Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy
28 Ağustos 1828'da Rusya'nın Tula bölgesinde
ailesine ait geniş topraklarda dünyaya geldi. Tolstoy ailesi
tarihe yön veren bir çok önemli kişinin çıktığı
oldukça ilgi gören aristokrat bir aileydi. Atalarından biri
Çar Petro'nun başarılı bakanlarından biriydi. Yeğeni Kont Aleksi
Konstantinoviç Tolstoy ise ''Mütiş İvan'ın
Ölümü'' gibi oyunlarıyla ün salmış bir şair ve
drama yazarıydı. Anne tarafından da
dedesi Prens Nikola Volkonski
Büyük Katerina'nın ordularının başkomutanıydı.
Sosyal durumu ve sahip olduğu zenginlikler bakımından geniş bir aile içinde dünyaya gelmiş olması
daha doğuşundan Tolstoy'un rahat ve huzurlu bir hayata adanmış olduğu
kanısını uyandırabilir. Son derece geniş toprakların efendisi olarak
yüzlerce köylünün yaşaması ve ölümü
onun dudakları arasındaydı. İsteseydi saray çevrelerinin
neşesine ve büyüleyici renkli eğlencelerine katılabilir
St. Petersburg'daki Rus yüksek sosyetesine girebilirdi. Oysa Tostoy
mutluluğu genç yaşından beri maneviyatta aradı.
Daha altı aşına varmadan annesi öldü. Dokuz yaşında da babasını kaybeden Lev
akrabaları ve kardeşleri tarafından şevkatle
büyütüldü. Özellikle sevgili teyzesi
Tatyana'yla olan yakınlığı ve çocukluğu üzerinde bıraktığı
izler hayatı boyunca silinmemiştir. Kişiliği zıtlıklarla dolu olan dahi
yazarın çocukluğunda bile gözlerinde hem fanatizme varan
dinsel bir anlam
hem de şen hayat dolu bir ifade okunabiliyordu. Dünyaya soylu bir
aristokrat olarak geldiği halde hiçbir zaman bundan bir
övünme payı çıkarmamış
aksine kendini bir köylü olarak görmüştü.
Yüzünün çirkinliği yüzündende
oldukça muzdarip olan Tolstoy
yüzünü gizlemek için gençliğinden beri
sakallını uzatarak yüzünü gizlemeye çalıştı.
Gerçekten de görünüşündeki çirkinlik
eserleri sayesinde ünü bütün Rusya'ya daha sonra da bütün Avrupa'ya yayıldığı zaman
hayranlarında da hayal kırıklığı yaratmıştır. Çok defa kendisini görmek için uzak yerlerden geliyorlar
sofada üstadı bekliyorlar
içeri iri-yarı
heybetli görünüşlü kocaman papaz sakallı bir devin
bir dahinin girmesini bekliyorlardı. Fakat karşılarında kısa boylu
tıknaz bir adam görünce hayranlıkla hayalkırıklığı karışımı
bir duyguya kapılıyorlardı. Ancak kalın kaşlarının altındaki
bıçak kadar keskin bakışları baktığı kişiyi adeta esir eder
büyülerdi. Maksim Gorki'nin de dediği gibi; ''Tolstoy'un
gözlerinde yüzlerce göz gizlidir''.
St. Petersburg'daki okul yıllarında sosyete çevresinin rahat ve
sorumsuz yaşantısı içinde savrulurken bile ahlak
yönünden her zaman kusursuz kalmaya özen gösteren
Tolstoy
henüz yirmi iki yaşındayken ilk defa ciddi bir karar almak zorunda
kaldı. 1851'de üniversitedeki öğrenim süresi sona ermek
üzereyken
ailesi babasından kalan toprakların yönetimini eline alması
için onun eve dönmesini istediler. Bunun dışında Tolstoy
için seçecek bir tek başka yol vardı; Toprakların
yönetimini kardeşlerinden birine bırakmak ve devlet memurluğuna
girmek. Fakat bir türlü karar veremiyordu.
Sonra hiç beklenmedik bir anda
birden bir karara vardı
ama bu beklenenlerin ikiside değildi. İki alternatif yerine Çar ordusunda subay olan kardeşi Nikola'yla birlikte
Çar kuvvetlerinin
Tatar kavimlerinin isyanını bastırmak için savaştıkları
Kafkasya'ya gitmeyi tercih etti. Gönüllü olarak
askerlerin dağ köylerine yaptıkları baskınlara katıldı. Bir yıl
sonra bu sefer sırasında edindiği tecrübelerden yararlanarak
'' Baskın '' adlı kitabını yazdı. Daha ilk eserinde bile
şairce anlatımının ustalığı ve çarpıcılığı dönemin
büyük yazarlarının ve edebiyat eleştirmenlerinin dikkatini
çekti. Baskın
Tolstoy'un ilk denemesi değildi. St Petersburg'dayayınlanan bir dergide
''Çocukluk'' adlı otobiyografi niteliğinde bir oyunu
çıkmıştı. Bu oyun bile gerek oyuncu kitlesi
gerekse önde gelen yazarlar arasında Tolstoy'un çok şeyler vaaddettiği kanısını uyandırmıştı.
Baskın'dan sonra ordudaki görevinden arta kalan zamanlarda ilk
büyük romanı '' Kazaklar''ı yazmaya başladı. Fakat bu eseri
1863'e kadar yayınlanamadı. Kazaklar'dan önce Sivastapol kuşatması
üzerine yazdığı izlenimleri ile ( ''Sivastapol Hikayeleri'' )
ününü biraz daha pekiştirdi. Ünlü Turgenyev
bile onun için şöyle diyecekti: '' Bu genç yazar
hepimizi gölgede bırakacak. En iyisi yazmaktan vazgeçmek.''
