Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Hitskin_logo Hitskin.com

Bu Hitsikin.com temayı önceden görmekte fırsat veriyor.
Tema yerleştirmekTemanın fişine geri dönmek

.talk4her
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


müzik dinle klip izle indir resim google yetkinforum video download youtube islamiyet ilahi
 
AnasayfaLatest imageschatboxSon Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı ReportGiriş yapKayıt Ol

 

 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:07 pm

Peygamber
efendimiz, Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Allahü teâlânın
yarattığı varlıkların en şereflisi Muhammed aleyhisselâmdır. Her şey
O’nun hürmetine yaratıldı. O, Allahü teâlânın resûlü, son
peygamberidir. Allahü teâlâ bütün peygamberlerine ismiyle hitâb ettiği
hâlde, O’na “Habîbim” (sevgilim) diyerek hitâb etmiştir. Nitekim Allahü
teâlâ bir hadîs-i kudsîde:
“Sen
olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım!”
buyurdu. Bütün mahlûkâtı O’nun şerefine
yaratmıştır. Allahü teâlâ kullarına râzı olduğu ve beğendiği yolu
göstermek için çeşitli kavimlere zaman zaman peygamberler göndermiştir.
Muhammed aleyhisselâmı ise son Peygamber olarak bütün insanlara ve
cinlere gönderdi. Bunun için Peygamberimize “Hâtem-ün-nebiyyîn” ve
“Hâtem-ül-Enbiyâ” denilmiştir.






Her
peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden
her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselâm ise, her zamanda, her
memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar,
gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir
kimse hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Allahü teâlâ her şeyden
önce Muhammed aleyhisselâmın nûrunu yarattı. Eshâb-ı kirâmdan Abdullah
bin Câbir radıyallahü anh; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ her şeyden
evvel neyi yaratmıştır, bana söyler misin?” deyince, Sevgili
Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Her şeyden evvel senin peygamberinin
yâni benim nûrumu kendi nûrundan yarattı. O zaman ne Levh, ne Kalem, ne
Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ’
(gökyüzü), ne arz (yeryüzü),
ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı.”
Âdem aleyhisselâm
yaratılınca Arş-ı a’lâda nûr ile yazılmış “Ahmed” ismini gördü. “Yâ
Rabbi! Bu nûr nedir?” diye sorunca Allahü teâlâ; “Bu, ismi göklerde
Ahmed ve yerlerde Muhammed olan senin zürriyetinden bir peygamberin
nûrûdur. Eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım.”
buyurdu. Âdem
aleyhisselâm yaratılınca alnına Muhammed aleyhisselâmın nûru kondu ve o
nûr onun alnında parlamaya başladı. Âdem aleyhisselâmdan îtibâren
babadan oğula intikal ederek asıl sâhibi Muhammed aleyhisselâma ulaştı.





Muhammed aleyhisselâm hicretten 53 sene
evvel Rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha karşı,
Mekke’de doğdu. Târihçiler, bu günün Mîlâdi sene ile 571 senesinin
nisan ayının yirmisine rastladığını söylüyor. Doğmadan birkaç ay önce
babası, altı yaşındayken de annesi vefât etti. Bu sebepten Peygamber
efendimize Dürr-i Yetîm (yetimlerin incisi) lâkâbı da verilmiştir.
Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı. Dedesi de
vefât edince, amcası Ebû Tâlib O’nu yanına aldı. Yirmi beş yaşındayken
Hadîcet-ül Kübrâ ile evlendi. Bu hanımından doğan ilk oğlunun adı Kâsım
idi. Bundan dolayı Peygamberimize Ebü’l-Kâsım yâni Kâsım’ın babası da
denildi. Araplarda böyle künye ile anılmak âdetti. Kırk yaşında, bütün
insanlara ve cinne peygamber olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi.
Üç sene sonra herkesi îmâna çağırmağa başladı. Elli iki yaşında mîrac
vukû buldu. 622 yılında 53 yaşında olduğu hâlde, Mekke’den Medîne’ye
hicret etti. Yirmi yedi defâ muhârebe yaptı. 632 (H. 11) senesinde
rebîülevvel ayının on ikinci pazartesi günü öğleden evvel 63 yaşında
vefât etti.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 9 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 8 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 7 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 6 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 5 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 4 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 3 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 2 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 1
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:08 pm

Mübarek
soyu


Muhammed
aleyhisselâmın nûru, Âdem aleyhisselâmdan itibâren temiz babalardan ve
temiz analardan geçerek gelmiştir. Kur’ân-ı kerîmde Şu’ârâ
sûresi 219. âyetinde meâlen; “Sen, yâni senin nûrun, hep secde
edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır.”
buyrulmaktadır. Nitekim
Peygamber efendimiz hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ insanları
yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi. Sonra, bu
kısımlarından en iyisini
(Arabistan’da) seçti. Beni bunlardan
vücûda getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en iyisini seçip, beni
bunlardan meydana getirdi. O hâlde, benim rûhum ve cesedim mahlûkların
en iyisidir. Benim silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır.”
buyurmuşlardır.




Yaratılan ilk
insan olan Âdem aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâmın zerresini
taşıdığı için alnında O’nun nûru parlıyordu. Bu zerre hazret-i
Havvâ’ya, ondan Şît aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden temiz
kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. Muhammed
aleyhisselâmın nûru da, zerre ile birlikte alınlardan alınlara geçti.
Melekler ne zaman Âdem aleyhisselâmın yüzüne baksalar, alnında Muhammed
aleyhisselâmın nûrunu görürler ve ona salevât okurlardı. Yâni; “Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammed.”
derlerdi. Âdem aleyhisselâm vefât
edeceği zaman oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki: “Yavrum! Bu alnında
parlayan nûr, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bu nûru,
mü’min, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet
et! Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına
böyle vasiyet etti. Hepsi bu vasiyeti yerine getirip, en asîl, en kibâr
kız ile evlendi. Nûr, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek
sâhibine ulaştı. Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem dedelerinden
birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabîle iki kola ayrılsa Muhammed
aleyhisselâmın soyu, en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunurdu. Her
asırda onun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan belli olurdu. O’nun
nûrunu taşıyan seçilmiş bir soy vardı ki, her asırda bu soydan olan
zâtın yüzü pek güzel ve nûrlu olurdu. Bu nûr ile kardeşleri arasında
belli olur, içinde bulunduğu kabîle başka kabîlelerden daha üstün, daha
şerefli olurdu. Âdem aleyhisselâmdan beri evlâttan evlâda geçerek gelen
bu nûr İbrâhim’e ondan da oğlu İsmâil’e aleyhimüsselâm geçmiştir. Onun
da alnında sabâh yıldızı gibi parlayan nûr, evlâdlarından Adnan’a,
ondan Me’ad ondan Nizâr’a intikal etmiştir. Nizâr doğunca babası Me’ad,
oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiştir. “Böyle
oğul için, bu kadar ziyâfet az bir şey.” dediği için de oğlunun adı
Nizâr (az bir şey) kalmıştır. Bundan sonra da nûr sıra ile intikal
ederek asıl sâhibi olan sevgili Peygamberimize ulaşmıştır.




Sevgili
Peygamberimiz; “Ben, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdü Menaf,
Kuseyy, Kilâb, Mürre, Ka’b, Lüveyy, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne,
Huzeyme, Mudrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Me’ad, Adnân oğlu Muhammed’im.
Mensup olduğum topluluk, ne zaman ikiye ayrılmış ise, Allah beni
muhakkak onların en hayırlı olan tarafında bulundurmuştur. Ben,
câhiliyyet ahlâksızlıklarından hiçbir şey bulaşmaksızın, ana ve
babamdan meydana geldim. Ben, Âdem’den babama ve anneme gelinceye
kadar, hep nikâhlı anne babadan geldim. Ben ana ve baba îtibâriyle en
hayırlınızım.”
Başka bir hadîs-i şerîfte de; “Allahü teâlâ,
İbrâhim oğullarından İsmâil’i seçti. İsmâil oğullarından Kinâne
oğullarını seçti. Kinâne oğullarından Kureyş’i seçti. Kureyş’ten Hâşim
oğullarını seçti. Hâşim oğullarından Abdülmuttalib oğullarını eçti.
Abdülmuttalib oğullarından da beni seçti.”
buyurdu.

Peygamberimiz Kureyş kabîlesinin Hâşim oğulları kolundandır. Babası
Abdullah’dır. Abdullah’ın babası Abdülmuttalib, annesi de Fâtımâ binti
Amr’dır. Dedesi Abdülmuttalib, Mekke’nin hâkimi ve Arapların şeref
îtibâriyle en üstün kabilesi olan Kureyş kabîlesine mensuptu.
Abdülmuttalib’in alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parladığından
Kureyş kavmi onunla bereketlenirdi. Peygamberimizin dedesi
Abdülmuttalib, oğulları arasında en çok Abdullah’ı severdi. Çünkü onun
alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parlıyordu. Abdullah’ın güzelliği
Mısır’a kadar şöhret bulmuştu. Alnındaki nûr yüzünden iki yüze yakın
kız, onunla evlenmek arzusu ile Mekke’ye gelmişti. Abdülmuttalib ise,
O’nu her yönüyle O’na denk olan bir kız ile evlendirmek istiyordu.
Bunun için Benî Zühre kabîlesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf’ın kızı
Âmine’yi oğlu Abdullah’a istedi. Vehb’in kızı Âmine; güzellik, ahlâk ve
neseb îtibâriyle Kureyş kızlarının en üstünü idi. Ayrıca soy bakımından
Abdullah ile birkaç batın yukarıda birleşmekte idi. Abdülmuttalib,
Vehb’in kızını oğlu Abdullah’a isteyince Vehb şöyle dedi: “Ey amcam
oğlu, biz bu teklifi sizden önce aldık. Âmine’nin annesi bir rüyâ
gördü. Anlattığına göre evimize bir nûr girmiş, aydınlığı yeri ve
gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyâmda dedemiz İbrahim’i gördüm. Bana;
“Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’la kızın Âmine’nin nikâhlarını ben
kıydım. Onu sen de kabûl et.” dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyânın
tesiri altındayım. Acaba ne zaman gelecekler, diye merak ediyordum.” Bu
sözleri duyan Abdülmuttalib sevincinden“Allahü Ekber! Allahü Ekber!”
diyerek tekbir getirdi. Nihâyet oğlu Abdullah’ı Vehb’in kızı Âmine ile
evlendirdi. Bu konuda başka rivâyetler de vardır.

Abdullah, Âmine ile evlenince alnında parlayan nûr, hanımına intikal
etti. Abdullah’ın evlendiği geceye Türkiye’de ve birçok İslâm
memleketlerinde bir asırdan beri Regâib kandili ismi verilmekte ise de
bu yanlıştır. Regâib gecesi, Receb ayının ilk cumâ gecesidir. Muhammed
aleyhisselâmın nûru ise hazret-i Âmine’ye Cemâzilahir ayında intikal
etmiştir. Câhiliyye devrinde Arapların harbi haram saydıkları aylarda
harp etmek istedikleri zaman ayların ismini ve sırasını değiştirmeleri
yâni Cemâzilahir ayına o sene Recep demeleri sebebiyle halk içinde bu
yanlışlık yayılmıştır. Gerçekte bunun dînen ve ilmen bir kıymeti
yoktur. O halde Nübüvvet yâni peygamberlik nûrunun Âmine vâlidemize
intikali, şimdiki Cemâzilahir ayındadır, Regâib gecesinde değildir.
Âmine’nin Muhammed aleyhisselâma hâmile olduğu sırada Kureyş
kabilesinde büyük bir darlık, kıtlık ve pahalılık olmuştu. Kureyş çok
sıkıntı içinde idi. Muhammed aleyhisselâmın ana rahmine düşmesiyle
birlikte, O’nun hürmetine Allahü teâlâ Kureyş kabîlesinin bağ ve
bahçelerine, mahsûllerine öyle bereket verdi ki, hepsi zengin oldular.
Araplar o seneye “Senet-ül feth ve’l ibtihac” yâni sevinç ve bolluk
yılı dediler. Âmine Hâtun Sevgili Peygamberimize hâmile iken kocası
Abdullah ticâret için Şam’a gitmişti. Dönüşünde hastalanıp Medîne’ye
geldiği sırada dayılarının yanında vefât etti. Bu haber Mekke’de
duyulunca çok büyük bir üzüntüye sebep oldu. Eshâb-ı kirâmdan Abdullah
ibni Abbas radıyallahü anh şöyle bildirmiştir: “Peygamberimizin babası
Abdullah, oğlu doğmadan önce vefât edince melekler; “Ey Rabbimiz,
Resûlün yetim kaldı.” dediler. Allahü teâlâ da; “O’nun koruyucusu ve
yardımcısı benim.” buyurdu.”

Âmine Hâtun şöyle anlatmıştır: “Ben altı aylık hâmile iken, bir gece
rüyâmda karşıma bir zât çıkıp dedi ki: “Ey Âmine, bilmiş ol ki, sen
âlemlerin en hayırlısı olan kimseye hâmile oldun. Doğurunca ismini Muhammed
koy ve hâlini hiç kimseye açmayıp, gizli tut!” Başka
bir rivâyette de; “İsmini Ahmed koy.” şeklinde bildirilmiştir.

Muhammed aleyhisselâmın doğmasına iki ay kadar zaman varken Fil
vak’ası
meydana geldi. İnsanların her taraftan akın akın gelip
Kâbe’yi ziyâret
etmesine engel olmak isteyen Yemen vâlisi Ebrehe, Bizans
İmparatorunun
da yardımıylaSan’a’da büyük bir kilise yaptırdı
ve insanların burayı
ziyâret etmelerini istedi. Araplar ise eskiden beri
Kâbe’yi ziyâret
etmekte olup, Ebrehe’nin yaptırdığı kiliseye hiç
îtibar etmediler.
Hattâ hakâret gözüyle baktılar. İçlerinden
biri kiliseyi kirletti. Bu
hâdiseye kızan Ebrehe, Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve
bu maksatla bir
ordu hazırlayıp Mekke üzerine yürüdü.
Ebrehe’nin ordusunda önde
yürütülen, zaferin kazanılmasında en büyük
payı alacağı tahmin edilen
Mahmud adında bir fil vardı. Ebrehe Kâbe’ye saldırmaya
başlayınca bu
fil yere çöktü ve Kâbe yönünde
yürümedi. Yönü Yemen’e çevrilince
koşarak geri dönüyordu. Böylece Mekke’ye yaklaşıp
hücum etmek istediği
halde hücum edemeyen Ebrehe ve ordusu üzerine Allahü
teâlâ ebâbil (dağ
kırlangıcı) denilen kuşlardan bir sürü gönderdi.
Ebâbil kuşlarının
herbiri, biri ağzında ikisi de ayaklarında olmak üzere, nohut veya
mercimek büyüklüğünde üçer taş
taşıyorlardı. Bu taşları Ebrehe’nin
ordusu üzerine bıraktılar. Taş isâbet eden her asker,
ânında yere düşüp
öldü. Ebrehe kaçmak istedi. Taşlardan ona da
isâbet edip, kaçtıkça
etleri parça parça dökülerek öldü. Bu
husus Kur’ân-ı kerîm’de
Fil sûresinde bildirilmektedir. Böylece Kureyş kabîlesi doğmak üzere
olan Muhammed aleyhisselâmın hürmetine büyük bir düşmanın şerrinden
kurtuldu. Muhammed aleyhisselâmın geleceği Âdem aleyhisselâmdan
îtibâren her peygambere ve ümmetlerine müjdelene gelmiş, doğması
yaklaşınca da birçok haber ve müjdeler verilip alâmetler ortaya çıkmış,
çeşitli hadiseler meydana gelmiştir.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 18 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 17 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 16 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 15 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 14 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 13 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 12 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 11 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 10
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:09 pm

Doğumu

Muhammed aleyhisselâm Hicret’ten 53 sene evvel Rebîulevvel ayının on
ikinci Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke’nin Haşimoğulları
mahallesinde, Safâ Tepesi yakınında bir evde doğdu. Bu gün, Mîlâdî 571
yılına ve Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. O gün henüz güneş
doğmadan âlem nûr ile doldu. Âdem aleyhisselâmdan beri babadan evlâda
intikal edegelen nûr asıl sâhibine ulaştı.




O’nun doğumunu
annesi hazret-i Âmine şöyle anlatıyor: “Doğum ânı geldiğinde heybetli
bir ses işittim. Ürpermeye başladım. Sonra beyaz bir kuş gördüm, gelip
kanadı ile beni sığadı. O andan sonra bendeki korku ve ürpertiden eser
kalmadı. Yanımda süt gibi beyaz bir kâse şerbet gördüm. O şerbeti bana
verdiler. O anda çok susamış idim. Verilen şerbeti içtim. Baldan tatlı
ve soğuk idi. İçer içmez susuzluğum gitti. Sonra büyük bir nûr gördüm,
Evim o kadar nûrlandı ki, o nûrdan başka bir şey görmüyordum. O sırada
çok hâtun gördüm. Boyları uzun, yüzleri güneş gibi parlıyordu. Etrafımı
sarıp, bana hizmet eden bu hâtunlar, Abdü Menâf kabîlesinin kızlarına
benzerlerdi. Yine o sırada beyaz, uzun ve gökten yere uzanmış ipek bir
kumaş gördüm. Dediler ki: O’nu insanların gözünden örtün. O anda bir
grup kuş peydâ oldu. Ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Gümüş
ibrikler tutarak havada duruyorlardı. Bana korku gelip terlemiştim, ter
damlalarından misk kokusu yayılıyordu. O halde iken gözümden perdeyi
kaldırdılar. Doğudan batıya kadar bütün yeryüzünü gördüm. Üç alem
(bayrak) dikildi. Onların biri meşrik (doğu), biri mağrip (batı) biri
de Kâbe’nin üstünde idi. Etrafımda çok sayıda melekler toplandı.
Muhammed doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koydu ve şehâdet
parmağını kaldırdı. O anda gökten bir parça beyaz bulut indi. O’nu
kapladı. Bir ses işittim; “Onu mağripden meşrıka kadar her yerde
gezdirin. Tâ ki cümle âlem onu, ismiyle, cismiyle ve sıfatıyla
görsünler.” diyordu. Sonra o bulut gözden kayboldu ve Muhammed’i bir
beyaz yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada yüzleri güneş
gibi parlayan üç kişi gördüm. Birinin elinde gümüşten bir ibrik,
birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı.
İbrikten sanki misk damlıyordu. Muhammed’i o leğenin içine koydular.
Mübarek başını ve ayağını yıkadılar ve ipeğe sardılar. Sonra mübârek
başına güzel koku sürüp, mübârek gözlerine sürme çektiler ve gözden
kayboldular.”

Muhammed aleyhisselâmın doğduğu sırada hazret-i Âmine’nin yanında
Abdurrahman bin Avf’ın annesi Şifâ Hâtun, Osman bin Ebü’l-Âs’ın annesi
Fâtımâ Hâtun ve Peygamberimizin halası Safiyye Hâtun vardı. Bunlar da
gördükleri nûru ve diğer hâdiseleri haber verdiler. Şifâ Hâtun şöyle
anlatıyor: “Ben, o gece Âmine’nin yanında idim. Muhammed aleyhisselâmın
doğar doğmaz duâ ve niyâz ettiğini işittim. Gâibden; “Yerhamüke
Rabbüke” diye söylendi. Sonra bir nûr çıkıp o kadar ışık verdi ki,
doğudan batıya kadar her yer göründü...” Bundan başka birçok hâdiseye
şâhit olan Şifâ Hâtun; “Ne zaman ki, O’na peygamberlik verildi; hiç
tereddüt etmeden ilk îmân edenlerden biri de ben oldum.” dedi.

Safiyye Hâtun da şöyle anlatmıştır: “Muhammed aleyhisselâm doğduğu
sırada her tarafı bir nûr kapladı. Doğar doğmaz secde etti, mübârek
başını kaldırıp açık bir dille “Lâ ilâhe illallah, innî resûlullah” dedi.
O’nu yıkamak istediğimde, biz O’nu yıkanmış olarak gönderdik.” denildi.
O sünnet olmuş ve göbeği kesilmiş görüldü. O’nu kundağa sarmak
istediğimde sırtında bir mühür gördüm, mühürün üzerinde (Lâ ilâhe
illallah Muhammedün Resûlullah)
yazılı idi. Doğar doğmaz secde
ettiği sırada hafif sesle bir şeyler söylüyordu, kulağımı mübârek
ağzına yaklaştırdım; “Ümmetî, Ümmetî” (Ümmetim, ümmetim) diyordu...”

Resûl-i ekrem efendimizin doğduğunu dedesi Abdülmuttalib’e Kâbe’de
Allah’a yalvarıp duâ etmekteyken müjdelediler. Abdülmuttalib bu müjdeyi
alınca çok sevinip O’nu görmeye giti ve; “Bu oğlumun şânı, şerefi çok
yüce olacaktır” dedi. Sonra da O’nun doğumunu kutlamak için doğumun
yedinci gününde Mekke halkına üç gün ziyâfet verdi. Ayrıca şehrin her
mahallesinde develer keserek insan ve hayvanların istifâde etmesi için
bıraktı. Ziyâfet sırasında çocuğa hangi ismi koydun diyenlere Muhammed
ismini verdim dedi. Neden atalarından birinin ismini
vermedin diyenlere; “Allah’ın ve insanların O’nu medh etmelerini,
övmelerini istediğim için.” cevabını verdi. Annesi de Ahmed ismini
koydu.

Muhammed aleyhisselâm doğduğu sırada ve doğduktan sonra pekçok hâdise
meydana geldi.

Muhammed aleyhisselâmın dünyâya geldiği gece bir yıldız doğdu. Bunu
gören Yahûdî bilginleri Muhammed aleyhisselâmın doğduğunu anladılar.
Eshâb-ı kirâmdan Hassân bin Sâbit anlatır: “Ben sekiz yaşında idim. Bir
sabah vakti Yahûdînin biri, hey Yahûdîler! diye çığlık atarak
koşuyordu. Yahûdîler ne var, ne yırtınıyorsun diyerek yanına toplanınca
şöyle söyledi: “Haberiniz olsun Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu! Ahmed
bu gece dünyâya geldi...”

Muhammed aleyhisselâm doğduğu gece Kâbe’deki putlar yüz üstü yere
yıkıldı. Urvetübni Zübeyr rivâyet eder: “Kureyşten bir cemâatin bir
putu vardı. Yılda bir defâ onu tavâf ederler, develer kesip şarap
içerlerdi. Yine öyle bir günde putun yanına vardıklarında onu yüzüstü
yere yıkılmış buldular. Kaldırdılar, yine kapandı. Bu hal üç defâ
tekrarlandı. Bunun üzerine etrâfına iyice destek verip diktikleri
sırada şöyle bir ses işitildi: “Bir kimse doğdu yer yüzünde her yer
harekete geldi. Ne kadar put varsa hepsi yıkıldı. Kralların korkudan
kalbleri titredi.” Bu hâdise tam Muhammed aleyhisselâmın doğduğu geceye
rastlıyordu.

