.talk4her müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi |
| | ŞanlıUrfa yı tanıyalım | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm | |
| ŞanlıUrfa Hakkında Genel Bilgiler Şanlıurfa'nın Matematiksel Konumu/öncelikle ben urfalıyım ve siz dostlarıma urfa yı biraz olsun tanıtmaya calışacagım...
Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Şanlıurfa, 37 49' 12"- 40 10' 00" doğu meridyeni ile 36 41' 28"- 37 57' 50" kuzey paralelleri arasında yer alır. Şanlıurfa’nın en doğu ucu olan Ceylanpınar'ın doğusunda yer alan Aşağı Hümera Köyü (37 49 12) ile en batıdaki ucu olan Halfeti İlçesi (40 10 00 ) arasında 2 derece 30 dakikalık meridyen farkı vardır. Bu da, 9 dakika 20 saniyelik bir saat farkı etmektedir. En kuzey ucu Siverek ilçesi Bucak Nahiyesi kuzeyindeki Çatalpınar köyü, (37 57 50 ) en güney ucu ise Akçakale ilçesidir.(36 41 28 ) En kuzey ucu ile en güney ucu arası 130 Km'dir. Şanlıurfa‘nın yüzölçümü 18.584 km dir. (D.İ.E 1997 yıllığı) Bu yüzölçümüyle Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 3 ünü oluşturur. Şanlıurfa bu yüzölçümü ile Türkiye’nin 7. büyük şehridir. Şanlıurfa'nın ortalama yükseltisi ise 518 m.dir. | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:18 pm | |
| Şanlıurfa'nın Coğrafi Konumu Şanlıurfa, doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeyinde Adıyaman, kuzeybatısında Diyarbakır illeri ile çevrilmiştir. Güneyinde ise 1921,1926,1929 yıllarında yapılan Ankara Antlaşması ve 1930 Halep protokolüyle çizilmiş bulunan Suriye sınırı ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.
Şanlıurfa, coğrafi konumu nedeniyle üzerinde tarih boyunca bir çok devlet ve beyliğin hüküm sürdüğü, değişik kültürlerin geçiş ve kaynaşma alanı olmuştur. İlk ve orta çağda eski uygarlık merkezlerinden olan Mezopotamya ve Arap ülkeleri ile Avrupa arasındaki bazı yollar Şanlıurfa üzerinden geçmekteydi. Şanlıurfa doğuyu batıya bağlayan bir çok tarihi, ticari ve askeri yolların üzerinde yer almış olması nedeniyle geçmişte ve günümüzde önemli bir il olmuştur.
Şanlıurfa, Dünya’nın ve Türkiye’nin en önemli bölgesel kalkınma projesi olan GAP’ın (Güneydoğu Anadolu Projesi) merkezi durumundadır.
Şanlıurfa, Güneydoğu Toroslar’ ın orta kısmının güney etekleri üzerindedir. İlin kuzeyinde yer alan dağlar ve yüksek tepeler genellikle güneye doğru gittikçe alçalır. Büyük ovalar Şanlıurfa’nın güneyinde yer almaktadır. Sıra tepeler oldukça yaygın olup bunların arasında batıdan doğuya doğru sıralanan Suruç, Harran ve Viranşehir ovaları bulunmaktadır.
Batıya doğru kenarları fazla uzanmış bir altıgene benzeyen Şanlıurfa’nın yüz ölçümü 18.584 km’dir. (DİE 1997 yıllığı) Bu, Türkiye yüz ölçümünün % 3 üne eş değerdir. | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm | |
| Şanlıurfa'nın Jeolojik Yapısı Şanlıurfa yapı bakımından üçüncü jeolojik zamanın son katı olan Poliosen bölümünün karakterini göstermektedir. Eski dünyanın bir bölümü ile birlikte oluşmuştur. Kıvrımlar oluşumundan önce Anadolu’nun bulunduğu sahada Thitys adı verilen bir deniz bulunmaktaydı. Üçüncü Zamanın sonu ve dördüncü zamanın başlangıcında gerçekleşen yan basınçlar ve patlamalardan pek etkilenmeyen Şanlıurfa, üzerinde bulunduğu sert kütle üzerinde biraz yükselmiş ve yer yer kıvrılmalara uğramıştır. Şanlıurfa’nın kuzeydoğusunda yer alan Siverek, Hilvan, ve Viranşehir sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ’dan fışkırmış bazalt taşlardan oluşmuştur. Şanlıurfa’nın önemli kısmı ise kalker formasyonu ile kaplıdır.
Kaynak: Mehmet Akbıyık, Makale, Uygarlığın Doğduğu Şehir Şanlıurfa , ŞURKAV yayınları, Tisamat Matbaası, 2002 | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:19 pm | |
| Şanlıurfa'nın Yeryüzü Şekilleri Şanlıurfa, eski kara kütlesi olan S.Arabistan platformunun kuzey bölümleri ile Güneydoğu Torosların orta kısmının güney etekleri arasında yer almaktadır. Senklinaller ve Antiklinaller arasında geniş ovalar bulunur. Şanlıurfa arazisi % 60.4 dalgalı, % 22 dağlık, % 16.3 ova, % 1.3 plato karakteri göstermektedir. Şanlıurfa ‘nın kuzeyinde bir çok yükseltiye sahip dağ ve tepeler yer alır. Bu dağlardan en önemlisi sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ’dır. (Bay tape, Mirinmir Tepe 1938 m) Karacadağ Şanlıurfa’nın en yüksek noktasını teşkil eder. Karacadağ’dan güneye doğru gidildikçe yükselti azalır. Güney yarısında Şanlıurfa’nın en önemli ovaları olan Harran, Suruç, Viranşehir ovaları yer alır. Şanlıurfa’nın güney, güneybatı, batı, kuzey kesimleri yer yer 600-800 m arasında yükseltisi olan tepelerle çevrilidir. Şanlıurfa’nın yüzey şekillerinin (Relyef) sade ve basitliliği hemen dikkati çeker. Karacadağ’ın püskürttüğü lavlar oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bazalt karakterindedir. Şanlıurfa’nın büyük bir kısmı kalkerli yapıdan oluşmuştur. Bu nedenle karst topoğrafyasına ait yüzey şekilleri bulunur. Şanlıurfa’nın etrafında çok sayıda mağara, sarnıç, polye, dolin bulunmaktadır. (Kanlı Mağara, Dedenin Sarnıcı, Nemrud’un Tahtı vb.) | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:20 pm | |
| Şanlıurfa ili İlçeleri [b][i]Akçakale
AKÇAKALE M.Ö.II. asır ortalarında Asur hakimiyetinde olan yöre; M.Ö. 610'da Med ve Persler'in eline geçmiştir. Büyük İskender'in M.Ö. 331 yılındaki Asya Seferi'nde Makedonya Krallığına katılmış ve İslam dönemine kadar sırayla Seleukoslar, Edessa (Osrhoene) Krallığı, Roma, Bizans ve Sasaniler arasında el değiştirmiştir. Akçakale 640 yılında Şam ordusunun 661 yılında Emevîler'in eline geçti. 750 yılında Emevîler'in ortadan kaldırılması üzerine Abbasi hakimiyetine geçen yöre 1087'de Selçuklular tarafından feth edilmiştir. 1144 yılında Urfa'nın Zengiler tarafından fethedilmesi ile Musul Atabeyliğine bağlanan bölge daha sonra Eyyubilerle Anadolu Selçukluları arasında paylaşılmıştır. 1244 yılında Tatarlar, 1260'da ise Moğollar tarafından tahrib edilen şehir Türkiye-Suriye sınırı çizilmeden önce Tel Ebyâd (Beyaz Tepe) olarak biliniyordu. 1921'de sınır tespitinden sonra Akçakale olarak tanındı ve 1946 yılında ilçe haline getirildi. 1 bucağı ve 73 köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre nüfusu 78 bin 363' tür. ( İlçe Merkezi : 33 bin 339, Köy Nüfusu: 45 bin 24
[/i][/b] Birecik
BİRECİK Yakındoğu'nun büyük ticari yollarının kavşağında, Fırat nehri kıyısında güzel bir ilçe olan Birecik; Asurluların çivi yazılarında Basrip - Busrip adlarıyla zikredilmiştir. Arap kavimleri Bireh, Türkler ise küçük kale anlamında Birecik demişlerdir. 1923 yılında ilçe olmuştur. İl merkezinin 90 Km batısında bulunmaktadır. 1 bucağı, Ayran ve Mezra isimli 2 kasabası, 63 köyü ve 89 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 74 bin 290' dır. ( İlçe merkezi 39 bin 968, Köy nüfusu ise 34 bin 322' dir. 2001 yılı itibariyle nüfusunun 80 bin civarında olduğu sanılmaktadır.) 1894 yılında yapılan kazılarda Şehrin Paleolitik (Eski taş devri) döneminden beri yerleşim birimi olduğu anlaşılmıştır. M.S. 35 yılında Romalıların, Haçlı seferleri sırasında (1099) Fransız Kontluğunun eline geçmiştir. Daha sonra Artukoğulları'na bağlanan Şehir, 7. yüzyılda Arap ordularınca fethedilmiş, çeşitli devletlerin hakimiyetinden sonra Moğol istilasına uğramıştır. Dünyada nesli tükenmeye yüz tutmuş olan Kelaynak kuşlarının dünya üzerindeki ikinci yeridir. GAP çerçevesinde yapılan Birecik Barajı ile de ayrı bir önem kazanmıştır. BİRECİK BARAJI Fırat Havzası Gelişme Planı içerisinde son kademeyi teşkil edip, Sınır-Fırat projesi kapsamında yer alan BİRECİK Barajı ve Hidroelektrik Santralı ATATÜRK Barajı'nın takriben 100 km güneyinde ve Birecik ilçesinin 8 km kadar kuzeybatısında inşa edilmektedir. Enerji ve sulama maksatlı olan bu tesisten yılda 2.5 milyar Kwh elektrik üretimi ile 92 700 hektar tarım arazisinin sulanması sağlanacaktır. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve Belçika firmalarından oluşan konsorsiyuma Birecik Barajı ve Hidroelektrik Santralı "Yap-İşlet-Devret" modeliyle ihale edilmiş durumdadır. İnşaat süresi 5.5 yıldır. Barajın tipi beton ağırlıklı kum çakıl dolgu, Gövde dolgusu 9,4 milyon m3 Temelden yüksekliği 62,5 m, Normal su kotu 387 m, Göl hacmi 1 milyar 220 milyon m3, Kret uzunluğu 2 bin 510 m, Toplam kurulu güç ; 6 x 112 = 672 MW, Yıllık enerji üretimi (sulamadan önce) 2 bin 518 GWh/yıldır. Fırat nehri üzerinde Keban, Karakaya, ****** Barajı ve HES'ten sonra Şanlıurfa'nın Birecik ilçesi yakınlarında yapımına Nisan 1996 yılında başlanan ve inşaat süresi 5.5 yıl olan Birecik Barajı ve HES, planlanan süreden erken bitirilerek, su tutulmasına 1.11.1999 tarihinde başlandı. Türk, Alman, Avusturya, Fransa ve Belçikalı şirketlerin bir araya gelmesiyle oluşturulan şirket tarafından yapımı üstlenilen Birecik Barajı ve Hidroelektrik santrali, 2.3 milyar Alman Markı'na mal oldu. Kurucu gücü 672 MW, yıllık üretimi 2.516 milyon kilovat saat olan Birecik Barajı ve HES'in ilk 2 ünitesi, 2 Aralık 2000 tarihinde devreye alındı. Böylece planlanan süreden önce elektrik üretimi geçekleşmeye başladı. Şirket tarafından 15 yıl işletildikten sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na devredilecek olan Birecik Barajı ve HES'te diğer 4 ünite kademeli olarak devreye alınıyor. KELAYNAKLAR Dünyada soyu tükenmekte olan bir kuş türü olan ve Türkiye'de yalnızca Birecik'te yaşayan Kelaynaklar, Şanlıurfa yöresindeki hayvan türlerinin en ilgincidir. İbidae soyundan olan kelaynaklar, baş ve gerdanları tüysüz olduğundan bu adla anılmaktadır. Birecik'ten başka Fas ve Cezayir'de yaşayan Kelaynaklar kış aylarında Etiyopya ve Madagaskar'a göç ederler ve Şubat ortasından başlayarak Birecik'e gelirler. Kayalık yamaçlarda yuva kurar,yumurtlama döneminden sonra Temmuz ayı ortalarında geri dönerler. 1984'ten bu yana, Birecik'te 12 Nisan tarihinde "KELAYNAK FESTİVALİ" düzenlenmektedir | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm | |
| Bozova
