çıkabilmesi için öğütler verir.
    Gerçekten de serüvenler birbirini kovalar, ama Odysseus hepsinden de
    sağ çıkmayı başarır. Şarkılarıyla erkekleri sarhoş edip ölüme
    sürükleyen güzel sesli Sirenler’in tehlikeli büyüsünden kurtulduktan
    sonra bir yanda canavar Skylla’nın, öte yanda Kharybdis anaforun
    bulunduğu boğazı da sağ salim geçer. Sicilya kıyılarına çıktıklarında
    Odysseus arkadaşlarını koyun ve sığır sürülerine dokunmamaları için
    uyarırsa da, onlar bu uyarıya kulak asmaz. Ne var ki, kesip yedikleri
    koyunlar gerçek ve Işık Tanrısı Apollon’un malıdır ve Apollon onları
    tam adadan ayrılırken korkunç bir fırtınayla cezalandırır. Gemi bir
    yıldırımla paramparça olur, tayfaların tümü boğulur. Tek başına
    kurutulan Odysseus dokuz gün denizle boğuştuktan sonra bu günkü Malta
    Adası olduğu sanılan, Kalypso’nun yaşadığı adada karaya çıkar.

    Eve Dönüş

    Bu acılı öyküden Kral Alkinoos öyle duygulanır ki,yurduna geri
    dönebilmesi için Odysseus’a hem bir gemi, hem de tayfa verir. Bu kez
    Odysseus sağ salim İthake’ye varır. Derin bir uykudayken dost
    denizciler onu yavaşça kumun üzerine yatırırlar. Uyanınca Athena ona
    Penelope ile evlenmekten isteyenlerden söz eder ve Telemakhos’u
    öldürmeyi planladıklarını anlatır. Tanınmasın diye Odysseus’u dilenci
    kılığına sokar ve ona yardım etmesi için gizlice Telemakhos’u getirir.
    Yalnızca Telemakhos ve sadık bir uşak Odysseus kim olduğunu
    bilmektedir. Odysseus ne yapacaklarını planlarken hep birlikte uşağın
    kulübesine sığınırlar. Penelope’yle evlenmek isteyenler, Odysseus’u
    dilenci sanarak kendi sarayında aşağılarlar.
    Penelope sonunda,her kim Odysseus’un büyük yayını germeyi başarırsa
    onunla evlenebileceğini söyler. Herkes dener, ama bu işi kolayca
    başaran hala dilenci kılığındaki Odysseus olur. Üzerindeki yırtık
    pırtık giysileri atınca kim olduğu ortaya çıkan Odysseus, Telemakhos’un
    yardımıyla, Penelope ile evlenmek isteyenleri birer birer öldürür.
    Penelope’nin bile tanımakta güçlük çektiği Odysseus’un çilesi son
    bulur, karısına ve evine kavuşur.