Medâyin şehrindeki İran Kisrâsının sarayının on dört kulesi (burcu)
yıkıldı. O gece gürültüyle ve dehşetle uyanan Kisrâ ve halkı yine
kendilerinden bâzı ileri gelenlerin gördükleri korkunç rüyaları tâbir
ettirdiklerinde bunun büyük bir şeye alâmet olduğunu anladılar.

Yine o gece Mecûsîlerin yâni ateşe tapanların bin yıldan beri yanmakta
olan kocaman ateş yığınları âniden söndü. Ateşin söndüğü târihi not
ettiler. Kisrânın sarayından burçların yıkıldığı geceye isâbet ediyordu.

O zaman insanların mukaddes saydıkları Sâve Gölü de yine o gece bir
anda suyu çekilip, kuruyuverdi.

Şam tarafında bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Semave
Nehrinin vâdisi de, o gece, su ile dolup taşarak akmaya başladı.

Muhammed aleyhisselâmın doğduğu geceden îtibâren şeytan artık Kureyş
kâhinlerine vukû bulacak hâdiselerden haber veremez oldu. Kehânet sona
erdi...

Muhammed aleyhisselâmın doğduğu gece ve daha sonra o zamâna kadar
görülmemiş bu hâdiselerden başka pekçok hâdise vukû buldu, bunların
hepsi son Peygamber Muhammed aleyhisselâmın dünyâyı teşrif ettiğine
işâret olmuştur.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 28 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 27 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 25 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 24 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 23 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 22 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 21 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 20 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 19
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:09 pm

İsimleri
ve künyeleri

Peygamber
efendimizin en çok söylenilen ismi “Muhammed”dir. Bu isim,
Kur’ân-ı kerîm’de Âl-i İmrân sûresi 144. âyette, Ahzab
sûresi 40. âyette, Fetih sûresi 29. âyette ve Muhammed sûresi 22.
âyetinde olmak üzere dört defâ geçmektedir. Saf sûresi 6. âyetinde ise
Îsâ aleyhisselâmın ümmetine Ahmed ismiyle haber verdiği
bildirilmektedir.
Kur’ân-ı
kerîm
’de Muhammed ve Ahmed
isminden başka, Resûl, Nebî, Şâhid, Beşîr, Nezîr, Mübeşşir, Münzîr,
Dâ’i-i ilallah, Sirâcen Münîr, Raûf, Rahîm, Musaddık, Müzekkir,
Müdessir, Abdullah, Kerîm, Hak, Mübîn, Nûr, Hâtemün-Nebiyyîn, Rahmet,
Ni’met, Hâdi, Tâhâ, Yâsîn... diye anılmıştır. Bundan başka yine
bâzıları
Kur’ân-ı kerîm’de ve bâzıları da hadîs-i şerîflerde
bir kısmı da daha önceki peygamberlere gönderilen mukaddes kitaplarda
geçmiştir. Daha önceki peygamberlere indirilen kitaplarda geçen
isimlerin çoğu, sıfat olup, mecâzen isim sayılan kelimelerdendir.
Bunlardan bâzıları da şöyledir. Dahûk, Hamyata, Ahid, Paraklit, Mazmaz,
Müşaffah, Münhamennâ, Muhtar, Rûhûl-Hak, Mukimüssünneh, Mukaddes,
Hırz-ul-Ümmiyyîn, Mâlum... Peygamberimizin ismi
İncîl’de
“Ahmed” (Paraklit), Tevrât’
ta
ise “Münhamenna” olarak geçmiş olup, Süryanicede Muhammed ismi
karşılığıdır.
İncîl’de Peygamberimizin geleceği müjdelenip
Paraklit kelimesiyle de ifâde edilmiştir ki, Ahmed ve Muhammed
mânâsınadır. İncîl tahrif edilince bu kelimeler kasten değiştirilmiştir.




Peygamberimizin hadîs-i
şerîflerinde ise Mâhi, Hâşir, Âkıb, Mükaffi, Nebüyyür-rahme,
Nebiyyüt-Tevbe, Nebüyy-ü Melâhim, Kattâl, Mütevekkil, Fâtih, Hâtem,
Mustafa, Ümmî, Kusem (her hayrı kendinde toplayan) isimleri
geçmektedir. Bir hadîs-i şerîfte Sevgili Peygamberimiz;
“Bana mahsus beş isim vardır: “Ben
Muhammed’im. Ben Ahmed’im, ben Mâhi’yim ki, Allah benimle küfrü yok
eder. Ben, Hâşir’im ki halk, kıyâmet günü benim izimce haşrolunacaktır.
Ben, Âkıb’ım ki benden sonra peygamber yoktur.”
buyurdu.



Peygamberimizin
hazret-i Hadîce’den doğan ve küçük yaşta vefât eden oğlu Kâsım’dan
dolayı kendisine Ebü’l-Kâsım künyesi verilmiştir. Yine
peygamberliğinden önce O’ndaki doğruluk, îtimâd, emîn, güvenilir olması
gibi sayılamayacak kadar üstün meziyetlerden dolayı Kureyş kabîlesi ona
“El-Emîn” ismini vermiştir.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 37 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 36 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 35 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 34 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 33 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 32 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 31 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 30 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 29
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:10 pm

Çocukluğu




Sevgili
Peygamberimiz doğduktan sonra dokuz gün kadar annesi Âmine Hâtun
tarafından emzirildi. Sonra Ebû Leheb’in câriyesi Süveybe Hâtun onu
günlerce emzirdi. O zaman Mekke halkının çocuklarını bir süt annesine
vermeleri âdetti.




Mekke’nin havası
çok sıcak olduğundan, çocukları havası iyi, suyu tatlı olan civar
yerlerdeki yaylalara gönderirler, çocuklar bir müddet oralarda,
verildikleri süt annelerinin yanında kalırlardı. Her sene bu maksatla
Mekke’ye birçok süt anaları gelir, birer çocuk alıp giderlerdi.
Çocukları büyütüp teslim edince de çok ücret ve hediyeler alırlardı.



Peygamberimizin
doğduğu sene de yaylalarda yaşayan Benî Sa’d kabilesinden bir çok süt
anne Mekke’ye gelip herbiri emzirmek üzere birer çocuk almıştı. Benî
Sa’d kabilesi Mekke civârındaki kabileler arasında şerefte, cömertlikte
mertlik ve tevâzuda ve Arapçayı düzgün konuşmakta meşhur olduğundan
Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri çocuklarını, daha çok, bu kabîleye
vermek isterlerdi. O sene Benî Sa’d kabîlesinin yurdunda şiddetli bir
kuraklık ve kıtlık olduğundan ücretle çocuk emzirip sıkıntılarını
gidermek üzere, her senekinden daha çok süt annesi Mekke’ye gelmişti.
Bilhassa zengin âilelerin çocuklarını alıyorlardı. Gelen kadınların
herbiri birer çocuk almışlardı. Peygamber efendimiz yetim olduğu için
fazla ücret alamama düşüncesiyle, henüz O’na tâlib olan çıkmamıştı.
Gelen kadınlar içinde iffeti, temizliği, hilmi (yumuşaklığı), hayâsı ve
yüksek ahlâkıyla tanınmış Halîme Hâtun da vardı. Binek hayvanları zayıf
olduğu için Mekke’ye ötekilerden geç gelmişti. Kocası ile Mekke’de
dolaşarak zengin âilelerin çocuklarının alınmış olduğunu görmüşler, eli
boş dönmemek için bir çocuk aramaya başlamışlardı. Nihâyet görünüşü ile
hürmet celbeden, sîması çok sevimli bir zat ile karşılaştılar. Bu,
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib idi. Onunla torununu almak üzere
anlaştılar. Abdülmuttalib, Halîme Hâtunu Âmine’nin evine götürdü.
Halîme Hâtun şöyle anlatır: “Çocuğun baş ucuna vardığımda O’nu, yünden
beyaz bir kundağa sarılı, yeşil ipekten bir örtünün üstünde mışıl mışıl
uyur gördüm. Etrafa misk kokusu yayılıyordu. Hayret içinde kalıp bir
anda O’na öylesine ısındım ki uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsüne
koyduğumda uyandı ve bana bakıp öyle bir tebessüm etti ki, kendimden
geçtim. Annesi, böylesine güzel ve mübârek çocuğu bana vermez
korkusuyla derhal yüzünü örtüp kucağıma aldım. Sağ mememi verdim,
emmeye başladı. Sol mememi verdim, emmedi. Abdülmuttalib bana dedi ki:
“Sana müjdeler olsun ki, hanımlar içinde senin gibi nîmete kavuşan
olmadı.” Âmine Hâtun da bana çocuğunu verdikten sonra şöyle dedi. “Ey
Halîme, üç gün evvel bir nidâ işittim ki: “Senin oğluna süt verecek
kadın Benî Sa’d kabîlesinden Ebû Züeyb soyundandır.” diyordu.” Ben de
dedim ki; “Ben, Benî Sa’d kabîlesindenim ve babamın künyesi Ebû
Züeyb’dir.”

Halîme Hâtun yine şöyle anlatmıştır:
“Âmine Hâtun bana daha nice
vakaları anlattı ve vasiyette bulundu. Ben de Mekke’ye gelmeden
önce
bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda bana;
“Ey Halîme! Mekke’ye var, orada çok
faydalanırsın. Sana bir nûr, arkadaş olur. Bu rüyâyı
kimseye anlatma,
gizle!” denildi. Mekke’ye gelirken de sağımdan solumdan
sesler duyardım
ve bana gâibden; “Sana müjdeler olsun ey Halîme,
o parlak nûru emzirmek
sana nasip olacak” diye seslenilirdi.” Halîme
Hâtun şâhit olduğu daha
nice hâdiseleri anlatmıştır.

Halime Hâtun der ki: “Muhammed’i alıp Âmine’nin evinden ayrıldım.
Kocamın yanına gelince kocam O’nun yüzüne bakıp kendinden geçti: “Ey
Halîme! Bugüne kadar böyle güzel yüz görmedim” dedi. O’nu yanımıza alır
almaz kavuştuğumuz bereketleri görünce de; “Ey Halîme, bilmiş ol ki,
sen çok mübârek bir çocuk almışsın.” dedi. Ben de; “Vallahi, ben de
zâten böyle dilerdim” dedim.”

Halîme Hâtun, kocası ile birlikte Muhammed aleyhisselâmı alıp Mekke’den
ayrıldıkları andan îtibâren O’nun bereketine kavuşmaya başladılar.
Çelimsiz ve hızlı gidemeyen merkebleri öylesine hızlı yürüyordu ki,
beraber geldikleri kâfile, onlardan önce yola çıkıp çok uzaklaşmış
olmasına rağmen, onlara yetişip geçmişti. Benî Sa’d yurduna vardıktan
sonra görülmemiş bir bolluğa ve berekete kavuştular. Sütü az olan
hayvanları bol bol süt veriyordu. Bunu gören komşuları hayret edip,
bunun emzirmek için aldıkları çocuk sebebiyle olduğunu açıkça anladılar.

Kuraklık sebebiyle çok sıkıntıya düştüklerinde yağmur duâsına giderken
O’nu yanlarında götürüp duâ ederek O’nun hürmetine bol yağmura ve
berekete kavuştular.




Sevgili
Peygamberimiz süt annesi Halîme Hâtunun sağ memesini emer, sol memesini
emmezdi. Onu da süt kardeşine bırakırdı. İki aylıkken emekledi. Üç
aylık olunca ayakta durur, dört aylıkken duvara tutunarak yürürdü. Beş
aylıkken yürüdü, altı aylıkken çabuk yürümeye başladı. Yedi aylıkken
her tarafa gider oldu. Sekiz aylıkken anlaşılacak şekilde, dokuz
aylıkken gâyet açık konuşmaya başladı. On aylıkken ok atmaya başladı.
Halîme Hâtun şöyle anlatmıştır: “İlk konuşmaya başladığında, “Lâ ilâhe
illallahü vallahü ekber. Velhamdülillahi rabbil âlemîn.” dedi. O günden
sonra “Bismillâh” demeden hiçbir şeye elini uzatmazdı. Sol eliyle bir
şey yemezdi. Yürümeye başladığında çocukların oynadıkları yerden uzak
dururdu ve onlara “Biz, bunun için yaratılmadık.” derdi. Her gün O’nu
güneş ışığı gibi bir nûr kaplar ve yine açılırdı. İki yaşına girdiğinde
gelişmiş, gösterişli bir çocuk olmuştu. Üzerinde beyaz bir bulut dâimâ
birlikte hareket eder ve O’nu gölgelerdi. Bir gün Halîme Hâtun farkında
olmadan süt kardeşi Şeymâ ile öğlenin yakıcı sıcağında kuzuların yanına
gitmişti. Halîme Hâtun, onu yanında göremeyince hemen arayıp buldu.
Şeymâ’ya, “Niçin sıcakta dışarı çıktınız?” dedi. Şeymâ; “Anneciğim!
Kardeşimin başı üzerinde bir bulut O’nu dâimâ gölgeliyor.” dedi.




Yine bir gün süt
kardeşi Abdullah ile evlerinin yakınında bulunan kuzuların arasına
gitmişlerdi. Süt kardeşi koşarak eve gelip; “Beyaz elbiseli iki kişi,
Kureyşli kardeşimi yere yatırıp karnını yardılar, ellerini karnına
soktular!” dedi. Halîme Hâtun ile kocası Hâris, süratle koşup yanına
geldiler. Baktılar ki rengi değişmiş, semâya bakıyor ve tebessüm
ediyor.“Sana ne oldu yavrucuğum?” diye sorduklarında şöyle anlattı:
“Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi kar dolu bir
tas vardı. Beni tutup, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar.
Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkardılar. Göğsümü ve kalbimi o karla
temizlediler ve kapatıp kayboldular.” dedi. Bu hâdiseye “Şakk-ı sadr”
(göğsünün yarılması) denir. Bu, Kur’ân-ı kerîm’deİnşirah
sûresi ilk âyetinde bildirilmektedir.

Muhammed aleyhisselâma peygamberlik verildikten sonra Eshâb-ı kirâmdan
bâzıları; “Yâ Resûlallah, bize kendinizden bahseder misiniz?” deyince; “Ben
ceddim İbrahim’in duâsıyım. Kardeşim Îsâ’nın müjdesiyim! Annemin ise
rüyâsıyım. O bana hâmileyken Şam saraylarını aydınlatan bir nûrun
kendisinden çıktığını görmüştü. Ben Sa’d bin Bekr oğulları yanında
emzirilip büyütüldüm. Bir gün süt kardeşimle birlikte evimizin
arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki
kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir altın tas vardı. Beni
tuttular, göğsümü yardılar, kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah
bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla
temizlediler.”
buyurdu.

Halîme Hâtun, dört yaşından sonra O’nu Mekke’ye götürüp annesine verdi.
Dedesi Abdülmuttalib, Halîme Hâtuna çok büyük hediyeler verip ihsânda
bulundu. Halîme Hâtun O’nu Mekke’ye bırakınca; “Sanki canım ve gönlüm
de O’nunla birlikte kaldı.” demiştir.

Muhammed aleyhisselâm altı yaşına kadar da annesinin yanında büyüdü.
Altı yaşındayken annesi, Ümmü Eymen adındaki câriye (hizmetçi) ile
birlikte akrabâlarını ve babası Abdullah’ın mezârını ziyâret için
Medîne’ye gittiler. Medîne’de bir ay kaldılar. Bu sırada Muhammed
aleyhisselâm Benî Neccar kuyusu denilen havuzda yüzmeyi öğrendi.
Sırtındaki nübüvvet mührünü ve diğer bâzı alâmetlerini gören Yahûdî
âlimlerinden bir kısmı; “Bu çocuk âhir zaman Peygamberi olacak!”
demişlerdir. Onların bu sözlerini duyan Ümmü Eymen, durumu Âmine’ye
haber verince Âmine Hâtun O’na bir zarar gelmesinden çekinerek,
Mekke’ye dönmek üzere yola çıktı. Ebvâ denilen yere geldiklerinde
hazret-i Âmine hastalandı. Hastalığı artıp sık sık kendinden geçiyordu.
Başında duran oğlu Muhammed aleyhisselâma bakarak şu beyitleri söyledi:.

Eskir yeni olan, ölür yaşayan,
Tükenir çok olan, var mı genç kalan.

Ben de öleceğim tek farkım şudur:
Seni ben doğurdum şerefim budur.

Geride bıraktım hayırlı evlad,
Gözümü kapadım, içim pek rahat.

Benim nâmım kalır dâim dillerde,
Senin sevgin yaşar hep gönüllerde.

Biraz sonra vefât etti. Orada defnedildi. Ümmü Eymen, Muhammed
aleyhisselâmı Mekke’ye getirip dedesi Abdülmuttalib’in yanına bıraktı.

Muhammed aleyhisselâmın babası ve annesi İbrâhim aleyhisselâmın dîninde
idi. Yâni mümin idiler. İslâm âlimleri; onların İbrâhim aleyhisselâmın
dîninde olduklarını ve Muhammed aleyhisselâm peygamber olduktan sonra
da O’nun ümmetinden olmaları için diriltilip, Kelime-i şehâdeti
işittiklerini ve söylediklerini, böylece O’nun ümmetinden olduklarını
bildirmişlerdir.

Muhammed aleyhisselâm sekiz yaşına kadar da dedesinin yanında büyüdü.
Dedesi Abdülmuttalib Mekke’de sevilen ve çeşitli işleri idâre eden bir
zât olup, heybetli, sabırlı, ahlâkı dürüst, mert ve cömertti. Fakirleri
doyurur, hattâ aç, susuz kalan hayvanlara bile su ve yiyecek verirdi.
Allah’a ve âhirete inanan, kötülüklerden sakınan, câhiliyye devrinin
çirkin âdetlerinden uzak duran bir zâttı. Mekke’de zulme, haksızlığa
engel olur, oraya gelen misâfirleri ağırlardı. Ramazan ayında Hira
Dağında inzivâya çekilmeyi âdet edinmişti. Çocukları seven ve şefkat
sahibi olan Abdülmuttalib, Muhammed aleyhisselâmı bağrına basıp gece
gündüz yanından ayırmadı. O’na büyük bir sevgi ve şefkat gösterirdi.
Kâbe’nin gölgesinde kendisine mahsus olan minderinde O’nunla beraber
oturur, mâni olmak isteyenlere; “Bırakın oğlumu, O’nun şânı yücedir!”
derdi. Sevgili Peygamberimizin dadısı Ümmü Eymen’e, O’na iyi bakmasını
önemle tembih eder; “Oğluma iyi bak! Ehl-i kitab, benim oğlum hakkında,
bu ümmetin peygamberi olacak, diyorlar.” derdi. Ümmü Eymen demiştir ki:
“O’nun çocukluğunda açlıktan ve susuzluktan şikâyet ettiğini görmedim.
Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek
istediğimizde; “İstemem, tokum.” derdi.“Abdülmuttalib uyurken ve
odasında yalnızken, O’ndan başkasının yanına girmesine müsâade etmezdi.
O’nu dâimâ öper, okşar, sözlerinden ve hareketlerinden son derece
hoşlanırdı. Sofrada onu yanına alır, dizine oturtur; yemeğin en iyisini
ve en lezzetlisini O’na yedirir ve O gelmeden sofraya oturmazdı. O’nun
hakkında nice rüyâlar görüp birçok hâdiseye şâhit oldu. Bir defâsında,
Mekke’de kuraklık ve kıtlık olmuştu. Abdülmuttalib, gördüğü bir rüyâ
üzerine Muhammed aleyhisselâmın elinden tutup Ebû Kubeys Dağına çıktı
ve; “Allah’ım, bu çocuk hakkı için, bizi bereketli bir yağmur ile
sevindir.” diyerek duâ etti. Duâsı kabul olundu ve bol yağmur yağdı. O
zamanki şâirler bu hâdiseyi şiirler yazarak dile getirmişlerdir.

Abdülmuttalib, bir gün Kâbe’nin yanında otururken, Necranlı bir râhip
yanına gelip onunla konuşmaya başladı. Bir ara; “Biz İsmâiloğullarından
en son gelecek olan peygamberin sıfatlarını kitaplarda buldu. Burası
(Mekke) O’nun doğum yeridir. Sıfatları şöyle, şöyledir!” diyerek birer
birer saymağa başladığı sırada, Peygamberimiz yanlarına geldi. Necranlı
râhip, O’nu dikkatle seyretmeye başladı, sonra da yaklaşıp gözlerine,
sırtına, ayaklarına baktı ve heyecanla; “İşte, O budur. Bu çocuk senin
neslinden midir?” dedi. Abdülmuttalib; “Oğlumdur!” deyince, Necranlı
râhip; “Kitaplarda okuduğumuza göre O’nun babasının sağ olmaması
lazım!” dedi. Abdülmuttalib; “O, oğlumun oğludur. Babası daha O
doğmadan, annesi hâmile iken ölmüştü” deyince, râhip; “Şimdi doğru
söyledin.” dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib oğullarına; “Kardeşinizin
oğlu hakkında söylenileni işitin de, O’nu iyi koruyun!” dedi.

Abdülmuttalib vefâtı yaklaşınca oğullarını toplayıp Sevgili
Peygamberimize; “Yavrum, bu amcalarından hangisinin yanında kalmak
istersin” diye sordu, Resûl-i ekrem efendimiz koşup amcası Ebû Tâlib’in
kucağına oturdu. Onun yanında kalmak istediğini söyledi. Abdülmuttalib
de O’nu oğlu Ebû Talib’e bıraktı ve O’na iyi bakmasını önemle vasiyet
etti. Bundan sonra da vefât etti.