BOZOVA 1526 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Türkmenler tarafından yaylak, Osmanlılar tarafından ise Bozabad olarak adlandırılmış ve son olarak Bozova adıyla 1930 yılında ilçe olmuştur. 2 bucağı, 79 köyü ve 99 mezrası vardır. Bozova'nın 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 70 bin 858' dir. (İlçe merkezi 22 bin 878, köy nüfusu ise 47 bin 980' dir. ) Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen buluntular şehrin Yontmataş çağında (M.Ö.6000 - 8000) bir yerleşim bölgesi olduğunu göstermiştir. Yöredeki Lidar ve Kurban höyükleri Bozova'nın Bakır çağında da (M.Ö.5000 - 3000) bir yerleşme merkezi olduğunu meydana çıkarmıştır. Son yıllarda ilçenin adı, Türk mühendisleri tarafından öz veriyle gerçekleştirilen ****** Barajı ile anılmaya başlanmıştır. ATATÜRK BARAJI VE HES GAP'ın (Güneydoğu Anadolu Projesinin) en önemli ünitelerinden, mevcut 13 projeden biridir. Türk mühendislerinin ve işçilerinin el emeği, göz nuru ve alın teri ile meydana getirilen, tüm dünya ülkelerinin gözlerinin üzerinde olduğu, dostlarımızı sevindiren, düşmanlarımızı çatlatan muhteşem bir projenin ilk ünitesidir. Yıllık enerji üretimi ortalama saatte 8 bin 900 GWh'dır. ****** Barajı ve HES: 67.2 milyar kilovatsaat ve baraj gölünden bırakılan Fırat suyu ile 882 bin hektar alan sulanmaktadır. Kil çekirdekli kaya dolgu tipinde yapılan ****** Barajının temelden yüksekliği 169 m, rezervuar alanı 817 Km2, işletme kapasitesi 2 bin 400 MW'tır. Türkiye'nin Van ve Tuz gölünden sonra 3. büyük gölüdür. GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerinde uygulanan Su Ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesine dayanan Ulaşım, Altyapı, Haberleşme, Eğitim, Sanayi, Sağlık gibi sosyal ve ekonomik sektör yatırımlarını içine alan çok sektörlü ve entegre bir bölge kalkınma projesidir. Entegre bölge kalkınma prensibi ile hazırlanmış bir master plan çerçevesinde, sektörler arası etkileşimleri, kuruluşlar arası koordinasyonu, projeler arası senkronizasyonu dikkate alarak, yatırım programlarına esas olacak somut projeler bütünü olarak, hangi işin, kim tarafından, ne zaman, ne harcama ile gerçekleştirileceğini belirten bir hareket planının varlığıyla yürütülmektedir. Dünyanın en büyük 9 projesi Tıme Dergisinin 1994 yılında yaptığı araştırmaya göre GAP dünyanın en büyük 9 projesinden biri olarak belirtilmiştir. Ayrıca GAP, 7 harika projeden biri olarak kabul edilmektedir. 1. Manş Tüneli , İngiltere - Fransa 2. Yangtze Elektrik Santralı - Çin 3. Asma Köprü - Hong Kong 4. Narmada Vadisi Projesi - Hindistan 5. Akashı Kaıyko Köprüsü - Japonya 6. Büyük Yapay Nehir Projesi - Libya 7. Kuala Lumpur İkiz Kuleleri - Malezya 8. Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye 9. Hıbernıa Petrol Platformu - Kanada Dünyanın 7 harika projesi 1. Metro Sistemi , Los Angeles - Amerika 2. Güneydoğu Anadolu Projesi - Türkiye 3. Büyük Yapay Nehir Projesi - Libya 4. Taıpeı Transit Sistemi - Tayvan 5. James Körfezi Kompleksi - Kanada 6. Manş Tüneli , İngiltere - Fransa Hong Kong Havaalanı Programı - Hong Kong | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:21 pm | |
| Ceylanpınar CEYLANPINAR M.Ö. 1500 yıllarında Vaşşuganni adıyla Mitanni krallığının başkentliğini yaptı. Asurlular döneminde Riş 'Ayna olan adı Süryaniceye Reş Ayna olarak geçmiş, bundan da Arapça'ya Ra's el-Ayn (Kaynakbaşı) şeklinde yerleşmiştir. Şehrin adı Roma ve Bizans kaynaklarında Resaina ve Resain formlarında kullanılmıştır. 383 yılında Bizans imparatoru I.Theodosius tarafından bir takım imtiyazlarla birlikte Theodosiopolis ismini de almıştır. Araplar ise şehre 'Ayn el-Varda ve Funduk el-Ra's isimlerini vermişlerdir. 639 yılında Şam ordusu komutanı İyâd b. Ganem tarafından Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirilmiştir. Bizans imparatoru I. Ioannes Çimişkes 959 yılında Diyarbakır ve Nusaybin'i ele geçirdikten sonra Ceylanpınar'ı da yağma ve tahrib etmiştir. Şehir, Suriye seferine giden Timur'un da Ocak 1394 yılında ikinci kez yağma ve tahribine maruz kalmıştır. 1921 yılında Türkiye-Suriye sınırı çiziminden sonra ülkemizde kalan kısmına Ceylanlarının çokluğundan dolayı şimdiki adı verilmiş ve 1981 yılında da ilçe yapılmıştır.İl merkezine 141 km uzaklıktadır. 32 köyü vardır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 69 bin 774' tür. ( İlçe merkezi : 45 bin 641, Köy Nüfusu : 24 bin 133 ) CEYLANPINAR TARIM İŞLETMESİ: KURULUŞ AMACI VE TARİHÇESİ: İşletme, 1943 yılında her yıl artan nüfusun beslenebilmesi için gerekli hububatın yetiştirilmesi amacıyla boş hazine arazilerinin işlenmesi düşüncesiyle kurulmuştur. Kuruluşun 1950 yılına kadar Zirai Kombinalara, 1984 yılına kadar Devlet Üretme Çiftlikleri (DÜÇ) ne bağlı olarak çalışmıştır. 1984 yılında çıkan 233 sayılı K.H.K. ile Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne (TİGEM) bağlanmıştır. İŞLETMENİN GÖREVLERİ: TÜRK Çiftçisine kaliteli ve döl kademesi yüksek tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan temin etmek gelişen tarım teknolojisini yakından takip ederek değişen çiftçi ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılamaktır. D.Ü. Çiftliğinin arazi ve hayvan varlıkları şöyledir. 1- ARAZİ VARLIĞI Tarla arazisi: 983.241 dekar Bahçe arazisi: 46.208 " Mer'a arazisi: 481.080 " Kültür dışı arazi: 241.629 " TOPLAM: 1.761.629 dekar 2- HAYVAN VARLIĞI a) Sığır sayısı : 1.632 baş b) Koyun sayısı : 26.843 baş c) Keçi sayısı : - d) Arı kovanı : 56 e) Ceylan sayısı : 726 baş BİTKİSEL ÜRETİM 1- TARLA ZİRAATI: İşletmede ağırlıklı olarak kuru tarım yapılmaktadır. Gümüsu ve Beyazkule İşletme Amirliklerinde bulunan kuru tarım alanları 949 bin 053 dekar olup, bunun her yıl yaklaşık 600 bin 000 dekarında buğday ve mercimek ekilmektedir. İşletmede sulu tarım 4 ayrı birimde (Gökçayır, Habur, Akrepli ve Bayazkule) sulu ziraat yapılmaktadır. Toplam 56 bin 346 dekar sulanmaktadır. Bunun 47 bin 648 dekarı yağmurlama, 8 bin 698 dekarı da cazibe sulama yöntemleri ile sulanmaktadır. 138 adet derin kuyu ve 4 adet terfi pompasından elde edilen toplam su varlığı 16 bin 250 lt/sn'dir. 2- BAHÇE KÜLTÜRLERİ: İşletme çevreye örnek ve önder olmak amacıyla özellikle Antepfıstığı plantasyonları tesis etmiştir. Yetiştirdiği çöğür ve aşı kalemleri ile bölge çiftçisine büyük hizmetler yapmaktadır. Bahçe Şubesi toplam 46 bin 386 dekar sahada çalışmalarını sürdürmektedir. 3- TOHUM HAZIRLAMA VE DAĞITIMI: İşletmede 3 adet sabit selektör ve 1 adet pamuk Sawgın tesisi mevcuttur. Selektörlerin toplam kapasitesi 30 ton/saattir. Üretilen yüksek döl kademesindeki buğdaylar buralarda elenip ilaçlanarak çiftçisini tohumluk ihtiyacı karşılanmaktadır. Aynı şekilde işletmede üretilen kütlü pamuklar 3 ton/saat kapasiteli sawgın tesisinde çiğitlerinden ayrılıp elyaf hale getirilip tohumluk çiğitler Çukurova ve bölge çiftçisine dağıtılmaktadır. HAYVANCILIK 1- SIĞIRCILIK: İşletmenin kuruluş yıllarında yerli Sarı Kırmızılar ile sığırcılık çalışmaları başlamıştır. Daha sonra 1969-1978 yıllarında HOLSTEIN (Siyah-Beyaz Alaca) ırkına kademeli olarak geçilmiştir. 2- KOYUNCULUK: İşletmede Koyunculuk faaliyetleri 1995 yıllarında bölge çiftçisinden alınan İvesi ırkı koyunlarla başlamış olup, sıkı bir seleksiyonla ana kadro seviyeye getirilmiştir. İşletmede koyunculuk yarı entansif ve yarı yerleşik bir şekilde sürdürülmektedir. Koyunculuk tesisleri tarla ve bahçe ziraatına uygun olmayan kıraç bölgelerde ve mer'a olarak kullanılması gereken araziler dikkate alınarak 12 değişik mevkide kurulmuştur. 3- CEYLAN ÜRETİMİ: Adını İşletmeye veren Ceylan neslinin giderek azalması nedeniyle 1978 yılında ilk olarak Çırfı Deresi kenarında 260 da. açık çitle çevrilerek bölgede meraklı çiftçilerden satın alınarak temin edilen 2 dişi ve 2 erkek ceylanla üretime başlanmıştır. 1994-1995 yıllarında ziyaretçilerin daha kolay görebilmelerini sağlamak ve 1000'e yaklaşmış olan ceylanların daha iyi bakım ve beslenmesi ve hırsızlığın engellenmesi için merkezde 800 da. da yeni bir üretme istasyonu yapılmıştır. Ülkemizde ceylan üretimine ilgi duyan yetiştiricilere dişi ve erkek ceylan satışı yapılarak özel teşebbüsün de ceylan sayısını arttırmasına yardımcı olunmaktadır. 4- ARICILIK: Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile geçmiş yıllarda yürütülen Arıcılık Araştırması GAP çiftçisine örnek olması açısından proje tamamlanmış olmasına rağmen halen devam ettirilmektedir. 5- SÜT ÜRÜNLERİ: İşletmede üretilen koyun sütünün tamamı ile inek sütünün bir kısmı günde 25 ton süt işleme kapasiteli son derece modern ve hijyenik süt fabrikasında işlenerek peynir, tereyağı ve sadeyağ üretilmektedir. İŞLETMENİN GAP İÇİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ a) İşletme yaklaşık 50 yıldır bölgede yaptığı ve elde ettiği tarımsal üretim, yetiştirme ve eğitim faaliyetleri ile bilgi ve deney birikimine sahiptir. b) Bölgede kuru ve sulu şartlarda muhtelif bitkilerin; hayvancılıkta ise nelerin yapılabileceği büyük ölçüde açıklığa kavuşmuş ve ortaya konulmuştur. c) GAP alanı için gerekecek başta tohum, damızlık hayvan, fidan ve fideyi hemen hemen tek başına karşılayabilecek üretim seviyesine gelinmiştir. d) Bölge için gerekli tarımsal araştırmalar ve bilimsel çalışmalar için geniş bir alan ve laboratuar olarak hizmet verebilecek haldedir. e) Ürün değerlendirmeye yönelik tarıma dayalı sanayi tesislerinin başlangıçları yapılmıştır. Duyulacak ihtiyaca göre yenileri yapılabilecektir. f) Bölgedeki teknik elemanların, lider çiftçilerin ve diğer çiftçilerin tatbikatlarla ilgili eksikliklerini giderici bir eğitim kuruluşu olarak kısmen hizmet verilmektedir. Bu çalışmalar ilerletilebilir. | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:22 pm | |
| Halfeti HALFETİ M.Ö.855 yılında Asur kralı III. Salmanassar tarafından zapt edildiği zaman Şitamrat adını taşıyordu. Yunanlılar bunu değiştirerek Urima adını vermişlerdir. Süryaniler ise Kal'a Rhomeyta ve Hesna the Romaye adlarını kullanmışlardır. Şehir Arapların eline geçtikten sonra Kal'at-ül Rum adı takılmıştır. İI. yüzyılda Bizanslıların eline geçince bu kez Romaion Koyla adını almıştır. 1280 yılında Beysari komutasındaki Memluk ordusu tarafından kuşatılmış, sonuç alınamayınca şehirdeki Hıristiyan mahalleleri beş gün süreyle yağmalandı. 1290 yılında bu kez Memluk Sultanı Eşref tarafından feth edildi. Ve son kez Memlükler tarafından tamir edilen şehre Kal'at-ül Müslimin adı verildi. Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlılara geçen şehir, zamanımızda da kullanılan Urumgala ve Rumkale adlarını alarak 1954 yılında ilçe haline getirilmiştir. Halfeti ilçesinin il merkezine uzaklığı 120 Km'dir. Yukarı Göklü adlı bir kasabası 35 köyü ve 34 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre ilçenin nüfusu 33 bin 467' dir. ( İlçe nüfusu 2 bin 608, Köy nüfusu 30 bin 859 ) Arazisinin büyük çoğunluğu Birecik Barajı suları altında kaldığından ilçenin yeni yerleşim alanı olarak Karaotlak bölgesi tesbit edilip ilçe yeniden inşa edildi, Konutlar sahiplerine teslim edildi. Ancak halen eski Halfeti'de yaşamını zor şartlarda sürdüren vatandaşlar bulunmaktadır ve Devletten kendilerinin de yeni Halfeti'ye yerleştirilmelerini istemektedirler. Öncelikle de eski ve yeni Halfeti arasında sağlıklı bir ulaşım sağlanması için çalışmalar yapılmaktadır. | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:23 pm | |