Asker olarak hiç mutlu olmayan Tolstoy
edindiği acı deneyimler ve karşılaştığı dehşet verici olaylar
yüzünden savaştan nefret etmeye başlamıştı.
Gördükleri karşısında hayatın gerçek anlamını
düşnüyor
kafasını karıştıran sorulara cevap arıyordu. Henüz yirmi altı
yaşında 1855 Martında günlüğüne şunları yazıyordu:
''İnsanı şaşkına çevirecek büyük bir fikrim var...
İnsanoğlunun gelişmesine uygun yeni bir din kurmak; Hz İsa'nın dini...
Pratik bir din
gelecek için mutluluk vaadetmiyor. Sadece bu dünya
üzerinde mutluluğu sağlıyor... Din aracılığıyla insanoğlunun
birlik olması için bilinçli bir şekilde
çalışmak...''
Bu hedefe ulaşmak için usanmadan çalışmaya başlaması
için aradan yirmi dört yıl daha geçecekti. Fakat
düşünce ile uygulamayı birbirinden ayıran çeyrek
yüzyıl boyunca hep bu hedefe ulaşmak için uğraşıp
didinmiştir.
Ordudan ayrıldıktan sonra bir süre St Petersburg'da yaşadı
ardından bir Avrupa turuna çıktı. 1858 başlarında da Rusya'ya
Yasnaya Polyana'ya
topraklarına döndü. Topraklarıyla ilgilenmeye başladı. Artık bir köy efendisi gibi yaşıyordu
köylülerin yaşam tarzını yakından incelemeye başladı.
İki yıl sonra tekrar yabancı ülkelere ama bu sefer buralardaki
eğitim sistemini incelemeye gitti. Dönüşünde Yasnaya
Polyana'da bir okul açıp
bu okulda tamamen devrimci metotlarla eğitime başladı. Derslere katılmak zorunlu değildi. Ceza
ödül ya da derecelendirme yoktu. Çocuklar okula istedikleri kılıkta gelebiliyor
canları isterse dersi dinliyor
istemezse dinlemiyorlardı.
Ne yazık ki Tolstoy'un sağlık durumunun bozulması
bir yıl sonra bu denemesinden vaz geçmesine sebep oldu. Tedavi için başka bir yerde bulunduğu sırada
polis onu devrimci olarak suçlayarak evini didik didik aradılar.
Ancak işlerine yarayacak hiç bir belge bulamadılar. Ayrıca
ailesinin toplumda oldukça nüfuslu oluşu ve onun da artık
çok ünlü bir yazar olması
polisi kendinden uzak tutuyordu.
Bütün zamanını topraklarının yönetimine ve eserlerini yazmaya ayıran Tolstoy
hayatının ortasına rastlayan 1862-1876 döneminde en sakin ve mutlu
olduğu yılları yaşadı. 1862'de eski bir aile dostunun kızı Sofia Behrs
ile bir aşk evliliği yaptı. Genç evlilerdaha başlangıçtan
beri çok mutlu bir hayat sürmeye başladılar. Tolstoy
nikahtan kısa bir süre sonra başyapıtı ''Savaş ve Barış''ı yazmaya koyuldu. İki soylu ailenin
tarihi olayların akışı içinde çizilen alınyazılar çevresinde kurulmuş olan roman
tolstoy ailesinin ve annesinin ailesi Volkonski'lerin arşivlerinden
esinlenilerek yazılmıştır. Bir çok eleştirmene göre
dünyanın en büyük romanı olan bu eserinde Tolstoy'un
dehası
bütün göz kamaştırıcılığıyla görülmektedir.
Tolstoy 1873 yılı Mart ayında ikinci büyük eseri olan '' Anna
Karenina''yı yazmaya başladı. Bu dönemde hayatı oldukça
bunalımlı olan yazar
önce çok sevdiği Tatyana teyzesini
ardından da çocuklarından ikisini kaybetti. Ayrıca karısının
hastalığı ve resmi makamların eğitimle ilgili çalışmalarını
kösteklemesi de cabasıydı. Bütün bunlara rağmen '' Anna
Karenina''
yadsınamaz şekilde bir usta eseridir. Bu romanında Tolstoy
Shakespeare dışında hiçbir yazarın ulaşamadığı biçimde
insan karakterini çözümlemektedir.
Tolstoy'u bu sıkıntılı döneminden kurtaran yirmi dört yıl
önce oluşturduğu fikrin bir anda zihninde büyük bir
saydamlıkla belirmesi oldu. Yeni din fikrini uygulamaya artık
kararlıydı. Son nefesini verdiği 1910 yılına kadar
insanoğlunun din aracılığıyla birlik olması uğruna çaba gösterdi. Eserlerinin hepsi
'' Karanlığın Kudreti''
''Kroyçer Sonatı'' ve ''Diriliş''
hep bu amaca yönelmişti. Kendi yaşantısını da öğretisine
uydurmak için elinden geleni yaptı. Basit bir
köylünün yaşayış biçimine ayak uydurmak
için her şeyini sadeleştirdi. Hayatının son yılında da evini ve
karısını bırakıp köylüler arasına karışıp kaybolmak
için bindiği trende rahatsızlandı ve bir hafta sonra da 7 Kasım
1910 yılında 82 yaşında hayatını kaybetti.