Peygamberimiz sekiz yaşından sonra amcası Ebû
Tâlib’in yanında kalmaya
başladı ve onun himâyesinde büyüdü. O zaman
Mekke’de Ebû Tâlib de
babası Abdülmuttalib gibi Kureyş’in ileri gelenlerinden,
sevilen, saygı
gösterilen ve sözü dinlenilen bir zât idi. O da
Peygamberimize büyük
bir sevgi ve şefkat gösterdi. O’nu kendi
çocuklarından çok sever,
yanına almadan uyuyamaz, bir yere gitmez ve; “Sen çok
hayırlısın, çok
mübâreksin!” derdi. O elini uzatmadan yemeğe başlamaz,
önce O’nun
başlamasını isterdi. Bâzan da ona ayrı sofra kurdururdu.
Sabahları
uyandığında yüzünden nur saçıldığını,
saçlarının taranmış olduğunu
görürlerdi. Ebû Tâlib’in fazla malı yoktu
ve âilesi de kalabalıktı.
Muhammed aleyhisselâmı himâyesine aldıktan sonra bolluğa ve
berekete
kavuştu. Mekke’de vukû bulan kuraklık sebebiyle halk
sıkıntıya
düştüklerinde Ebû Tâlib O’nu
Kâbe’nin yanına götürüp duâ etti.
O’nun
bereketiyle bol yağmur yağdı. Kuraklıktan ve kıtlıktan kurtuldular.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:11 pm

Ebû Tâlib bir defâsında Şam’a ticâret için giderken Muhammed
aleyhisselâmı da dokuz veya on iki yaşında bulunduğu sırada yanında
götürdü. Ticâret kervanı uzun bir yolculuktan sonra Busra’da
Hıristiyanlara mahsus bir manastırın yakınında konakladı. Bu manastırda
Bahîra adında bir râhip vardı. Önceden Yahûdî âlimlerindenken sonradan
Hıristiyan olan bu bilgili râhibin yanında elden ele geçerek saklanan
bir kitap bulunmakta ve birçok şey ondan sorulmakta idi. Kureyş kervanı
daha önceki yıllarda buradan defâlarca gelip geçmesine rağmen hiç
ilgilenmeyen ve her sabah manastırın damına çıkıp kâfilelerin geldiği
yöne bakarak merakla bir şey bekleyen râhib Bahîra’ya bu defa bir hâl
olmuş ve heycanla irkilip yerinden fırlamıştı. Çünkü o, Kureyş kervanı
uzaktan göründüğü sırada kervanın üstünde beyaz bir bulutun da onlarla
birlikte akıp geldiği ve onların yanına oturduğu ağacın üstünde
durduğunu görmüştü. Bu bulut Muhammed aleyhisselâmı gölgelemekte idi.
Kervan konunca Muhammed aleyhisselâmın altına oturduğu ağacın
dallarının üzerine doğru eğildiğini görerek iyice heyecanlanan râhip,
hemen bir sofra hazırlatıp, acele ile bir de dâvetçi göndererek Kureyş
kervanında bulunanların hepsini yemeğe dâvet etti. Kervanda bulunanlar
Muhammed aleyhisselâmı mallarının yanında gözcü olarak bırakıp râhip
Bahîra’nın yanına gittiler. Ona defâlarca buradan gelip geçtikleri
hâlde şimdiye kadar kendilerini dâvet etmeyip de bugün dâvet etmesinin
sebebini sorarlarken, Bahîra gelenlere dikkatle bakıp; “Ey Kureyş
topluluğu, içinizden yemeğe gelmeyen var mı?” diye sordu. “Evet, bir
kişi var.” dediler. Râhip Bahîra ısrarla, O’nun da çağrılmasını
isteyince gidip çağırdılar. Gelir gelmez dikkatle O’na bakmaya,
incelemeye başlayan Bahîra, yemekten sonra hallerine, işlerine dâir
birçok soru sordu. Muhammed aleyhisselâm da cevap verdi. Bahîra gördüğü
alâmetlerin ve aldığı cevapların hepsinin, âhir zamanda gelecek
peygamberin sıfatları hakkında bildiklerine tam uyduğunu gördü. Sonra
sırtını açıp nübüvvet mührüne baktı ve Ebû Tâlib’e; “Bu çocuk senin
neslinden midir?” dedi. Ebû Tâlib; “Oğlum” deyince Bahîra; “Kitaplarda
bu çocuğun babasının sağ olmayacağı yazılı, O senin oğlun değildir.”
dedi. Bu sefer Ebû Tâlib; “O benim kardeşimin oğludur.” dedi. “Babası
ne oldu?” deyince de, O’nun doğumuna yakın öldüğü cevâbını alan Bahîra;
“Doğru söyledin, annesi ne oldu?” dedi. Ebû Tâlib; “O da öldü.” deyince
yine; “Doğru söyledin.” dedi. Sonra da ısrarla şöyle dedi: “Kardeşinin
oğlunu hemen memleketine geri götür. O’nu, hasetçi Yahûdîlerden koru!
Vallahi Yahûdîler bu çocuğu görüp, benim fark ettiklerimi fark
ederlerse, O’na bir zarar vermeye kalkışırlar. Çünkü kardeşinin oğlunda
büyük bir hâl ve şan vardır. Bu, peygamberlerin sonuncusu olacaktır.
Getireceği din bütün yeryüzüne yayılsa gerektir. Sakın bu çocuğu Şam’a
götürme, mübârek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve
misak olmuştur.”

Ebû Tâlib “Mîsak nedir?” diye sorunca,
Bahîra; “Allahü teâlâ bütün
peygamberlerden ve en son da Îsâ aleyhisselâmdan
ümmetlerine âhir zaman
peygamberinin geleceğini bildirmeleri üzerine söz
almıştır.” dedi. Ebû
Tâlib, Bahîra’nın bu sözleri üzerine
Şam’a gitmekten vazgeçti ve
mallarını Busra’da ucuz fiyata satıp Mekke’ye
döndü. Ebû Tâlib,
Bahîra’dan işittikleri şeylerden sonra, Muhammed
aleyhisselâmı daha da
çok sevip ömrü boyunca O’nu korudu ve her işinde
O’na yardımcı oldu.
Her hâliyle fazîletler ve güzellikler sâhibi
müstesnâ bir insan olarak
büyüyen Muhammed aleyhisselâm, on yedi yaşına ulaştığı
sırada Yemen’e
ticâret için giden amcası Zübeyr, ticâretinin
bereketli olması için
O’nu da yanında götürdü. Bu seferde de nice
hârikulade (olağanüstü)
halleri görüldü. Mekke’ye döndüklerinde
O’nun bu halleri anlatıldı ve
Kureyş kabîlesi arasında; “Bunun şânı pek yüce
olacak” diye söylenmeye
başlandı.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 47 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 46 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 45 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 44 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 43 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 42 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 41 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 40 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 39
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:11 pm

Gençliği


Her bakımdan
insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliğinde Mekke
halkı arasında, diğerlerinden farklı olarak, çok sevilmiştir. Güzel
ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sâkinliği,
yumuşaklığı ve diğer üstün halleri, insanlar arasında fevkalâde
farklılığı ile herkes O’na hayran olmuştur. Mekke halkı, O’nda
gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten
dolayı da O’na El-Emîn (her zaman kendisine güvenilen) dediler ve
gençliğinde bu isimle meşhur oldu.




Peygamberimizin
gençliği sırasında, Araplar koyu bir câhiliyyet devri yaşamakta olup,
aralarında puta tapmak, içki, kumar, zinâ, fâiz ve daha birçok çirkin
iş yaygınlaşmıştı. Muhammed aleyhisselâm onların bu bozuk hallerinden
son derece nefret eder, her kötülüklerinden dâimâ uzak dururdu. Bütün
Mekke halkı O’nun bu hâlini bilirler ve hayret ederlerdi. Daha
çocukluğunda O’nunla birlikte Kâbe’yi tavâf eden dedesi Abdülmuttalib
ve amcası Ebû Tâlib, O’nun putlardan nefret ettiğini iyi bildikleri
için tavâf sırasında O’nu Kâbe’nin çevresindeki putlara yaklaştırmazlar
ve bozuk işlerin yapıldığı mahallerden uzak tutarlardı. Nitekim amcası
Ebû Tâlib ile ticâret için Şam’a gitmek üzere yola çıkıp Busra denilen
yerde konakladıklarında, kendisinde peygamberlik alâmetleri görerek Lât
ve Uzzâ putları adına yemin verip, bâzı şeyler soran râhip Bahîra’ya;
“Bana Lât ve Uzzâ adına yemin vererek bir şey sorma! Vallahi, ben, o
putlardan duyduğum nefreti hiçbir şeyden duymam.” demiştir. Putlardan
şiddetle nefret ettiği için aslâ yanlarına yaklaşmazdı.




Çocukluğunda ve
gençliğinde kendine âit koyunları güder geçimini böyle sağlardı. Bir
taraftan da çok bozulmuş olan cemiyetten bu münâsebetle uzak dururdu.
Bir defâsında Eshâb-ı kirâma; “Koyun gütmeyen hiçbir peygamber
yoktur.”
buyurmuştur. “Yâ Resûlallah, sen de güttün mü?” denince; “Evet
ben de güttüm.”
buyurdu.




Muhammed
aleyhisselâm yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda Mekke’de âsâyiş
tamâmen bozularak zulüm son derece yaygınlaşıp mal, can ve nâmus
emniyeti kalmamıştı. Mekke’nin yerli halkından fakir olanların yanında
ticâret için ve Kâbe’yi ziyâret maksadıyla gelen yabancılar da
haksızlığa ve zulme uğruyorlar, haklarını almak için mürâcaat edecek
bir merci bulamıyorlardı. Bu sırada ticâret maksadıyla Mekke’ye gelen
Yemenli bir tüccarın malları, Âs bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından
zorla elinden alınıp gasb edilmişti. Bu hâdise üzerine Yemenli, Ebû
Kubeys Dağına çıkıp feryâd ederek hakkının alınması için kabîlelerden
yardım istedi. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren bu tip
hâdiseler üzerine Hâşim ve Zühre oğulları ve diğer kabîlelerin ileri
gelenleri Abdullah bin Cedân’ın evinde toplandılar. Yerli yabancı hiç
kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mâni olmaya ve
haksızlığa uğrayanların haklarını almaya karar verdiler. Bu maksatla
bir de adâlet cemiyeti kurdular. Muhammed aleyhisselâmın genç yaşta
katıldığı ve kuruluşunda çok tesirli olduğu bu cemiyete, daha önceden
Fadl adındaki iki kişi ile Fudayl adında biri tarafından kurulup
zamanla unutulan böyle bir cemiyeti de hatırlatmak bakımından,
Fâdılların yemini mânâsında Hilf-ul Fudûl Cemiyeti denildi. Bu cemiyet,
zulmü önleyip Mekke’de bozulan âsâyişi yeniden kurdu. Tesiri uzun
müddet devâm etti. Muhammed aleyhisselâm kendisine peygamberlik
verildikten sonra bu olayı Eshâb-ı kirâma anlatıp: “Abdullah bin
Cedân’ın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bence o
yeminleşme kırmızı tüylü develere
(servete) sâhip olmaktan
daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icâbet ederim.”
buyurdu.

Mekkeliler öteden beri ticâretle uğraşarak geçimlerini sağlarlardı.
Muhammed aleyhisselâmın amcası Ebû Tâlib de ticâretle uğraşıyordu.
Muhammed aleyhisselâm yirmi beş yaşında bulunduğu sıralarda Mekke’de
geçim sıkıntısının iyice artması üzerine Mekkeliler Şam’a gitmek üzere
büyük bir ticâret kervanı hazırlamıştı. Ebû Tâlib yeğeni Muhammed
aleyhisselâma bu kervana katılmasını tavsiye etti. Amcası Ebû Tâlib’in
bu tavsiyesi üzerine Mekke’de üstün ahlâkı ve meziyetleriyle tanınan ve
Tâhire (çok temiz) lakabıyla anılan hazret-i Hadîce’nin mallarını
götürüp satmak üzere bu ticâret kâfilesine katıldı. Bu işe büyük bir
memnuniyet gösteren hazret-i Hadîce kölesi Meysere’yi de O’nun yanına
yardımcı olarak vermişti. Bu sefer sırasında bir bulut devamlı üzerinde
dolaşarak Muhammed aleyhisselâmı gölgeledi. Kuş şekline giren iki melek
sefer bitinceye kadar O’nunla birlikte hareket etti. Yolda
yürüyemeyecek derecede yorulup kervandan geri kalan iki deve Muhammed
aleyhisselâmın ayaklarını eliyle sığamasından sonra, birden
süratlenerek yola devâm ettiler. Üç ay süren bu sefer boyunca Muhammed
aleyhisselâmın daha nice hârikulâde hallerine şâhit olan kervandakiler,
O’nu son derece sevip şânının çok yüce olacağını anlamışlardı. Busra
denilen yere vardıklarında, daha önce amcası Ebû Tâlib’le ticâret için
geldiklerinde konakladıkları manastırın yakınında bir yerde bu seferde
de konakladılar. Gördüğü birçok alâmetten O’nun son peygamber olacağını
anlayıp söyleyen râhip Bahîra ölmüş, O’nun yerine Nastura adında başka
bir râhip geçmişti. Manastırın yakınına gelip konan Kureyş kervanını
seyreden râhip Nastura manastırın yakınında bulunan kuru ağacın altına
birinin oturmasıyla birlikte yeşermesini görerek koşup geldi. Bir
elinde bulunan sahifede yazılı olanlara, bir de Muhammed aleyhisselâmın
yüzüne bakıyor, baktıkça da hayrete düşüyordu. Nastura bildiği, duyduğu
ve okuduğu alâmetleri aynen görüp, Muhammed aleyhisselâmı göstererek;
“Îsâ aleyhisselâma İncîl’i indiren Allah hakkı için bu zât son
peygamber olacaktır. Ne olaydı ben O’nun peygamber gönderilerek
emrolunduğu zamâna ulaşsaydım!” dedi. Muhammed aleyhisselâm Busra
pazarında Hadîce Hâtunun mallarını satarken de O’nunla pazarlık yapan
bir Yahûdî inanmadığı için; “Lât ve Uzzâya(iki put ismi) yemin et ki
inanayım.” deyince Muhammed aleyhisselâmın; “Ben o putlar adına aslâ
yemin etmem! Onların yanından geçerken yüzümü başka tarafa çevirerek
geçerim.” demişti. O’ndaki diğer alâmetleri de gören Yahûdî; “Söz senin
sözündür. Vallahi bu zât peygamber olacak bir kimsedir ki, âlimlerimiz
kitaplarda bunun vasfını bulmuşlardır.” diyerek hayranlığını
açıklamıştı.

Kureyş kervanı ticâretini tamamlayıp Mekke’ye dönünce, kervanda bulunan
Hadîce Hâtunun kölesi Meysere Muhammed aleyhisselâm hakkında
işittiklerini ve gördüklerini Hadîce Hâtuna bir bir anlattı. Hadîce
Hâtun mallarını satmak üzere teslim ettiği Muhammed aleyhisselâmın iyi
kâr getirdiğini görerek çok memnun olmuştu. Fakat o bundan ziyâde
kervanı karşıladığı sırada Muhammed aleyhisselâmı gölgeleyen iki meleği
görmesi ve sefer sırasında vukû bulan hârikulâde hallerin, kölesi
Meysere tarafından teker teker anlatılması üzerine hemen amcasının oğlu
Varaka bin Nevfel’e gitti. Varaka bin Nevfel putlara tapmayan, okumuş
ve çok bilgili, yaşlı bir Hıristiyandı. Daha önceden rüyâsında; gökten
ayın inerek koynuna girip, koltuğundan çıktığını ve bütün âlemi
aydınlattığını anlatan Hadîce Hâtuna Varaka bin Nevfel; “Âhir zaman
peygamberi vücûda gelmiştir. Sen O’nun hanımı olursun. Senin zamânında
O’na vahiy gelir. O’nun dîni bütün âlemi doldurur. Sen O’na en önce
îmân eden olursun. O peygamber Kureyş kabîlesinin Hâşimoğulları
kolundan olacak...” demişti. Hadîce Hâtun bu defâ kölesi Meysere’nin
anlattıklarını Varaka bin Nevfel’e söyleyince, hayrete düşüp; “Bu
söylediklerinden anlaşılıyor ki, şüphesiz Muhammed bu ümmetin
peygamberi olacak. Ben zâten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını
biliyor ve O’nu bekliyordum. Bu zaman O’nun tam zamandır.” dedi.
Böylece hazret-i Hadîce’nin sevgisi ve îtimâdı daha da arttı.

Muhammed aleyhisselâm 12 yaşındayken amcası Ebû Tâlib ile ticâret için
Busra’ya kadar, 17 yaşındayken amcası Zübeyr ile Yemen’e ve 25
yaşındayken hazret-i Hadîce’nin mallarını satmak üzere Şam’a olmak
üzere üç defâ seyâhate çıktı. Bunların dışında hiçbir yere seyahat
yapmadı.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 58 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 57 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 56 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 55 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 54 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 52 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 51 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 49 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 48
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:12 pm

Evlenmesi

Muhammed aleyhisselâm yirmi beş yaşındayken ilk olarak hazret-i Hadîce
ile evlendi. Hazret-i Hadîce, Kureyş kabîlesinin Esedoğulları kolundan
kırk yaşında ve dul bir hanım idi. Fakat, malı, cemâli, aklı, ilmi,
şerefi, nesebi, iffet ve edebi pek fazla idi. Yüksek ahlâkı ve üstün
vasıfları sebebiyle Kureyş arasında “Tâhire” (çok temiz) İslâmiyet
geldikten sonra da “Hadîce-tül-Kübra” ismiyle meşhur olmuştu. Hadîce
Hâtun mallarını Şam tarafına götürüp Busra’da satan Muhammed
aleyhisselâmı; adâleti, üstün ahlâkı ve hakkında duyup şâhit olduğu
hadiseler sebebiyle son derece takdir etti. Bu hâdiseden kısa bir süre
sonra, yakınlarının da kabul etmesiyle evlenmeleri kararlaştırıldı.
Nikâh meclisi hazret-i Hadîce’nin evinde kuruldu. Ebu Tâlib ve Varaka
bin Nevfel tarafından takdim konuşmaları yapıldı. Nikâhı Varaka bin
Nevfel kıydı. Kureyş kabîlesinin ileri gelenleri de nikâh şâhidi olarak
bulundular. Zamânının emsalsiz bir kadını olan Hadîce vâlidemiz evlilik
hayâtı boyunca Muhammed aleyhisselâma dâimâ hizmet edip yardımcısı
oldu. Muhammed aleyhisselâmın bu evliliği, onun vefâtına kadar on beş
senesi peygamberlikten önce onu da Peygamberlikten sonra olmak üzere
yirmi beş sene sürdü. Muhammed aleyhisselâm, ilk zevcesi hazret-i
Hadîce hayattayken başkası ile evlenmedi. Muhammed aleyhisselâmın
hazret-i Hadîce’den ikisi erkek, dördü kız olmak üzere Kâsım, Zeyneb,
Rukayye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah (Tayyib) adlarında altı çocuğu
oldu. Peygamberliği sırasında evlendiği hazret-i Mâriye’den de İbrâhim
adlı oğlu olmuştu. Diğer zevcelerinden çocuğu olmadı. Zeyneb,
kızlarının en büyüğü idi. En küçük kızı Fâtımâ babasının en
sevgilisiydi. Hazret-i Fâtımâ Peygamber efendimiz kırk yaşındayken
doğdu. Erkek evlatları küçük yaşta vefât ettikleri gibi hazret-i
Fâtımâ’dan başka bütün kızları da O’ndan önce vefât ettiler. Hazret-i
Fâtımâ da Muhammed aleyhisselâmdan altı ay sonra vefat etti. Hazret-i
Ali ile evlenmişti. Muhammed aleyhisselâmın soyu hazret-i Fâtımâ
evlâdı, hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin ile devâm etti.




Resûl-i ekrem
efendimiz ikinci defâ olarak, elli beş yaşında iken, Ebû Bekr’in
(radıyallahü anh) kızı Âişe radıyallahü anhâ ile evlendi. Bunu,
Hadîce-tül-Kübrâ’nın vefâtından bir yıl sonra, Allahü teâlânın emri ile
nikâh eylemişti. Ölünceye kadar, sekiz sene onunla yaşadı.

Diğerlerini, hep hazret-i Âişe’den sonra, dînî, siyâsî sebeplerle veya
merhamet ve ihsân ederek Allahü teâlânın izniyle nikâh etti. Bunların
hepsi dul olup, çoğu yaşlı idi. Meselâ, Mekke’deki kâfirlerin,
Müslümanlara eziyet ve zararları dayanılamayacak bir dereceye gelince
Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişti. Habeş Pâdişâhı
Necâşi Hıristiyan idi. Müslümanlara çeşitli sorular sorup, aldığı
cevaplara hayran kalarak îmâna geldi. Müslümanlara çok iyilik yaptı.
Îmânı zayıf olan Ubeydullah bin Cahş, fakirlikten kurtulmak için,
papazlara aldanıp mürted olmuş, dînini dünyâya değişmişti. Resûlullah
efendimizin halasının oğlu olan bu mel’un, karısı Ümmü Habîbe’yi de
(radıyallahü anhâ) dinden çıkıp zengin olmaya cebr ve teşvik etti ise
de, o, fakirliğe ve ölüme râzı olacağını fakat Muhammed aleyhisselâmın
dîninden çıkmayacağını söyleyince, bunu boşadı. Sürünerek, sefâletten
ölmesini bekliyordu. Fakat, az zamanda kendi öldü. Ümmü Habîbe,
Kureyş’in (Mekke’nin) o zamanki başkumandanı Ebû Süfyân’ın kızı idi.
Peygamber efendimiz o zamanlarda, Kureyş orduları ile, çok çetin
muhârebelerde bulunuyordu ve Ebû Süfyân, İslâmiyeti yok etmek için son
gayretiyle çarpışıyordu. Peygamber efendimiz ÜmmüHabîbe’nin dîninin
kuvvetini ve başına gelen bu acı hâli işitti. Necâşi’ye mektup yazıp; “Oradaki
Ümmü Habîbe ile evleneceğim. Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya
gönder!”ş
eklinde talepte bulundu. Necâşî daha önce Müslüman
olmuştu. Mektuba çok hürmet edip, oradaki Müslümanları sarayına dâvet
ederek, ziyâfet verdi. Hicretin yedinci yılında nikâh yapılıp, hediye
ve ihsanlarda bulundu. Bu sûretle, Ümmü Habîbe, îmânının mükâfâtına
kavuşarak, orada zengin ve râhat oldu. Onun sâyesinde, oradaki
Müslümanlar da rahat etti. Cennet’te, kadınlar kocalarının yanında
bulunacakları için, Cennet’in en yüksek derecesiyle müjdelenmiş oldu
ki, dünyânın bütün zevk ve nîmetleri, bu müjde yanında pek küçük kalır.
Bu nikâh, Ebû Süfyân’ın ilerde Müslüman olmakla şereflenmesini
hazırlayan sebeplerden biri oldu. Görülüyor ki, bu nikâh, kâfirlerin
iftirâlarının ne kadar yanlış ve çürük olduğunu bildirdiği gibi,
Resûlullah’ın aklının, zekâsının, dehâsının, ihsânının ve merhametinin
derecesini de göstermektedir.

İkinci misal; hazret-i Ömer’in kızı Hafsa radıyallahü anhâ dul
kalmıştı. Hicretin üçüncü yılında; Ömer radıyallahü anh, Ebû Bekire ve
Osman’a (radıyallahü anhümâ) kızımı alır mısın dedikte, düşüneyim,
demişlerdi. Bir gün, Resûlullah efendimiz, her üçü ve başkaları yanında
iken; “Yâ Ömer! Seni üzüntülü görüyorum, sebebi nedir?” diye
sordu. Bir şişedeki mürekkebin rengi kolay görüldüğü gibi, Resûlullah
efendimiz de, herkesin düşüncesini, bir bakışta anlardı. Lüzum görürse
sorardı. O’na, hattâ herkese doğru söylememiz farz olduğundan hazret-i
Ömer de; “Yâ Resûlallah, kızımı Ebû Bekr’e ve Osman’a teklif ettim,
almadılar.” cevâbını verdi. Resûlullah efendimiz en çok sevdiği üç
eshâbının üzülmesini hiç istemediğinden, onları sevindirmek için, hemen
buyurdu ki: “Yâ Ömer! Kızını, Ebû Bekr’den ve Osman’dan daha iyi
birisine versem ister misin?”
Hazret-i Ömer şaşırdı. Çünkü, Ebû
Bekr’den ve Osman’dan daha yüksek ve daha iyi kimse olmadığını
biliyordu. “Evet, yâ Resûlallah!” dedi. “Yâ Ömer, kızını bana ver!”
buyurdu. Bu sûretle, Hafsa radıyallahü anhâ, Ebû
Bekr’in ve Osman’ın ve bütün müminlerin anneleri oldu ve bunlar, ona
hizmetçi oldu ve Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân radıyallahü anhüm
birbirlerine daha yakın ve daha sevgili oldular.