| Hilvan HİLVAN Yörenin tarihi geçmişi ile ilgili bilgiler bugün için mevcut değildir. Şehirde ilk yerleşmenin Osmanlılar döneminde 1820 yılında Hacı Musa adında bir Türkmen aşiret reisi tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Hilvan adının kimler tarafından ne zaman verildiği ve ne anlama geldiği belli değildir. Uzun süre Karacurun olarak da adlandırılan Hilvan 1927 yılında Urfa'ya bağlanarak ilçe yapılmıştır. İl merkezine 56 km uzaklıktadır. 2 bucağı, 57 köyü ve 109 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre nüfusu 38 bin 633' tür. ( İlçe Merkezi : 16 bin 205, Köy Nüfusu : 22 bin 428 ). | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm | |
| Siverek SİVEREK TARİH Yörede yapılan arkeolojik kazılar buranın M.Ö. 3000 yıllarına ait bir yerleşim bölgesi olduğunu ispat eder. Hurri-Mitanni, Hitit, Arâmi, Asur, Keldânî, Med ve Pers egemenliğine geçen şehir, M.Ö. 331'de Büyük İskender'in istilasına maruz kaldı. M.Ö.305'de Seleukoslar'ın eline geçen yöre; Müslümanlar tarafından fethedilinceye kadar Edessa (Osrhoene), Roma, Bizans ve Sasânî krallıkları arasında el değiştirmiştir. 640 yılında Şam ordusunca fethedilen Siverek 660'da Emeviler'in; 750'de ise Abbasiler'in eline geçmiştir. 1065 - 1066 yıllarında Selçukluların hakimiyetine girdi. Şehir bu tarihte Bizanslılar'ın elinde bulunuyordu. İI. yüzyıl sonunda Urfa Haçlı Kontluğu, 1182 yılında da Eyyubiler'in hakimiyetine 1451 yılında Safevi hakimiyetine giren Siverek, 1517'de Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ermeni ve Süryani kaynaklarında şehrin Sevaverak, Sebabarak, Sebabarok, Sevaveragh ve Severags şeklinde isimlerine rastlanmıştır. Araplar siyah taşlarının çokluğundan dolayı Sûveyda adını verdiler. Osmanlı döneminde Diyarbekir vilayetine bağlı bir kaza olan Siverek, 1926 yılında Urfa'ya bağlanarak ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFYA Şanlıurfa ilinin kuzeyinde yeralan Siverek batısında Adıyaman'ın Kahta ilçesi,batıdan kuzeye doğru uzanan ****** Baraj gölü,kuzeyinde ise Adıyaman'ın Gerger ilçesi ile Diyarbakırın Çermik ve Çüngüş ilçeleri, doğusunda Diyarbakır, güney doğusunda ise kısa bir sınır ile Mardin ili , Viranşehir ve Hilvan ilçeleri ile komşudur. Siverek ilçe merkezi 37.45 kuzey enlem ile 39.19 doğu boylamlarının kesiştiği noktalarda bulunmaktadır.Siverek ilçe merkezinin denizden yüksekliği 801 ile 840 metre arasında değişmektedir. Toplam yüz ölçümü 4314 Km'dir İl merkezine uzaklığı 91 km'dir. 6 Bucak, 98 köy ve 375 mezrası vardır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 217 bin 88' dir. ( İlçe Merkezi : 122 bin 453, Köy Nüfusu: 94 bin 635 ) TÜRKÜLERİ Siverek yöresine ait bir çok türkü çalınıp söylenir ancak son zamanlarda bunlardan bazıları unutuldu, bazıları da başka yöreler tarafından sahiplendi.Çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Bunlar da bir kaç parçadan fazla değildir. 25-30 yıl önce radyodan "Şimdi bir Siverek türküsü dinleyeceksiniz" anonsu yapılırken, 10-15 yıl sonra aynı türküler başka yörelerin (Malatya,Zonguldak vb.) ismiyle anons edilmeye başlandı.Maalesef son zamanlarda pek çok değere sahip çıkılmadığı gibi müzik de bu sahipsizlikten payını almıştır.Buna rağmen bu işe gönül veren Siverek sevdalısı insanlar ümitsizliğe düşmeden karınca kararınca bir şeyler yapmaktadır. Günümüze kadar gelip bulabildiğimiz türkülerimizden bazıları şunlardır. 1-Siverek yaş üzümü 2-Cemil 3-Bir cığara iç oğlan 4-Meryemi 5-Siverek bir ocaktır Başka yörelere mal edilmiş türkülerimizden bazı örnekler ise ; 1-Evlerinde makine 2-Makaram sarıbağlar 3-Kara üzüm habbesi 4-Mektebin pacaları (pencereleri) 5-Yallah şoför yallah 6-Gülizar | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:24 pm | |
| Viranşehir VİRANŞEHİR Hurri-Mitanni, Hitit, Asur, Arami, Med-Pers ve Keldani hakimiyetlerini gören şehir, M.Ö.331'de Makedonya imparatorluğuna, M.Ö.163'te de Roma idaresine girdi. Bizans imparatorluğunun ilk dönemlerinde Tella (Tepe) olarak biliniyordu, sonra imparator Konstantin tarafından bazı şehirlerin adları değiştirildi. Buraya da Konstantia ya da Konstantina adı verildi. Şehir 640 yılında Şam ordusu tarafından fethedilmiş ve Tell-Muzin adını almıştır. Sonraki dönemlerde yine Araplar tarafından Tell-Mavzen ve Tell-Mavzelath adları da kullanılmıştır. Şehrin adı, Urfalı Mateos'un Vakayinamesinde Ermenilerin kullandığı Tılmuz şeklinde geçer. 660 yılında Emeviler, 750'de Hamdaniler ve Abbasiler arasında el değiştiren Viranşehir, Türkmenler tarafından son kez kurulmuş ve Örenşehir adını almıştır. Ancak 1258'de Hülagu ve 1400 yılında da Timur tarafından yağma ve büyük ölçüde tahrip edilerek viran bir hale getirilmiş ve bu haliyle Osmanlı dönemine ulaşmıştır. 1517 yılında Osmanlı topraklarına katılan şehir 1792'den sonra Mardin'e, 1924 yılında da Urfa'ya bağlanarak ilçe haline getirilmiştir. İl merkezine 90 km uzaklıktadır. 1 Bucağı, 98 köyü ve 204 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus sayımına göre nüfusu 186 bin 483' tür. ( İlçe Merkezi : 120 bin 147, Köy Nüfusu: 66 bin 336 ) | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm | |
| Suruç SURUÇ TARİH Eski çağların önemli ticaret yollarından biri Harran'dan sonra buradan geçiyordu. M.Ö.II. yüzyılda Urfa bölgesinde kurulan Osrhoene eyaletinin önemli bir şehri idi ve Anthemusia ya da Batnai adını taşıyordu. Latin kaynaklarında şehrin adı Sororgiae olarak geçer, Araplar tarafından Saruğ, Sarûc ve Serûc olarak isimlendirilmiştir. I. Seleukos Nikator tarafından M.Ö. 302 yılında bölgemizde yeniden kurulan Harran, Birecik ve Urfa ile birlikte Suruç da bulunuyordu. 116 yılında Roma imparatoru Trajanus tarafından işgal edildi. 639 yılında Şam ordusu tarafından, Urfa ve Harran'dan sonra ele geçirildi. İI. yüzyılda sırayla Bizanslılar'ın ve Urfa Haçlı Kontluğu'nun hakimiyetine girdi. 1101 yılında ise Artukoğlu Sökmen tarafından tahrip edildi. 24 Aralık 1144'te Urfa'yı fetheden Musul hükümdarı İmadüddin Zengi, Ocak 1145'te de Suruc'u savaşmadan ele geçirdi. 1260 yılında Suriye Seferi'ne giderken Harran ve Urfa'yı alan Hülagu Han, kendisine karşı direnen ve teslim olmayan Suruç halkının tümünü kılıçtan geçirdi. 1517'de Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı topraklarına katılan Suruç, Osmanlı döneminde Halep vilayetinin Urfa sancağına bağlı iken, 1923 yılında Urfa'ya bağlanarak ilçe haline getirilmiştir. COĞRAFİ YAPI Şanlıurfa ilinin Güneybatısında yer alan şirin bir ilçedir. İl merkezine uzaklığı 45 km'dir. 1 bucağı, 11 Nisan isimli beldesi, 77 köyü ve 153 mezrası bulunmaktadır. 2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre nüfusu 80 bin 845' tir. ( İlçe Merkezi : 44 bin 100, Köy Nüfusu : 36 bin 745 ). Rakımı 537m’dir. Batısında Birecik, kuzeydoğusunda Şanlıurfa, güneydoğusunda Şanlıurfa, güneyinde 1926 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile sınırları çizilmiş 72 Km uzunluğundaki Suriye Sınırı ile komşu olup; batı, kuzey ve doğudan Güvercik, Cudi ve Devreş Dağları ile çevrilidir. Bu dağlar arasında bulunan ve 706 Km2'lik düz bir araziye sahip olan Suruç, bugün önemli bir tarım merkezi durumundadır. Suruç’ta hakim ovanın dışında, doğudan batıya çok yüksek olmayan kıraç dağınık tepeler yer almaktadır. Ova toprakları alüvyonlarla kaplı olup kalkerli bir yapıya sahiptir. Suruç yöresinde genellikle kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Gece ile gündüz yaz ile kış ortalama sıcaklığı arasında büyük farklar vardır. Yıllık sıcaklık bazen 40 dereceyi aşar. En soğuk ay olan Şubat ayında ise sıcaklığın bazen sıfırın altına düştüğü görülmüştür. İlçede yaygın bitki örtüsü steptir. İlkbahar yağmurları ile yeşeren ve yaz sıcaklarında sararan cılız otlar, papatya, gelincik, yabani buğday, semizotu, hardal, çiğdem, kekik, deve dikeni, meyankökü en çok rastlanan bitkilerdir. Son yıllarda ****** Barajı’nda su toplanmaya başlanılmasıyla birlikte iklimde hissedilir derecede değişiklikler olmuştur. Önceki yıllara göre yörede, yazları nem miktarı artmıştır. Yağış şekli değişmiş, yağmur yağışı yoğunluk kazanmıştır. Suruç ilçesi; özel coğrafi konumunun elverişliliği sayesinde uzun zaman uzak ülkelerle bağlantı kurabilmiştir. İlçe, Ön Asya’yı Avrupa’ya bağlayan ticaret yolları üzerinde kurulmuş olması dolayısıyla kara ulaşımı bakımından önem arz eder. Eski adı İpekyolu olan ve bugün E-24 karayolu denilen transit yol, Suruç sınırları içerisinden geçmektedir. Ayrıca, İlçe Merkezine 10 km uzaklıktaki Mürşitpınar Köyü'nde bulunan ve bölgeyi birbirine bağlayan demiryolu üzerindeki istasyon da, Suruç’un bölge içerisindeki ticaret ve ulaşımdaki köprü vazifesini daha da pekiştirmiştir. KÜLTÜREL YAPI Suruç’ta nüfus hayli yoğun olmasına rağmen, ilçede, sosyal yaşantıya renk katacak, sosyal tesisler, piknik alanları, spor tesisleri, kültürel aktiviteler gibi sosyal hayatımızı etkileyen tesisler oldukça sınırlı kalmaktadır. Sıra geceleri, bilge sohbetleri, onların hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. İşte gönül dostu, dost insanların bu manada sosyal yaşamı oldukça canlıdır. İlçede halkımızın dinlenme ve sosyal faaliyet gösterdiği yerler şunlardır: Kaymakamlıkça yaptırılan Aile Çay Bahçesi, Askeri Gazino, Öğretmen Evi, Belediye Aile Çay Bahçesi, Üçpınar Piknik Yeri, Büyük Ziyaret Köyü Piknik ve Ziyaretgahı, Belediye Konferans Salonu. Suruç’ta Gelenekler Suruç’ta günlük hayat oldukça renkli ve canlıdır. Suruçluların, sosyal ve günlük yaşantılarında başka yerlerde olmayan, özellikler ve motifler vardır. Günlük hayat çoğu kez mevsimlere göre değişir. İlçe merkezi ile kırsal kesimdeki yaşantı arasında farklılıklar gözlenir. Günlük yaşantıyı genel bir çerçeve içersinde değil de, temel özelliklerine göre ele almak daha doğrudur. Sıra Gezmek-Sıra Gecesi Türkiye’de sıra gezme geleneği yalnızca yöremizde vardır. Genellikle kış geceleri sıra gezilir. Her gece gezilebildiği gibi gün aşırı yada haftanın birkaç gecesinde de