    FİRDEVSİ VE ŞEHNAME’Sİ

    Divan edebiyatın da derinden etkilemiş büyük bir İran’lı şairidir. Günümüze Şehname adlı yapıtı kalmıştır.
    Asıl adı Ebu’l-Kasım Mansur olan Firdevsi’nin yaşamı hakkında yeterli
    kesin bilgi yoktur. Yaşamı çeşitli söylencelere karışmış, eski
    kaynaklarda bir masal havasında anlatılmıştır. Firdevsi Tus kentinde
    soylu bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Şehname’den, iyi bir öğrenim
    gördüğü, eski Farsça ile Arapça’yı ustalıkla kullanacak derecede
    öğrendiği anlaşılmaktadır. Daha gençlik yıllarında İran Tarihine büyük
    bir ilgi duydu. Halk arasında anlatılan efsane ve öyküleri de kapsayan
    büyük bir destan yazmak istiyordu. 974 yılında Şehname’yi yazmaya
    konuldu.
    Şairin bundan sonraki yaşamı üzerine çeşitli öyküler anlatılmaktadır.
    Yaygın olan öyküye göre Firdevsi, Şehname’yi Gazneli Sultan Mahmud’a
    sunmak için Gazne’ye gider; ama saraya girmekte zorluk çeker. Sarayın
    çevresinde dolaşırken üç saray şairi ile karşılaşır. Onlara dileğini
    söyler. Şairler Firdevsi’yi sınamak için küçük bir deneme yaparlar.
    Denemenin amacı şudur: Dizeleri “ şen ” hecesiyle biten bir dörtlük
    söylemek. Buna göre her biri sırayla bir dize söyleyecektir. Farsça’da
    “ şen “ hecesiyle biten üçten fazla sözcük bulunmadığını düşünen saray
    şairleri, Firdevsi’nin uyak bulamayacağından emindirler. Saray şairleri
    sırayla üç dize söyledikten sonra sıra Firdevsi’ye gelir. Firdevsi,
    İran’ın eski kahramanlarından Poşen’in adını dördüncü dizeye uyak
    yaparak dörtlüğü tamamlar. Bu kahramanın kim olduğunu bilmeyen şairler
    Firdevsi’nin açıklamalarına hayran kalırlar ve Firdevsi’yi Sultan
    Mahmud’a tanıtırlar.
    Firdevsi, kısa zamanda Sultan Mahmud’un hayranlığını kazanır. Sarayda
    kendisine özel bir yer ayrılır ve Şehname’yi yazmayı burada sürdürür.
    Firdevsi’nin yazdığı bölümleri okudukça hayranlığı artan Sultan Mahmud
    şairin her beyti için bir altı ödenmesini buyurur. Ama vezir,
    Firdevsi’yi kıskandığı için ve bu ödemenin bütçeye büyük getireceği
    gerekçesiyle buyruğu savsaklayıp, ödemeyi yapmaz. Firdevsi ise
    kişiliğine yediremediği için veziri, Sultana şikayet edemez. Bu arada
    şairin yazdığı bölümler elden ele dolaşmakta, ünü yaygınlaşmaktadır.
    Ama bu durum şaire düşman kazandırır, sarayda onu çekemeyenler artar.
    Bu kişiler, Firdevsi’nin din yolundan sapmış biri olduğunu ileri
    sürerler ve söylentiler Sultana kadar ulaşır. Sonunda Firdevsi 60 bin
    beyitten oluşan Şehname’yi Sultan Mahmud’a sunar. Sultan şaire 60 bin
    altı yerine 60 bin gümüş verince Firdevsi, kendisini aşağılanmış
    hissederek saraydan ayrılır. Bir söylentiye göre aldığı paranın
    yarısını bir hamamcıya, yarısını da içtiği şerbetin karşılığı olarak
    şerbetçiye verir. Daha sonra Herat kentinde bir dostunun yanına sığınır.
    Bazı kaynaklar Firdevsi’nin Herat’tayken Sultan Mahmud için ağır bir
    yergi şiiri yazdığından söz eder. Bazı kaynaklarda ise şairin, Herat’ta
    büyük bir caminin duvarına Sultan Mahmud için yazdığı övgü şiirini
    astığını ve bu övgüyü duyan Sultan Mahmud’un yapılan haksızlığı
    öğrendiği yazılıdır. Sultan Mahmud, hemen 60 bin altını Firdevsi’ye
    gönderir. Ama altınları getiren ulak, kentin bir kapısından girerken,
    Firdevsi’nin cenazesi de öbür kapıdan çıkmaktadır. Şairin kızı da
    gönderilen altınları bir hayır kurumuna bağışlar.
    Firdevsi’nin Şehnamesi, İran’ın Arap egemenliğine girene kadarki
    tarihini içerir. İran tarihi ve mitolojisi, eldeki eski kitaplara,
    dilden dile dolaşan söylencelere ve öykülere dayanılarak yazılmıştır.
    Yapıt mesnevi biçimde düzenlenmiş 60 bin beyitlik bir şiirdir. Firdevsi
    yapıtını yazarken bir tarihçi gibi çalışmış ama tarihsel bilgileri
    güçlü şiir yeteneği ile işlemiştir. Yapıtın yazıldığı dönemde
    Arapça’nın çok yaygın olmasına karşın, Firdevsi Arap dili ve kültürünün
    egemenliği altındaki İran ulusuna, büyük bir tarih ve kültür
    zenginliğine sahip olduğunu göstermek istercesine kendi dillerinde bir
    yapıt sunmuştur. Yapıt çok yalın bir dille yazılmıştır. Şehname gerek
    şiirsel gücüyle, gerek bilgi zenginliğiyle Divan şairlerinin
    başyapıtlarından biridir. Bunu yanı sıra bir ulusun tarihi üzerine tek
    bir şair tarafından yazılmış benzer bir yapıt yoktur. Şehname dünya
    şiirinin, özellikle destan türünün büyük klasikleri arasındadır.
    Dünyanın birçok diline çevrilmiş olan yapıt Türkçe’ye ilk kez
    16.yüzyılda Tatar Ali Efendi tarafından eksiksiz olarak çevrilmiştir.
    Günümüz Türkçe’sine ise Necati Lugal tarafından aktarılmıştır.