Üçüncü bir misal, hicretin beş veya altıncı senesinde, Benî Mustalak
kabîlesinden alınan yüzlerce esir arasındaki Cüveyriye radıyallahü anhâ
kabîlenin reisi olan Hâris’in kızı idi. Bunu satın alıp âzâd ederek,
kendilerine nikâh edince, Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) hepsi, biz,
Resûlullah’ın âilesinin, annemizin akrabâsını câriye ve hizmetçi olarak
kullanmaktan hayâ ederiz dedi. Hepsi, esirlerini âzâd etti. Bu nikâh,
yüzlerce esirin âzâd olmasına yol açtı. Cüveyriyye radıyallahü anhâ bu
hâli her zaman söyleyerek öğünürdü. Âişe radıyallahü anhâ
Cüveyriyye’den daha hayırlı, daha bereketli bir kadın görmedim.” derdi.


Resûlullah efendimizin çok evlenmesinin mühim bir sebebi de, İslâm
dîninin emir ve yasaklarını bildirmek içindi. Hicab âyeti gelmeden,
yâni kadınların örtünmeleri emrolunmadan önce, kadınlar da Resûlullah
efendimize gelip, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah
efendimiz birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler,
istifâde ederlerdi. Hicâb âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle
oturmaları, konuşmaları yasak edilince, yabancı kadınları kabul etmedi,
onların bilmediklerini, mübârek zevcesi hazret-i Âişe’den sorup
öğrenmelerini emir eyledi. Gelip soranların çokluğundan, hazret-i Âişe,
hepsine cevap yetiştirmeğe vakit bulamıyordu. Bu mühim hizmeti
kolaylaştırmak ve onun yükünü hafifletmek için lâzım olduğu kadar
hanımı nikâh etti. Kadınlara âit yüzlerce nâzik bilgileri, Müslüman
kadınlarına, mübârek zevceleri yolu ile bildirdi. Zevceleri bir
olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hattâ imkânsız olurdu.
Allahü teâlânın dînini tam olarak bildirmek için, çok evlenmek yükünü
de omuzlarına aldı.

Muhammed aleyhisselâm hazret-i Hadîce ile evlendikten sonra da Mekke’de
ticâretle meşgûl oldu. Ticâreti Saib bin Abdullah ile ortaklık şeklinde
yürütürdü. Kazançlarıyla misâfirleri ağırlarlar, yetimlere ve fakirlere
yardım ederlerdi. Muhammed aleyhisselâm yine bu sıralarda hazret-i
Hadîce’nin kölesi Zeyd’i himâyesine alıp onu kölelikten âzâd etti. O
zaman küçük yaşta bulunan hazret-i Ali’yi de yanına alıp evladı gibi
yetiştirdi.

Otuz beş yaşındayken Kâbe hakemliği yaptı. O zaman yağmur ve seller
sebebiyle Kâbe’nin duvarları iyice yıpranmış, bir yangın sebebiyle de
tahribâta uğramıştı. Bu durum üzerine Kureyş kabîlesi Kâbe’yi İbrâhim
aleyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp yeniden yapmaya başlamıştı.
Her kabîleye bir bölümünü vererek duvarları yükselttiler. Bu işin büyük
bir şeref olduğunu bilen kabîleler, Hacer-ül-esved taşını yerine koyma
husûsunda anlaşamadılar. Her kabîle böyle bir şerefe sâhip olmak
istediğinden aralarında gittikçe artan büyük bir anlaşmazlık çıktı.
Dört beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle neredeyse kan dökülecekti.
Bu sırada Abdülmuttalib’in dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe’nin;
“Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere şu
kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın.” diyerek Benî Şeybe
kapısını işâret etti. Oradakiler bu teklifi kabûl edip, Benî Şeybe
kapısına bakarak ilk girecek ve işin en nâzik ânında bu işi halledecek
kimseyi beklemeye başladılar. Nihâyet kapıdan, doğruluğunu, üstün
ahlâkını son derece takdir ettikleri ve El-Emîn (her zaman güvenilir)
dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. “İşte El-Emîn!
O’nun hükmüne râzıyız.” dediler. Durum Muhammed aleyhisselâma
anlatılınca bir örtü istedi. Hacer-ül-esved’i örtü üzerine koyup “Her
kabîleden bir kişi bir ucundan tutsun.” dedi. Taşı konulacağı yere
kadar kaldırttı. Sonra da kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu.
Mekke’de çıkmak üzere olan büyük bir harbin böylece önlendiğini gören
kabîleler, O’nun bu hareketinden çok memnun oldular. Sonra da yarım
kalan duvarları yapıp tamamladılar.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 67 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 66 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 65 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 64 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 63 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 62 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 61 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 60 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 59
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:12 pm

Peygamberliği


Muhammed
aleyhisselâm daha otuz yedi yaşında iken gâibden “Yâ Muhammed” diye
nidâ olunduğunu duyardı. Otuz sekiz yaşında iken de bir takım nûrlar
görmeye başladı. Bu hâlini sâdece hazret-i Hadîce’ye anlatırdı.
Muhammed aleyhisselâma peygamberliğin verilmesinin yaklaştığı bu
sırada, o zamânın meşhur ediblerinden Kus bin Sâide, Ukaz Panayırında
deve üzerinde büyük bir kalabalığa karşı okuduğu hutbede O’nun
geleceğini müjdelemişti. Bu hutbeyi dinleyenler arasında Muhammed
aleyhisselâm da bulunmuştu. Kus bin Sâide bu meşhur hutbesinin bir
bölümünde şöyle demiştir: “Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz,
belleyiniz, ibret alınız, yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur...
Kulak veriniz iyi dinleyiniz? Gökte haber var, yerde ibret alacak
şeyler var... Allah’ın indinde bir din... Ve Allah’ın gelecek olan bir
peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınızın üstüne
düştü. Ne mutlu o kimseye ki, O’na îmân edip de O dahi ona hidâyet
eyleye. Vay O’na isyân ve muhâlefet eden bedbahta! Yazıklar olsun
ömürleri gafletle geçen ümmetlere!..”





Muhammed
aleyhisselâm otuz dokuz yaşında iken sâdık rüyalar görmeye başladı.
Rüyâsında ne görürse aynen çıkardı. Bu hal altı ay devam etti. Bundan
sonra yalnızlığı sevip insanlardan uzaklaşarak Hira Dağında bir
mağarada tefekküre dalardı. Bâzan Mekke’ye gelir Kâbe’yi tavâf ettikten
sonra evine giderdi. Evinde bir müddet kalıp yanına biraz yiyecek
alarak yine Hira Dağındaki mağaraya gidip tefekkür ve ibâdetle meşgul
olurdu. Bu hâlini gören Mekkeliler; “Muhammed Rabbine âşık oldu.”
demişlerdi.




Muhammed
aleyhisselâm kırk yaşında iken yine bir Ramazan ayında Hira Dağındaki
mağaraya çekilmiş ve tefekküre dalmıştı. Ramazanın 17. Pazartesi
gecesi, gece yarısından sonra kendisini adıyla çağıran bir ses işitti.
Başını kaldırıp etrafa baktığı sırada ikinci defâ bir ses işitti ve her
tarafı birden bire bir nûr kapladığını gördü. Sonra Cebrâil
aleyhisselâm karşısına geldi. “Oku!” dedi. “Ben okumuş
değilim.”
dedi. O zaman melek Muhammed aleyhisselâmı tutup tâkatı
kesilinceye kadar sıktı ve; “Oku!” dedi. Yine; “Ben okuma
bilmem.”
cevâbını verdi. İkinci defâ sıktı ve; “Oku!” dedi.
“Ben okuma bilmem.” dedi. Cebrâil aleyhisselâm
üçüncü defâ tutup sıktı ve sonra bıraktı ve; “Oku! Her şeyi yaratan
Rabbinin ismiyle ki O, insanı pıhtılaşmış kandan yarattı! Oku, Allahü
teâlâ büyük kerem sâhibidir. O, kalemle öğretir, bilmediklerini
öğretir.”
meâlindeki Alak sûresinin ilk beş âyetini getirdi.
Muhammed aleyhisselâm da onunla berâber okudu. İlk vahiy bu sûretle
başladı ve bütün cihânı aydınlatan İslâm güneşi doğdu.




Muhammed
aleyhisselâm Peygamberlik vazîfesinin mesuliyetini düşünerek büyük bir
ürperti ve heyecanla Hira Dağındaki mağaradan çıkıp aşağıya inmeye
başladı. Dağın ortasına geldiği sırada bir ses duydu. Cebrâil
aleyhisselâm; “Yâ Muhammed, Sen Allah’ın resûlüsün; ben de Cibril’im.”
diyordu. Cebrâil’in sesini duyduğu gibi kendisini de gördü. Cebrâil
aleyhisselâm burada Peygamberimize abdest almasını gösterdi. Peygamber
efendimiz evine dönünceye kadar yanından geçtiği her taşın, her ağacın
«Esselâmü Aleyke Yâ Resûlallah» dediğini işitiyordu. Bundan sonra evine
gelip; “Beni örtünüz.” buyurarak ürpermesi geçinceye kadar bir
miktar yattı. Biraz istirâhat ettikten sonra gördüklerini hazret-i
Hadîce’ye anlattı. O da; “Biliyorum ki sen doğru sözlüsün... Emânete
riâyet edersin... Güzel huylu ve iyi ahlâklısın... Senin bu ümmetin
peygamberi olacağını umarım...” dedi. Sonra bu durumu sormak üzere
Varaka bin Nevfel’e gittiler. İbraniceyi bilen, çok kitap okumuş ve
dinler hakkında bilgi sâhibi olan Varaka bin Nevfel’e durumu
anlattılar. Varaka Muhammed aleyhisselâmın anlattıklarını dinledikten
sonra; «Müjde yâ Muhammed! Allah’a yemin ederim ki sen Îsâ’nın
(aleyhisselâm) haber verdiği son peygambersin!Sana görünen melek,
senden evvel Mûsâ’ya (aleyhisselâm) gelen Cebrail’dir. Ah! ne
olurdu!Genç olaydım. Seni Mekke’den çıkardıkları zamâna yetişeydim de
sana yardım etseydim.» dedi.





Muhammed
aleyhisselâma ilk vahiy geldikten sonra üç sene vahiy gelmedi. Bu arada
Mikâil aleyhisselâm adındaki melek gelip bâzı şeyler öğretti. Fakat
vahiy getirmedi. Bu sırada Peygamber efendimiz üzüldükçe Cebrâil
aleyhisselâm gözüküp; “Ey Muhammed! Sen Allah’ın peygamberisin!” der,
üzüntüsünü giderirdi.



İlk vahyin gelmesiyle peygamberliği duyulmaya başlayan Muhammed
aleyhisselâmın tebliğinin 13 senesi Mekke, 10 senesi de Medîne’de geçti.








Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 78 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 77 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 76 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 74 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 73 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 72 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 70 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 69 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 68
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:13 pm

Mekke
devri





Muhammed
aleyhisselâm vahyin bir müddet kesilmesinden sonra yine Hira Dağına
çıkmıştı. Dağdan aşağı inerken bir ses duydu. Başını kaldırıp
baktığında Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Mübârek kalbi çarparak ve
ürpererek evine dönüp; “Beni örtünüz.” dedi ve örtündü. Bu
sırada Cebrâil aleyhisselâm Müddessir sûresinin; “Ey örtüye bürünen
(Muhammed aleyhisselâm)! Kalk da (kâfirleri
Allahü teâlânın azâbı ile) korkut. Rabbini tekbir et, tâzim et!
Giydiklerini temiz tut! Haram edeceğim şeylerden sakın! Yaptığın
iyiliği çok görerek başa kakma! Rabin için sabret! Sûra üfürüldüğü
zaman kâfirlere çok sıkıntılı bir gündür. Onlara kolaylık yoktur...”
meâlindeki
ilk âyetlerini getirdi. Bundan sonra vahiy aralıksız devâm etti. Kur’ân-ı
kerîm
âyetleri, 22 sene 2 ay 22 gün süren bir müddet içerisinde
vahyedilip tamamlandı.

Muhammed aleyhisselâm, “ümmî” idi. Yâni kitap okumamış, yazı yazmamış,
kimseden ders görmemişti. Mekke’de doğup büyüyüp, belli kimseler
arasında yetişip, seyâhat etmemişken, Tevrat’ta ve İncil’de,
Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitaplarda bulunan bilgilerden,
hâdiselerden haber verdi. İslâmiyeti bildirmek için, hicretin altıncı
senesinde Rum, İran ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arap pâdişahlarına
mektuplar gönderdi. Hizmetine altmıştan ziyâde yabancı elçi gelmiştir.
Bu husûsu Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de meâlen şöyle
bildiriyor: “Sen bu Kur’ân-ı kerîm gelmeden önce, bir kitap
okumadın. Yazı yazmadın. Okur yazar olsaydın, başkalarından öğrendin
diyebilirlerdi.” (
Ankebut sûresi: 48). Hadîs-i şerîfte de; “Ben
ümmî peygamber Muhammed’im... Benden sonra peygamber yoktur.”
buyruldu.
Yine Kur’ân-ı kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:

O (Muhammed aleyhisselâm) kendiliğinden
konuşmamaktadır. O’nun sözleri, O’na bir vahy ile bildirilmekte,
öğretilmektedir.
(Necm sûresi: 3-4)




Peygamber
efendimize vahyin gelmesinden sonra ilk îmân eden hazret-i Hadîce oldu.
Cebrâil aleyhisselâm ilk vahyi getirdiği sıralarda Peygamberimize
abdestin nasıl alınacağını öğretti. Sonra da O’nunla birlikte iki rekat
namaz kıldı. Muhammed aleyhisselâm Cebrâil aleyhisselâmdan öğrendiği
gibi abdest almayı ve kıldıkları iki rekat namazı hazret-i Hadîce’ye de
öğretti. Ona imam olup bu iki rekat namazı kıldırdı. Bu sırada henüz
beş vakit namaz emredilmemişti. Sâdece sabah ve ikindide iki vakit
namaz kılınıyordu. Onları bu şekilde namaz kılarken gören hazret-i Ali
de Müslüman oldu. Peygamber efendimiz insanları İslâma dâvet işine önce
yakınlarından ve samîmî dostlarından başladı. Hazret-i Hadîce’den ve
hazret-i Ali’den sonra âzâtlı kölesi Zeyd bin Hârise, eski dostu ve
yakın arkadaşı hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Osman, Abdurrahmân bin Avf,
Sa’d bin Ebi Vakkâs, Zübeyr bin Avvâm, Talha bin Ubeydullah Müslüman
oldular. Hazret-i Hadîce’den sonra Müslüman olan bu sekiz kişiye
“Sâbıkûn-i İslâm”, yâni ilk Müslümanlar denir.




Muhammed
aleyhisselâm, insanları İslâma dâvet et emrinden sonra halkı gizlice
İslâma dâvet etti. İnsanlar birer ikişer Müslüman oluyordu. Bu ilk
yıllarda Müslümanların sayısı ancak otuza ulaşmıştı.




Bir müddet sonra; “Yakın
akrabânı Allah’ın azâbı ile korkutarak, onları hak dîne çağır.”
âyet-i
kerîmesi gelince, Muhammed aleyhisselâm akrabâsını dîne dâvet etmek
üzere hazret-i Ali vâsıtasıyla onları Ebû Tâlib’in evine çağırdı.
Önlerine, bir kişiye yetecek kadar bir tabak yemek ve bir tas süt
koydu. Önce kendisi besmele ile başlayıp, gelen akrabâsını buyur etti.
Gelenler kırk kişi kadar olmasına rağmen o yemek ve süt Muhammed
aleyhisselâmın mûcizesi olarak hepsini doyurdu ve hiç eksilmedi.
Gelenler bu mûcize karşısında şaşıp kalmışlardı. Yemekten sonra
Muhammed aleyhisselâm, akrabâlarınıİslâma dâvet etmek için söze
başlamak üzereyken amcası Ebû Leheb düşmanlık ederek; “Biz bugünkü gibi
bir sihir görmedik. Akrabânız sizi bir sihirle büyüledi.” dedi.
Sözlerine hakâretle devâm edince, dâvetliler dağıldılar.

Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra akrabâsını tekrar dâvet etti. Ali
radıyallahü anh yine hepsini çağırdı. Önceki gibi yine önlerine yemek
kondu. Muhammed aleyhisselâm yemekten sonra ayağa kalkıp; “Hamd,
yalnız Allah’a mahsustur. Yardımı ancak O’ndan isterim. O’na inanır,
O’na dayanarım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki Allah’tan başka tanrı
yoktur. O birdir, O’nun eşi ve ortağı yoktur.”
dedikten sonra
sözlerine şöyle devâm etti: “Size aslâ yalan söylemiyorum ve doğruyu
bildiriyorum... Sizi bir olan ve O’ndan başka ilâh olmayan Allah’a îmân
etmeye dâvet ediyorum. Ben O’nun size ve bütün insanlığa gönderdiği
peygamberiyim. Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi, öleceksiniz.
Uykudan uyandığınız gibi de diriltileceksiniz ve bütün yaptıklarınızdan
hesâba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında mükâfât,
kötülüklerinizin karşılığında da cezâ göreceksiniz. Bunlar da ya
Cennet’te ebedî kalmak veya Cehennem’de ebedî kalmaktır. İnsanlardan,
âhiret azâbı ile ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz.”

Ebû Tâlib bu sözleri dinledikten sonra; “Sen
emrolunduğun şeye devâm et! Seni korumaktan geri durmayacağım. Fakat
eski dînimden ayrılmak husûsunda nefsimi bana boyun eğer bulmadım.”
dedi. Ebû Leheb hâriç, orada bulunan diğer amcaları ve akrabâsının
hepsi yumuşak konuştular. Fakat Ebû Leheb; “Ey Abdülmuttaliboğulları,
başkaları O’nun elini tutup mâni olmadan önce siz O’na mâni olun!” gibi
daha birçok çirkin sözler söyledi. Onun bu sözleri üzerine Muhammed
aleyhisselâmın halası, Ebû Leheb’e; “Ey kardeşim! Kardeşimin oğlunu ve
O’nun dînini yardımsız bırakmak sana yakışır mı? Vallahi bugün yaşayan
bilginler, Abdülmuttalib’in soyundan bir peygamberin geleceğini
bildiriyorlar. İşte O peygamber, budur!” dedi. Ebû Leheb, bu sözler
karşısında çirkin konuşmalarına devâm edince, Ebû Tâlib, kızarak; “Ey
korkak!Vallahi biz sağ oldukça, O’na yardımcı ve koruyucuyuz!” dedi.
Muhammed aleyhisselâma da; “Ey kardeşimin oğlu! İnsanları Rabbine îmâna
dâvet etmek istediğin zamânı bilelim, silâhlanıp seninle birlikte
ortaya çıkarız!” dedi. Sonra Muhammed aleyhisselâm tekrar söze
başlayıp; “Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallahi, Araplar içinde, benim
size getirdiğim, dünyâ ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden (
yâni
bu dinden) daha üstününü ve daha hayırlısını kavmine getirmiş bir
kimse yoktur. Ben sizi dile kolay gelen, mîzanda ağır basan iki
kelimeyi söylemeye dâvet ediyorum ki o da: Allah’tan başka ilâh
olmadığına ve benim O’nun kulu ve resûlü olduğuma şehâdet etmenizdir.
Allahü teâlâ sizi buna dâvet etmemi emretti.”
buyurup; “O
halde hanginiz benim bu dâvetimi kabul eder ve bu yolda yardımcım
olur?”
dedi.

Kimseden ses çıkmadı, başlarını önlerine eğdiler. Muhammed aleyhisselâm
bu sözlerini üç defâ tekrarladı. Her söyleyişinde hazret-i Ali ayağa
kalkıp; “Yâ Resûlallah, her ne kadar bunların yaşça en küçüğü isem de
sana ben yardımcı olurum!” dedi. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm
hazret-i Ali’nin elinden tuttu. Diğerleriyse hayret içinde ve alaylı
alaylı gülerek dağıldılar.

Peygamberliğin dördüncü yılında: “Sana emrolunan şeyi açıkla, baş
ağrıtırcasına anlat, müşriklere aldırma.”
(Hicr sûresi: 4)
meâlindeki ilâhî emir gelince, Mekkelileri açıktan açığa İslâma dâvet
etmeye başladı. Vahyolunan âyetleri açıkça okuyor ve herkese, hak din
olan İslâmı kabul etmelerini söylüyordu. İlk sıralarda îmân edenler az
oldu. Îmân etmeyenler de önce O’ndan alâkalarını kesmediler. Allahü
teâlâya ibâdet edilmesini emreden âyetler gelince, bunları işiten
Kureyş kavmi Muhammed aleyhisselâmın doğru sözlü ve yüksek ahlâk sâhibi
olduğunu bildikleri halde O’ndan yüz çevirdiler ve düşman kesildiler.

Muhammed aleyhisselâm insanların bu inkarcı tutumu karşısında onları
dâimâ îmâna dâvet ediyordu ve Mekkelilerden bir kısmı îmânla
şerefleniyordu. Yine bir gün Safâ Tepesi üzerine çıktı. Yüksek ve gür
bir sedâ ile; “Ey Kureyş topluluğu buraya geliniz, toplanınız, size
mühim bir haberim var.”
diye seslendi. Bunun üzerine kabîleler
merakla koşup orada toplandılar. Hayretle bakmaya, merakla beklemeye
başladılar. “Ey Muhammed-ül emîn! Bizi buraya niçin topladın, neyi
haber vereceksin?” diye sordular. Muhammed aleyhisselâm; “Ey Kureyş
kabîleleri!”
hitâbıyla konuşmaya başlayınca herkes büyük bir
dikkatle dinlemeye başladı. Onlara; “Benimle sizin hâliniz, düşmanı
görünce, âilesine haber vermek üzere koşan ve düşmanın kendisinden önce
âilesine ulaşıp zarar vermesinden korkarak; “Yâ sabâhâh
(ey
topluluklar).” diye haykıran bir kimsenin hâline benzer. Ey
Kureyş topluluğu ben size şu dağın ardında bir düşman ordusu var,
üzerinize hücûm etmek üzeredir desem bana inanır mısınız?”
dedi.
“Evet inanırız, çünkü sende şimdiye kadar doğruluktan başka bir şey
görmedik. Senin yalan söylediğini hiç görmedik!” dediler.