olabilir. Sıra gezecek arkadaşlar, akran ve çok samimidirler. Genelde aynı meslek grubundan aynı esnaftan olurlar. Sıra gezenler evlerinin birbirlerine pek uzak olmamasına dikkat ederler. Çünkü soğuk ve yağmurlu kış gecelerinde gidiş-geliş zor olur. Sıra gezenler genellikle 5 ile 15 kişi olurlar. Yapılacak yemek, çiğköfte, tatlı ve meyveler daha önceden kararlaştırılır. İlk turda ilk sıradaki ne yaparsa sonuna kadar öyle gider. İkinci ve sonraki turlarda değişebilir. Oda Gezme Oda, sıra gecelerine çok benzer. Aynı çevrenin arkadaşları belirli bir yerde bir oda bulur ve sererler. Sergi için gerekli eşya ve malzemeleri ya çarşıdan ortaklaşa alırlar, ya da herkes evden bir şeyler getirir. Bir de işleri yapacak, etrafı temizleyecek bir adam tutarlar. Odada Cumartesi öğleden sonra ve Pazar günleri oturulur. Odaya her gece belirli bir saatte gelinir. Orta hizmetini gören adam, daha evvel gelir; temizliği yapar, mangalı ya da sobayı yakıp ısıtır. Acı kahveyi hazırlar, nargilelerini temizler. Odaya, sahaniye usülü yemek getirilebildiği gibi Harefene de yapılarak çeşitli yemekler ya da çiğköfte yapılır ve yenir. Odadaki yemekleri yemek yapabilenler yapar. Odada oyunlar oynanır, saz çalınıp, türküler ve gazeller söylenir. Sohbet edilir, hatıralar anlatılır ve kitaplar okunur. Oda genelde her gece açılır. Bilhassa yağmurlu ve soğuk kış günlerinin Pazarlarında oda alemleri çok güzeldir. İfrata kaçılmamak şartıyla odada çeşitli şakalar yapılır. Odaya sürekli gelenler arasıra arkadaşlarını da getirebilirler. Pazar günleri hava açık ve kıra gitmeye uygunsa oda arkadaşları hep birlikte kıra giderler. Bu bir köy olabileceği gibi, bahçe de olabilir. Bazı odalar devamlı olur. Yani yaz kış devam eder. Böyle odalarda mutfak malzemeleri, yemek takımları ve birlikte bulunur. Kilerde, yağ, bulgur, salça, tuz,biber, baharat ve pirinç gibi yiyecekler bulunur. Harefene Harefene, akran ve samimi arkadaşlar arasında yapılan yaren sohbetleridir. Varlıklılar ve gençler harefeneye pek itibar etmezler. Bu bakımdan harefene daha çok dar gelirliler arasında yapılır. Harefenede yapılan masrafları bölüşmek esastır. Tüm masrafları bir ya da ikişer kişi yapar, sonra bölüşülür. Harefene gündüz olabileceği gibi gece de eğlenceleriyle yapılabilir. Kirvelik-Sağdıçlık Türk toplumunda kirveliğin yeri ve önemi çok büyüktür. Yöremizde ise kirvelik çük daha başka anlamlar yüklenir, derin bağlar kurar. Oğlunu sünnet ettirecek ya da evlendirecek ailenin kirvesi yoksa, aile reisi çok iyi düşünerek, ailenin kirveliğini yapacak uygun birisini bulur. Seçilen adaya kirvelik önerilir. Aday genellikle öneriyi kabul eder. Zira, kirvelik, bir onur ve itibar meselesidir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye uygun bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine ya da delikanlının evlenmesine işrettir. Kirvelik kabul edilmişse, kirveye uygun bir hediye gönderilir. Bu, çocukların sünnetine ya da delikanlının evlenmesine işarettir. Kirve hediyeyi hoşnutlukla alır. Sünnet söz konusu ise, çocuklarının sünnet elbiselerini yaptırır; evlenme ise, düğün, süpha, hamam yemeği ve diğer törenleri üstlenir. Düğünde damadın elbisesini giydirir. Düğünde damadın yanı başında bulunur ve süpha ziyafetinde damat ile beraber tahta oturur. Aşçıya, davulcuya, berbere, kahveciye ve gereken yerlere damat ile birlikte bol bol bahşiş verir. Damadın gerdeğe konulmasında bulunur. Düğünden sonra uygun bir hediye ile evli çifte ziyarete gider. Kirve, ailenin kirvesidir. Genellikle aileler arasında çok sıkı ilişkiler kurulur. Bu ilişki, kan bağı kadar yoğun ve güçlüdür. İki aile artık birbirinden kız alıp veremez. Kirvenin saygınlığı ve otoritesi tartışılmaz. Kirvelik, babadan oğula geçer. Eğer arada çok önemli bir problem çıkmaz ise kirvelik bağı asla kopmaz, 5-10 kuşak ötelerden gelen kirvelikler vardır. Kirvenin oğlu olmaz ise kendisinden sonra kirvelik de noktalanmış olur. Giyim Kuşam Suruç’ta geleneksel giyim-kuşam güncelliğini ve yaygınlığını korumaktadır. Kadınlarda çarşaf ve ehram, erkeklerde ise şalvar en önemli geleneksel giysilerdir. Geleneksel Kadın Giyimi Başa, yaşmak denilen ipekli başörtüsü ile kara eşarp bağlanır. Eşarp, ağzı üstünde elle tutarak (iki parmakla) örtülür. Buna “bürük” yada “bürüklenme” denir. Genç kızlar çarşafa girmeden önce “fıta” ya girerler. “Fıta” da bir çeşit örtüdür. Genç kızlar, al fes üstüne puşu takarlar. Genç kızların başörtüsüne de “şarpa” denir. Üstüne “neçek” yada “yaşmak” bağlanan tepelik biçimindeki altınlarla süslü gelin başlıklarına da “köfü” denir. Köylerde alına puşu bağlanır. Üzerine “yaşmak” bağlanır. Uzun etekli entarilerin üstüne zengin kesimlerde kadifeden sırma işlemeli ve dize kadar uzanan ceketler giyilir. Köylülerde kadınların entarileri ayak topuklarına kadar uzanır; içte dokuma kumaştan yakasız gömlek giyilir; ayağa “kalıç” denen potin giyilir. Topuksuz ağzı geniş pastal da yaygındır. Bel bağı da kadınların bir aksesuarıdır. Genellikle altından olan kadın takımlarının başlıcaları şunlardır: ahıtma, bilezik, enselik, gümüş kemer, gerdanlık, hızma, halhal, kelep levzik, tepelik, üç kor ve maşallah. Bu takılar göğse, ele, boyuna, buruna, parmağa, ayak bileğine ve alına takılır. Geleneksel Erkek Giyimi Erkek giyiminde önü kapalı, göğsü açık entariler, abani, cebeliye, çıta, atla, yandı-döndü, ipekli, alaca kutnu gibi değerli kumaşlardan yapılır. Açık kalan göğüs, “sıkma” denen bir yelek çeşidi ile örülür. Kış aylarında yün dokumadan “ “aba” giyilir. “arakçın” denen takke işlemeli puşu, “cemadan” denen bir örtü, cemadanın üstünde sırma işlemeli keçi kılından burma “igal” geçirilerek oluşturulan başlıklar, bugünde yaygınlığını (özellikle köylerde) korumaktadır. Gömlek, şalvar yanında yerli giyimde bel kısmına özel kumaştan yapılan “kuşak” sarılır. Erkekler takı olarak gömleğin iç kısmında, içinde çeşitli ayetler bulunan ve “hamaylı” denilen bir deri takı, pazvent ve gümüş yüzük takarlar. Kırsal kesimde ise altın yüzük takarlar. Halk Oyunları Suruç mahalli oyunlar bakımından oldukça zengindir. Çevrede oynanan oyunlar, genelde davul, zurna eşliğinde oynanır.Belirli oyunlar şunlardır: Govend, gırani, tek ayak, çiftayak, mışko, simir, terge, çeçen kızı, kımıl, çüllür, hasandağı, hocaki, seylan, düz çep, kartelki, esmer ve keriboz Suruç halk oyunları da Şanlıurfa’nın kültürü ile yoğrulmuştur. Tarlalarda erkekler çalışır. Kadınlar onların yemeklerini hazırlar, bazen beraber çalışırlar. Yine gelinler, gelin adayı, kızlar ve kadınlar çobanın yanık kavalının sesine doğru ellerinde süt bakraçlarıyla yollara düşerler. Bu oyunlar düğünlerde, toplantılarda ve kırlarda oynanır. Kadın , erkek ayrı veya karışık olarak el ele tutuşarak beraberce, sakin hareketlerle oyun oynarlar. Sadece halay başını çeken “Peşkeş”ler çok fazla hareketli görünürler | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:25 pm | |
| Şanlıurfa Kültür [b]1317 Yarihli Halep Salnamesinde Urfa Sancagı-Makale-Bekir Utan
TARİHLİ HALEP SALNÂMESİNDE URFA SANCAĞI (1) Bekir UTAN Araştırmacı Urfa kazası Dügerlü, Oyumağaç, Çaykapu, Bozâbâd, (2) Kabahaydar namlarında 5 nahiye-i ve nevâhi-i mezkûre 407 Kariyeyi muhtevidir. Arazisi umumiyet üzere mahsuldar olmakla arpa, buğday, mercimek vesair envâ’ hubûbat hasıl olur. Urfa şehrinde pamuk ve iplikden Â’lâmaşlah, beyaz şal, âbâ, gâyet dayanıklı beyaz ve kırmızı bez bakıra müteallık her nevi evânî seğtiyan, kavesâle imal olunur. Urfa kazasında 1 hükmet konağı, 2 kışla, 3 karakolhane, 1 hastahane, 1 telğrafhane, 58 cami’ ve mescit, 4 tekkiye ve zaviye, 11 kilise ve manastır, 1 havra, 31 mektep, 11 medrese ve kütüphane, 9937 hane, 2052 dükkân, 32 han, 18 fırın, 43 çeşme ve sebil, 14 hamam, 51 değirmen, 1 fabrika, 1 çayır, 295 arsa, 261 bahçe, 3414 bağ, 4 mera vardır. Urfa şehrinin ebniyesi kâr-girdir. Urfa şehrinde Ayn-züleyha, Halilürrahman namlarında iki su nebeân edip derûn-i şehirden geçerek şehrin cenûb cihetinde bürke-i İbrahim Aleyhisselam denilen küçük göle akarlar. Bozâbâd nâhiyesinden zuhûr eden Kehriz çayı dahi Urfa’ya cereyân eyler. Urfa’ya nâzır dağın eteğinde bir âtîk kal’â olup bu kal’ânın şehre hâkim olan burcu üzerinde Nemrud’un Hazreti İbrahim Aleyhisselamı ateşe atmak içün yaptığı yekdiğerinden tahminen on adım fasılalı iki mancınık amûdî ve üzerlerinde hat ve nakış eseri vardır. Urfa kenarında Hazreti İbrahim Aleyhisselamın kademnihâde-i âlem-vücud oldukları mağara mevcut ve Mevlid Halil namıyla mâruftur. Bir de bu mağaranın yanında bir mağara daha olup valideleri Hazreti Sara müşârün ileyhi büyütmüştür. (Bürke-i İbrahim Aleyhisselamın) etrafı bir mızrak umkunda kazılacak olsa kül zuhur eder. Bu ise orasının ateşgede-i Nemrut olduğuna delil gösterilir. Eski zamanda Mecûsiler’in en büyük ateşgedesi Urfa’da idi. Bu ateşgedenin içinde mabutları olan Şems’i takdisen daima ateş yakarlar ve karşısına geçip ibâdet ederler idi. Müverrihinden bir takımı Urfa’nın Miladdan 2000 sene evvel Babil padişahı Ramis yani Nemrut cânibinden ve bazıları da Miladdan 400 yıl mukaddem Selefkeluler tarafından bina idiği zabt ve tahrir eylemişlerse de Urfa’nın Hazreti İbrahim Aleyhisselam zamanında mevcud ve kütübi mukaddesede mezkûr olmasına göre binası pek eski olduğu derkârdır. Urfa bir def’â külliyen harab olarak şimdiki heyeti ikinci hâl-i mamûriyeti olup ahalisinin asılları Diyarbekir’den gelmişlerdir. Urfa’da birinci hal-i mâmuriyetinde bir cesim Manastır ile 300 deyr var idi. Mezkûr Manastırda Hrıtiyanların zannınca Hazreti İsa Aleyhisselamın vechi mübârekelerini silip de sûret-i sâadetlerinin mün’akis olduğu mendil mevcud olup mezkûr mendili Hülefâ-i Abbâsiye’den Mütki Billah (3) 331 sene-i hicriyesinde (4) İstanbul imparatoruna bilirsal mükabilinde külliyetli üsera-i İslamiye istihlas eylemişlerdir. Urfa’nın Selekeluler tarafından vatan-ı aslileri olan Makadonya’nın merkezi bulunan Eydasa’ya (5) müşâbehetinden kinaye olarak Eydasa ve bir aralık çeşme manasına olan Kalirüha (6) namı verilmişdi. Reha namı bunun muhaffefi, Urfa namı da Reha’ nın gâlâtı olsa gerektir. Urfa’ya Selefkelulerden mukaddem Antakya dahi denmiş ise de muahheren Eydasa, Kalirüha isimleri anı unutturmuştur. Bazı tarihlerde Eydasa’dan gâlât olarak Edes Urfa’dan galat olarak Rafiya deyu muharrerdir. Şurası da hatırdan çıkmasın ki : Urfa’nın en eski adı Ur-el Keldanin (7) veyahut Ur’dır. Hatta Tevrat’ta Ur-el Keldanin ve İncil’de Ur namı ile