Annesi, Müslüman olduğunu duyunca, çok kızdı. Fakat
yine de annesine karşı, gereken saygıyı gösteriyordu. Onu
üzmemek için elinden geleni yapıyordu. Kendisine olan
bağlılığını bilen annesi, oğluna sordu:
- Senin dînin, hısım akrabâya iyi muâmele edilmesini,
onları üzmemek lâzım geldiğini ve onların emirlerine uymak
gerektiğini emretmiyor mu?
- Dînimiz, ana-babayı ve akrabâyı üzmemeyi emretmektedir.
Bunun üzerine annesi esas maksadını söyledi:
- Yâ Sa’d! Vallahi, sen bu yeni dinden vazgeçip,
atalarımızın dînine dönünceye kadar, yiyip
içmiyeceğim. Ölmüş olsam bile bu ahdimden
dönmiyeceğim. Anne katili olarak da herkes seni ayıplayacak!
İster ye, ister yeme!
O güne kadar, annesini üzmeyen, bir dediğini iki etmeyen
Hazret-i Sa’d, Allahü teâlâya ve O’nun
Resûlüne olan muhabbet ve îmânının kuvvetli
olması sebebiyle, bu teklîf karşısında tüyleri
ürpererek annesine şu cevâbı verdi:
- Ey anne, senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti
bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem!
Artık ister ye, ister yeme! Bu senin bileceğin bir iştir. Benim kararım
kat’îdir. Geri dönüşüm mümkün
değildir. Bunu böyle bil!
Annesi, oğlunun İslâmiyete olan bu bağlılığını görünce,
çâresiz kalıp yemeye içmeye başladı.
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin başından
geçen, annesiyle ilgili bu hâdiseden sonra, Allahü
teâlâ, evlâdın ana-babaya hangi hâllerde
tâbi olacağı, onların hangi emirlerini yerine getireceği
husûsunda, Ankebût sûresinin sekizinci âyet-i
kerîmesini gönderdi.
Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:
(Biz insana, ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla
beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın, ilâh tanımadığın bir
şeyi bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara bu
husûsta itâ’at etme! Dönüşünüz
ancak banadır. Ben de yaptığınız amellerin karşılığını size vereceğim.)
devamı gelicek..