Muhammed aleyhisselâm bu umûmî hitaptan sonra, bütün Kureyş
kabîlelerinin ismini; “Ey Haşimoğulları! Ey Abdümenâfoğulları! Ey
Abdülmuttaliboğulları!...”
şeklinde sayarak; “Ben size
önümüzdeki şiddetli azâbın bildiricisiyim. Allahü teâlâ bana; “En yakın
akrabâlarını âhiret azâbı ile korkut!” emrini verdi. Sizi Lâ ilâhe
illallah vahdehû lâ şerike leh (
Allah birdir, O’ndan başka hiçbir
ilâh yoktur) diyerek îmân etmeye dâvet ediyorum. Ben de O’nun kulu
ve resûlüyüm. Eğer buna îmân ederseniz Cennet’e gideceksiniz. Siz Lâ
ilâhe illallah demedikçe ben size ne dünyâda bir fâide, ne de âhirette
bir nasip sağlayabilirim!”
dedi. Dinleyen kabîleler arasından Ebû
Leheb; “Bizi buraya bunun için mi topladın?” diyerek, yerden aldığı
taşı Muhammed aleyhisselâma attı. Diğerlerinden o anda böyle bir
muhâlefet gelmedi. Aralarında konuşarak dağıldılar. Ebû Leheb’in
gösterdiği inkâr ve düşmanlık üzerine daha sonra; “Ebû Leheb’in
elleri kurusun, zâten kurudu...”
diye başlayan Tebbet sûresi nâzil
oldu.

Muhammed aleyhisselâm bütün insanlara ve cinlere
peygamber olarak
gönderilip, insanları açıkça İslâma
dâvet etmesi emredildiği zaman,
bütün insanlık âlemi dînî,
rûhî, içtimâî ve siyâsî
bakımlardan yaygın
bir karanlık, tam bir câhiliyyet, taşkınlık, azgınlık ve sapıklık
içerisinde bulunmakta idi. O zaman dünyâ
üzerinde göze çarpan belli
başlı devletlerden Bizans, İran, Mısır, Hindistan, İskenderiye,
Mezopotamya, Çin ve benzerlerinde yaşayan insanlar
inançsızlığın veya
bâtıl inançların içinde çırpınan ve ne
yaptığını bilmeyen azgınlar
hâline gelmişti. Âlem öylesine kararmış ve zulmet
öyle kesifleşmişti ki
insanlar; her şeyin yaratıcısı olan Allah’a îmân ve
ibâdet etmek
yerine, kâinatta cereyan eden hâdiselere veAllahü
teâlânın yarattığı
eşyâya tapıyorlardı. Zavallı insanlık yıldızlara, ateşe,
elleriyle
yonttukları taştan ve tahtadan putlara “ilâh” diye
secde ediyordu...
Sınıflara ayrılan insanlardan kuvvetliler zayıfları korkunç bir
tahakkümle eziyordu.

Dünyâ üzerinde siyasî, coğrafî ve ticârî bakımdan mühim bir yer tutan
Arabistan’da da durum diğer yerlerden farksızdı. O zaman Arabistan’da
insanlar inanç bakımından bâzı değişiklikler gösteriyordu. Bir kısmı
tamâmen inançsız ve dünyâ hayâtından başka bir şey kabul etmiyordu. Bir
kısmı ise Allah’a ve âhiret gününe inanıyor, fakat insandan bir
peygamberin geleceğini kabul etmiyordu. Bir kısmı da Allah’a inanıyor
âhirete inanmıyordu. Diğer büyük bir kısmı da Allah’a şirk koşarak
putlara tapıyordu. Müşriklerin herbirinin evinde bir put bulunuyordu.
Kâbe’ye de 360 put konulmuştu. Bütün bunlardan başka İbrâhim’in
(aleyhisselâm) bildirdiği din üzere olan ve “Hanîfler” denilen ve
putlardan uzak duran kimseler de vardı.

Cahiliyye devri denilen bu zamanda Arabistan’da insanlar genellikle
göçebe hayâtı yaşıyorlardı ve kabîlelere bölünmüşlerdi. Devamlı çekişme
hâlinde bulunan bu kabîleler, baskın ve yağmacılığı âdetâ kendileri
için bir geçim vâsıtası kabul etmişlerdi. Aralarında zulmün ve
yağmacılığın yaygınlaştığı kabîlelerden meydana gelen Arabistan’da
siyâsî bir nizam, içtimâî bir düzen de yoktu. Yine bu sırada, dünyânın
diğer yerlerinde olduğu gibi, Arabistan’da da ahlâksızlık son haddine
ulaşmıştı. İçki, kumar, zinâ, hırsızlık, zulüm, yalan ve ahlâksızlık
nâmına ne varsa alabildiğine yaygınlaşmıştı. Zulme, güçlünün güçsüze
karşı kullandığı en amansız ve tüyler ürpertici bir vâsıta olarak
başvuruluyor, kadın basit bir mal gibi alınıp satılıyordu. Bir kısmı da
kız çocuklarının doğmasını bir felâket ve yüz karası sayıyorlardı. Bu
korkunç telakkî o dereceye çıkmıştı ki, küçük kız çocuklarını, kumlar
üzerinde açtıkları çukurlara diri diri yatırıp; “Babacığım! Babacığım!”
diyerek boyunlarına sarılmalarına ve acı acı feryâd etmelerine hiç
kulak asmadan üzerlerini toprakla kapatarak ölüme terk etmekte en ufak
bir vicdan azâbı duymuyorlardı. Netîce îtibâriyle o zamânın insanları
arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok
olmuş gibiydi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:16 pm

Korkunç bir câhiliyye devri yaşayan Araplar arasında dikkate değer bir
husus vardı. O da; edebiyâtın, belâgatın ve fesâhatın yaygınlaşarak
zirveye ulaşmış olmasıydı. Şâire ve şiire çok önem verirler, bunu büyük
bir iftihâr vesilesi sayarlardı. Güçlü bir şâir kendisi ve kabîlesi
için îtibâr sağlardı. Belirli zamanlarda panayırlar kurulur. Şiir ve
hitâbet yarışmaları açılırdı. Birinci gelenlerin şiirleri veya
hitâbeleri Kâbe duvarına asılırdı. Câhiliyye devrindeki Kâbe duvarına
asılan en meşhur şiirlere «Muallakat-ı Seb’a» (yedi askı) denilmiştir. Kur’ân-ı
kerîm
âyetleri inmeye başlayınca O’ndaki eşsiz belâgatı gören nice
kimseler de bu sebeple Müslüman oldu.

Muhammed aleyhisselâmın insanlara ebedî saâdeti, sonsuz kurtuluşu
bildirmek, onları dalâletten hidâyete kavuşturmak üzere peygamber
olarak gönderildiği sırada câhiliyye devri yaşayan Mekkeliler, îmân
etmeye dâvet edilince, önceleri ilgisiz davrandı. Sonra açıkça
düşmanlık göstermeye başladılar. Müşriklerin bu düşmanlıkları önce alay
tarzında olup, sonra hakâret şekline, daha sonra işkence safhasına
girdi. Bunlardan sonra ticârî ve diğer bütün münâsebetleri kesme ve
şiddet gösterme devresi başladı.

Müşriklerden bilhassa azılı beş kişi, SevgiliPeygamberimiz Muhammed
aleyhisselâmı çok üzüp alay ediyorlardı. Bunlar arasında, Âs bin Vâil,
Esved bin Muttalib, Esved bin Abdi Yagves, Velîd bin Mugîre ve Hâris
bin Kays vardı. Bir defâsında Peygamber efendimiz Kâbe’nin yanında
otururken, Cebrâil aleyhisselâm da gelmişti. Müşriklerden bu beş kişi
önlerinden geçerken Cebrâil aleyhisselâm, Âs bin Vâil’in ayağının
tabanına, Esved bin Muttalib’in gözüne, Esved bin Abdi Yagves’in
başına, Velîd bin Mugîre’nin inciğine, Hâris’in karnına birer işâret
koydu ve; “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ bunların şerrinden seni halâs
eyledi. Yakında bunların her biri bir belâya uğrayıp helâk
olacaklardır.” dedi. Bu beş müşrikten Âs bin Vâil bir gün merkebe
binmişti. Mekke’nin dışında bir yerde merkebinden inince ayağına diken
battı. Dikenin battığı yer şişti ne kadar ilâç yapıldı ise çâre
bulamadılar. Nihâyet ayağı deve boynu gibi şişip; “Muhammed’in Allah’ı
beni öldürdü.” diye feryâd ede ede öldü. Esved bin Muttalib, Mekke’nin
dışında bir ağaç altında otururken birden bire gözleri kör oldu.
Cebrâil aleyhisselâm da başını tutup altına oturduğu ağaca çarparak
helâk etti. Esved bin AbdiYagves de Mekke’den çıkıp Bad-ı Semûm denilen
yere gitmişti. Buradayken yüzü ve gövdesi simsiyah oldu. Evine gelip
kapısını çalınca âilesi onu tanıyamadı ve içeri almadı. Kahrından
başını evinin kapısına vura vura öldü. Hâris bin Kays da tuzlu balık
yemişti. Öyle bir harârete tutuldu ki ne kadar su içtiyse kanmadı. Su
içe içe çatladı. Velîd bin Mugîre’nin ise baldırına bir okçu dükkânı
önünde demir parçası battı. Yarasından çok kan aktı ve; “Muhammed’in
Allah’ı beni öldürdü.” diye feryâd ederek öldü.

Müşriklerin zulüm ve baskıyı arttırması üzerine Muhammed aleyhisselâm,
Eshâb-ı kirâmdan Erkam bin Ebil Erkam’ın evini emniyetli bir yer olarak
seçti. Dar bir sokak içinde, Safâ Tepesinin doğusunda bulunan bu ev
giriş çıkış için ve gelip gidenleri kontrol etmeye elverişli bir yerdi.
Peygamber efendimiz İslâmiyeti burada anlatıyor ve Müslümanlar oraya
toplanıyordu. Birçok Mekkeli bu evde Müslüman oldu. Bir merkez olarak
seçilen bu eve “Darü’l-İslâm” adı verildi.

İnsanları ebedî saâdete kavuşturmak için ve rahmet
olarak gönderilen
Muhammed aleyhisselâm, Mekke’de câhiliyye devri
yaşamakta olan
insanları açıkça İslâma çağırdı.
Hakîkî kurtuluşun Allahü teâlâya
îmân
etmekte, nefse uymaktan, zulümden, haksızlıktan ve bütün
çirkin
işlerden uzaklaşmakta olduğunu bildirince, nefslerinin isteklerine,
şehvetlerine uyanlar, zayıfları ezenler ve iyice azgınlaşmış olanlar
bütün bu bozuk işlerine son verileceğini görerek
Muhammed
aleyhisselâmın bildirdiklerini inkâr ettiler ve O’na
düşman kesildiler.
Bir kısmı da kendileri gibi âciz ve fânî insanların
ayıplamalarından
sakınarak îmân etmediler. Nefislerine, şeytana ve
şehvetlerine uyarak
saâdetten mahrum kaldılar.

Muhammed aleyhisselâmın bildirdiklerine îmân etmeyen ve O’na düşmanlık
gösteren müşrikler, önce alay etmeye başladılar. Bir araya toplanıp
O’na; kâhin, mecnûn, şâir, deli, sihirbâz diyelim şeklinde karar almak
istediklerinde, bunların hiçbirinin Muhammed, aleyhisselâmda
bulunmadığını yine kendileri îtirâf ediyorlardı. O’na bir şeyler
söylemek için toplandıklarında müşriklerden Velid bin Mugîre şöyle
diyordu: “Hayır o kâhin değildir. Biz, kâhinleri gördük. O’nun okuduğu
ne kâhin fısıltısı, ne de uydurma şeylerdir. Kâhinler hem doğru hem
yalan söyler. Biz Muhammed’de hiçbir yalan görmedik. O mecnun, deli de
değildir. Deliliğin ne olduğunu biliriz, O’nda böyle bir hal yoktur. O
şâir de değildir. Biz şiirin her çeşidini iyi biliriz. O’nun okudukları
bunlardan hiçbirine benzemez. O, sihirbâz da değil! Biz sihirbâzları
gördük. O’nun okudukları sihirbâzların okuyup üfürmelerine ve
düğümleyip bağlamalarına hiç benzemiyor.”

Çeşitli hilelerle ve zulümle insanların îmân etmesine mâni olmaya
kalkışan müşriklerin ileri gelenleri, insanları Muhammed aleyhisselâmın
okuduğu âyetleri dinlemekten men ederlerdi. Kendileriyse geceleri
gizlice Muhammed aleyhisselâmın bulunduğu evin yanına gelerek bir
köşeye saklanıp dinlerlerdi. Sabah olup ortalık aydınlanmaya
başlayınca, birbirinden habersiz gece Kur’ân-ı kerîm’idinlemeye
geldiklerini gören müşriklerin ileri gelenleri birbirlerini ayıplarlar
bir daha böyle yapmayalım derlerdi. Ancak ertesi gece yine birbirinden
habersiz gidip bir köşeye saklanarak tekrar dinlerlerdi. Sabah olunca
da birbirlerini görüp şaşırırlardı. Bir daha böyle yapmamak üzere yemin
ederek ayrılırlar, fakat bundan vazgeçemezlerdi. Ancak nefislerine
uyup, üstünlük taslayarak ve diğer müşriklerin kendilerini
ayıplamalarından çekinerek ve daha birçok boş düşüncelere kapılarak
îmân etmediler. Üstelik başkalarına da mâni oldular. Sokaklarda,
“Muhammed sihirbâz.” diye bağırdılar.

İslâm nûrunun günden güne yayılması üzerine iyice azgınlaşan müşrikler,
artık alay etmekten de öteye, Müslümanlara işkence yapmaya başladılar.
Muhammed aleyhisselâmın kapısının önüne pislik dökmeye, kapısına kan
sürmeye, geçeceği yollara diken dökmeye başladılar. Sevgili
Peygamberimiz, Mekke’ye dışardan gelenlere İslâmı anlatarak dâvet
ederken, peşinde dolaşıp; “Yalan söylüyor, inanmayın.” diyerek
taşkınlık gösterirlerdi. İlk Müslüman olanlardan, önce zayıf ve
kimsesizlere sonra da hepsine ağır işkenceler yapmaya başladılar. Bütün
bunlarla insanların îmân etmelerine engel olamadıklarını aksine,
İslâmın günden güne yayıldığını gören müşrikler her yola başvurdular.

Menfaatleri sebebiyle putlara tapan ve İslâmiyetin, zulümlerine,
haksızlık ve ahlâksızlıklarına kesinlikle son vereceğini gören
müşrikler, buna mâni olmak için ilk safhada başvurdukları şeylerin
sonuç vermediğini gördüler. Hattâ ileri gelenleri toplanıp Peygamber
efendimizin amcası Ebû Tâlib’e giderek; “Ey Ebû Tâlib! Biz senden
kardeşinin oğlunu susturmanı, O’na engel olmanı istiyoruz. Ya O’nu
bildirdiği şeylerden vazgeçirirsin veya iki taraftan birisi yok
oluncaya kadar O’nunla da seninle de çarpışırız... Bundan vazgeçsin ne
isterse vereceğiz...” dediler. Ebû Tâlib, müşriklerin söylediklerini
Muhammed aleyhisselâma nakletti. Bunun üzerine Muhammed aleyhisselâm; “Ey
amca! Şunu bil ki, güneşi sağ, ay’ı da sol elime verseler
(her ne
vâd ederlerse etsinler) ben aslâ bu dinden ve onu insanlara tebliğ
etmekten, bildirmekten vazgeçmem. Ya Allahü teâlâ bu dîni bütün cihâna
yayar, vazifem biter veya bu yolda cânımı fedâ ederim.”
dedi. Bu
sözleri dinleyen Ebû Tâlib Sevgili Peygamberimizin boynuna sarılarak;
“İşine devam et, istediğini yap! Vallahi, seni aslâ herhangi bir şeyden
dolayı kimseye teslim etmeyeceğim...” dedi. Ebû Tâlib’in yeğenini her
şeye rağmen koruyacağını ve aslâ yalnız bırakmayacağını anlayan
müşrikler, bundan da bir netice alamadıklarını görerek bizzat Muhammed
aleyhisselâmı çağırıp şöyle dediler: “Eğer mal toplamak istiyorsan sana
istediğin kadar verelim. Hükümdâr olmak istiyorsan seni kendimize
hükümdâr yapalım. Daha her ne istiyorsan yapalım, verelim. Yeter ki bu
dâvâdan vazgeç.” Peygamber efendimiz müşriklere şöyle cevap verdi: “Sizin
söylediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur. Ben, size mallarınızı
istemek, içinizde şeref ve şan kazanmak, üzerinize hükümdâr olmak için
gelmedim. Fakat Allah, beni size peygamber olarak gönderdi. Bana bir
kitap da indirdi. Îmân ederseniz Cennet’le müjdeleyici, isyânınızdan
dolayı da azâbla korkutucu olmamı Allah bana emretti. Ben de Rabbimin
bana vahyettiklerini size tebliğ ettim. Size öğüt de verdim. Size
getirip tebliğ ettiğim şeyi alır, kabul ederseniz o, dünyâda ve
âhirette nasîbiniz ve saâdetiniz olur. Onu reddederseniz Yüce Allah
aramızda hükmü verinceye kadar tebliğ etmek, sabretmek ve buna
katlanmak benim vazîfemdir.”

İnkârlarında ısrâr eden müşrikler bu teşebbüslerinden
de netice alamayınca işi zulüm ve işkence safhasına döktüler. Muhammed
aleyhisselâma kastetmeye karar verdiler. Başları Ebû Cehil şöyle dedi:
“Yarın kaldırabileceğim kadar kocaman bir taşı alıp, O secdeye
kapandığı zaman başının üzerine bırakacağım.” Diğer müşrikler de; “Sen
istediğini yap seni destekleyeceğiz” dediler. Ertesi günü beklediler ve
Muhammed aleyhisselâm Kâbe’ye gelerek namaza durdu. Secdeye vardığı
sırada Ebû Cehil kocaman bir taşı alıp yanına yaklaştı. Fakat yaklaşır
yaklaşmaz, büyük bir korkuyla, perişân bir halde, geri kaçtı. Ellerinin
canı kesildi ve taş yere düştü. Bu hâli gören ve merakla seyreden
müşrikler; “Ne oldu sana?” dediklerinde Ebû Cehil; “Bir benzerini
görmediğim zaptedilmez bir arslan beni parçalamak üzere üstüme yürüdü.”
dedi. Ebû Cehil birkaç kere böyle yapmak istemişse de aynı durumla
karşılaşmıştı.

Bu ve buna benzer mûcizeleri görenlerden bir kısmı îmân ediyor, bir
kısmı da düşmanlıkta ısrar ediyordu. Bundan başka müşriklerin Muhammed
aleyhisselâma saldırdıkları, bâzan da mübârek yüzünü, başını
yaraladıkları oluyordu. Diğer taraftan Müslüman olanlara yaptıkları
işkenceler görülmemiş bir vahşet hâlini almıştı. Yapılan işkencelere
dayanamayarak vefât eden Yâsir radıyallahü anh ve Ebû Cehil tarafından
karnına mızrak saplanarak şehit edilen Yâsir’in (radıyallahü anh)
hanımı Sümeyye Hâtun İslâmda ilk şehitler oldular.

Peygamber efendimiz ilk Müslümanların ağır işkencelere uğramaları ve
zulüm altında zor duruma düşmeleri üzerine “Siz Habeş ülkesine
gidiniz, Allah sizi orada ferahlığa kavuşturur ve sizi yine toplar.”
buyurdu.
Bi’setin (Peygamberliğin) beşinci yılında (M. 615) Eshâb-ı kirâmdan
10’u erkek, 5’i kadın olmak üzere 15 kişilik bir kâfile Mekke’den
Habeşistan’a hicret ettiler. Bi’setin altıncı yılında Hamza’nın, sonra
da hazret-i Ömer’in îmân etmesi üzerine Müslümanların durumu bir miktar
kuvvetlendi.

Habeşistan’a hicret eden ilk kâfilenin, hükümdâr Necâşî tarafından iyi
karşılanması üzerine, Peygamberimiz, müşriklerin baskı ve işkencelerine
mâruz kalan Müslümanlardan ikinci bir kâfileyi de bi’setin yedinci
yılında (M.617) Habeşistan’a gönderdi. 80’i erkek, 10’u kadından
meydana gelen bu kâfile de Habeşistan’a hicret etti. Bu arada
İslâmiyetin yayılmasına mâni olmak için her yola başvuran müşrikler,
Peygamber efendimize çeşitli şeyler soruyorlar, nâzil olan âyetler
okundukça aldıkları cevaplar ve gördükleri mûcizeler karşısında
şaşırıyorlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:16 pm

Her şeye rağmen Müslümanların sayısı artıyordu. Bunu engellemek için
çeşitli yollar deneyen müşrikler, Müslümanları muhâsara altına almaya,
başta ticârî olmak üzere onlarla olan bütün münâsebetlerini kesmek
üzere karar aldılar. Müslümanlara hiçbir şey satmamaya ve onlardan
hiçbir şey satın almamaya yemin ettiler. Bu anlaşmalarını bir kâğıda da
yazarak Kâbe içine astılar. Müslümanlar ise Şi’b-i Ebî Tâlib (Ebû Tâlib
mahallesi) denilen yerde toplanmışlardı. Müşrikler bu mahalleye
yiyecek, içecek dâhil hiçbir şey sokmuyorlardı. Oradan, birşey satın
almak üzere çıkmak isteyene ve oraya yiyecek içecek satmak için gitmek
isteyen hiçbir satıcıya fırsat vermiyorlardı. Bu mahallede muhâsara
altına alınan Müslümanlar ise dışardan fazla bir şey satın alamadıkları
için şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Sâdece hac mevsiminde
dışarı çıkabiliyorlardı. Ancak Mekke’ye gelen tüccarlardan bir şey
satın almak istediklerinde müşrikler, tüccarlardan, fiyatlarını çok
yüksek tutmalarını istiyorlardı. Bu sebeple Müslümanlar fazla bir şey
satın alamıyorlardı. Bâzıları yiyecek bulamadıkları için ağaç
yaprakları ile açlıklarını gidermeye çalışıyor, küçük çocuklar açlıktan
feryad ediyordu. Müslümanlar içinde zengin olanlar sıkıntıya düşenlerin
ihtiyâcını karşılamak için bütün mallarını harcamışlardı. Ancak bu da
kâfi gelmemişti.

Üç sene boyunca devâm ettirdikleri bu zulümle Müslümanlara iyi bir ders
verdiklerini zannedip İslâmiyetin yayılmasının duracağını ümid eden
müşrikler, İslâmın hızla yayıldığını görerek iyice çıldırdılar. Allahü
teâlâ, müşriklerin anlaşmalarını yazarak Kâbe içine astıkları sahîfeye
bir güve kurdu musallat etti. Güve, o sahîfede bulunan; “Bismike
Allahümme” ibâresi hâriç diğer kısmını tamâmen yiyip bitirdi. Bu husus
Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiyle bildirildi.
Muhammed aleyhisselâm bu durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirince, Ebû
Tâlib müşriklere gidip; “Kardeşimin oğlunun bana haber verdiğine göre,
Allah sizin Kâbe’de astığınız sahîfeye bir kurt musallat etmiş ve
(Allah) lafzı hâriç o sahîfede zulüm, akrabâlarla münâsebeti kesme ve
iftirâ olarak yazılı diğer kısmı yiyip bitirmiştir. Kâbe’ye gidip
bakınız. Bu zulüm ve kötü davranışınızdan vazgeçiniz.” dedi. Kâbe’ye
gidip astıkları sahifeyi gerçekten bir güve kurdunun yiyip bitirdiğini
gördüler. Bu hâdise karşısında şaşıran müşrikler bâzı ileri gelen
kimselerin de böyle bir uygulamadan vaz geçtiklerini bildirmeleri
üzerine bi’setin onuncu yılında bundan tamâmen vazgeçmek zorunda
kaldılar. Fakat düşmanlıklarını günden güne şiddetlendirip, İslâmiyetin
yayılmasına mâni olmak için her türlü yola başvurdular. Halbuki
İslâmiyet süratle yayılıyor, Sevgili Peygamberimiz Muhammed
aleyhisselâm câhiliyye devrinin zulmetinde bunalan insanları hakîkî
saâdete kavuşturuyordu. Bu saâdetle şereflenen insanlar da kavuştukları
büyük nimete şükrediyorlar, müşriklerin hakâret ve işkenceleri
karşısında aslâ yılmıyorlardı. Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerini ve
Müslümanların dinlerindeki sebâtını gören nice gönüller İslâm nûru ile
aydınlanıyordu.

Müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları üç senelik abluka sona erince
Habeşistan’dan yirmi kişi kadar Hıristiyan Ruhban Mekke’ye geldi.
Bunlar daha önce Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan İslâmiyetle
ilgili duydukları şeyleri bizzât mahallinde görmek ve araştırmak üzere
Mekke’ye gelmişlerdi. Kâbe yanında Peygamber efendimizle görüşen bu
Hıristiyan kâfilesi, Kur’ân âyetlerini dinleyip çok ağladılar.
Öyle ki, sakalları gözyaşları ile ıslandı. Sordukları her soruya
verilen cevaplar karşısında son derece memnûn kalıp, Sevgili
Peygamberimizin kendilerini İslâma dâvet etmesi üzerine büyük bir
şevkle sevinç gözyaşları dökerek Müslüman oldular. Bu hâllerini görerek
kendilerine çeşitli hakârette bulunan Ebû Cehil’e ve diğer müşriklere
aslâ aldırış etmediler; “Bize yaptığınız câhilliği biz size yapamayız
ve bize nasîb olan hak dinden aslâ dönmeyiz.” dediler.

Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin onuncu yılında büyük oğlu
Kâsım ve bir müddet sonra da diğer oğlu Abdullah, küçük yaşta, vefât
ettiler. Yine bi’setin onuncu yılında Peygamber efendimizin amcası Ebû
Tâlib ve ondan birkaç gün sonra da hanımı hazret-i Hadîce vefât etti.
Ard arda ortaya çıkan bu ölüm hâdiselerinden dolayı bu seneye Senet-ül
hüzün (hüzün yılı)
denildi. Bu vefât hâdiselerine çok sevinen
müşrikler, sevgili Peygamberimiz ve Müslümanlara karşı öncekinden daha
şiddetli davranmaya başladılar. Ebû Tâlib hayattayken onun himâyesinden
çekinen müşrikler, o vefât edince, Muhammed aleyhisselâma ve
Müslümanlara yaptıkları tecâvüzleri kat kat arttırdılar.

Mekke ahâlisi îmân etmiyor ve Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu.
İşkenceyi arttırıp, işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretten
bir yıl önce, elli iki yaşında idi. Zeyd bin Hârise’yi alarak Tâif’e
gitti. Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi. Kimse îmân etmediği gibi
alay ettiler, işkence yaptılar, yuhaladılar. Çocuklar taşa tuttular.
Üzüntülü ve yorgun bir şekilde geri dönerken mübârek bacakları
yaralandı. Zeyd’in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol
kenarında, bitkin hâlde istirâhat edip yaralarını, kanlarını sildiler.
Muhammed aleyhisselâm daha sonra Mekke’ye doğru gitmekte iken, başının
üzerinde kendisini gölgeleyen bir bulutu ve biraz sonra da Cebrâil
aleyhisselamı gördü. Cebrâil aleyhisselâm; “Yâ Muhammed, şüphesiz ki,
Allahü teâlâ kavminin sana ne söylediklerini işitti. (Bir melek
göstererek) Şu melek, Allahü teâlânın dağları emrine verdiği melektir.
Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin.” dedi. Dağlara müvekkil
melek (Mekke’nin iki tarafında bulunan Ebû Kubeys ve Kuaykıan dağlarını
göstererek); “Yâ Muhammed! Eğer şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine
kapanıp birbirine kavuşmasını istersen, emret, kavuşturayım!” dedi.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz; “Hayır! Ben
insanlara rahmet olarak gönderildim. Allahü teâlânın, bu müşriklerin
sulbünden, îmân edecek, Allah’a şirk koşmayacak bir nesil çıkarması
için duâ ederim.”
buyurdu.

Peygamber efendimiz Tâif’ten Mekke’ye döndüğü sırada Mekke’ye varmadan
Nahle adındaki bir yerde bir müddet istirâhat etti. Bu sırada namaza
durmuştu. Nusaybin cinlerinden bir grup oradan geçerken O’nun okuduğu
Kur’ân âyetlerini duydular ve durup dinlediler. Sonra Peygamber
efendimizle görüşüp Müslüman oldular. Muhammed aleyhisselâm onlara; “Kavminize
varınca benim îmâna dâvetimi onlara da söyleyin, onları îmânâ dâvet
edin.”
buyurdu. O cinnîler kavimlerine gidip bunu bildirince,
işiten cinnîlerin hepsi îmân ettiler. Bu husus Kur’ân-ı kerîmde
Cin sûresinde bildirilmektedir.

Resûl-i ekrem efendimizle Zeyd bin Hârise bu hâdiseden sonra Mekke’ye
yürüdüler. Karanlıkta şehre girdiler. Birkaç ay Mekke’de çok sıkıntılı
geçti. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebû
Tâlib’in kızıümmü Hâni’nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi.
Ümmü Hâni, o zaman îmân etmemişti.

Resûlullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, af
dilemeğe, kulların îmâna gelmesi, saadete kavuşmaları için duâya
başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.

O anda, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Allahü teâlânın dâveti üzerine
Muhammed aleyhisselâmı Mirac’a götürdü. Gökleri aştı, bilinmeyen,
anlaşılmayan, anlatılamayan şekilde Cennet’i, Cehennem’i, Arş’ı,
Kürsî’yi gördü. Mekansız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü
teâlâyı görüp konuştu.

Hicretten bir sene önce 13 Temmuzda Cumâ gecesi vukû bulan bu mûcizeye
“Peygamberimizin “Mîrâcı” denir. Resûlullah Mîrâca rûh ve bedeniyle
uyanıkken çıktı. “Beden ile gittim.” buyurdu. Peygamber
efendimize Mîrâc gecesinde nice ilâhî hakikatler gösterildi ve beş
vakit namaz bu gecede farz kılındı. Mîrâc Kur’ân-ı kerîm’de
İsrâ sûresinde ve hadîs-i şerîflerde bildirilmektedir.

Peygamber efendimiz, müşriklerin şiddetle karşı çıkmalarına ve
istememelerine rağmen, bütün güçlüklere ve sıkıntılara katlanarak
insanları İslâma dâvet etti. Mekke her yıl hac mevsiminde uzaktan,
yakından gelenlerle dolup taşardı. Peygamberimiz bu mevsimde kurulan
panayırlara gider, Mekke’ye gelen Arap kabîlelerine İslâmı anlatır ve
onları îmâna dâvet ederdi. Müşrikler ise hep mâni olmak için
uğraşırlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:17 pm

Peygamber efendimiz bi’setin (peygamberliğin) on birinci yılında hac
mevsiminde Mekke’nin yakınında bulunan Akabe’de Medîne’den gelen altı
kişiyle karşılaştı, onlarla görüştü. Onlara Kur’ân-ı kerîm okudu
ve İslâma dâvet etti. Medîne’deki Hazrec kabîlesinden olan bu altı kişi
Peygamberimizi dinledikten sonra hemen îmân ettiler. Bu altı kişi ilk
Medîneli Müslümanlardır. Bundan bir sene sonra bi’setin on ikinci
yılında yine hac mevsiminde 12 Medîneli, Peygamber efendimizin dâvetini
kabûl ederek Müslüman oldular. Allah’a şirk koşmayacaklarına, zinâdan,
hırsızlıktan sakınacaklarına, kimseye iftirâ etmeyeceklerine, kız
çocuklarını öldürmeyeceklerine, Allah’a ve Resûlüne itâat edeceklerine
dâir kesinlikle söz verdiler. Bu hâdiselere ilk Akabe bîatları
denilmiştir. Medînelilerin yaptıkları bu bîat büyük bir önem taşıyordu.
Peygamberimiz bu bîatlerde bulunanlara İslâmı anlatmak ve Kur’ân-ı
kerîm
’iöğretmek üzere Eshâb-ı kirâmdan Mus’ab bin Umeyr’i,
muallim olarak onlarla birlikte Medîne’ye gönderdi. Bu sıralarda
Medîne’deki Müslümanların sayısı kırka ulaşmıştı. Mus’ab bin Umeyr’in
üstün gayretleriyle Medîne’de bulunan Evs ve Hazrec kabîlelerinden
hemen hemen Müslüman olmayan kalmamıştı. Az zamanda İslâmiyetMedîne’de
yayıldı. Peygamber efendimiz Medîne’deİslâmın bu şekilde süratle
yayıldığını haber alınca çok sevinip bu seneye Sevinç Yılı denildi.
Bu seneden sonra peygamberliğin on üçüncü senesinde yine hac mevsiminde
Medîne’den 73 erkek 2 kadın olmak üzere 75 kişi Akabe’de gece yarısı
Sevgili Peygamberimizle görüştüler. Resûlullah efendimiz onlara; “Allah’tan
başka ilâh olmadığına, benim O’nun Resûlü olduğuma îmân ederek dînin
emirlerini yerine getireceğinize, bana itâat edeceğinize, hiçbir şeyden
çekinmeden Allah yolunda Allah için hakkı söyleyeceğinize, kendi
nefsinizi ve nâmusunuzu koruduğunuz gibi bana yardımcı olacağınıza söz
veriyor musunuz?”
buyurdu. Bunu seve seve kabûl ettiklerini
bildiren Medîneliler; “Yâ Resûlallah, senin uğrunda ölürsek bize ne
var?” diye sordular. “Cennet var.” buyurunca, Resûlullah
efendimizin elini tutarak bîat ettiler. Peygamberimiz bunların içinden
Medîne’nin ileri gelenlerinden, okuma yazma bilen 12 kişiyi temsilci
olarak seçti. Bu temsilciler; “Allah’a hamd olsun ki; bizi Muhammed
aleyhisselamın sevgisiyle ve O’na îmân etmekle şereflendirdi. Allah’ın
ve Resûlünün dâvetini kabul ettik, dinledik ve boyun eğdik.” diyerek
sevinçlerini ve teslimiyetlerini ifâde ettiler.

İkinci Akabe bîatıyla Medîne, Müslümanların rahat edecekleri ve
sığınacakları bir yer olmuştu. İkinci Akabe bîatını duyan Mekkeli
müşriklerin Müslümanlara tutumları çok şiddetli ve pek tehlikeli bir
hal aldı. Müslümanlar durumlarını arzedip hicret için izin istediler.
Peygamber efendimizin; “Sizin hicret edeceğiniz yurdun, iki kara
taşlık arasında hurmalık bir şehir olduğu bana gösterildi ve
bildirildi. Orası Yesrib
(Medîne)dir. Oraya hicret ediniz.
Orada Müslüman kardeşlerinizle birleşin. Yüce Allah onları size kardeş
yaptı ve Medîne’yi size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt yaptı.”

buyurarak Mekke’deki Müslümanların Medîne’ye hicret etmelerine izin
vermesi üzerine, bölük bölük Medîne’ye hicret ettiler.

Mekke’de hapsedilen veya işkence altında bulundurulan yâhut da hastalık
gibi sebeplerden dolayı yola çıkamayanlar, sevgili Peygamberimiz,
hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ali’den başka Müslümanlardan kimse
kalmayıp Medîne’ye hicret ettiler.

Müslümanların Mekke’den hicret etmesi üzerine müşrikler harekete geçip
ne yapacaklarını kararlaştırmak üzere, kendilerince önemli saydıkları
işleri görüştükleri Dar’ün-Nedve denilen yerde toplandılar. Bu sırada
şeytan Necdli bir ihtiyar kılığında yanlarına geldi. Ebû Cehil;
“Muhammed’i öldürelim” deyince; “İşte bu adamın dediğini yapınız” dedi.
Bunun üzerine müşrikler bu kararda birleştiler. Her kabîleden birer
kişi olmak üzere 40 kişi seçtiler. Bunlar gece vakti evini sarıp
sabahleyin evden çıkarken Sevgili Peygamberimizi öldürmek üzere
harekete geçtiler. Cebrâil aleyhisselâm gelip Sevgili Peygamberimize bu
durumu ve hicret etmesi için izin verildiğini bildirdi. Resûlullah
efendimiz o gece hazret-i Ali’ye yatağına yatmasını ve kendisine
bırakılan emânetleri sâhiplerine vermek için Mekke’de kalmasını söyledi.

Resûlullah, müşriklerin ellerinde kılıçlarla gece evinin etrâfını
sardığı sırada, üzerlerine bir avuç toprak serpti ve Yâsîn sûresinin
ilk âyetlerini okuyarak evden çıkıp müşriklerin arasından geçti.
Bekleyenlerin hiçbirisi onu göremedi. Ebû Bekr ile Sevr Dağına çıkıp üç
gün orada bir mağarada gizlenip sonra Medîne’ye hicret ettiler. O gece
evinin etrafında bekleyen müşrikler sabaha doğru eve girince Ali
radıyallahü anh ile karşılaştılar. Muhammed aleyhisselâmın Mekke’den
ayrıldığını anlayarak tâkibe koyuldular. Ancak Resûlullah’ın mûcizeleri
karşısında âciz kalıp bulamadılar.

Peygamber efendimizin bi’setin on üçüncü yılında 12 Rebîulevvel de,
Mîlâdi 622 senesinde Medîne’ye hicretiyle on sene süren Medîne devri
başladı.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 91 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 90 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 88 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 86 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 84 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 83 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 81 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 80 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 79
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:17 pm

Medîne
devri





Muhammed aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın Medîne’ye hicretiyle
Müslümanlar için yeni bir devir başlamış oldu. Resûlullah efendimizin
Mekke’den Medîne’ye hicret etmekte olduğu işitilince, hâdise Medîne’de
büyük bir sevinçle karşılandı. Müslümanlar onu karşılamak için yollara
düştüler. Sevgili Peygamberimiz Kubâ’ya gelince orada ilk mescidi
yaptırdı. Kubâ’da 10 gün kaldıktan sonra Medîne’ye hareket ettiler.
Cumâ günü Rânuna Vâdisinden geçerken öğle olmuştu. Peygamberimiz cumâ
namazının farz olduğunu bildirdi ve orada ilk cumâ namazını kıldırdı.
Medîne’ye varınca görülmemiş bir sevgi ve tezâhüratla karşılandı.




Bu sırada
Medîne’de Yemen’den gelip yerleşmiş olan Evs ve Hazrec kabîleleri ve
Benî Kaynuka, Benî Nâdir, Benî Kureyzâ adında üç Yahûdî kabîlesi
bulunuyordu. Mekkeli Müslümanların gelip Medîne’de bulunan
Müslümanlarla her bakımdan yardımlaşmak üzere kardeşlik kurmaları ile
Medîne’nin havası değişmişti.




İlk zamanlarda,
Medîne’de bir mescid olmadığı için Sevgili Peygamberimizin bulunduğu
her yerde cemâatle namaz kılınıyordu. Daha sonra Resûlullah efendimizin
Medîne’ye ilk geldikleri gün devesinin çöktüğü arsa satın alınarak
oraya bir mescid inşâ edildi. Resûlullah için de, bu mescide bitişik
odalar yapıldı.




Peygamber
efendimiz kalmakta olduğu, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Eyyûb-i Ensârî Hâlid
bin Zeyd’in evinden mescidin bitişiğinde yapılan bu odalara taşındı.
Ayrıca mallarını, mülklerini Mekke’de bırakarak hicret eden
Müslümanlarla Medîneli Müslümanlar arasında kardeşlik kurdu. Her
Medîneli Müslüman, Mekke’den gelen Müslümanlardan birini evine aldı,
malına ortak etti. Evi, âilesi olmayan yetmişten fazla fakir Müslüman
da mescidin avlusunda yapılan sofada ikâmet ettiler, bütün ihtiyaçları
burada karşılandı. Bunlara “Eshâb-ı Suffe” denildi. BunlarPeygamber
efendimizin yanından ayrılmaz, söylediklerini ezberler, İslâmiyeti
iyice öğrenirlerdi. Medîne dışındaki yerlere İslâmiyeti öğretmek üzere
bunlardan öğretici muallimler gönderilirdi.




Hicretin birinci
yılında Medîne’de mescid yapıldıktan sonra günde beş vakit ezân
okunmaya başlandı. Yine bu sene Peygamber efendimiz hazret-i Ebû
Bekr’in kızı hazret-i Âişe ile evlendi.

Her sene hac mevsiminde çevreden Kâbe’deki putlara tapmak için gelen
Arap kabîlelerinden kazanç sağlayan müşrikler bu kazancın ellerinden
kaçması endişesine kapıldılar. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Şam ticâret
yolu da Medîne yakınından geçiyordu. Müslümanların bu yolu da
kapamasından korkan müşrikler, yeni çâreler arıyorlardı.

Hicretten sonra Medîne’de birleşen Müslümanların karşısında; Mekkeli
müşrikler, Medîne’de ve çevresinde bulunan Yahûdîler ve münâfıklar
olmak üzere üç çeşit düşmanları vardı. Bu bakımdan tehlike daha çok
artmıştı. Böylesine mühim ve tehlikeli bir durum karşısında Peygamber
efendimiz tarafından yeni tedbirler alındı. Medîne’de bulunan Evs ve
Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlıkları düzeltip, onları birbirine
dost yaptı. Yahûdî kabîleleriyle de bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya
göre; Yahûdîler kendi dinlerinde serbest kalacak, ancak Medîne’ye
dışardan yapılacak her türlü düşman saldırısına karşı Müslümanlarla
birlikte vatanlarını müdâfaa edeceklerdi. Yahûdîlerle Müslümanlar
arasında bir anlaşmazlık çıkarsa, Resûlullah’ın hakemliğini kabul
edeceklerdi. Bundan başka Mekke civârındaki diğer kabîlelerle de sulh
antlaşması yapıldı. Mekkelilerin Şam ticâret yolu kapatıldı. Medîne’de
bulunan Müslümanların ilk nüfus sayımı yapıldı. Bin beş yüz civârında
bulunan Müslümanlar için nüfus defteri tutuldu.

Sevgili Peygamberimiz Medîne’nin âsâyişini korumak, düşmanların
durumunu kontrol etmek için de devriyeler tertipledi. Muhtemel düşman
saldırılarına karşı nöbet tutuluyordu. Hazret-i Hamza’nın, hazret-i
Ubeyde ibni Hâris’in ve hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın komutasında
olmak üzere, beş ve dört yüz kişi arasında değişen üç seriyye
hazırlanmıştı. Hicretin ikinci yılında cihâda, düşmanla harbe izin
verildi. Önce yalnız müdâfaa etmek sûretiyle izin verilmesi üzerine ilk
gazâlar yapılmaya başlandı. Medîne devrinde yapılan gazâların sayısı
yirmidir. Seriyyeler ise daha fazladır. Cihâda izin verilmesi Kur’ân-ı
kerîm
’de Hicr sûresi 39-41. âyetlerinde, Hac sûresi 39. âyetinde,
Bakara sûresi 190, 192 ve 193. âyetlerinde bildirilmektedir. Hicretin
ikinci yılı olaylarından bir diğer önemli hâdise de, daha önce Kudüs’e
karşı namaz kılınmaktayken Allahü teâlânın Kâbe’ye yönelerek namaz
kılmayı emretmesiyle kıblenin değişmesidir.

Kıblenin Kâbe olmasından bir ay ve hicretten 18 ay sonra Şâban ayının
onuncu günü Bedir Gazâsından bir ay önce oruç farz oldu. Yine bu sene
Ramazan ayında terâvih namazı kılınmaya başlandı ve sadaka-yı fıtr
vermek vâcib oldu. Hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında zekât
vermek de farz oldu. Hicretin ikinci yılında zilhicce ayında da Kurbân
kesmek ve bayram namazı kılmak vâcib oldu.

Muhammed aleyhisselâm Medîne’ye hicret ettikten
sonra, Medîne’de bütün
işleri ve münâsebetleri tertibe koyup Müslümanları
güçlü bir duruma
getirdi. Böylece İslâmiyet her geçen gün
yayılıyor ve Müslümanlar
git-gide kuvvetleniyordu. Hicretin ikinci yılında Mekkeli
müşrikler,
her âileden sermâye alıp bir kervanı Şam’a
gönderdiler. Başlarında Ebû
Süfyân vardı. Kervan, mallarını sattıktan sonra kâr
ile silah satın
aldı. Peygamber efendimiz silahların Mekkeli müşriklerin eline
geçmesini önlemek için üç yüz on
üç Eshâb-ı kirâm ile kervanın yolunu
kesmek için Medîne’den çıktı. Kervan başka
yoldan Mekke’ye giderken
Mekkeli müşrikler de bin kişilik bir ordu hazırlayıp
gönderdiler.
Medîne dışında Bedir denilen yerde iki ordu karşılaştı ve Bedir
Savaşı
yapıldı. Bu savaşta Müslümanların sayısı 313 kişiydi.
Müşriklerle
yapılan bu ilk savaşta Müslümanlar ilk parlak zaferi
kazandılar. Başta
Ebû Cehil olmak üzere müşriklerin ileri gelenleri bu
savaşta öldürüldü.
Yine bir kısmı ileri gelenleri olmak üzere 70’i esir alındı.
Peygamber
efendimiz bu esirlerin bir kısmını fidye karşılığı, okuma yazma
bilenleri de Medîneli 10 çocuğa okuma yazma öğretmek
şartıyla serbest
bıraktı. Bu hâdise Mekke ve Medîne’den birçok
kimsenin Müslüman
olmasına sebep oldu.

Bedir Savaşında Müslümanların gâlip gelmesi, Medîne’deki Yahûdîleri
endişelendirdi. Münâfıklarla birleşen Benî Kaynuka Yahûdîleri, Sevgili
Peygamberimizle yaptıkları vatandaşlık antlaşmasını bozarak harbe karar
verdiler. Bunun üzerine yapılan Benî Kaynuka Gazâsında yenilip teslim
olan Yahûdiler Medîne’den çıkarıldı.

Hicretin üçüncü yılında Sevik Gazvesi, Necd Gazvesi, Zeyd bin Hârise
Seriyyesi, Muhammed bin Mesleme Seriyyesi yapıldı. Peygamberimiz kızı
Ümmü Gülsüm’ü, hazret-i Osman ile evlendirdi. Hazret-i Ömer’in kızı
Hafsa’yı kendi nikâhlarına aldılar. Hazret-i Ali’nin oğlu, hazret-i
Hasan dünyâya geldi. Şevval ayında Uhud Gazvesi yapıldı. Bedir
Savaşında yenilen müşrikler, bir yıl sonra da 3000 kişilik bir kuvvetle
Medîne üzerine yürüdüler. Peygamberimiz müşriklerin bu saldırısına
karşı 1000 kişilik bir ordu ile düşmanı Uhud Dağında karşıladı. Bir
müdâfaa savaşı olan Uhud Savaşında, Sevgili Peygamberimizin mübârek
dişi kırıldı, mübârek yüzü kanadı ve mübârek dudağı yaralandı. Hazret-i
Hamza şehit edildi. Bundan başka Muhâcir ve Ensar’dan yetmiş sahâbi
şehit oldu.