mezkûrdır. Ve Ya’kûbiye mezhebinin mahall-i zuhûridir. Urfa şehri mürûr âsâr ile Selefkelulerin ecza-i hanedanından bazılarına ve muahheren Yekar Dinlan hükümdarına makerr-i hükümet ve sonra Roma’lılara merkez-i eyalet olmuşdu. Roma’lılar zamanında Urfa’da bir çok silah kârhâneleri ve debuyeleri var idi. Urfa giderek Sasani’lerin ve Hazreti Ömer Radiyallahu Teala Anhu efendimiz zamanı hilâfetlerinde Arapların sonra Selçukilerin ve Ehli Salib’in ve muahheren Türklerin, İranilerin eline geçtikten sonra 921 tarihinde idâre-i âdile-i Osmaniye’ye intikal eyledi. Urfa kazasına tabi Harran nâhiyesinde meşhur Harran beldesinin harâbezâri bulunur. İş bu Harran’a mukaddimen Hazreti İbrahim ile Hazreti Lut Aleyhima Selamın pederleri Hâran hicret eylemiş olduğundan Harran denmiştir. İş bu Harran evleri Sabîilerin yani Nücûme perestiş eden Babillilerin bilâd-ı meşhuresinden olup derûnunda Hermes(8) namında bir heykel ve diğer heykeller var idi. Mâmafih iş bu Harran’ da bir tepe ve anın üzerinde Sabiilerin bir mâbedi mevcud idi. Bu tepeye Tel-İbrahim itlak olunur. Nahiye-i mezkûrede rivâyete nazaran Huşeng Şah’ın (9) binası olarak bir kale harabası olduğu mervidir. Urfa kazasından Ayniarus, Nehr-i Cülab, Belih namında üç nehir çıkıp Fırat’a karışırlar. Ve her üçünün menba’ı Ayn-i Arus’ tır . Buna da Ayn-i Arus denilmesi (Hazreti İbrahim Aleyhisselamın zevce-i muhteremesi Hazreti Sâra) ile zifâfhânelerinin orası olmasından ileri gelmiş imiş. Halen (Hazreti İbrahim Aleyhisselamın) orada makamı vardır. Direkli dağından ve cibâli saireden yağmur yağdığı sırada cereyan eden sel suları vaktiyle şehri basar imiş. Şu mahzûrun def’i için memlekete bir çâryek mesafede erbâb-ı hayr tarafından bir set çekilmiş ve memleketin şimâl cihetinden de bir hendek hafr ettirilmiş ki mevsiminde cereyan eden sel suları o hendeğe akıp gitmekte ve bahçelerin müntehâsında mahv olmakda ve bu hendeğe elyevm Karakoyun namı verilmektedir. Üzerinde üç büyük ve bir küçük köprü vardır. Bir de Çaykapu, Oyumağaç nahyelerinin bazı mahallerinde feth-i İslâm’dan evvel yapılmışa benzer kulübe şeklinde ebniye-i atîke vardır. Harran nahyesinde Tek dağında bir büyük mağara vardır. İşitildiğine göre şimdi harâbezâr olan Harran şehri cesîmenin bütün enkazı burada kat’ ve nakl olunmuş ve ne kadar gidilse nihâyetine varılamaz imiş. Urfa’nın cihet-i cenûbiyesinde ve bir buçuk saat mesâfesinde bir dağ üzerinde Deyr- Ya’kûb isminde bir manastır harabesi olarak bir iki kulübesi vardır. Nemrud ara sıra oraya giderek bir müddet kalır imiş. Vechi tesmiyesinde Hazreti Yakup Aleyhisselamın buralardan esnâ-i mürûrında bir gece orada beytutet ve müsâferet buyurmaları imiş. Urfa’nın Samsat, Harran, Beg, Sakıb Sarayı, Yeni Kapı isminde altı kapısı (10) vardır. Bunlardan başka iki kapı daha var ise de vaktiyle Cennet mekân Sultan Murat Han-ı Rabi’ Hazretleri Bağdat’a gider iken Urfa’ya teşriflerinde birinden duhûl ve diğerlerinden hurûc etmiş olduğundan dolayı ikisi de kapatılmıştır. NÜFUS İDÂRESİ KUYÂDÂTINDAN ÇIKARILAN URFA SANCAĞININ NÜFUS CETVELİ KADIN ERKEK TOPLAM İSLÂM 26.113 25.821 51.934 ERMENİ KATOLİK 102 53 155 ERMENİ 3.485 4.870 8.355 SÜRYÂNİ 486 609 1.095 PROTESTAN 208 282 490 ECNEBİ 200 276 476 YAHUDİ 162 175 337 YABANCI 169 741 910 TOPLAM 30.925 32.817 63.742 SÖZLÜK: A’lamaşlah : Başa takılan bir çeşit örtü. Âlem- vücud : Dünya alemi. Amkında : Derinliğinde. Amûdî : Dik olan, dikine bulunan. Âsâr : Asırlar, yüzyıllar. Ateşgede : Ateşe tapanların ateş yaktıkları tapınak. Ateşgede-i Nemrut : Nemrud’un taptığı ateş. Atîk : Eski. Âtîkâ : Eski, antika değeri taşıyan. Bakıra : Bir tür giyecek kumaş. Beytutet : Geceleme. Bilâd : Beldeler, şehirler. Bilâdı meşhûre : Meşhur beldeler. Bilirsal : Gönderilişle. Bürke-i : Havuz, göl. Canib : Taraftar. Cenûb : Güney. Cesîme : Büyük, ulu. Cibal : Dağ. Çaryek : Çeyrek Debuye : Depo, ambar. Derkâr : Malum, açık, aşikar. Derûn : İçinden, iç kısmından. Deyr : Hıristiyan manastırı, kilise. Duhûl : İçeriye girme. Ebniye : Binalar, yapılar. Ecz : Cüzler, kısımlar. Ehil : Halk, ahali. Ehl-i Salib : Haçlılar. Elyevm : Bugün. Enva’ : Çeşitli. Erbâb : Sahipler. Esnâ-i Mürûr : Geçiş sırasında. Evani Seğtiyan : Bir çeşit deri. Eydasa : Selanik vilayetinde şimdi Vavdine Dinlan kasabasıdır. Gâlat :Yanlış, bozukluk, hata. Hafr : Kazma, eşme. Hârâbezâr : Harabeleri, viraneleri. Heyet : Hal, durum, şekil. Hurûc : Çıkma, dışarı çıkma. Hülefâ-i Abbâsiye : Abbasi halifelerinden. İstihlas : Kurtarılma, bir şeyi mal edinme. İtlak : Adlandırma, isimlendirme. Kadem nihade : Ayak basmış, gelmiş olan. Kâr-gir : Taştan yapılmış bina. Kârhâne : İşyeri, fabrika. Kariye : Köy. Kat’ : Kesme, kesilme, biçme. Kavesale : Kösele. Kinaye : İmalı, üstü kapalı. Kuyûdât : Kayıtlar. Külliyen : Büsbütün, tamamıyla. Kütüp : Kitaplar. Kütübü mukaddes : Kutlu kitaplar. Mâbut : Kendisine ibadet edilen. Mahsuldâr : Verimli, bereketli. Makerri : Merkez, başşehir. Mâmafih : Bununla beraber. Mamuriyet : Mamur olma hali. Maruf : Bilinir. Menbâ : Kaynama yeri. Mervi : Rivayet olunan, söylenen. Mezkûr : Zikredilen, adı geçen, anılan. Muahheren : Sonradan. Muhaffef : Hafifleştirilmiş Muharrer : Yazılmış, yazılı. Muhtevi : İhtiva eder, içine alır. Mukaddem : Önce. Mün’akis : Aksetmiş, yansımış. Müntehâ : Son, nihayet. Mürûr : Geçmiş, sona ermiş. Mürûr âsâr : Geçmiş asırlar. Müsâferet : Misafirlik, konukluk. Müşabehet : Benzeme, benzeyiş Müşârünileyh : Adı geçen. (Yani Hz. İbrahim’i) Müteallik : Bağlı, ait. Müverrihinden : Tarihçilerden. Nâzır : Bakan. Nebeân : Kaynayan, yerden çıkan. Necm : Yıldız. Nücume perestiş : Yıldızlara tapan. Nevahi-i mezkure : Adı geçen bucaklara. Perest : İbadet eden, tapan. Saire : Diğer, başka, öteki. Sûret : Surat, yüz, çehre. Sûret-i saâdet : Mutlu yüzleri. Şimal : Kuzey. Şems : Güneş. Şems-i takdisen : Güneşi kutsal sayarak . Tabi : Bağlı. Tahrir : Kaydetme, yazma. Takdis : Mukaddes sayma. Tesmiye : İsimlendirme, ad koyma. Teşrif : Şereflendirme, gelme. Umkunda : Derinliğinde. Üsera : Esirler. Vatan-ı asliye : Esas memleket. Vech : Yüz, çehre. Vechi mübarekeleri : Bereketli yüzleri. Vechi tesmiye : İsimlendirmesinde ad koyma tarzında. Yekdiğeri : Birbiri. Zifafhane : Gelinle güveyin gerdeğe girmesi. Zuhur : Meydana çıkan. DİPNOTLAR : 1. Şanlıurfa Halep Vilayetine bağlı bir sancak iken, Halep Vilayeti adına hazırlanmış olan Hicri 1317 (Miladi 1897 tarihli) Halep Salnamesinin, Şanlıurfa ile ilgili 295-299’ıncı sayfalarının aynen çevirisidir. Toplam 355 sayfa olan Salnamenin kitap kapağındaki ismi “ Salname-i Vilayet-i Haleb. Binüçyüz onyedi sene-i hicriyesine mahsustur. Yirmiyedinci defa olarak matbaa-i Vilayette tab olunmuştur.” 2. Bozabad : Bugünkü Bozova. 3. 21. Abbasi Halifesi El Mütteki-Lillah (940-944) 4. Miladi 943 yılına tekabül eder. 5. Doğrusu Edessa’dır. 6. Doğrusu Kalirua’dır. 7. “Keldaniler’in Ur’u” 8. Eski Yunan mitolojisinde bir Tanrı. 9. İran mitolojisinde bir kahraman. 10. Osmanlıca metinde beş kapının ismi verilmiştir.[/b] | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:26 pm | |
| Urfa Ağzı-(şive)Makale-Mustafa Acar URFA AĞZI Mustafa ACAR Şanlıurfa Kız Meslek Lisesi Edebiyat Öğretmeni Muharrem Ergin dilin tanımını şöyle yapıyor: "Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir kurum; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir." Dilin canlı bir varlık olması, o dilin içinde belirli değişikliklerin oluşmasına sebep olur. Bu sebepten dolayı çeşitli coğrafik bölgelerde aynı dili konuşan kişiler arasında belirgin farklılıklar ortaya çıkar. Urfa Ağzı Azeri şivesi dil sahasına giren ağızlardandır. Buna binaen Türkiye Türkçesi yazı diliyle epeyce farklılıklar gösterir. Urfa Ağzı, kendi özelliklerini günümüzde de koruyabiliyor mu sorusunu sorduğumuzda vereceğimiz cevap hayır olacaktır. Televizyon kanalları, radyo vb. iletişim araçlarının çoğaldığı günümüzde medyanın da etkisiyle dilde hızlı bir şekilde değişim meydana gelmektedir. Biz bu değişim içinde Urfa Ağzını, yaşları 50 ve daha yukarı olan neslin kullandığı haliyle incelemeye çalışacağız. Neden bu yaş grubunu seçtiğimize gelince; yeni yetişen nesil, Urfa ağzıyla konuşmayı sevmemekte ve bunu kompleks haline getirmektedir. ılk çalışma olarak Urfa Ağzı Transkripsiyon Alfabesini çıkarma ihtiyacını hissettik. Yazı Dili Urfa Ağzı a a - ‘ (Arap alfabesindeki ayn harfi ) b b c c ç ç d d e e - é (Kapalı e) f f g g ğ - - g (Arap Alfabesindeki ğayın harfi) h h - h (ha) (h'nin altına bir nokta koyulacak) - h (hı) ı ı i i j j k k - k (kaf) l l m m n n - ng o o ö ö p p r r s s ş ş t t u u ö ö v v y y z z Bu alfabeye baktığımızda gözümüze ilk çarpan ayrılık (ayın) sesinin Urfa ağzında varlığıdır. Bu ses Arapçadan dilimize girmiş kelimelerde belirgin bir şekildedir. ‘erıza = arıza , be‘zı = bazı , ‘esker = asker , ‘ekaza = (baston) , ‘eriş = (asma) , ‘etebe = (kapı eşiği) é işaretiyle gösterdiğimiz “kapalı e” ler yazı dilimizde söyleniş olarak varlığını sürdürmekte fakat alfabemizde bulunmamaktadır. éşik = eşik , véran = viran , él = (yabancı) Urfa ağzında ğ sesi yoktur. Bunun yerine Arapçadaki gayın sesi mevcuttur. Bu ses kalın ünlülerle söylenir. Yumuşak ünlülerle bu sesin yerini yazı dilimizdeki g sesi alır. agız = ağız bagçı = bağcı agla = ağla deg- = değ- igit = yiğit degil = değil Ha sesi Arapçadan giren kelimelerde bulunur ve boğaz sesi olarak telaffuz edilir. Hek = Hak heyat = hayat hemam = hamam hesret = hasret Hı sesi ise Urfa ağzında kelime sonlarındaki ka sesinin bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Ayrıca Arapçadan dilimize giren kelimelerde de bu ses kullanılır. Fıstıh = fıstık barmah = parmak ahmah = akmak Yazı dilimizdeki kalın ünlülerle söylenen ka sesi Urfa ağzında ince ünlülerle de ka (Arapçadaki kaf) şeklinde telaffuza girer. kerbigit = (fakir, yoksul) kerı = (yaşlı kadın) kenne = (cam) Yazı dilimizde olmayan fakat bazı ağızlarda karşımıza çıkan “nazal n” dediğimiz Osmanlı alfabesindeki Kâf-ı nunÎ Urfa ağzında bazı kelimelerde ng harf grubuyla söylenir. yengi = yeni beng = ben (ciltte oluşan küçük siyah nokta) Yaptığımız bu açıklamalara göre Urfa Ağzı Alfabesini ünlü ve ünsüz harfler diye sınıflandırırsak; ÜNLÜ HARFLER: KALIN ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı a a ı ı o o u u ıNCE ÜNLÜLER: Yazı dili Urfa Ağzı e e - é i i ö ö ö ö ÜNSÜZ HARFLER Yazı dili Urfa Ağzı - ‘ b b c c ç ç d d f f g g ğ - - g (gayın) h h - ha - hı j j k k - k l l m m n n - ng p p r r s s ş ş t t v v y y z z Tablosuyla karşılaşırız. Bu tabloları incelediğimizde ince ünlü harflerde kapalı e dediğimiz é sesi fazla olduğundan ünlü ses sayısı Urfa Ağzında dokuzdur. Ünsüz seslerde ise (ayın), g (ğayın), h (ha), h (hı), k (kaf), ng (kâf-ı nuni) harflerinin fazla olduğu ve ğ harfinin ise bulunmadığını görüyoruz. Buna göre Urfa Ağzı Alfabesi 9 harf ünlü 26 harfi de ünsüz olmak üzere toplam 35'dir. Urfa ağzında büyük ses uyumu yaygındır. ısim ve sıfatlardaki ilk hecelerin sesli harfleri kalınsa, diğer hecelerdekiler de kalın, ince ise diğerleri de incedir: Alma, havla, zalım, zulum, bayaz, dellek (Elma, helva, zalim, zulüm, beyaz, tellak) gibi kelimeler birer örnek teşkil ederler. Fiillerdeki (mek, mak) mastar ekleri ister kalın, ister ince olsun Urfa ağzında (mah) olarak yerleşmiştir: Gelmah, getmah, yatmah, kahmah (gelmek, gitmek, yatmak, kalkmak) gibi.. Bunlardan başka Urfa ağzını simgeleyen bazı hususları da şöyle sıralayabiliriz: - Ci ve cü ekleri çi, cı; demirci (demirçi), kömürcü (kömürçı), kahveci (kahveçi) olur. - Cu eki çı; kuyumcu (kuyımçı), oduncu (odınçı) şeklinde söylenir. - Bazı kelimelerin başındaki (b) harfi (p) olarak okunur. Bozuk (pozıh), bakır (pakır) gibi. - (d) harfi (t) şeklinde söylenir. Dükkân (tüken), döken (töken), diken (tiken) v.s. - Bazen baştaki (p) harfi (b) gibi değerlenir. Pişen (bişen), poyraz (boyraz), patlıcan (balcan) v.s. - Genel yazı dilinin yalnızca ikinci tekil (n) sesleri (y) sesine dönüşür. Baban (babay), amcan (amcay-emmiy), yengen (yengey). - (g) sesi kelime başlarında (k) gibi okunur. Gömlek (köynek), gölge (kölge), keçi (geçi), kişi (gişi) şekline dönüşür. - Kelime başlarındaki (y) sesi çoğu zaman düşer. Yüksek (üskek), yürek (ürek), yüzük (üzik), yüzen (üzen) v.s. - Sessiz harfler arasında yer değiştirmeler de olur. Ekşi (eşki), ağrı (arğı), sofra (sırfa), çıplak (çılpah) v.s. Aynı zamanda folklor zenginliğimizin de bir ifadesi olan Urfa ağzı ile söylenmiş bazı kelimeleri hatırlatalım: Ağbatı: Darısı Arahçın: Takke, külah Behteniz: Maydanoz Bayah: Demin, biraz önce Bibi: Hala Bürük: Yüz örtüsü Cemel: Duvar Çındır: Sinir Çizo: Zayıf, sıska, kısa Çörten: Yağmur oluğu Deleme: Topaç Gedemeç: Eşik, papuçluk Hapan: Çok acıkmış Harhut: Bozuk Has: Marul Kabala: Götürü Kerip: Yabancı, yerli değil Kınıfır: Karanfil Mibar: Turfanda Pehkem: Kuvvetli Sapkana: Hiçbir zaman, şimdiye kadar Serinç: Sarnıç Siyrınçah: Kaygan Suhra: Angarya Taka: Pencere Teberik: Hatıra eşya Tetirbe: Çıkmaz sokak Tırrêfe: Alıngan Üsküre: Büyük tas Yanfırı: Eğri, çarpık Zahar: Galiba Zerzembe: Kiler Zuvah: Sokak | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm | |
| Şanlıurfa Kültür Tarihine Kısa Bir Bakış 1992 yılında Balıklıgöl yakınında bulunan ve “Balıklıgöl Heykeli” olarak adlandırılan heykelin 13.500 yıllık olduğu ve dünyanın en eski heykeli olduğu anlaşılmıştır. ****** Barajı göl alanı altında kalan Nevali Çoli ve Şanlıurfa’nın Göbeklitepe bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, 11.500 yıl öncesine ait taş kabartmaların ve heykellerin dünyanın en eski plastik sanat eserleri olduğu kabul edilmektedir. (1) 13.500 yıllık tarihi süreç içerisinde Urfa, birçok milletlerin hakimiyetinde kalmış, birçok medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bunun tabii bir sonucu olarak da köklü bir kültür yapısı oluşmuştur. Bu kadar uzun bir tarih içinde oluşan Urfa kültür yapısını incelemek, elbetteki başlı başına ayrı bir çalışma konusudur. Biz, bir fikir vermesi bakımından Urfa kültür tarihini özetlemeye çalışacağız. Kültür; “gelenek halindeki her türlü yaşayış, fikir ve sanat varlıklarının toplamı”dır(2). Bir başka ifade ile kültür, “bir milletin kimliğidir”, halk arasında doğar, yüzyıllar boyu içinde toplumsal, tarihsel ve evrensel değerlerle beslenerek oluşur. Kültür yüzyıllar içinde oluştuğuna göre, tarih içinde Urfa’da hakimiyet kurmuş devletlerden bahsetmemiz yerinde olacaktır. Urfa’da hakimiyet kurmuş devletleri tarih sırasına göre şöyle sıralayabiliriz; Urfa; milattan önce Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hurri-Mitanniler, Arâmîler, Assur, Keldâni, Med, Pers, Makedonya Krallığı, İskender, Seleukos Krallığı, Parth Krallığı dönemlerini geçirmiştir. Milattan sonra Edessa Krallığı, Roma, Bizans, Sâsâni Krallığı dönemi geçirmiştir.
Akkadlar, Akkadca (Doğu sami dili MÖ XXIII yy dan sonra), Sümerler’in yazı ve konuşma dili Sümerce (MÖ 4.000-3.000) (yazı dili)(3), Asurlular (Asur dili), Babilliler (Babil Dili), Arâmîler (Arâmîce, Aramca)(4) Latince, Farsça, Süryanice, Nebatice (Aramice’nin özellikle Arapça’ya yakın kolu) bu dönemlerde yazı ve konuşma dilleri olarak sayılabilir. Putperestlik, Sabiilik (Yıldızlara tapan) ve milattan sonra da Hıristiyanlık(5) dini bu bölgede hüküm sürmüştür.
Halife Hz. Ömer zamanında İyad b. Ganem Urfa’yı 639 tarihinde fethetmiştir.(6) Böylece Urfa 639-661 dönemi içinde İslam dinine mensup Arapların hakimiyetinde kalmıştır. “Bölge ve şehirde oturan halk bu tarihte İslamiyet’i kabul eder. VII yüzyıl ortalarına doğru Urfa’nın İslamlaşması ile kültürel yaşam formasyonu büyük ölçüde değişir”.(7)
Urfa İslamiyet’le beraber önceleri Emevi daha sonraları da Abbasi kültürlerinin benzer uygarlıklarında yoğrulur. (Emeviler dönemi 661-750) Özellikle “Abbasi hükümdarı Halife Harun-el Reşid döneminde Batı’da Ortaçağın karanlık dünyası yaşanırken, Doğuda Bağdat, Diyarbekir, Harput ve Mardin yanında, Harran ve Urfa’da ilimde sanatta ve ticarette çok ileriye gitmiştir” (8) (Abbasiler dönemi:750-990), Arapların hakimiyeti ile bölgede İslamiyet dini, dil olarak da Arapça bölgede hüküm sürmüştür. Daha sonra Nûmeyrîler, Mervânîler, Bizans, Ermeni Philaretos dönemine rastlamaktayız. Urfa’da 1087’den sonra Büyük Selçuklular dönemi başlamıştır. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşmeleri Selçuklular’ın eline geçmesinden çok önceleri olmuştur. Kültür tarihi açısından önem arz ettiğinden bu konuya değinmek isteriz. “Selçuklu Devleti kurularak, özellikle batı yönünde fetihlerin başlaması ve dolaysıyla Anadolu’nun tamamen fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinden çok önceki zamanlarda (M.S. IV.yy sonlarına doğru) Anadolu’ya ilk Türk girişi, Hun Türkleri tarafından gerçekleştirilmiştir.”(9) “Kursık ve Basık adlarındaki iki başbuğun komutasındaki Hun atlı kuvvetleri, Erzurum üzerinden hareketle Karasu ve Fırat havzalarından Malatya’ya ulaştılar. Daha sonra bu kuvvetler, Çukurova’yı istila ile Orta-doğunun en sağlam surlarına sahip olan Urfa ve Antakya kalelerini başarısız bir kuşatmada bulundular” (10) “Hun Türklerinden sonra Sabar Türkleri (MS 508) Anadolu’ya girmişlerdir…. Hun ve Sabar Türklerinden sonra Anadolu’ya Üçüncü Türk girişi Türklerin VIII yüzyıldan itibaren özellikle Abbasiler devrinde, Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya getirilerek Bizanslılara karşı gazalarda bulunan gaziler arasında , çok sayıda Müslüman Türkler vardır”(11) Buna göre;Türklerin Anadolu’ya gelişleri 1071’deki Malazgirt Meydan Muharebesi’nden çok önceleri başlamıştır. ”Anadolu’nun kaderini tayin eden Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu Sultanı Alparslan’a karşı savaşan Bizans hükümdarı Romanos Diogenes’in bayrağı altındaki Peçenek ve Uz (Hıristiyan Oğuz) Türklerinin bulunması sadece; Anadolu’da Türkmenlerden önce de Türk soyunun bulunduğunu gösterir” (12), “Türklerin Anadolu’ya akın akın girmelerinin temel sebebi; yaşadıkları yerlerde Moğol baskılarının artmasındandır. Yine fazlaca artan nüfusun, verimi sınırlı olan yurtlarında barınamamaları sonucunu yaratmış ve bu sonucun tabii seyri olarak da büyük Anadolu’ya Türk göçü doğmuştur. Tarihi kaynakların verdikleri bilgilere göre, bu büyük göç sırasında on binlerce Türkmen ailesi, kendilerine yurt aramak için Anadolu yollarına düşmüşlerdir. İslam Tarihçisi Zekeriya Kazvini’nin vermiş olduğu rakamlara göre 3 milyona yakın Oğuz Türk’ü Anadolu kapılarından yeni yurtlarına giriyorlardı.”(13)
“Horasan’da Büyük Selçuklu Saltanatının kurulması ile başlayan büyük göçün Anadolu’ya getirdiği unsurlar yalnız göçebe unsurlar değildi. Anadolu’ya gelen Türkler arasında; Orta Asya’da çok eski zamanlardan beri köy hayatına, hatta şehir hayatına geçmiş her çeşit halk mevcuttu”(14)“Bununla beraber Türkmenler, Malazgirt zaferine kadar bu ülkede emniyetle oturamamışlardı”(15)
26 Ağustos 1071 tarihinde Selçuklu Sultanı Alparslan‘ın Bizans imparatoru Romanos Diogens‘e karşı kazandığı Malazgirt zaferi ile Anadolu kapıları ebediyen Türklere açılmış oldu. Yenilen imparatorla bir anlaşma yapıldı ve serbest bırakıldı. Bu anlaşmanın bir maddesi de “Malazgirt, Urfa, Antakya civarı ve Menbic (Halep ile Suruç arası) yöresi Türklere verilecekti. Fakat Romanos Diogenes’in yenilgisi üzerine Bizans tahtını ele geçiren yeni imparatorun onu Sivas dolaylarında yakalatıp gözüne mil çektirmesiyle bu anlaşma da çiğnenmiş oldu.
“Malazgirt Zaferi Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birisini oluşturan önemli bir olaydır. …Türkler bu kez bir istila ve yağma amacıyla değil, artık fethettikleri bölge ve yörelerde yerleşmeye başlamışlardır. Bu zaferden sonra Anadolu’da çeşitli Türk devletleri kurulmuş ve bu devletler Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde önemli tarihi rollerini oynamışlardır.”(16)
Malazgirt Zaferi’nden 16 yıl sonra 1087 yılında Urfa, Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın komutanlarından Emir Bozan tarafından alındı. Melikşah, Emir Bozan’ı Urfa’ya vali olarak tayin etti. Böylece Türklerin ilk olarak Urfa’ya girmeleri 1087 yılında gerçekleşti (17) “Urfa Selçuklu döneminde yeniden eski uygarlığına kavuştu, hanlar, mescitler, medreseler açıldı, Ünlü Türk filozofu Farabi’nin ders gördüğü Harran (Okulu) Üniversitesi bu devirde daha da genişletildi.”(18)
Büyük Selçuklu hakimiyetinden sonra Urfa, Ermeni Thoros, Urfa Haçlı Kontluğu, Musul Atabeyleri (Zengiler), Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Artuklular, İlhanlılar, Memlüklüler, Timur, Döğer aşireti dönemi, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Memlüklüler, Dulkadıroğulları ve Safeviler’in hakimiyetinde kaldı.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı idaresine geçti. 406 sene Osmanlı hakimiyetinde kalan Urfa 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin bir vilayeti oldu.