    GILGAMIŞ DESTANI

    Ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsüdür. Destana konu olan kral
    Gılgamış İÖ 3000 yıllarının ilk yarısında Mezopotamya’daki Uruk
    kentinde hüküm sürmüştür. Ölümsüzlüğün ve bilginin peşindeki insanı
    yücelterek anlatan Gılgamış Destanı, günümüze kalabilmiş, bilinen en
    eski destandır.
    Gılgamış Destanı, Akat ve Sümer dillerinde yazılmış tabletlerden
    derlenmiştir. Bunlardan günümüze 12 tablet kalabilmiştir. Ama bu
    tabletler eksik olduğu için destan metninin bütünü elde edilememiştir.
    1855’te Ninova’da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal’in bulunan
    bu tabletlere daha sonra Türk-İran sınırında ve Irak’taki Nippur kenti
    kazılarında bulunan tabletler eklenmiştir. Ayrıca Türkiye’de Sultan
    Tepe ve Boğazköy’de yapılan kazılarda da destanını bazı bulunmuşsa da
    henüz tümü gün ışığına çıkarılmamıştır.
    Bu tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle
    anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve
    denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez
    bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından
    geçen serüvenler anlatılır. İlk serüven Gılgamış ile Gök tanrısı Anu
    arasında geçer. Halkına acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen
    Anu, onu öldürmek için vahşi bir hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar.
    Enkidu ile Gılgamış arasındaki savaşta Gılgamış üstün gelir. Daha sonra
    Enkidu Gılgamış’ın en yakın dostu ve yardımcısı olur. Bunun ardından
    gelen serüven Gılgamış ile aşk tanrıçası İştar arasında yaşanır. İştar
    Gılgamış’a evlenme önerisinde bulunur. Gılgamış bunu red eder. Onuru
    kırılan İştar Gılgamış’ı öldürmek için yeryüzüne bir boğa gönderir.
    Gılgamış, Enkidu’nun da yardımıyla boğayı öldürür. Enkidu rüyasında,
    boğayı öldürdüğü için tanrılar tarafından ölüme mahkum edildiğini
    görür. Destanın bundan sonraki bölümüyle ilgili tabletler
    bulunamamıştır. Ama, destanın devamının yer aldığı Gılgamış’ın Enkidu
    için yaktığı ağıtı, düzenlediği görkemli cenaze törenini, sonunda
    Enkidu’nun ölüler dünyasına göçtüğünü anlatan tabletler
    bulunabilmiştir. Destanda Enkidu’nun ölümünü Tufan öyküsü izler. Tufan,
    yeryüzünün sularla dolup taşmasının öyküsüdür. Gılgamış destanında
    Tufan’ı tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış,
    Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak üzere
    yola çıkar. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir.
    Utnapiştim’i bulan Gılgamış, onun verdiği ölümsüzlük otuyla gençliğine
    yeniden dönecek ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ama, destanının insanlar
    için en üzücü bölümü burada başlar. Çünkü Gılgamış ölümsüzlük otunu
    yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve Uruk’a eli boş
    döner. Bazı kaynaklar, Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu halkıyla birlikte
    yemek istediğini belirtir. Destan Gılgamış’ın ölüm karşısında acı
    yenilgisiyle biter.

    RAMAYANA

    Bir Hint destanıdır. 24 bin kıtadan meydana gelir. Onun kahramanı
    Rama’nın hikayesidir. Rama, prensin kızı ile Sita ile evlenmek ister.
    Prens, kızına Tanrı Şiva’nın yayını çekebilecek savaşçıya vereceğine
    söz vermiştir. Bu savaşçı başka şehirde tutulmaktadır; dönüşünde Rama,
    onun mirasçısı olacaktır. Bu anlaşma, Kralın ikinci karısı tarafında
    kabul edilemez. Rama, nişanlısı ve kardeşi sürülür. Hepsi, Hindistan2ı
    kaplayan büyük ormana yola çıkarlar; devlerle birçok çarpışmaları olur,
    birçok felaketlere uğrarlar. Seylan’ın dev kralının eline düşen Sita’yı
    kurtarmak için, Seylan’la Hindistan arasında, deniz üzerinde bir köprü kurulur; Sita, türlü çetin tecrübelerden geçer ve sonunda Rama ile evlenir.

    VİRJİL

    Latin şairlerinin en büyüğü ve onun büyük eseri Aeneid. Virjil, öldüğü
    zaman bu eser henüz bitmemişti. Şairin eserindeki amaç, İmparator
    Ağustos zamanında Roma’nın yükselişini ve yükselmek için kendini nasıl
    feda etmek gerektiğini anlatır. 12 kitaptan meydana gelen bu destan,
    Trojan’ın tarihini anlatır; kendi maceralarını ve İtalya’ya ulaşmadan
    önce başından geçenleri ve seyahatlerini, orada yeni bir şehir bulmak
    için savaşlarını işler

    KALEVELA

    Fin milli destanıdır. Çoğu Kalevela’da, Elios Lönnrot tarafından
    toplanmış olan halk şarkılarından oluşur. Fin bilginleri bu destanın
    işlenmesini üç aşamaya ayırmışlardır:
    1. Orijinal olarak yayınlanmamış (Prota-Kalevela), 5052 beyit, 16 şarkı
    2. Eski Kalevela (yayımı : 1835-1836),12078 beyit,12 şarkı
    3. yeni Kalevela (ikinci yayımı: 1849), 22795 beyit, 50 şarkı.
    Kalevela’tı meydana getiren şarkılar beş kahramanın etrafında toplanır. Bunlar, saz şairi,

      Forum Saati Perş. Mayıs 09, 2024 7:58 am