Uhud Savaşından sonra hicretin dördüncü yılında Benî Nâdir Gazâsı
yapıldı. Önceden Peygamber efendimizle antlaşma yapan Yahûdî
kabîlelerinden biri olan Benî Nâdir, Uhud Savaşından sonra sevgili
Peygamberimize sûikast yapmaya kalkışarak antlaşmayı bozdular.
Münâfıkların kendilerini destekleyeceklerini söylemeleri üzerine de
anlaşmayı yenilemeye yanaşmadılar. Bu sebeple yapılan savaşta Benî
Nâdir kabîlesi Medîne’den çıkarıldı. Böylece Müslümanların Medîne’deki
durumu biraz daha kuvvetlendi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:18 pm

Medîne civârında bulunan iki kabîle Peygamber efendimize elçi
göndererek kendilerine İslâmiyeti öğretmek üzere muallim (öğretmen)
istediler. Bu istek üzerine Eshâb-ı kirâmdan on kişi gönderildi. Recî’
denilen yere vardıklarında 200 kişilik bir düşman hücûmuna uğrayan bu
heyetten 8 kişi şehit oldu. Bu hâdiseye Recî Vak’ası denir.
Yine Necid Şeyhi Ebû Berâ’nın Medîne’ye gelip kendilerini irşâd için
muallimler istemesi üzerine irşâd için, Eshâb-ı kirâmdan 70 kişilik bir
heyet gönderildi. Eshâb-ı Suffadan olan bu irşad heyeti Bir-i Mâûne
denilen yere vardıklarında, Necidliler, verdikleri teminâta rağmen,
ihânet ettiler. Üzerlerine gönderdikleri bir ordu ile bu yetmiş
sahabenin hepsini şehit ettiler. Bu hâdise de Bi’r-i Mâûne Faciası adı
ile bilinmektedir.

Şarap (içki) içmeyi haram kılan âyet-i kerîme de hicretin dördüncü
yılında indi. Peygamberimiz bu yılda Ümmü Seleme ile evlendi. Ümmü
Seleme’nin kocası Uhud Savaşında yaralanmış, sonra da vefât etmişti.
Sevgili Peygamberimiz, ihtiyar ve çocukları olan Ümmü Seleme’yi
radıyallahü anhâ kendisine nikâhlayarak zor durumdan kurtarıp
himâyelerine aldılar.

Hicretin beşinci yılında Hendek Savaşı yapıldı. Müşriklerin Medîne
üzerine yaptıkları üçüncü ve son saldırı olan bu savaşta, Benî Nâdir
Yahûdîleri ve müşriklerin berâberce hazırladıkları on bin kişilik bir
ordusu vardı. Peygamber efendimiz Medîne’nin etrâfına geniş ve derin
bir hendek kazdırıp üç bin kişilik bir ordu ile düşmana karşı durdu.
Bir ay süren kuşatmada Medîne’de bulunan Benî Kureyzâ Yahûdîleri de
Peygamber efendimizle yaptıkları antlaşmayı bozarak Müslümanları
arkadan vurmaya kalkıştı. Netîcede kuvvetli bir fırtınaya ve şiddetli
yağmura tutularak darmadağın olan düşman ordusu perişân bir hâlde
paniğe kapılarak Mekke’ye döndü. Bu hâdise Kur’ân-ı kerîmde
Ahzâb sûresi 9. âyetinde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân
edenler! Allah’ın size olan nîmetlerini hatırlayınız. Hani ordular
saldırmıştı da, biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz
(meleklerden)
ordular göndermiştik.” Bu savaştan sonra Sevgili
Peygamberimiz; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin
üzerinize gelmez.”
buyurdu.

Şanlı Peygamberimiz Hendek Savaşından Medîne’ye dönünce Eshâb-ı kirâma,
silâhlarını çıkarmadan, Hendek Savaşı sırasında ihânet ederek
müşriklerle birleşip Müslümanları arkadan vurmak isteyen Benî Kureyzâ
Yahûdîleri üzerine hareket emri verdi. Netîcede teslim olan bu kabîleye
haklarında kendi kitapları Tevrât’ın hükmü uygulandı.

Teyemmüm âyeti ile haccın farz olduğunu bildiren âyet hicretin beşinci
yılında nâzil oldu.

Hicretin altıncı yılında Mekke dışındaki müşriklerleMüreysi Gazâsı
yapıldı. Mekkeli müşriklerin İslâmiyeti resmen bir devlet olarak
tanımak zorunda kaldıkları Hudeybiye Antlaşması da bu yılda yapıldı.
Yine bu yılda Şanlı Peygamberimiz bütün insanlara peygamber olarak
gönderildiğini bildirmek ve İslâmiyeti her tarafa yaymak için Bizans,
İran, Habeş, Mısır, Gassan ve Yemâme hükümdarlarına elçilerle mektuplar
göndererek onları İslâma dâvet etti. Peygamber efendimizin bu dâveti
karşısında Habeş hükümdarı Müslüman oldu. Bizans İmparatoru elçiye iyi
muâmele yaptı. Mısır hâkimi Peygamberimize hediyeler gönderdi. İran
şâhı ve Gassan beyi ise elçilere hakâret ederek sert davrandılar.
Yemâme beyi ise boş ve mânâsız tekliflerde bulundu.

Hicretin yedinci senesinde, İslâmiyet Arap Yarımadasında süratle
yayılmaya başladı ve düşmanlar oldukça tesirsiz hâle getirildi. Bu
yılda vukû bulan mühim hâdiselerden biri de Hayber’in fethidir.
Peygamber efendimizin Medîne’ye hicret etmesinden sonra Yahûdî
kabîleleri ile antlaşma yapıldı. Fakat bu kabîleler sözlerinde
durmadılar. Mekkeli müşriklerle birleşerek Müslümanlara ihânet ettiler.
Bu sebeple de Medîne’den çıkarıldılar. Bunlardan Benî Nâdir kabîlesi
Hayber’e yerleşmişti. Şanlı Peygamberimiz bin altı yüz kişilik bir ordu
ile Hayber üzerine gitti ve bir hafta süren kuşatmadan sonra Hayber
fethedildi. Böylece Yahûdî tehlikesi ve fitnesi ortadan kaldırıldı.
Yine bu yılda Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâmdan iki bin kişiyle
Mekke’ye gidip Kâbeyi tavâf etti. Mekkeliler üzerinde büyük bir tesir
bırakan bu ziyâret üzerine önde gelen birçok kimse Müslüman oldu.
İslâmın ilk yıllarında Mekke’den Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar
da bu yılda Medîne’ye geldiler.

Hicretin sekizinci yılında Mûte Savaşı yapıldı. Şanlı Peygamberimizin
gönderdiği bir elçinin şehit edilmesi üzerine yapılan bu savaş, yüz bin
kişilik Rum ordusuna karşı üç bin İslâm mücâhidinin çok büyük
kahramanlıklar gösterdiği bir savaştı. Bu savaşta geri çekilmek zorunda
kalan Rumların güçleri kırıldı.

Bu yılda vukû bulan hâdiselerin en önemlisi Mekke’nin Fethidir.
Peygamber efendimizle on senelik bir zaman için Hudeybiye Antlaşmasını
imzâlayan Kureyşliler, aradan iki yıl geçmeden antlaşmayı bozdular.
Peygamber efendimiz Kureyşlilerden, yapılan antlaşmaya uymalarını
istedi. Müşrikler buna yanaşmayınca on bin kişilik bir kuvvetle Mekke
üzerine yüründü ve Arap Yarımadasında puta tapıcılığın merkezi olan
Mekke fethedildi. Bütün putlar kırılıp, Kâbe putlardan temizlendi.
Yirmi yıldan beri Müslümanlara amansız düşmanlık yapan müşriklerin gücü
tamâmen kırıldı. Şanlı Peygamberimizin affına kavuşup, çoğu Müslüman
oldu.

Mekke’nin Fethinden sonra Hevâzin veSakif kabîleleri, Sa’d oğulları
gibi bâzı küçük kabîleleri de yanlarına alarak 20 bin kişilik bir ordu
ile harekete geçtiler. Sevgili Peygamberimiz de 12 bin kişilik bir ordu
ile üzerlerine gidip bu müttefik müşrik ordusunu mağlup etti. Bu düşman
kabîleler Tâif’e sığınarak yeniden savaşa hazırlanmaya başladılar.
Peygamber efendimiz Tâif’i 20 gün kuşatma altında tuttuktan sonra
muhâsarayı kaldırdı. Bir sene sonra da Tâifliler kendi istekleriyle
Müslüman oldular.

Hicretin dokuzuncu yılı İslâmiyetin Arap Yarımadasında büyük bir
süratle yayıldığı bir yıl oldu. Bir taraftan bölük bölük insanlar
Medîne’ye gelip Müslüman oluyor, bir taraftan da İslâmiyeti kabul eden
kabîlelerin dînî ve idârî işlerini yürütmek için çevreye memurlar ve
vâliler gönderiliyordu. Bu sırada çevredeİslâmın yayılmasını engellemek
isteyen devletler vardı. Bunlardan biri de o zamânın en güçlü
devletleri arasında yer alan Bizans’tı. Bizans Kayseri Heraklius Mûte
Savaşından beri Arap Yarımadasını istilâ ederek İslâmiyetin yayılmasına
son vermek istiyordu. Heraklius Hıristiyan Arapların ve diğer bir takım
kabîlelerin desteğini alıp, kendisi de 40 bin kişilik bir ordu
toplayarak Medîne üzerine yürümeye hazırlanmıştı. Peygamber efendimiz
bu durumu haber alınca 30 bin kişilik bir ordu hazırladı. Bu hazırlıkta
Eshâb-ı kirâm mallarını da vererek fiilen büyük bir fedâkârlık
gösterdi. İslâm ordusu Tebük’e geldiği sırada, Müslümanların bu
hazırlığını işiten Bizanslılar savaşmaktan çekinip, geri döndüler.
Sevgili Peygamberimiz ordusuyla Tebük’te 20 gün kaldı. Şam’da bulaşıcı
bir hastalık olan tâûn (vebâ) salgını olduğunu duyunca Medîne’ye döndü.
Böylece Bizans’ın mâneviyâtı iyice kırıldı ve İslâmiyetin şanı, şerefi
her tarafta duyuldu.

Peygamber efendimiz Mekke devrinde sâdece müşrikler ve Medîne devrinde
ise müşrikler, Yahûdîler ve münâfıklar olmak üzere üç çeşit düşmanla
karşılaştı. Bunlardan müşrikler ve Yahûdîlerle yaptığı savaşlarda
düşmanı mağlup ederek onları tesirsiz hâle getirdi. Lâkin münâfıkların
düşmanlıkları sinsice, devam etti. Bunların yaptığı düşmanlıklardan
biri de Müslümanlar arasına fitne sokmak maksadıyla Peygamber
efendimizin Medine’ye hicreti sırasında yaptırdığı meâlen; “Temeli
takvâ üzerine atıldı.”
(Tevbe sûresi: 108) buyrulan Kubâ Mescidi
karşısında Mescid-i Dırâr’ı yapmalarıdır. Münâfıkların Kubâ Mescidinin
cemâatini bölmek gibi bozuk düşüncelerle yaptıkları bu mescit, Tevbe
sûresi 107 ve 108. âyetlerinin nâzil olması üzerine Peygamber efendimiz
tarafından yıktırıldı. Bu hâdiseden iki ay sonra başları Abdullah bin
Übey’in ölmesi ile münâfıklar dağılıp düşmanlık faaliyetleri sona erdi.
Böylece hicretin dokuzuncu yılında İslâmın belli başlı düşmanlarının
karşı durma ve engelleme güçleri büyük ölçüde sona erdirildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:18 pm

Bu yılın mühim bir hâdisesi de çevreden Medîne’ye akın akın heyetlerin
gelmesidir. Bu bakımdan bu yıla “Senet-ül Vüfûd” (elçiler yılı)
denildi. Peygamber efendimize gelen bu heyetler; ya Müslüman olmak veya
Müslüman olduklarını bildirmek üzere yâhut da kabul ettikleri
İslâmiyetin esaslarını öğrenmek için geliyorlardı. Peygamberimiz
müslüman olan bu kabîlelere İslâmiyeti öğretmek, işlerini yürütmek
üzere muallimler ve vâliler gönderdi.

Hicretten önce îmân etmemiş olan ve hicretin sekizinci yılında Taif
Muhâsarası sırasında Sevgili Peygamberimize karşı çıkan Taifliler de
hicretin dokuzuncu yılında, Tebük Seferinden sonra, heyet göndererek
Müslüman oldular.

İslâmın beş şartından biri olan hac da hicretin dokuzuncu yılında farz
kılındı. Âl-i İmrân sûresinin 96 ve 97. âyetleri nâzil olunca,
Peygamber efendimiz bunu Eshâb-ı kirâma bildirdi. O sene hazret-i Ebû
Bekr’i üç yüz kişilik bir kâfileye hac emiri tâyin etti. Bu kâfilede
bulunan Eshâb-ı kirâm hazret-i Ebû Bekr’in emirliğinde Mekke’ye gitti.
Bu sırada Berâe sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu. Bu âyetlerde muâhede
hakkındaki bâzı hükümler bildirildi. Peygamber efendimiz bunu bildirmek
üzere hazret-i Ali’yi Mekke’ye gönderdi. O zaman Araplar arasında
yaygın olan bir geleneğe göre bir antlaşma yapılır veya yapılmış bir
antlaşma bozulursa, bu antlaşmayı bizzat yapan veya onun tâyin ettiği
bir akrabâsı tarafından îlân olunurdu. Peygamber efendimiz bu iş için
hazret-i Ali’yi hac kâfilesinin arkasından Mekke’ye gönderdi. Hazret-i
Ali kâfileye yetişip Mekke’ye birlikte girdiler. Ebû Bekr radıyallahü
anh bir hutbe okudu. Hac ibâdetini anlattı. Eshâb-ı kirâm öğretilen
esaslara göre hac yaptılar. Hac ibâdeti edâ edilirken hazret-i Ali de
Mina’da Cemre-i Akabe denilen yerde bir hutbe okudu. Bu hutbesinde; “Ey
insanlar beni size Resûlullah gönderdi.” diyerek söze başladı ve Berâe
sûresinin ilk âyetlerini okudu. Bundan sonra; “Ben size dört şeyi
bildirmeye memurum.” dedi. Bu dört hususu şöyle bildirdi:

1. Müminlerden başka hiç kimse Cennete giremez.

2. Bu seneden sonra hiçbir müşrik Kâbe’ye yaklaşamayacak.

3. Hiçbir kimse Kâbe’yi çıplak tavâf etmeyecek (O zaman müşrikler
Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ederlerdi.)

4. Her kimin Resûlullah ile antlaşması varsa, müddeti bitinceye kadar
mûteber olacak. Bunlar dışındakilere dört ay mühlet tanınmıştır. Bundan
sonra hiçbir müşrik için ahd (antlaşma) ve himâye yoktur.

O günden sonra hiçbir müşrik Kâbe’yi tavâf etmeye gelmedi ve hiç kimse
çıplak olarak Kâbe’yi tavâf etmedi. Bu hususlar bildirildikten sonra
müşriklerden çoğu Müslüman oldu. Hac farizâsı yerine getirildikten
sonra hazret-i Ebû Bekr ile Ali radıyallahü anh yanlarındaki Eshâb-ı
kirâmla Medîne’ye döndüler.

Hicretin onuncu yılında İslâmiyet bütün Arap Yarımadasına yayıldı.
Arabistan’ın her tarafından insanlar Medîne’ye geliyor, Müslüman
olmakla şereflenmek, ebedî saâdete kavuşmak için birbirleriyle yarış
ediyorlardı. Artık Arabistan’da Müslümanlara karşı duracak hiçbir
kuvvet kalmamış, İslâmiyet her tarafa hâkim olmuştu. Sâdece bâzı Yahûdî
ve Hıristiyan kabîleleri Müslüman olmamıştı.

Peygamber efendimiz hicretin onuncu yılında Hâlid bin Velîd
hazretlerini dört yüz mücâhid ile Yemen civârında bulunan Hâris bin
Ka’b oğullarını İslâma dâvet için gönderdi. Hâlid bin Velîd,
Resûlullah’ın emri üzerine bu kabîleyi İslâma dâvet etti. Onlar da
dâvete icâbet ederek Müslüman oldular. Yine bu yılda Peygamber
efendimiz Necranlı Hıristiyanlarla sulh antlaşması yaptı. Bunlardan bir
kısmı sonra kendiliklerinden Müslüman oldu. Bu sene hazret-i Ali
Eshâb-ı kirâmdan üç yüz kişiyle birlikte Yemen’de bulunan Medlec
kabîlesini İslâma dâvet etmek için gönderildi. Önce karşı durdu ise de
netîcede bu kabîle de Müslüman oldu. Peygamber efendimiz bu sene
İslâmiyetin yayıldığı bütün beldelere, vâliler ve zekât toplamak üzere
görevliler (âmil, sâi) gönderdi ve Vedâ Haccını yaptı.










Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 100 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 99 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 98 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 97 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 96 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 95 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 94 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 93 Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı 92
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:19 pm

Vedâ
Haccı



Hicretin onuncu
senesinde Sevgili Peygamberimiz hac için hazırlanıp, Medîne’deki
Müslümanların da hazırlanmalarını emir buyurdu. Medîne dışında bulunan
Müslümanlara da haber gönderdi. Bu haber üzerine binlerce Müslüman
Medîne’de toplandı. Hazırlıklar tamamlanınca Peygamberimiz Zilka’de
ayının 25. günü 40 bin kişilik bir kâfile ile öğle namazından sonra
Medîne’den hareket etti. 100 kurbanlık deve götürdü. 10 gün süren
yolculuktan sonra Zilhicce ayının 4. günü Mekke’ye vardılar. Yemen’den
ve diğer beldelerden hac yapmak üzere gelenlerin de katılmasıyla
Müslümanların sayısı 124 bine ulaştı. Peygamberimiz zilhiccenin 8. günü
Mina’ya, 9. günü (arefe günü) Arafat’a gitti. Arafat Vâdisinin
ortasında öğleden sonra Kusvâ adlı devesinin üstünde Vedâ Hutbesi’ni
okudu.

Sevgili Peygamberimiz bu hutbesinde kan dâvâları, fâiz, kumar, her
türlü zulüm gibi câhiliyye devrine âit bütün kötülüklerin
kaldırıldığını bildirdi ve insan haklarını anlattı. Allahü teâlânın
emirlerini ve yasaklarını, erkeklerin kadınlar ve kadınların da
erkekler üzerindeki haklarını, Müslümanların kardeş olduğunu ve daha
birçok husûsu bildirdi. Eshâb-ı kirâmla vedâlaştı.

Peygamber efendimiz Vedâ Hutbesi’ni okuduğu gün; “Bu gün
sizin dîninizi kemâle erdirdim. Üzerinize nîmetimi tamamladım. Size din
olarak İslâm dînini seçtim.”
(Mâide sûresi: 3) meâlindeki âyet
nâzil oldu. Peygamberimiz bu âyet-i kerîmeyi Eshâb-ı kirâma okuyunca
hazret-i Ebû Bekr ağlamaya başladı. Eshâb-ı kirâm ağlamasının sebebini
sorunca; “Bu âyet, Resûlullah’ın vefâtının yakın olduğuna delâlet
ediyor, onun için ağlıyorum.” buyurdu.

Peygamber efendimiz Mekke’de 10 gün kalıp Vedâ Haccını yaptı ve vedâ
tavâfı yaparak Medîne’ye döndü. Vedâ Haccından sonra Eshâb-ı kirâm
Resûlullah efendimizin bildirdiği ve emrettiği şeyleri gittikleri
yerlerde anlattılar.

Hicretin onuncu yılında vukû bulan bir hâdise de Peygamberlik
iddiasında bulunan yalancıların ortaya çıkmasıdır. Bunlardan birisi
Yemen’de ortaya çıkan Esved-i Ansî’dir. Şanlı Peygamberimizin emri
üzerine Esved-i Ansî Yemen’deki Müslümanlar tarafından evinde
öldürüldü. Diğeri de Müseylemet-ül Kezzâb’dır. Peygamber efendimizin
vefâtından sonra Ebû Bekr radıyallahü anh Müseyleme üzerine Hâlid bin
Velîd kumandasında bir ordu gönderdi. Müseyleme de öldürüldü.

Peygamberimiz hicretin on birinci yılında hastalanıp, vefâtından kısa
bir zaman önce Müslümanlar için büyük bir tehlike olan Bizans üzerine
gönderilmek üzere Üsâme bin Zeyd komutasında bir ordu hazırladı. Ordu
hareket etmek üzereydi, fakat Resûlullah’ın hastalığı ağırlaşınca
hareket etmedi. Bu ordu daha sonra hazret-i Ebû Bekr’in halîfeliğinin
ilk günlerinde Bizans üzerine gidip parlak zaferler kazandı. Sevgili
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın vefâtı da bu yılda oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:19 pm

Vefâtı




Peygamberimiz Vedâ
Haccında Mina’da bulunduğu sırada; “Allah’ın yardımı ve zafer günü
gelip insanların Allah’ın dînine akın akın girdiklerini görünce,
Rabbini överek, tesbîh et! O’ndan af dile! Çünkü O, tövbeleri dâimâ
kabul eder.”
meâlindeki en son nâzil olan Nasr sûresi indiğinde
Peygamber efendimiz kızı hazret-i Fâtımâ’yı çağırıp; “Bana kendi
vefâtım haber verildi.”
buyurdu. Bunun üzerine ağlamaya başlayan
Fâtımâ’ya; “Ağlama, zîrâ benim ehlimden bana ilk kavuşan sen
olacaksın.”
buyurdu.

Cebrâil aleyhisselâm Peygamber efendimize her sene o zamâna kadar nâzil
olan âyetleri okumak üzere senede bir kere gelirdi. Vefât edeceği sene
iki kere gelip Kur’ân-ı kerîm’iiki defâ baştan sona
okudu.

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem vefât etmeden bir müddet önce
Bakî mezarlığında ve Uhud’da bulunan Müslümanların kabrini ziyâret
ederek onlar için duâ ve istiğfâr etti.

Bakî mezarlığındayken yanında bulunan Ebû Müveyhib’e dönerek; “Ey
Ebû Müveyhib! Ben dünyâ hazîneleriyle âhiret nîmetlerini seçmede
serbest bırakıldım. İstersen dünyâda bakî ol, sonra Cennet’e git,
istersen likaullah
(Allah’a kavuşmak) hâsıl olup Cennet’e gir
dediler. Ben likaullahı ve sonra Cennet’i seçtim.”
buyurdu.