Halife Hz.Ömer döneminde (639) Urfanın fethi ile günümüzden yaklaşık 1400 sene önce İslam Urfa ve havalisine gelmiş, islami kültür Emeviler ve Abbasiler döneminde zirve dönemini yaşamıştır. Büyük Selçuklu (1087) Zengiler, Artuklular, İlhanlılar, Memlüklüler, Dögerler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadıroğulları, Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, yaklaşık 900 senedir Urfa’ya Türk-İslam kültürü hakim olmuştur.
“İl gider töre kalır” sözünde olduğu gibi toprak değişse bile kültür, bir milletin varlığıyla birlikte devam eder. Urfa’ya gelen Müslüman Türkler, merhamet, iyilik, yardımseverlik, müsamaha, dürüstlük, kardeşlik, ahlak değerleri, insan hak ve hürriyetleri, ırk mezhep ve millete bağlı ve çeşitli dinlere inanan insanlar arasında ayırım yapmama gibi insanlığın temel vasıflarıyla, Şeyh Edebali, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşi, Ahmet Yesevi gibi mutasavvufların düşünce sistemleriyle, velileriyle, ermişleriyle, şeyhleriyle, tarikatlarıyla, vakıflar, aş evleri, düşkünler evi, ahi teşkilatı gibi sosyal ve kültürel müesseseleriyle, camiler, medreseler, çeşmeler, imaretler, hamamlar, kütüphaneler, hastaneler gibi yapılarıyla, gelenek ve görenekleriyle, folkloruyla, müziğiyle, edebiyatıyla, sanatıyla özetle bütün kültür değerleriyle 900 senedir Anadolu’nun her köşesine olduğu gibi Urfa’ya da Türk ve islam’ın damgasını vurmuşlardır. Türklerden önce bu bölgede bulunan insanlar da zaman içinde Türk-İslam kültürü yoğrulmuştur.
Rivayetlere göre “Hz. Adem (a.s)’ın çiftçilik yaptığı, Hz.Nuh (a.s.)’ın gemisinin karaya vurduğu dağın (Cudi) bu bölgede olması, Hz.İbrahim (a.s.)’in doğduğu ve ateşe atıldığı yeri işaret eden makamların varlığı, Hz.Lût (a.s), Hz. İshak (as), Hz.Ya’kup (a.s), Hz. Yusuf (a.s), Hz.Eyyub (a.s), Hz.Elyesa (a.s.), Hz.Şu’ayb (a.s), Hz.Musa (a.s.) ve Hz.İsa (a.s)’nın bu bölgelerde yaşaması ve Şanlıurfa ile olan bağları, yöredeki ilgili makamları, bu tarihi şehrin “Peygamberler Şehri” adıyla anılmasını sağlamıştır.”(19) İşte bu nedenlerle Şanlıurfa yüzyıllar boyu dini merkez konumunda olmuştur. İslamiyet’in bölgedeki hakimiyeti ile Urfa halkı İslam dinine bağlı bir hayat sürdürmüştür. Evliya Çelebi ünlü seyahatnamesinde (1640) Urfa ve Urfalılardan bahsederken “Tanrı bu şehir halkına Hz. Halil İbrahim bereketi vermiştir. Burası gayet bereketli ve bolluk olan bir yerdir. İnsanları Halil İbrahim gibi sevimli, Müslüman, takva sahibi adamlardır” der.
Urfalıların dini sohbet yaptıkları, dini kitaplar okudukları, peygamberlerle ilgili kıssalar dinledikleri ortamlardan biri de sıra geceleridir. Gerçekten de Urfalı, birçok dini bilgisini sıra gecelerinde öğrenir, kafasına takılan soruları sorar, samimi bir oram içinde cevaplarını alarak bu konudaki eksikliğini tamamlar. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde İslami yaşantı ile sıra gecelerinin bağlantısını görmekteyiz. Bu noktadan baktığımızda sıra gecesi geleneğinin tarihin derinliklerinden geldiğini görebilmekteyiz.
Tarih boyunca Urfa, Harran’la birlikte kültür ve medeniyetin beşiği olmuştur. Dini konular yanında, felsefe, tıp, matematik, astronomi ve müzik konusunda önemli sayıda ilim adamı yetişmiş, bu ilim adamlarının yazdığı eserler günümüze kadar gelmiştir. Din bilgini İbni Teymiyye, din, astronomi ve matematik bilgini El Bettani, mimar Abdülkadir bin El Selametel Ruhavi bunlardan birkaçıdır.
Dini ve diğer bilimlerde akademik düzeydeki çalışmalar, ayrıca Urfa ve Harran’ın ipek yolu üzerinde bulunması nedenleriyle, Urfa doğu ve batı arasında kültür ve sanat alışverişinde önemli bir köprü olmuştur, ileri fikir hamlelerine önayak olmuştur. | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:27 pm | |
| Tarih süreci içinde edebiyat, Urfa kültürü içinde ayrı bir ehemmiyete sahip olmuştur. Urfalı Nabi,(20) XVII yy. Divan edebiyatının en önemli şairidir. Özlü söyler, nüktedandır “Nabi gibi söyler” sözü günümüzde dahi kullanılmaktadır. Musikişinastır, besteler yapmıştır.
Urfa tarih boyunca edebiyata ve şiire önem vermiş XVIII ve XIX. Yüzyılda Hikmet, Şevket, Abdi gibi yüzlerce Divan edebiyatı şairi yetişmiştir. Şairlerin yetişmesinin en önemli etkeni Urfalının kültür birikimi, şiire ve şaire değer vermesi olarak özetlenebilir. “Marifet iltifata tabidir” sözünde olduğu gibi yazılan şiirlerin çevre ile buluştuğu, iltifata mahzar olduğu ilk ortam, Sıra geceleridir. Şiirin beğenildiğini gören şair daha büyük bir hevesle edebiyata sarılmaktadır. Böylece sıra geceleri Urfa’da şiirin ve diğer edebiyat kollarının da gelişmesine katkıda bulunmuş olmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de yapılan sıra gecelerinde divan edebiyatının en güzel gazel örnekleri gazelhanlar tarafından okunmaktadır.
Urfa halkı misafirperverdir. Urfalıların misafirlerini ağırladıkları ortamlardan en önemlisi sıra geceleridir. Yabancı misafirler Urfa’ya geldiklerinde yakın ilgi görürler. Urfalı “kerıp”(21) dediği yabancıları sofrasında ağırlamaktan zevk duyar. Bu husus yüzyıllar öncesinden gelen bir gelenektir. Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Urfa halkından bahsederken “içinde oturan halkının iyi huylu, hünerli kişiler” olduğunu anlatır. Hele halkının son derece yabancı dostu ve gönül alıcı, son derece konuksever kimseler olarak, gece ve gündüz sofralarında konuksuz yemek yemediklerinden sitayişle söz eder. Gerçekten de doğuştan her Urfalının yüreği insan sevgisi ile dopdolu bir garip dosttur.” | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:28 pm | |
| Şanlıurfa Mezar Taşlarından Mesajlar ŞANLIURFA BEDİÜZZAMAN MEZARLIĞINDAKİ MEZAR TAŞLARINDAN MESAJLAR Bekir UTAN Araştırmacı Büyük şair Necip Fazıl Kısakürek bir dörtlüğünde şöyle söylüyor. Tahtadan yapılmış bir uzun kutu: Baş tarafı geniş, ayak ucu dar. Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu, Yarın kendileri dolduracaklar. Ne kadar yaşarsak yaşayalım nihayetimiz ölüm. Belki bugün, belki yarın, belki başka bir gün biz de o boş tabutu dolduranlardan olabiliriz. Çünkü ölüm herkesin başına gelecektir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Ali İmran Sûresi, Ayet: 185) Şu veya bu sebepten, zamanı ve saati gelince herkes bu şerbeti içecektir. Aslında şu veya bu sebepler bir bahanedir. Asıl olan ölüm gerçeğidir. Onun için atalarımız “ölüm geldi cihane, baş ağrısı bahane” sözünü boş yere söylememişlerdir. Cahit Sıtkı Tarancı da 35 Yaş Şiiri’nde ölümün hakikat olduğunu şu veciz satırlarla ne güzel dile getiriyor. Neylersin ölüm herkesin başında Uyudun uyanmadın olacak Kim bilir, nerde, nasıl, kaç yaşında Bir namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında Evet ölümden kaçış ve kurtuluş yoktur. Yine Kur’an-ı Kerim’in Nisa Sûresi 78. ayetinde şöyle buyurulur: “Nerede olursanız olunuz, sağlam kaleler içerisinde bile bulunsanız ölüm size yetişir, yakalar.” Bu dünyada son durak dediğimiz mezarlar ölümün insana her şeyden daha yakın olduğunu ve buralardan ibret alınması gerektiğini haykırmaktadır. Mezarlar; anne, baba, evlat, kardeş, akraba, dost vs. nice değerlerimizi bağrına emanet ettiğimiz önemli mekânlardır. Bu sebeple ecdadımızın geçmişini, hatıralarını, çile ve tecrübe dolu yaşantılarını ancak buralarda görmek mümkündür. Bu çalışmamızda üç ayrı tarihte yaklaşık 10 saat adım adım gezerek Şanlıurfa Bediüzzaman Aile Mezarlığında bugünkü yazı ile yazılı ilginç mezar taşları yazılarını bir araya getirdim. Amacımız mezar taşlarının bir çoğunda okuyanın boğazlarını düğümleyen, ölenin yakınlarının minnet ve şükran duygularını ifade eden, insanın gönül telini sızlatan bu cümleleri herkes okusun, ibret alsın ve o merhum ve merhumelere rahmet okusun. Şanlıurfa’daki mezar taşlarında genellikle mezarda bulunan kişinin adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri, dua istekleri, şiirler, beyitler, maniler, vecizeler, özdeyişler çok yaygındır. Ayrıca mezardakinin ölüm nedeni, yaşadığı hayatın mutsuzluğu, doktorların yada bir kazanın kurbanı olduğunu ifade eden mezar taşlarına da rastlamaktayız. Ey Allah’ım, ömrümüzün en hayırlı zamanını, son dakikasını ve en güzel işini, işlerimizin en sonuncusu kıl.. Günlerimizin en mübareğini de sana kavuşacağımız gün eyle.. Ya Erhamürrahimin. Terk eyledim malı mülkü devleti Aklı olan benden alsın ibreti Kabrimi edin ziyaret ey ihvanlarım Okuyun fatiha ile “Kulhûvallahü ahed”i. Molla Müslümoğlu Hoca Hac Mustafa Okuyan D. 1897-Ö.24.8.1974 Gözüm şişti ağlamaktan Suyum kesildi damaktan Öyle bir düğün alayı Tabudum geçti sokaktan. Meryem Hasret Torunu Kadri Hasret D. 1992-Ö.1995 Ölmek kaderde var Yaşayıp köhnemek hazin Buna bir çare yok mudur Yarabbulalemin. Birecikli Hacı Cafer oğlu Mehmet Kâzım Kendirci D.1911-Ö.21.2.1984 Cüssemi gömdüler Bediüzzaman’a meğer Hayırlı imiş bu ölüm bana Sakın ağlamayın hacı yoldaşlar Mevla rahmetini bol eyle bana. İsmail Kızı Ali Karısı Hac Feride Çağlar D.1303-Ö.5.2.1969 Duman sardı etrafımı yolumu Felek kırdı kanadımı kolumu Anneme selam edin beklemesin yolumu. Mehmet oğlu Ahmet Aslan Ö.1.7.1977 Ey yolcu dün ayağımın altında olan çimenler Bugün üzerimde biter Bu toprak günahtan başka her şeyi örter. Kuyumcu Mahmut oğlu Demirci H. Bahaddin Akkoç D.30.8.1951-Ö.18.8.1995 Bir gün bir derviş gibi, Çıkıp gelsem eğer Görürsem bir daha, Gönül gözüyle seni Anla bir rüzgâr gibi, Yüreğimden geçeni Ve sonra anam gibi, Sar beni şehir. Tbp. Kd. Üstğ. Hatip Hacıbeyoğlu D.1959-Ö.11.10.1991 Ne zaman bitecek sonu bilinmez İçe akan yaşlar asla silinmez. Mustafa oğlu Sadettin Güçlü D.22.5.1932-Ö.24.1.1997 Feryat Uçtun bir melek gibi uhrevi aleme Geride bir feryat ah ü zar kaldı Çileliydin dertlerin gelmiyor kaleme Eserlerin bizlere yâdigâr kaldı. Derviş kızı Mehmet eşi Behye Basmacı D.1912-Ö.24.2.1978 Mezarımı derin edin Su serpin serin edin Ben bu dünyadan bir mıraz almadım Ahretimi mamur edin. H. Bekir oğlu Abdulkadir Aktürk D.1953-Ö.29.8.1979 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş oldum Bir saksı çiçek idim Gamdan elemden soldum Her gün çoğaldı sancım Ağladı oğlum bacım Şimdi dinmiştir acım Fatihana muhtacım. İsmail Malkoç oğlu Emlak Kredi Bankası Şefi M. Ali Malkoç D.1927-Ö.13.6.1970 Dinle beni hey kardeşim Deme henüz nedir yaşım Genç gitti çok arkadaşım Unutma ki ölüm vardır. Mehmet oğlu Ekrem Güneş D.1.1.1963-Ö.15.8.1997 Hayatta hiç gülmedim Sevgi nedir bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir gün görmedim. Devliyan Mahmut oğlu Halil Aykan D.1.9.1948-Ö.1.5.1966 Bulanlar Hakk’ı buldu Buldular can içinde Kalanlar yolda kaldı Kaldılar zan içinde. Mahmut Emin oğlu Mehmet Ali İzol D.1952-Ö.1977 Gönül seni bulmuş ise Başkasını anar mı hiç Ateşine yanmış ise Başka nara yanar mı hiç. Mustafa oğlu Serdar Atlıhan D.1977-Ö.1994 Bu dünya bir gam-hanedir Gam çeken deli divanadır Bütün dünya senin olsa Sonu verandır. Hâkim Yusuf Ziya oğlu İsmail Hakkı Karasu D.1924-Ö.17.8.1976 Dost istersen Allah yeter İbret istersen ölüm yeter. Yasin kızı Saide Kılıç D.1991-Ö.19.5.1995 Bu dünya bir çark-ı felektir daim döner İnsanoğlu bir fenerdir akıbet bir gün söner. Halil oğlu Osman Kayıkçı Ö.14.10.1966 Çeşm-i ibretle nazar kıl Bu dünya bir misafirhanedir Bir mukim adem bulunmaz Ne acep kâşânedir Dünyaya mağrur olan Mecnun değil ya nedir. Mehmet oğlu Şoför Abdulvahap Gürbüz D.1932-Ö.12.3.1973 Hayatta hiç gülmedim Sevgi nedir bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir gün görmedim. İsmail kızı Hatice Mızrak D.1917-Ö.6.3.1996 Ey medet şimdiden gör alemde rahat kalmadı Bozulup gitti cihan sahib-i adalet kalmadı Fitne doldu cihan artık selamet kalmadı. H. Bedir oğlu H. Mustafa Çağlayan D.1899-Ö.2.2.1975 Güvenme evlat ile paraya Zulmetme kuvvet ile biçareye Bir gün gelirsin tabut ile mezara Unutma ahret ile mizanı. Bekir oğlu İsa Yumuşakdaş D.1328-Ö.1953 Neyleyim köşkü Neyleyim sarayı İçinde gezenim Olmazsa dostlar Buna ne fayda. Hac Mahmut Balıkan D.1927-Ö.3.2.1993 Ölüm güzel şey budur perde ardından haber Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber. İsmail oğlu Halil Aslan D.26.6.1982-Ö.1.10.1998 Sarmadım nazlı yavrularım sizi doyunca Mevlam ayırdı bizi ömür boyunca. Cuma kızı Zehra Toprak D.1.1.1958-Ö.7.7.1995 Mal sahibi mülk sahibi Hani bunun ilk sahibi Mal da yalan mülk de yalan Al biraz da sen oyalan. H. Ahmet oğlu H. Şakir Kaldı D.1.7.1932-Ö.3.1.1998 Şu yalan dünyada yüzüm gülmedi Siroz olduğumu kimse bilmedi Hastanede can verirken Başucumda kimsem olmadı Kılın namazımı sevenlerimle Koyun mezarıma kederlerimle Ayrıldım dünyadan elemlerimle Mahbuba kavuştum inan be oğul. Şark Bülbülü Ses Sanatçısı Mehmet oğlu Seyfettin Sucu D.1942-Ö.20.7.1987 Altından ağacın olsa gümüşten yaprak Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak. Manifaturacı Hacı Bedir Ertürk Ö.11.12.1972 Yollar uzak gelemedim Muradıma eremedim Tutunacak dalım sendin Kıymetini bilemedim. Halil Kutluoğlu D.1940-Ö.2.7.1984 Hayatta hiç gülmedim Sevgi nedir bilmedim Yıllarca çile çektim Güzel bir gün görmedim. Cuma oğlu Ali Işıklar D.1927-Ö.1984 Kibirlenme öleceksin Dar kabire gireceksin Hakk’a cevap vereceksin Dilin dönmez kalır bir gün. Mehmet Çelebinin kızı Halilrahman Şıhı H. Müslüm Ailesi Şefika Eren D.1331-Ö.20.4.1984 Kurbanam her gelene Zülfünden ter gelene Mezarımı yüce yapın Nazlı yavrularım gele gölgelene. Halil oğlu Mevlüthan Hacı Bakır Yurtsever D.1327-Ö.9.7.1985 Allah’ım eli boş yüzü kara huzuruna geldim Beni amelimle değil mağfiretinle yargıla. Şükrü oğlu Recai Coşkun Ö.25.2.1983 Dost istersen Allah yeter Yaran istersen Kur’an yeter Mal istersen kanaat yeter Düşman istersen nefis yeter Nasihat istersen ölüm yeter. İmam eşi Behiye Safi D.1938-Ö.18.3.1993 Neydi geldi başıma Doymadım genç yaşıma Çektiğim çileyi Yazın mezar taşıma. Halil kızı Emine Yüzübeyaz D.1966-Ö.22.1.1995 Bir ömür yaşadım Allah yolunda Son nefesimi verdim kardaş kolunda Kör ocak olmak çok acı ama Bin evlat feda olsun Rabb’ın yolunda. Halil oğlu Hacı Mehmet Bilgiç D.1335-Ö.15.12.1995 Benim için göz yaşı döküp ağlamayın Kaderim böyleymiş kimseyi suçlamayın Beni mezarda değil gönlünüzde arayın. Ali oğlu İnş. Yük. Mühendisi Muzaffer Uluğ D.16.5.1961-Ö.1.10.1991 Kader ne ise olur etme merak Nefse uyma takdiri ilahiye bırak Altından ağacın olsa zümrütten yaprak Akıbet gözlerini doyurur bir avuç toprak. Nebi oğlu Mehmet Danacı D.1.1.1933-Ö.21.9.1970 Çeşm-i ibretle nazar kıl dünya misafirhanedir Güvenme mala evlada akıbet yerin toprak değil ya nedir? Abdussemet oğlu H. Bedih Nazar D.1330-Ö.23.10.1984 Bir gün olur evin barkın bozulur Bir yol kenarında kabrin kazılır Kabir taşına da fakir yazılır Sen ölsen de adın ölmez ey fakir. Ahmet oğlu Abdulkadir Kaplama D.1928-Ö.25.1.1984 Sen istersen boynuna ip Dilersen cevherli kordon tak Bu dünyada nasibin En nihayet bir avuç toprak. Taşan Köyü Mersavi Eşrafından Nabi Alço oğlu Ali Nebey D.1926-Ö.20.6.1986 Kadere yoldaş oldum Derde arkadaş oldum Her gün çoğaldı sancım Ağlad_ oğlum bacım Şimdi dinmiştir acım Fatihanıza muhtacım. Hanife kızı Aşhan Koyuncu D.1.1.1932-Ö.17.12.1984 Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun. Şeyhmüslüm oğlu Mahmut Dörtkardeş D.10.10.1974-Ö.28.11.1997 Allah bir Resul hak Neyine güvenirsin olursun nahak Aklını başına topla Aç gözünü bir bana bak. Abdurrahman oğlu Mustafa Küçükköse D.1925-Ö.3.7.1991 Al eline kalemi yaz başıma geleni Acep nere gömerler Trabzon’da öleni Bin ümitle doğdum çilelerle yoğruldum Kaymakam olacakken ahirete vali oldum. Mustafa oğlu İ. Halil Yaşar D.1972-Ö.29.3.1993 Bir iki gün feleğin bezmine mihman oldum Kendimi baki sanıp gül gibi genda oldum Akibet zehri sunup içimi çarğ etti felek Daha nevreste iken hâk ile yeksân oldum. Seyyid Mustafa oğlu Seyyid H. Eyyüp Okumuş D.1923-Ö.3.10.1990 Yaram sızlar Ok değmiş yaram sızlar Yaralının halinden Ne bilsin yarasızlar. Abdulkadir oğlu Mehmet Açıkyıldız Ö.10.4.1980 Çağırın anam gelsin Derdime yananım gelsin Üzden yananı nedem Ciğerden yananım gelsin. Abuzer kızı Zahide Tatar Ö.13.5.1983 Cefalı geçti hep vakti zaman Hekimler bulamadı derdime derman Bilemediler ki ahiret gerçek dünya yalan. Ş.Müslüm kızı Zeynep Almas D.1933-Ö.6.10.1991 Ey insan düşün sen Ahirette seni kurtaracak Bir eserin olmadığı takdirde, Fani dünyada da bıraktığın Eserlere de kıymet verme. Müslüm oğlu H. Mehmet Yıldız D.1320-Ö.10.1.1983 Sormayın yaramı çok derinlerde Kalbim kanıyor doktorlar nerde Koparma gülümü kurur ellerde Hayatta gülmedim ne gelir elden. Halil Hatabın kızı Süleyman eşi Fatma Tekin D.1945-Ö.27.9.1990 Çöz de yükümün kördüğüm olmuş bağını Bana çok görme ilahi bir avuç toprağını. Ali oğlu H. Şükrü Dedecan D. 1931 Ö. 1.8.1991 Yok idim var oldum Garip bir yar oldum Bir müddet berhurdar Sonra tar-ü mar oldum. H. Hüseyin Avnikaya | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:30 pm | |
| Aşık Sefai (Mehmet Acet) [b][b]1954 Yılında Şanlıurfa’ya Bağlı Kısas Köyünde doğdu. İlkokulu Kısas’ta bitirdi. Doğduğu yer olan Kısas Aşıkların harmanı olduğu için birçok ustayı dinledi onlardan istifade etti. Bağlama çalmasını öğrendi. Hacıbektaş’ya yapılan birçok törene katıldı. Hacıbektaş’ta kendisine “Sefai” mahlası verildi. Gerek yurt içi gerekse yurtdışında yapılan birçok konserlere katılarak deyişler okudu. Birçok televizyon ve radyo programlarına katıldı. İki kaset çıkardı. Hoşgörü yılı münasebetiyle yazdığı şiir 1995 yılında Türkiye birincisi oldu. Derlediği deyişler TRT repertuarına alındı. Kısas’ta ikamet etmekte olan Aşık Sefai, Alevilik felsefesini ve aşıklık geleneğini iyi bilen usta aşıklardandır. Kültür Bakanlığı Şanlıurfa Türk Halk Müziği Korsunda Ses Sanatçısı olarak görev yapmaktadır. [/b][/b] | |
| | | AsiRuH yönetici
mesaj sayısı : 9861 Yaş : 36 İş/meslek : xxxxx Kayıt tarihi : 27/09/08
| Konu: Geri: ŞanlıUrfa yı tanıyalım Salı Ocak 13, 2009 8:31 pm | |
| Aşik Celalî (veli Göncü) 1931 yılında Şanlıurfa’nın Kısas Köyünde doğdu. Babası Hululer (şirinler)’den Ahmet, annesi Sofu Ahmetler’den Anzelha’dır. Yirmi yaşına kadar köyde kaldı, çiftçilik ve çobanlık yaptı. Kısas’ta İlk okula gitti fakat ilkokulu bitiremedi. Gençlik dönemim zor şartlarda köyde tarım işlerinde çalışarak geçti. 1950 yılında Haydar kızı Hatice ile evlendi 7 çocuğu oldu. Esas Mesleği şoförlüktür. Uzun yılar şoförlüğü yaptı ve emekli oldu. Halen Kısas’ta ikamet etmektedir. Asıl adı Veli Göncü’dür. Fakat şiirlerinde “Celalî” mahlasını kullanmaktadır. Aşık Celalî çocukluğundan itibaren müziğe meraklıdır. Çocukluk döneminde kısaslı usta aşıkları toplantılarında bulundu. Onlardan istifade etti. Gençlik döneminde Urfa’ya gelip müzik meclislerine katılmaya başladı. ustalarından birçok makam ve cümbüş, bağlama ve darbuka çalmasını öğrendi. Aşık Celalî çocukluk ve gençlik dönemlerinde köy odalarında usta aşıkların şiirlerini ve halk hikayelerini dinleyerek büyümüştür. Kendisi de bu güne kadar 1500 civarında şiir yazmıştır. Şiirleri çeşitli kitap ve gazetelerde yayınlanmıştır. Aşık Celalî, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan, Aşık Kerem, Emrah, Aşık Veysel’in deyişlerinden çok etkilenmiştir, bu nedenle şiirlerinde onların izleri bariz olarak görülür.
Şiirlerinden bir örnek: EĞİL DAĞLAR Eğil dağlar eğil, yar gelir yolda Kaldır perdeleri, düşmeye dalda Şeker şerbet ezin, yanında bal da Doldur ab-ı kevser içmeye gelsin Çoktan beri görmez oldum yüzünü Hatırımdan çıkaramam sözünü Nazlım mesken etmiş yayla düzünü Yaptıram yoları, geçmeye gelsin Miski anber açmış, çiçek de sarı Bu ateş çürüttü, olmuşum zarı Yâr gelirse, erir dağların karı Gül reyhan ekmiştim biçmeye gelsin Vallahi ömrümde sürmedim devran Uykuya dalmıştım, tez geçti kervan Celalî derdine, kim olur derman Baş vermiş yaralar, deşmeye gelsin Aşık Celalî (Veli Göncü) ------------------------------- Abı Kevser: Kevser adlı cennet ırmağının suyu Miski amber:amber balığından çıkarılan güzel kokulu madde Reyhan: (fesleğen) Yaprakları güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir süs bitkisi, Devran: Dünya, zaman, çağ, kader, talih | |
| | | | ŞanlıUrfa yı tanıyalım | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|