Sevgili Peygamberimiz vefâtından önce humma hastalığına tutuldu. Bu
hastalık 13 gün sürdü. Bu müddetin son 8 gününü hazret-i Âişe’nin
odasında geçirdi. Hastalığının ilk günlerinde ve ateşi düştüğü
sıralarda mescide çıkıp Eshâbına namaz kıldırıyordu.

Hastalığının ikinci günü hazret-i Ali ve Fazl bin Abbâs kollarına
girerek mescidi teşrif etti. Minbere oturup hamd ve senâdan sonra; “Ey
Eshâbım, bilmiş olunuz ki aranızdan ayrılmam yaklaştı. Kimin bende
hakkı varsa benden istesin. Benim yanımda sevgili olan benden hakkını
istesin veya helâl etsin ki Rabbime ve rahmetine bunları ödemiş olarak
kavuşayım.”
buyurdu. Sonra minberden inip öğle namazını kıldırdı.
Namazdan sonra tekrar minbere çıkıp namazdan önce buyurduğunu tekrar
etti. Bunun üzerine Eshâbdan biri kalkıp üç dirhem alacağı olduğunu
söyleyince hemen ödedi.

Peygamber efendimizin hastalığının arttığı günlerde Eshâb-ı kirâma
yaptığı vasiyetlerden biri de şöyledir: “Müşrikleri Arabistan’dan
çıkarınız. Size gelen elçilere benim yaptığım gibi ikrâm ve ihsânda
bulununuz.”

Vefâtından beş gün önce hastalığı biraz hafifledi ve
mescidi teşrif edip, minbere çıkarak Eshâb-ı kirâma; “Ey Eshâbım,
hiçbir peygamber ümmeti içinde ebedî olarak yaşamadı. Biliniz ki, ben
de Rabbime kavuşacağım. Muhakkak ki siz de Rabbinize kavuşacaksınız.
Dünyâda hiç kimse kalmaz. Her şey Allah’ın irâdesine bağlıdır. Allah’ın
takdir buyurduğu zaman ne öne alınır, ne de o zamandan kaçılır. Sizinle
buluşacağımız yer, Kevser Havzının başıdır. Her kim benimle Kevser
Havzı kenârında buluşmak isterse elini ve dilini korusun, günahlardan
sakınsın. Ey Eshâbım! Allah kullarından birini dünyâ hayâtıyla âhiret
hayâtını seçmekte serbest bıraktı. Fakat bu kul âhiret hayâtını seçti.”
buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr Resûlullah efendimizin bu
sözleriyle vefâtına işâret buyurduğunu anlayarak ağlamaya başladı.
Peygamber efendimiz; “Ağlama yâ Ebâ Bekr!” buyurarak onu
teselli etti ve; “Bana her bakımdan en faydalı olanınız Ebû
Bekr’dir.”
ve “Mescide açılan kapılardan Ebû Bekr’inki hâriç
hepsini kapatınız.”
buyurdu. Sonra minberden inerek hazret-i
Âişe’nin odasına döndü. Biraz sonra Eshâb-ı kirâmın çok üzülmesi ve
endişeleri üzerine hazret-i Ali ve Fazl bin Abbâs’ın koltuğuna girdiği
halde tekrar mescide geldi. Minberin alt basamağına durup Eshâb-ı
kirâma son hutbesini okudu ve vasiyetini yaparak şöyle buyurdu: “Ey
Muhâcirler, size Ensar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Onlar
benim has cemâatimdir. Onlar sizi evlerinde misâfir edip, her hususta
sizi nefslerine tercih ettiler. Eshâbım! İlk Muhâcirlere de hürmet
etmenizi vasiyet ederim. Bütün Muhâcirler birbirlerine hayırlı
olsunlar. Her iş Allahü teâlânın izniyle olur. Allahü teâlânın
irâdesine karşı çıkanlar sonunda mağlup olurlar. Allahü teâlânın emrine
uymak istemeyenler, muhakkak aldanırlar.”
Daha önce hazret-i Ebû
Bekr’den memnûniyetini belirttiği gibi bu hutbede de hazret-i Ömer’den
memnuniyetini belirtti ve; “Ömer benimledir, ben de onunlayım.
Benden sonra hak Ömer’le berâberdir.”
buyurdu. Resûlullah
efendimiz bu hutbeden sonra minberden indi ve Eshâbdan ayrılıp odasına
çekildi. Vefâtına üç gün kala bir yatsı vaktinde namaz için ezân
okunmuştu. Peygamber efendimiz namazın kılınıp kılınmadığını sorunca;
“Cemâat sizi bekliyor yâ Resûlallah!” denildi. Resûlullah cemâate
gitmek istedi. Cemâate gidecek takat bulamayınca; “Ebû Bekr’e
söyleyin namazı kıldırsın.”
buyurdu. Resûlullah efendimiz bu
emrini üç defâ tekrarladı. Hazret-i Ebû Bekr üç gün cemâate namaz
kıldırdı.

Sevgili Peygamberimiz vefât ettiği günün sabah namazı vaktinde mescide
açılan odanın kapısındaki perdeyi kaldırdı. Hazret-i Ebû Bekr cemâate
sabah namazını kıldırıyordu. Eshâbına bakıp onların namazda saf tutup
durduklarını görünce sevinerek tebessüm etti. Sonra da mescide girdi.
Resûlullah’ın teşrifini fark eden hazret-i Ebû Bekr mihrabdan çekilmek
üzereyken Resûlullah eliyle yerinde durması için işâret edip, oturduğu
yerde Ebû Bekr’e radıyallahü anh uyarak sabah namazını kıldı. O gün
hastalığı hafiflemişti. Namazdan sonra Eshâb-ı kirâma dönüp; “Ey
insanlar! Siz Allahü teâlânın hıfzındasınız ve sizi Allahü teâlâya
emânet ettim. Takvâ üzere olun. Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın
emrini tutun ve itâat edin. Ben bu dâr-ı dünyâdan ayrılırım.”
buyurdu.
Sonra mescitten odasına geçti. Bu Eshâb-ı kirâmın Resûlullah efendimizi
son görüşü oldu.

Resûl-i ekrem efendimiz hazret-i Âişe’nin hücresine girip yattığı
sırada, Üsâme bin Zeyd huzûruna geldi. Resûlullah efendimiz 23 senelik
peygamberlik müddetinde son olarak Suriye tarafında Bizans üzerine
gidecek bir ordu hazırlamıştı. Bu orduya kumandan tâyin ettiği Üsâme
bin Zeyd’e hareket etmesini buyurdu. Bu sırada hastalığı şiddetlenen
Peygamber efendimiz kızı hazret-i Fâtımâ’yı çağırıp kulağına birşeyler
söyledi. Hazret-i Fâtımâ ağlamaya başladı. Sonra bir şeyler daha
söyleyince hazret-i Fâtımâ güldü. Resûlullah efendimiz hazret-i
Fâtımâ’ya vefât edeceğini söyleyince hazret-i Fâtıma ağladı. Sonra da; “Sana
müjde olsun ki bütün ehlimden önce sen bana kavuşursun.”
buyurdu.
Bunun üzerine hazret-i Fâtıma sevinip güldü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
AsiRuH
yönetici
yönetici
AsiRuH


Erkek
mesaj sayısı : 9861
Yaş : 36
İş/meslek : xxxxx
Kayıt tarihi : 27/09/08

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı Empty
MesajKonu: Geri: Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı   Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı I_icon_minitimeC.tesi Ocak 10, 2009 11:20 pm

Resûl-i ekrem efendimiz vefât edeceği sırada hazret-i Ali’ye, hazret-i
Âişe’ye vasiyette ve nasîhatta bulundu. Bu sırada ağlayıp gözyaşı döken
hazret-i Fâtımâ’ya; “Kızım bir miktar sabreyle, ağlama. Zîrâ
Hamele-i Arş
(melekler) senin ağlaman üzerine ağlaşırlar.” buyurdu.
Hazret-i Fâtımâ’nın göz yaşını sildi. Teselli verip Allahü teâlâdan
sabır vermesini diledi ve; “Ey kızım, benim rûhum kabz olacak.
(İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn) diyesin. Ey Fâtımâ, gelen her
musibete bir karşılık verilir.”
buyurdu. Bir müddet mübârek
gözlerini kapayıp sonra; “Bundan sonra babana üzüntü ve gussa (keder,
tasa) olmaz. Zîrâ fânî âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor.” buyurdu.
Sonra hanımlarına nasîhat buyurdu. Torunları hazret-i Hasan ve hazret-i
Hüseyin’i yanına alıp, onlara şefkatle bakarak alınlarından öptü. Sonra
da hazret-i Ali’yi yanına çağırıp mübârek başını onun koluna dayayarak
oturup; “Yâ Ali, zimmetimde filan Yahûdînin şu kadar malı vardır.
Asker hazırlamak için almıştım. Sakın onu ödemeyi unutma. Elbette
zimmetimi kurtarırsın ve Kevser Havzı başında benimle görüşeceklerin
birincisi sensin. Benden sonra sana çok zarar gelir, sabır edesin.
İnsanlar dünyâyı istedikleri vakit sen âhireti seçesin.”
buyurdu.
Resûlullah efendimiz vasiyetini tamamladıktan sonra hâli değişti,
yatağına yatırdılar.

Rebiülevvel ayının on ikisinde Pazartesi günü öğleden evvel Cebrâil
aleyhisselâm gelip; “Yâ Resûlallah! Cennetleri süslediler, Hûri
veRıdvan donandı. Allahü teâlâ sana hiç kimseye verilmeyen çok şeyler
ihsân etti. Kevser Havzı, Makam-ı Mahmûd ve Şefâat-i ümmet verdi.
Kıyâmet günü sen râzı oluncaya kadar ümmetini bağışlar. Yâ Resûlallah;
Melek-ül Mevt kapıda beklemektedir. İçeri girmeye izin ister. Şimdiye
kadar kimseden izin istememiştir. Bundan sonra da istemez.” dedi.

Sevgili Peygamberimizin izni üzerine Azrâil aleyhisselâm içeri girip
selâm verdi ve sonra; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ beni senin huzûruna
gönderdi. Senin emrinden dışarı çıkmamamı buyurdu. Dilersen şerefli
rûhunu kabz edip ulvî âleme yükselteyim, yoksa dönüp gideyim.” dedi.
Cebrâil aleyhisselâm; “Ey Habîbullah! Allahü teâlâ sana
müştâktır(âşıktır).” dedi. Sonra selâm verip vedâ ederken; “Ey
Muhammed; Ey Ahmed! Bundan sonra vahiy için bir daha gelmem ve Hak
teâlânın haberini yer yüzüne getirmem. Benim maksûdum ve matlûbum sen
idin yâ Resûlallah.” dedi. Bundan sonra Peygamber efendimizin; “Ey
Azrâil vazîfeni yap.”
buyurması üzerine, mübârek rûhunu kabz etti.
Böylece Resûl-i ekrem efendimiz Hicretin on birinci yılında (Mîlâdî
632) Rebiülevvel ayının 12’sinde Pazartesi günü öğleden evvel vefât
etti. Vefât ettiğinde Kamerî seneye göre 63, şemsî seneye göre 61
yaşında idi.

Eshâb-ı kirâm, Resûlullah efendimizin vefâtı
üzerine pekçok üzülüp
gözyaşı döktüler. Çoğunun dili tutulup bir
müddet konuşamaz oldu. Ebû
Bekr radıyallahü anh Resûlullah’ın yanına girip
mübârek yüzünden örtüyü
kaldırarak mübârek alnından öptü. Sonra başını
kaldırıp, mübârek
alnından tekrâr öpüp; “Âh Sâfi”
dedi. Bir daha öpüp, “Âh dost” dedi.
Sonra mübârek pazusunu öpüp ağladı. “Anam
babam sana fedâ olsun! Dirin
ve ölün tayyib, temiz ve ne güzeldir!” dedi. Ve;
“Eğer ihtiyârımız
elimizde olsaydı canlarımızı yoluna fedâ ederdik. Eğer sen bizi
men
etmeseydin, gözlerimizden pınarları akıtırdık.” Sonra
salâtü selâm
okuyup; “Yâ Resûlallah, bizi Rabbinin katında
hatırla.” dedi. Sonra
dışarı çıktı. Mescitte minbere çıkarak Eshâb-ı
kirâma bir hutbe okudu.
Allahü teâlâya hamd ve senâ etti. Resûl-i
ekrem efendimize sallallahü
aleyhi ve sellem salât okudu. Sonra şöyle dedi: “Her
kim Muhammed’e
îmân etmişse bilsin ki, Muhammed aleyhisselâm
vefât etti. Her kim
Allahü teâlâya tapıyorsa O, Hayy, diri ve
Bâkî’dir, ölmez, ebedîdir.”
buyurdu ve sonra; “Muhammed de kendinden önce geçen Resûller gibi
Resûldür. Eğer O vefât eder, yâhut öldürülürse, siz dîninizden, yâhut
cihaddan, eski hâlinize dönecek misiniz? Böyle değişen, Allahü teâlâya
zarar vermez, kendine zarar eder. İslâm ve sebatta şükredenlere
muhakkak mükâfat verecektir.”
(Âl-i İmrân sûresi: 144) meâlindeki
âyet-i kerîmeyi okudu.

Hazret-i Ebû Bekr Eshâb-ı kirâmı ve Ehl-i beyti teselli etti. İlk anda
acı haber üzerine çok şaşıran Ömer radıyallahü anh, Ebû Bekr’i
radıyallahü anh dinleyince kendine geldi. Peygamberimizin vefât ettiği
gün Eshâb-ı kirâm yapılan umûmî bir bîatle hazret-i Ebû Bekr’i halîfe
seçtiler.

Resûlullah efendimizin cenâzesi vefât ettiği günden sonra, salı günü
yıkandı ve kefenlendi. Gasl (yıkama) işine bizzat hazret-i Ali,
hazret-i Abbâs ve hazret-i Abbâs’ın oğulları Fazl ve Kusem de yardım
ettiler. Üsâme ile Şukran Sâlih radıyallahü anhümâ da su döktüler.

Peygamber efendimiz gömleği üzerinde olduğu halde üç kere yıkanıp üç
kat yeni beyaz kefene sarıldı. Bundan sonra mübârek cesedi sedir üstüne
konulup bulunduğu odanın kapısıEshâb-ı kirâma açıldı. Eshâb-ı kirâm
grup grup odaya girip cenâze namazı kıldılar. Salıyı çarşambaya
bağlayan gece (çarşamba gecesi) yarısı mübârek rûhu alındığı yerde defn
olundu. Mübârek cesedini kabre Ali, Fadl, Üsâme ve Abdurrahmân bin Avf
radıyallahü anhüm indirdi. Kıyâmet günü kabirden en önce O kalkacaktır.
En önce O şefâat edecektir. En önce O’nun şefâati kabul olunacaktır.
Cennet kapısını önce O açacaktır.

Resûl-i ekrem efendimizin vefâtı üzerine bütün Müslümanların kalpleri
yandı, çok üzüldüler. Peygamber efendimiz bizim bilmediğimiz bir hayat
ile, şimdi kabrinde hayattadır. Cesed-i şerîfi aslâ çürümez. Kabrinde
bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâtı kendisine haber verir.
Minberi ile kabr-i şerîfi arası Cennet bahçesi gibi kıymetlidir.

Kabr-i şerîfini ziyâret etmek, tâatların büyüğü ve ibâdetlerin en
kıymetlisidir: “Beni ziyâret edene şefâatim vâcib olur.” buyurmuştur.

Hazret-i Fâtıma, babasının vefâtından duyduğu üzüntüyü şu mersiye ile
dile getirdi: “Benim üzerime öyle musibetler döküldü ki, eğer onlar
gündüzlerin üzerine dökülseydi gece olurdu.”

Peygamber efendimizin görünüşünün anlatılmasına İslâm terminolojisinde
“Hilye-i Saâdet” denilmiştir. Peygamberimizin mübârek bedeninin dış
görünüşü bütün incelikleriyle bu Hilye-i Saâdet yazılarında
bildirilmiştir. Bunları okuyanlar, Peygamber efendimizin rûhen olduğu
gibi bedenen de hiç eksiksiz ve kusursuz, insanların en güzeli ve her
bakımdan en üstünü olduğunu anlarlar. İslâm dünyâsında bu konuda pekçok
eser yazılmıştır.

Peygamber efendimizi medheden on binlerce kitap, kasîde ve diğer
eserler yazılmıştır. Bunları yazanlar içinde şöhretleri ve sanatları
bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahi, O’nu methetmekten
âciz olduklarını beyan etmişlerdir.

Arap, Fars ve Türk edebiyâtında görülen Nâtlar hep O’nun için
yazılmıştır.

Resûlullah efendimiz günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim
adamlarının, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, târihçi
ve askerî şahsiyetlerin alâkasını çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz
inceledikten sonra hayranlık ve şaşkınlıklarını, dile getirmektedirler.
Müslüman olmayanlar, Habîb-i ekrem efendimizin sâdece idâreciliği,
dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraflarını görmekte, yalnız bunlara
bakarak O’nu tanımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde ve hiçbir
insanda görülmemiş üstünlükler karşısında acze düşmekle berâber, O’na
peygamber gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve anlamaktan çok
uzak kalmaktadırlar. Müslümanlar da Peygamber efendimizin güzellik ve
üstünlüklerini ilimleri, ihlâsları ve O’na olan muhabbetleri kadar
derece derece görmekte ve anlayabilmektediler. Bunlardan zâhir âlimleri
O’nun zâhirî vasıflarını, bâtın âlimleri de bâtınî güzelliklerini
görebildikleri kadar dile getirmişlerdir. Ulemâ-i râsihîn denilen hem
zâhir ve hem de bâtın bilgilerinde üstâd ve Peygamber efendimize vâris
olan yüksek İslâm âlimleri ise O’nu bütün güzellikleriyle görmüş ve
âşık olmuşlardır. Bunların en başında Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh
gelmektedir. O, Resûlullah efendimizdeki nübüvvet nûrunu görmekte,
O’nun üstünlük, güzellik ve yüksekliklerini idrâk ederek, O’na âşık
olmakta öyle ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kimse Ebû Bekr-i Sıddîk
radıyallahü anh gibi olamamıştır. Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh her
an, her baktığı yerde Resûlullah’ı görürdü. Bir keresinde hâlini; “Yâ
Resûlallah! Nereye baksam sizi görüyorum. Helâda bile, karşımdasınız,
utanıyorum.” diye arzetmişti. Bir keresinde de; “Bütün iyiliklerimi,
sizin bir sehvinize (yanılmanıza) değişirim.” demişti. Resûlullah
efendimizin güzelliğini en iyi görüp anlayan ve anlatanlardan biri de
zevcât-ı mutahheradan, müminlerin annesi hazret-i Âişe idi. Âişe
radıyallahü anhâ âlime, müctehide, akıllı, zekî ve edibe idi. Gâyet
beliğ ve fasih konuşurdu. Kur’ân-ı kerîm’in mânâlarını, helâl
ve harâmları, Arap şiirlerini ve hesap ilmini çok iyi bilirdi.
Resûlullah’ı metheden şu iki beyti Âişe radıyallahü anhâ söylemiştir:

Ve lev semia ehlü Mısra evsâfe haddihî.
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüf’e min nakdin.

Levîmâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû.
Le âserne bilkatil kulûbi alel eydi.

“Eğer Mısır’dakiler, Peygamber efendimizin yanaklarının güzelliğini
işitmiş olsalardı. Güzelliği dillere destan olan Yûsüf aleyhisselâmın
pazarlığında hiç para vermezlerdi. Bütün mallarını, onun yanaklarını
görebilmek için saklarlardı. Zelîhâ’yı Yûsuf aleyhisselâma âşık oldu
diyerek kötüleyen kadınlar Resûlullah’ın parlak alnını görselerdi
ellerinin yerine kalplerini keserlerdi de acısını duymazlardı.”

Yine hazret-i Âişe buyuruyor ki: “Bir gün Resûlullah mübârek
nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübârek
yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa
nûr saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakıp; “Sana
ne oldu ki böyle dalgın duruyorsun?”
buyurdu. “Yâ Resûlallah!
Mübârek yüzündeki nûrların parlaklığına ve mübârek alnındaki ter
tânelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim.” dedim.
Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını(alnımı) öptü ve; “Yâ
Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi, seni
sevindiremedim.”
buyurdu. Yâni, senin beni sevindirmen, benim seni
sevindirmemden çoktur, dedi.” Hazret-i Âişe’nin mübârek gözlerinin
arasını öpmesi, Resûlullah efendimizi severek, O’nun cemâlini anlayarak
gördüğü için âferin ve takdir olmaktadır.

Resûlullah efendimizin Kur’ân-ı kerîm’de geçen isimlerinden
biri de Kur’ân-ı kerîm’in kalbi olan Yâsîn sûresindeki “Yâsîn”
kelimesidir. Ulemâ-i rasihînin büyüklerinden olan Seyyid Abdülhakîm-i
Arvâsî hazretleri; “Yâsîn, ey benim muhabbet deryamın dalgıcı olan
habîbim, demektir.” buyurmuştur. Bu deryânın ismini duyanlar, uzaktan
görenler, yakınına gelenler, içine girip nasîbi kadar derine inenlerin
hepsi, ömürlerinin her safhasında Resûlullah efendimizin aşkı ile yanıp
tutuşmuşlar, yanık feryâdlar, içli gözyaşları ve yakıcı mısralarla bu
aşklarını dile getirmişlerdir. Bunların içinde en büyük ve
meşhurlarından olan ve bu muhabbet deryasından büyük pay sâhibi olan
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri de Sevgili Peygamberimize olan
muhabet ve aşkını dile getirdiği kasîdelerinden birinde şöyle
demektedir:

Server-i âlem, sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede olsam, o güzel cemâlin ararım.

Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben hiçim.
Misafirinim dersem saygısızlık sayarım.

Her şey cihanda senin şerefine bilirim.
Rahmetin yağsa bana hergün olur bahârım.

Herkes Kâbe’yi tavâf için gelir Hicâz’a,
Sana kavuşmak için ben dağları aşarım.

Seadet tâcına kavuştum ben rüyâda.
Ayağın toprağı serpildi yüzüme sanarım.

Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Câmî!
Dîvânında şu yazılar, oluyor, tercümânım.

Dili sarkmış, susuz kalmış, uyuz bir köpek gibi,
Senin ihsân denizinden bir damla arzularım.

Resûlullah’ı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. O’nun sevgisi
bir gönüle yerleşirse, İslâmiyeti yaşama, îmânın ve islâmın tadına
doyulmaz zevkine ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihânın
efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habîbine
ikrâm ettiği sonsuz ve târife sığmaz nîmetlere ve bereketlere
kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müslümanı doğrudan doğruya
Resûlullah’ın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu
bereketlerin senetleridir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)hayatı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» HZ.MUHAMMED (SAV) HAYATI
» Hz. Halid peygamber
» HZ. MUHAMMED (S.A.V)
» Peygamber Efendimiz(s.a.v.)in Dogdugu Ev
» Hz Muhammed’e (S.A.V) Övgü Dolu Şiirler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
.talk4her :: dini bölüm :: islami yazılar/bilgiler-
Buraya geçin: